Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Aralık 2024
Beğen 2

İhsan Atasoy-15.Cüz

15.CÜZ-LATİNCE
17-İSRA SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Sübhanellezı esra bi abdihı leylem minel mescidil harami ilel mescidil aksallezı barakna havlehu li nüriyehu min ayatina innehu hüves semıul besıyr
2. Ve ateyna musel kitabe ve cealnahü hüdel li beni israiyle ella tettehızu min dunı vekıla
3. Zürriyyete men hamelna mea nuh innehu kane abden şekura
4. Ve kadayna ila benı israiyle fil kitabi le tüfsidünne fil erdı merrateyni ve le ta’lünne ulüvven kebıra
5. Fe iza cae va’dü ulahüme beasna aleyküm ıbadel lena ülı be’sin şedıdin fe casu hılaled diyar ve kane va’dem mef’ula
6. Sümme radedna lekümül kerrate aleyhim ve emdednaküm bi emvaliv ve benıne ve cealnaküm eksera nefıra
7. İn ahsentüm ahsentüm li enfüsiküm ve in ese’tüm feleha fe iz cae va’dül ahırati li yesuu vücuheküm ve li yedhulül mescide kema dehaluhü evvele merrativ ve liyütebbiru ma alev tetbıra
8. Asa rabbüküm ey yerhameküm ve in udtüm udna ve cealna cehenneme lil kafirıne hasıyra
9. İnne hazel kur’ane yehdı lilletı hiye akvemü ve yübeşşirul mü’minınellezıne ya’melunes salihati enne lehüm ecran kebıra
10. Ve ennellezıne la yü’minune bil ahırati a’tedna lehüm azaben elıma
11. Ve yed’ul insanü biş şerri düaehu bil hayr ve kanel insanü acula
12. Ve cealnel leyle ven nehara ayeteyni fe mehavna ayetel leyli ve cealna ayeten nehari mübsıratel li tebteğu fadlem mir rabbiküm ve li ta’lemu adedes sinıne vel hısab ve külle şey’in fassalnahü tefsıyla
13. Ve külle insanin elzemnahü tairahu fı unukıh ve nuhricü lehu yevmel kıyameti kitabey yelkahü menşura
14. İkra’ kitabek kefa bi nefsikel yevme aleyke hasıba
15. Menihteda fe innema yehtedı li nefsih ve men dalle fe innema yedıllü aleyha ve la teziru vaziratüv vizra uhra ve ma künna müazzibıne hatt neb’ase rasula
16. Ve iza eradna en nühlike karyeten emarna mütrafıha fe fesku fıha fe hakka aleyhel kavlü fe demmernaha tedmıra
17. Ve kem ehlena minel kuruni mim ba’di nuh ve kefa bi rabbike bi zünubi ıbadihı habıram besıyra
18. Men kane yürıdül acilete accelna lehu fiha ma neşaü li men nürıdü sümme cealna lehu cehennem yaslaha mezmumem medhura
19. Ve men eradel ahırate ve sea leha sa’yeha ve hüve mü’minün fe ülaike kane sa’yühüm meşkura
20. Küllen nümiddü haülai ve haülai min atai rabbik ve ma kane ataü rabbike mahzura
21. Ünzur keyfe faddalna ba’dahüm ala ba’d ve lel ahıratü ekberu deracativ ve ekberu tefdıyla
22. La tec’al meallahi ilahen ahara fe tak’ude mezmumem mahzula
23. Ve kada rabbüke elle ta’büdu illa iyyahü ve bil valedeyni ıhsana imma yeblüğanne ındekel kibera ehadühüma ev kilahüma fe la tekul lehüma üffiv ve la tenher hüma ve kul lehüma kavlen kerıma
24. Vahfıd lehüma cenahaz zülli miner rahmeti ve kur rabbirhamhüma kema rabbeyanı sağıyra
25. Rabbüküm a’lemü bima fı nüfusiküm in tekunu salihıyne fe innehu kane lil evvabıne ğafura
26. Ve ati zel kurba hakkahu vel miskıne vebnes sebıli ve la tübezzir tebzıra
27. İnnel mübezzirıne kanu ıhvaneş şeyatıyn ve kaneş şeytanü li rabbihı kefura
28. Ve imma tu’ridanne anhümübtiğae rahmetim mir rabbike tercuha fe kul lehüm kavlem meysura
29. Ve la tec’al yedek mağluleten ila unukike ve la tebsutha küllel beştı fe tak’ude melumem mahsura
30. İnne rabbeke yebsütur riska li mey yeşaü ve yakdir innehu kane bi ıbadihı habıram besıyra
31. Ve la taktülu evladeküm haşyete imlak nahnü nerzükuhüm ve iyyaküm inne katlehüm kane hit’en kebıra
32. Ve la takrabüz zina innehu kane fahışeh ve sae sebıla
33. Ve la taktülün nefselletı harramellahü illa bil hakk ve men kutile mazlumen fe kad cealna li veliyyihı sültanen fe la yüsrif fil katl innehu kane mensura
34. Ve la takrabu malel yetımi illa billetı hiye ahsenü hatta yeblüğa eşüddehu ve evfu bil ahd innel ahde kane mes’ula
35. Ve evfül keyle iza kiltüm vesinu bil kıstasil müstekıym zalike hayruv ve hasenü te’vıla
36. Ve la takfü ma leyse leke bihı ılm innes sem’a vel besara vel füade küllü ülaike kane anhü mes’ula
37. Ve la temşi fil erdı merah inneka len tahrikal erda ve len teblüğal cibale tula
38. Küllü zalike kane seyyiühu ınde rabbike mekruha
39. Zalike mimma evha ileyke rabbüke minel hıkmeh ve la tec’al meallahi ilahen ahara fe tülka fı cehenneme melumem medhura
40. E fe asfaküm rabbüküm bil benıne vettehaze minel melaiketi inasa innekü le tekulune kavlen azıyma
41. Ve le kad sarrafna fı hazel kur’ani li yezzekkeru ve ma yezıdühüm illa nüfura
42. Kul lev kane meahu alihetün kema yekulune izel lebteğav ila zil arşi sebıla
43. Sübhanehu ve teala amma yekulune ulüvven kebıra
44. Tüsebbihu lehüs semavatüs seb’u vel erdu ve men fıhinn ve im min şey’in illa yüsebbihu bi hamdihı ve lakil la tefkahune tesbıhahüm innehu kane halimen ğafura
45. Ve iza kara’tel kur’ane cealna beyneke ve beynellezıne la yü’minune bil ahırati hıcabem mestura
46. Ve cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fı azanihim vakra ve iza zekerte rabbeke fil kur’ani vahdehu vellev ala edbarihim nüfura
47. Nahnü a’lemü bima yestemiune bihı iz yestemiune ileyke ve iz hüm necva iz yekulüz zalimune in tetteiune illa racülem meshura
48. Ünzur keyfe darabu lekel emsale fe dallu fela yestetfy’une sebıla
49. Ve kalu e iza künna ızamev ve rufaten en inna le meb’usune halkan cedıda
50. Kul kunu hıcareten ev hadıda
51. Ev halkam mimma yekbüru fı suduriküm fe seyekulune mey yüıydüna kulillezı fetaraküm evvele merrah feseyünğıdune ileyke ruusehüm ve yekulune meta hu kul asa ey yekune karıba
52. Yevme yed’uküm fe testecıbune bi hamdihı ve tezunnune il lebistüm illa kalila
53. Ve kul li ıbadı yekulülletı hiye ahsen inneş şeytane yenzeğu beynehüm inneş şeytane kane lil insani adüvvem mübına
54. Rabbüküm a’lemü bilküm iy yeşe’ yerhamküm ev iy yeşe’ yüazzibküm ve ma erselnake aleyhim vekıla
55. Ve rabbüke a’lemü bi men fis semavati vel ard ve le kad faddalna ba’dan nebiyyıne ala ba’dıv ve ateyna davude zebura
56. Kulid’ullezıne zeamtaüm min dunihı fe la yemlikune keşfed durri anküm ve la tahvıla
57. Ülaikellezıne yed’une yebteğune illa rabbihimül vesılete eyyühüm akrabü ve yercune rahmetehu ve yehafune azabeh inne azabe rabbike kane mahzura
58. Ve im min karyetin illa nahnü mühlikuha kable yevmil kıyameti ev müazzibuha azaben şedıda kane zalike fil kitabi mestura
59. Ve ma meneana en nürsile bil ayati illa en kezzebe bihel evvelun ve ateyna semuden nakate mübsıraten fe zalemu biha ve ma nürsilü bil ayati illa tahvıfa
60. Ve iz kulna leke inne rabbeke ehata bin nas ve ma cealner ru’yelletı eraynake illa fitnetel linnasi veş şeceratel mel’unete fil kur’an ve nühavvifühüm fe ma yezıdühüm illa tuğyanen kebıra
61. Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs kale e escüdü li men halakte tıyna
62. Kale e raeyteke hazellezı kerramte aleyye le in ehherteni ila yevmil kıyameti le ahtenikenne zürriyyetehu illa kalıla
63. Kalezheb fe men tebiake minhüm fe inne cehenneme ceazüküm cezaem mevfura
64. Vestefziz menisteta’te minhüm bi savtike ve eclib aleyhim bi haylike ve racilike ve şarikhüm fil emvali vel evladi veıdhüm ve ma yeıdühümüş şeytanü illa ğurura
65. İnne ıbadı leyse leke aleyhim sültan ve kefa bi rabbike vekıla
66. Rabbükümüllezı yüzcı lekümül fülke fil bahri li tebteğu min fadlih innehu kane bi küm rahıyma
67. Ve iza messekümüd durru fil bahri dalle men ted’une illa iyyah felemma neccaküm ilel berri a’radtüm ve kanel insanü kefura
68. E fe emintüm ey yahsife biküm canibel berri ev yürsile aleyküm hasıben sümme la tecidu leküm vekıla
69. Em emintüm ey yüıydekim fıhi taraten uhra fe yürsile aleyküm kasıfem miner rıhı fe yuğrikaküm bima kefartüm sümme la tecidu leküm aleyna bihı tebıa
70. Ve le kad kerramna benı ademe ve hamelnahüm fil berri vel bahri ve razaknahüm minet tayyibati ve faddalnahüm ala kesırim mimmen halakna tefdıyla
71. Yevme ned’u külle ünasim bi imamihim fe men utiye kitabehu bi yemınihı fe ülaike yakraune kitabehüm ve la yuzlemune fetıla
72. Ve men kane fı hazihı a’ma fe hüve fil ahırati a’ma ve edallü sebıla
73. Ve in kadu le yeftinuneke anillezı evhayna ileyke li tefteriye aleyna ğayrahu ve izel lettehazuke halıla
74. Ve lev la en sebbetnake le kad kidte terkenü ileyhim şey’en kalıla
75. İzel le ezaknake dı’fel hayati ve dı’fel memati sümme la tecidü leke aleyna nesıyra
76. Ve in kadu leyestefizzuneke minel erdı li yuhricuke minha ve izel la yelbesune hılafeke illa kalıla
77. Sünnete men kad erselna kableke mir rusülina ve la tecidü li sünnetina tahvıla
78. Ekımes salate li düluküş şemsi ila ğasekıl leyli ve kur’anel fecr inne kur’anel fecri kane meşhuda
79. Ve minel leyli fe tehecced bihı nafiletel leke asa ey yeb’aseke rabbüke mekamem mahmuda
80. Ve kur rabbi edhılnı müdhale sıdkıv ve ahricnı muhrace sıdkıv vec’al lı mil ledünke sültanen nesıyra
81. Ve kul cael hakku ve zehekal batıl innel batıle kane zehuka
82. Ve nünezzilü minel kur’ani ma hüve şifaüv ve rahmetül lil mü’minıne ve la yezıdüz zalimıne illa hasara
83. Ve iza en’amna alel insani a’rada ve nea bi canibih ve iza messehüş şerru kane yeusa
84. Kul küllüy ya’melü ala şakiletih fe rabbüküm a’lemü bi men hüve ehda sebıla
85. Ve yes’eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbı ve ma utıtüm minel ılmi illa kalıla
86. Ve lein şi’na le nezhebenne billezı evhayna ileyke sümme la tecidü leke bihı aleyna vekıla
87. İlla rahmetem mir rabbik inne fadlehu kane aleyke kebıra
88. Kul leinictemeatil insü vel cinnü ala ey ye’tu bi misli hazel kur’ani la ye’tune bi mislihı ve lev kane ba’duhüm li ba’dın zahıra
89. Ve le kad sarrafna lin nasi fı hazel kur’ani min külli meselin fe eba ekserun nasi illa küfura
90. Ve kalu len nü’mine leke hatta tef cüra lena minel erdı yembua
91. Ev tekune leke cennetüm min nehıyliv ve ınebin fe tüfecciral enhara hılaleha tefcıra
92. Ev tüskıtas semae kema zeamte aleyna kisefen ev te’tiye billahi vel melaiketi kabıla
93. Ev yekune leke beytüm min zuhrufin ev terka fis sema’ min külli meselin fe eba ekserun nasi illa küfura ve len nü’mine li rukıyyike hatta tünezzile aleyna kitaben nakraüh kul sübhane rabbı hel küntü illa beşerar rasula
94. Ve ma menean nase ey yü’minu iz caehümül hüda illa en kalu e beasellahü beşerar rasula
95. Kul lev kane fil erdı melaiketüy yemşune mutmeinnıne le nezzelna aleyhim mines semai meleker rasula
96. Kul kefa billahi şehıdem beynı ve beyneküm innehu kane bi ıbadihı habıram besıyra
97. Ve mey yehdillahü fe hüvel mühted ve mey yudlil fe len tecide lehüm evliyae min dunih ve nahşüruhüm yevmel kıyameti ala vücuhihim umyev ve bükmev ve summa me’vahüm cehennem küllema habet zidnahüm seıyra
98. Zalike cezaühüm bi ennehüm keferu bi ayatina ve kalu e iza künna ızamev ve rufaten e inna le meb’usune halkan cedıda
99. E ve lem yerav ennellahellezı halekas semavati vel erda kadirun ala ey yahlüka mislehüm ve ceale lehüm ecelel la raybe fıh fe ebez zalimune illa küfura
100. Kul lev entüm temlikune hazine rahmeti rabbı izel le emsektüm heşyetel infak ve kanel insanü katura
101. Ve le kad ateyna musa tis’a ayatim beyyinatin fes’el benı israıle iz caehüm fe kale lehu fir’avnü innı le ezunnüke ya musa meshura
102. Kale le kad alimte ma enzele haülai illa rabbüs semavati vel erdı besair ve innı le ezunnüke ya fir’avnü mesbura
103. Fe erade ey yestefizzehüm minel erdı fe ağraknahü ve mem meahu cemıa
104. Ve kulna mim ba’dihı li benı israiyleskünül erda fe iza cae va’dül ahırati ci’na biküm lefıfa
105. Ve bil hakkı enzelnahü ve ibl hakkı nezel ve ma erselnake illa mübeşşirav ve nezıra
106. Ve kur’anen feraknahü li takraehu alen nasi ala müksiv ve nezzelnahü tenzıla
107. Kul aminu bihı ev la tü’minu innellezıne utül ılem min kablihı iza yütla aleyhim yehırrune lil ezkani sücceda
108. Ve yekulune sübhane rabbina in kane va’dü rabbina le mef’ula
109. Ve yehırrune lil ezkani yebkune ve yezıdühüm huşua
110. Kulid’ullahe evid’ur rahman eyyem ma ted’u fe lehül esmaül husna ve la techer bi salatike ve la tühafit biha vebteğı beyne zalike sebıla
111. Ve kulil hamdü lillahillezı lem yettehız veledev ve lem yekül lehu şerıkün fil mülki ve lem yekül lehu veliyyüm minez zülli ve kebbirhü tekbıra
18-KEHF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. El hamdü lillahillezı enzele ala abdihil kitabe ve lem yec’al lehu ıveca
2. Kayyimel li yünzira be’sen şedıdem mil ledünhü ve yübeşşiral mü’minınellezıne ya’melunes salihati enne lehüm ecran hasena
3. Makisıne fıhi ebeda
4. Ve yünzirallezıne kalüttehazellahü veleda
5. Ma lehüm bihı min ılmiv ve la li abaihim kebürat kelimeten tahrucü min efvahihim iy yekulune illa keziba
6. Fe lealleke bahıun nefseke ala asarihim il lem yü’minu bi hazel hadısi esefa
7. İnna cealna ma alel erdı zınetel leh ali neblüvehüm eyyühüm ahsenü amela
8. Ve inna le caılune ma aleyha saıydem cüruza
9. Em hasibte enne ashabel kehfi ver rakıymi kanu min ayatina aceba
10. İz evel fityetü ilel kehfi fe kalu rabbena atina mil ledünke rahmetev ve heyyi’ lena min emrina raşeda
11. Fe darabna ala azanihim fil kehfi sinıne adeda
12. Sümme beasnahüm li na’leme eyyül hızbeyni ahsa lima lebisu emeda
13. Nahnü nekussu aleyke nebeehüm bil hakk innehüm fityetün amenu bi rabbihim ve zidnahüm hüda
14. Ve rabatna ala kulubihim iz kamu fe kalu rabbüna rabbüs semavati vel erdı len ned’uve min dunihı ilahel le kad kulna izen şetata
15. Haülai kavmünettehazu min dunihı aliheh lev la ye’tune aleyhim bi sültanim beyyin fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziba
16. Ve izı’tezeltümuhüm ve ma ya’büdune illallahe fe’vu ilel kehfi yenşur leküm rabbüküm mir rahmetihı ve yüheyyi’ leküm min emriküm mirfeka
17. Ve teraş şemse iza taleat tezaveru an kehfihim zatel yemıni ve iza ğarabet takriduhüm zateş şimali ve hüm fı fecvetim minh zalike min ayatillah mey yehdillahü fe hüvel mühted ve mey yudlil fe len tecide lehu veliyyem mürşida
18. Ve tahsebühüm eykazav ve hüm rukudüv ve nükallibühüm zatel yemıni ve zateş şimali ve kelbühüm basitun ziraayhi bil vesıyd levit tala’te aleyhim le velleyte minhüm firarav ve le müli”e minhüm ru”a
19. Ve kezalike beasnahüm li yetesaelu beynehüm kale kailüm minhüm kem lebistüm kalu lebisna yevmen ev ba’da yevm kalu rabbüküm a’lemü bi ma lebistüm feb’asu ehadeküm bi verikılüm hazihı ilel medıneti fel yenzur eyyüha ezka taamen fel ye’tiküm bi rizkım minhü vel yetelattaf ve la yüş’ıranne biküm ehada
20. İnnehüm iy yazheru aleyküm yercümuküm ev yüıyduküm fı milletihim ve len tüflihu izen ebeda
21. Ve kezalike a’serna aleyhim li ya’lemu enne va’dellahi hakkuv ve ennes saate la raybe fıha iz yetenazeune beynehüm emrahüm fe kalübnu aleyhim bünyana rabbühüm a’lemü bihim kalellezıne ğalebu ala emrihim le nettehızenne aleyhim mescida
22. Se yekulune selasetür rabiuhüm kelbühüm ve yekulune hamsetün sadisühüm kelbühüm racmem bil ğayb ve yekulune seb’atüv ve saminühüm kelbühüm kur rabbı a’lemü bi ıddetihim ma ya’lemühüm illa kalılün fe la tümari fıhim illa miraen zahirav ve la testefti fıhim minhüm ehada
23. Ve la tekulenne li şey’in innı faılün zalike ğada
24. İlla ey yeşaellahü vezkür rabbeke iza nesıte ve kul asa ey yehdiyeni rabbı li akrabe min haza raşeda
25. Ve lebisu fı kehfihim selase mietin sinıne vazdadu tis’a
26. Kulillahü a’lemü bima lebisu lehu ğaybüs semavati vel ard ebsır bihı ve esmı’ ma lehüm min dunihı miv veliyyiv ve la yüşrikü fı hukmihı ehada
27. Vetlü ma uhıye ileyke min kitabi rabbik la mübeddile li kelimatihı ve len tecide min dunihı mültehada
28. Vasbir nefseke meallezıne yed’une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yürıdune vechehu ve la ta’dü aynake anhüm türıdü zınetel hayatid dünya ve la tütı’ men ağfelna kalbehu an zikrina vettebea hevahü ve kane emruhu füruta
29. Ve kulil hakku mir rabbiküm fe men şae fel yü’miv ve men şae fel yekfür inna a’tedna liz zalimıne naran ehata bihim süradikuha ve iy yesteğıysu yüğasu bi mani kel mühli yeşvil vücuh bi’seş şerab ve saet mürtefeka
30. İnnellezıne amenu ve amilus salihati inna la nüdıy’u ecra men ahsene amela
31. Ülaike lehüm cennatü adnin tecrı min tahtihimül enharu yühallevne fıha min esavira min zehebiiv ve yelbesune siyaben hudram min sündüsiv ve istebrakım müttekiıne fıha alel eraik nı’mes sevab ve hasünet mürtefeka
32. Vadrib lehüm meseler racüleyni min a’nabiv ve hafefnahüma bi nahliv ve cealna beynehüma zer’a
33. Kiltel cenneteyni atet üküleha ve lem tazlim minhü şey’ev ve feccerna hılalehüma nehara
34. Ve kane lehu semer fe kale li sahıbihı ve hüve yühaviruhu ene ekseru minke malev ve eazzü nefera
35. Ve dehale cennetehu ve hüve zalimül li nefsih kale ma ezunnü en tebıde hazihı ebeda
36. Ve ma ezunnüs saate kaimetev ve leir rudidtü ila rabbı le ecidenne hayram minha münkaleba
37. Kale lehu sahıbühu ve hüve yühavirruhu e keferte billezı halekake min türabin sümme min nutfetin sümme sevvake racüla
38. Lakinne hüvellahü rabbı ve la üşrikü bi rabbı ehada
39. Ve lev la iz dehalte cenneteke kulte ma şaellahü la kuvvete illa billah in terani ene ekalle minke malev ve veleda
40. Fe asa rabbı ey yü’tiyeni hayram min cennetike ve yursile aleyha husbanem mines semai fe tusbiha saıyden zeleka
41. Ev yusbiha maüha ğavran fe len testetıy’a lehu taleba
42. Ve ühıyta bi semerihı fe asbeha yükallibü keffeyhi ala ma enfeka fıha ve hiye haviyetün ala uruşiha ve yekulü ya leytenı lem üşrik bi rabbı ehada
43. Ve lem tekül lehu fietüy yensurunehu min dunillahi ve ma kane müntesıra
44. Hünalikel velayetü lillahil hakk hüve hayrun sevabev ve hayrun ıkba
45. Vadrib lehüm meselel hayatid dünya ke main enzelnahü mines semai fahteleta bihı nebatül erdı fe asbeha heşımen tezruhür riyah ve kanellahü ala külli şey’im muktedira
46. Elmalü vel benune zınetül hayatid dünya vel bakıyatüs salihatü hayrun ınde rabbike sevabev ve hayrun emela
47. Ve yevme nüseyyirul cibale ve teral erda barizetev ve hasernahüm fe lem nüğadir minhüm ehada
48. Ve uridu ala rabbike saffa le kad ci’tümuna kema halaknaküm evvele merratim bel zeamtüm ellen nec’ale leküm mev’ıda
49. Ve vüdıal kitabü fe teral mücrimıne müşfikıyne mimma fıhi ve yekulune ya veyletena mali hazel kitabi la yüğadiru sağıyratev ve la kebıraten illa ahsaha ve vecedu ma amilu hadıra ve la yazlimü rabbüke ehada
50. Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs kane minel cinni fe feseka an emri rabbih e fe tettehızunehu ve züriyyetehu evliyae min dunı ve hüm leküm adüvv bi’se liz zalimıne bedela
51. Ma eşhedtühüm halkas semavati vel erdı ve la halka enfüsihim ve ma küntü müttehızel müdıllıne aduda
52. Ve yevme yekulü nadu şürakaiyellezıne zeamtüm fe deavhüm fe lem yestecıbu lehüm ve cealna beynehüm mevbika
53. Verael mücrimunen nara fe zannu ennehüm müvakıuha ve lem yecidu anha masrifa
54. Ve le kad sarrafna fı hazel kur’ani lin nasi min külli mesel ve kanel insanü eksera şey’in cedela
55. Ve ma menean nase ey yü’minu iz caehümül hüda ve yestağfiru rabbehüm illa en te’tiyehüm sünnetül evvelıne ev ye’tiyehümül azabü kubüla
56. Ve ma nürsilül mürselıne illa mübeşşirıne ve münzirın ve yücadilüllezıne keferu bil batıli li yüdhıdu bihil hakka vettehazu ayatı ve ma ünziru hüzüva
57. Ve men azlemü mimmen zükkira bi ayati rabbihı fe a’rada anha ve nesiye ma kaddemet yedah inna cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fı azanihim vakra ve in ted’uhüm ilel hüda fe ley yehtedu izen ebeda
58. Ve rabbükel ğafuru zür rahmeh lev yüahızühüm bi ma kesebu le accele lehümül azab bel lehüm mev’ıdül ley yecidu min dunihı mev’ila
59. Ve tilkel kura ehleknahüm lemma zalemu ve cealna li mehlikihim mev’ıda
60. Ve iz kale musa li fetahü la ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahrayni ev emdıye hukuba
61. Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma fettehaze zebılehu fil bahri seraba
62. Felemma caveza kaleli fetahü atina ğadaena le kad lekıyna min seferina haza nesaba
63. Kale eraeyte iz eveyna iles sahrati fe innı nesıtül hute ve ma ensanıhü illeş şeytanü en ezkürah vettehaze sebılehu fil bahri aceba
64. Kale zalike ma künna nebğı fertedda ala asarihima kasasa
65. Fe veceda abdem min ıbadina ateynahü rahmetem min ındina ve allemnahü mil ledünna ılma
66. Kale lehu musa hel ettebiuke ala en tüallimeni mimma ullimte ruşda
67. Kale inneke len testetıy’a meıye sabra
68. Ve keyfe tasbiru ala ma lem tühıt bihı hubra
69. Kale setecidünı in şaellahü sabirav ve la a’sıy leke emra
70. Kale fe initteba’tenı fe la tes’elnı an şey’in hatta uhdise leke minhü zikra
71. Fentaleka hatta iza rakiba fis sefıneti harakaha kale eharakteha li tüğrika ehleha le kad ci’te şey’en imra
72. Kale e lem e kul inneke len testetıy’a meıye sabra
73. Kale la tüahıznı bima nesıtü ve la türhıknı min emrı usra
74. Fentaleka hatta iza lekıya ğulamen fe katellehu kale e katelte nefsen zekiyyetem bi ğayri nefs le kad ci’te şey’en nükra
15.CÜZ-MEAL
17 – İSRÂ SÛRESİ
Mekkede nazil olmuş olup 111 âyettir. İlk âyetinde İsra olayından bahsettiğinden bu ismi almıştır. Hicretten takriben bir – birbuçuk yıl önce indirildiği düşünülebilir. İsra sûresi de diğer Mekki sûreler gibi tevhid, nübüvvet, âhiret inançlarına yer verdiği gibi namaz, infak emirlerinin yanında anne babaya itaat, zina yasağı ve birçok ahlâkî prensiplere de yer verir. 60. âyetten itibaren birkaç âyette İsranın (miracın) hikmetleri bildirilir. Daha sonra Hz. Adem – İblis kıssası yeniden ele alınır. Kur’ân’ın faziletlerine dair açıklamalar yapılır. Kâfirlerin ısrar ve tahakkümle mûcize istekleri cevaplandırılır. Hz. Mûsâ (a.s.) a buna benzer dokuz mûcize verildiği halde, muhataplarının iman etmedikleri bildirilir. Tevhidi ilan eden âyetlerle sûre sona erdirilir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, herşeyi işiten, her şeyi gören Odur. [53,18; 17,60]
Mescid-i Aksa, Kudüs’teki Beytü’l-Makdisdir. Nitekim İsra (mirac) hadisinde Hz. Peygamber (a.s.) “Buraka bindim, Beytü’l-Makdis’e vardım” buyurmuştur. Efendimiz oradan göğe yükseltildi, nebîler ve meleklerle (aleyhimü’s-selam) görüştü. Cennet ve cehennemi, daha başka işaretleri gördü. Nihayet beş vakit namaz emri ile aynı gece döndü (Daha önce sabah ve yatsı kılınıyordu).
2 – Biz Mûsâ’ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına “Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin” diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.
3 – Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli! Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.
4 – Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz”
5 – Onlardan birincisinin vaadesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.
Bozgunculukları neticesinde mâruz kaldıkları ilk felaket M.Ö. 598’de Babil kralı Buhtunnasr’ın istilasıdır. O Kudüs’ü ve Beyt-i Makdis’i yerle bir etti. İsrailoğullarını Filistinden sürüp çeşitli ülkelere dağıttı. Bir kısmını da Babile götürdü. Onlara verilen ilk ceza budur. 529’da Pers kralı Hüsrev Babil’i alınca İsrailoğullarına Kudüse dönme ve mabedi inşa etme izni verdi. Daha sonra Ezra, kaybolan Tevratı yeniden derledi. Dini ıslahat yapıldı. M.Ö. 4. yüzyılda Yunan işgalinden sonra, M.Ö. ikinci yüzyıl sonunda dini bir canlanma ile Makkabiler devletini kurdular. Tekrar bir çürüme ve tefrika, Romalıların M.Ö. 63’de Filistini işgal etmeleriyle sonuçlandı. Manevî çöküşleri daha da arttı. M.S. 70’de Romalı Titus Kudüs’ü alıp Yahudileri kılıçtan geçirdi. Beyt-i Makdis’i yaktı yıktı. Âyette bildirilen felaket bu olabilir. Unutmamak gerekir ki Yahudilerin mâruz kaldıkları başka musîbetler de olmuştur. İkinci ceza için bir de şu ihtimal vardır. Siyonizm, Batının süper güçlerinin desteği ile sun’i İsrail devletini 1948’de kurdu. Üç milyon kadar Filistinli müslümanı yurtlarından kovup, 50 küsür yıldan beri İslâm dünyasını kana ve ateşe verdi. Dolayısıyla bu âyet, mazlum müslümanların haklarını alıp vatanlarına kavuşacaklarına da işaret olabilir. Buhariden şu hadisi nakledelim: “Müslümanlarla Yahudiler arasında kanlı bir harp olmadıkça kıyamet kopmaz. Müslümanlar onları kırıp mahvedecek. Hatta onlardan bir Yahudi taş arkasına saklansa da taş dile gelerek: “Ey Allah’ın kulu, şu arkamda Yahudi var, onu da öldür!” diyecektir.
6 – Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.
7 – İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vaadesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz. [41,46]
8 – Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder.
Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.
9 – Gerçekten bu Kur’ân insanları en doğru yola, en isabetli tutuma yöneltir.
Güzel ve makbul işler yapan müminlere nail olacakları büyük mükâfatı müjdeler.
10 – Âhirete inanmayanlara ise gayet acı bir azap hazırladığımızı bildirir.
11 – İnsan, bazan şerri, tıpkı hayrı istercesine ister. Pek acelecidir bu insan! [10,11]
İnsan, peşin zevk peşindedir. Âhiret nimetlerini de dünyada görmek ister. Acelecilikle, vakti gelmeyen nimete çarçabuk ulaşmak isteyen, ondan mahrum kalmakla cezalandırılır. Öyleyse müminler beddua değil, sabır ve ihtiyat ile hayra dua edip yararlı işler yapmalıdırlar.
12 – Biz gece ve gündüzü kudretimizi gösteren iki delil kıldık.
Gece delili ay’ı sildik, gündüz delili güneş’i aydınlatıcı yaptık ki
hem Rabbinizin lütfedeceği nimetlerin peşine düşesiniz, hem de yılların sayısını ve hesabı bilesiniz.
Biz her şeyi açık açık bildirdik. [28,71-73; 25,61-62; 36,37-38]
13 – Her insanın vebalini, kendi nefsine bağladık, her insan yaptıklarına göre muamele görür.
Nitekim kıyamet günü hesap defterini önünde açılmış bulacaktır. [99,7-8; 52,16; 4,123; 75,12-14] [İşaya 65,6; Daniel 7,10; Vahiy 20,12}
Âyet: “Her insanın kuşunu, kendisinin boynuna bağladık” buyurmaktadır. Cahiliye arapları kuşların uçuşlarının kendi mukadderatlarını belirlediklerine inanırlardı. Kur’ân bu batıl inancı yıkıp, insanın ancak yaptıklarına göre muamele göreceğini bildiriyor.
Âyet-i kerime insanın yaptığı her hareketle, adeta bir kalem gibi, daha doğrusu tuşa dokunmuş gibi kendi ekranında hayat boyunca bir şeyler yazıp durduğunu, kıyamet günü de, âdeta bunun çıktısını alacağı izlenimini vermektedir. Dünya hayatında nefsin ihtirasları, gafletli insanın iyi ve kötüyü değerlendirmesini önlemektedir. Ama âhirette her şey gözönüne serilecektir.
14 – Şöyle deriz ona: “Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!”
15 – Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur;
kim de doğru yoldan saparsa, kendi aleyhinde sapmış olur.
Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz.
Biz peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı cezalandırmayız. [35,18; 29,13; 16,25; 67,8-9; 39,70-71; 35,37]
Bu âyetten anlaşıldığı üzere peygamber tebliği, matlup şartlara göre ulaşmayan insanlar, İslâmı öğrenip kabul etmediklerinden dolayı âhirette sorumlu olmazlar.
16 – Herhangi bir beldeyi imha etmek istediğimizde
oranın lüks içinde yaşayan şımarıklarına iyilikleri emrederiz.
Buna rağmen onlar dinlemez, fısk-u fücura devam ederler.
Bu sebeple, onun hakkında cezalandırma hükmü kesinleşir. Biz de orayı yerle bir ederiz. {KM, İşaya 6,9-13; Hezekiel 18. bölüm}
17 – Hem Nuh’tan sonra öyle nesiller helâk ettik ki saymaya gelmez!
Kullarının günahlarını Senin Rabbinin görüp bilmesi yeter.
18 – Kim acele, şu peşin dünya zevkini isterse, Biz de dilediğimiz kimse hakkında ve dilediğimiz miktarda olmak kaydıyla, o dünya zevkini ona veririz.
Ama sonra ona cehennemi mekân kılarız,
O da yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya atılır.
19 – Kim de âhireti ister ve ona lâyık bir biçimde mümin olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur.
20 – Hepsine, dünyayı isteyenlere de, âhireti isteyenlere de Rabbinin ihsanından veririz.
Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.
21 – Bak nasıl dünyada onların kimini kimine üstün kıldık!
Elbette âhirette erişilecek daha büyük mertebeler, kazanılacak daha yüksek faziletler vardır.
Servet, sağlık ve diğer imkânlar yönünden insanların farklı olmaları Allah’ın takdiridir. Bu âyet, dünyadaki işlere göre, âhirette de insanların farklı durumlarda olacağını bildirmektedir. Öyleyse insan asıl ebedi hayatta yüksek derecelere ulaşmak için çalışmalıdır.
22 – Sakın Allah ile beraber başka tanrı edinme, yoksa yerilmiş, bir kenara itilmiş vaziyette kalırsın. {KM, Tesniye 32,39; İşaya 42,8}
23 – Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin.
Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa
Sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. [31,14]
22-39 bölümü, Medine döneminin başlamak üzere olduğu sırada gittikçe güçlenecek olan İslâm toplumunun hangi temel esaslar üzerine kurulacağını ilan etmektedir. Bkz. 6,151-153
24 – Şefkatle, tevazu ile kol kanat ger onlara ve şöyle dua et:
“Ya Rabbî, onlar küçüklüğümde nasıl beni ihtimamla yetiştirdilerse,
ona mükâfat olarak Sen de onlara merhamet buyur!”
25 – Rabbiniz ruhlarınızdaki duyguları pek iyi bilir.
Eğer siz iyi iseniz şunu bilin ki Allah kötülüklerden, özellikle anne ve babasına yaptığı kötü muamelelerden, tövbe edenlere karşı, günahları çok affedicidir. {KM, Hezekiel 18,21; Yoel 2,12-14; II Tarihler 30,9}
26-27 – Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver, sakın saçıp savurma.
Çünkü savurganlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır.
Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür. [25,67]
28 – Eğer elinin dar olması sebebiyle Rabbinden umduğun bir lütfu, bir imkânı, beklerken
o hak sahiplerine şimdilik ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse onlara gönül alıcı bir şeyler söyle.
29 – Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki
herkes tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret çeken bir hale düşmeyesin.
30 – Şu kesin ki Rabbin dilediği kimsenin nasîbini bollaştırır, dilediğinin nasîbini daraltır. Çünkü Rabbin kullarının her halini bilip görmektedir.
Birçok insan, servet bakımından insanların farklı seviyelerde olmasının hikmetini anlayamaz. Oysa Allah insanları zekâ, kabiliyet, güç ve enerji bakımından farklı yaratmıştır. Herkesin hukukta eşitliği esastır. Fakat fazilette ve neticede eşit kılmak, Allah’ın koyduğu fıtrat kanununa aykırıdır. Onun için uygulanma şansı yoktur. Uygulama gayretleri işi daha da bozmuştur (20. asırdaki Sovyetler tecrübesinin sonucu malumdur). Fıtrata ve insanlık şerefine en uygun nizam, meşrû yoldan kazanıp meşrû şekilde harcama ve toplumun mahrum kısmını ihmal etmemeyi esas prensip edinen ilahî buyruklara uymaktır.
31 – Fakirliğe düşme endişesi ile evlatlarınınızı öldürmeyiniz. Onların da sizin de rızkınızı veren Biz’iz, Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur.
Cahiliye döneminin, kız çocukları öldürme âdetinin ötesinde, âyet kürtajı yasaklıyor. Nüfus nüfuzu artırır. Tarih bize, ülkelerin nüfusları ile beslenme kaynaklarının aynı, hatta daha hızlı bir oranla arttığını göstermektedir. Mesela; Türkiyenin nüfusu 20 milyon iken, 65 milyon olduğu döneme göre maddî imkanların çok daha az olduğu kesin bir gerçektir.
32 – Sakın zinaya yaklaşmayın; Çünkü o, çirkinliği meydanda olan bir hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur.
33 – Haklı bir gerekçe olmaksızın Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse onun velisine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir; artık o da kısas hususunda aşırı davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zaten kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır. {KM, Sayılar 35,12.19; Tesniye 19,6.12; Yuşa 20,3}
Öldürme yasağına insanın kendisi de dahildir. Onun için intihar da adam öldürme gibi haramdır. Âyette yetkiden maksat kısas, veya diyet olup uygulama işi yönetime aittir.
34 – Büluğ çağına ermeyen yetimin malına, en güzel tarzdan başka bir şekilde yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluk gerektirir. [4,2-6; 6,152; 81,8]
Büluğ çağının başlamasının alameti: erkekte ihtilam, kızda ay halidir. Bunlar olmazsa Ebû Yusuf’a göre 15, İmam Ebû Hanife’ye göre göre erkek için 18, kız için 17 yaşına girmedir.
35 – Ölçtüğünüz zaman dürüst olun, tam ölçün. Doğru terazi ile tartın. Bu hem ticaretiniz için daha hayırlı, hem de âkıbet yönünden daha güzeldir.
36 – Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir. [49,12]
37-38 – Hem kibirli kibirli yürüme!
Zira ne kadar kibirlenirsen kibirlen, ne yeri yarabilirsin, ne de dağların boyuna erişebilirsin!
Böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazarında hoş görülmeyen şeylerdir.
39 – İşte bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah’ın yanı sıra başka bir tanrı uydurma,
yoksa yerilmiş, rahmetten kovulmuş olarak cehenneme fırlatılırsın.
40 – Ya! Demek Rabbiniz sizi erkek evlatlarla onurlandırdı da,
sizin iddianıza göre, işi bilmiyormuş gibi melekleri de biçare kız çocukları olarak kendine ayırdı öyle mi?
Gerçekten siz pek müthiş, vebali çok büyük bir iddia ileri sürüyorsunuz. [19,88-95; 37,150]
41 – İnsanlar düşünüp ders alsınlar diye
Biz Kur’ân’da bu gerçekleri farklı üsluplarla beyan ettik.
Ne var ki bu, onları daha da kaçırmaktan başka bir sonuç vermedi. [16,101; 7,58]
42 – De ki: Faraza müşriklerin iddia ettikleri gibi Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı,
elbette onlar Arş’ın ve kâinat hakimiyetinin sahibi Yüce Allah’a üstün gelmek için çareler arayacaklardı! (Ama besbelli ki böyle bir şey asla vaki değildir.)
Bu âyet, tevhidin kuvvetli bir delilini özetleyerek. Kelam ilminin en önemli prensiplerinden birini ortaya koyar. Şöyle ki: a) Birden fazla müstakil ilah olsaydı, mutlaka ihtilaf çıkar, kâinatın devamı mümkün olmazdı. b) Faraza biri en üstün ilah, diğeri O’nun yetkili kıldığı ilahlar olsalardı bunlar arasında rekabet çıkar ve kendilerince en iyi yönetimi gerçekleştirmek için hakimiyeti ele geçirmek isterlerdi. Âlemde nizam bozulmadığına göre tek İlahın nizamı işlemektedir. Aksi halde bir buğday tanesi bile yetişmezdi.
43 – Allah onların, iddialarından münezzehtir, Son derece Yücedir, Uludur.
44 – Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah’ı takdis ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki Ona hamd ile tenzih etmesin.
Ne var ki siz onların bu tenzih ve takdislerini iyi anlayamazsınız. Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, halimdir, gafurdur (çok müsamahalıdır, affedicidir).
45 – Sen Kur’ân okuduğun zaman, seninle âhirete inanmayanlar arasına görünmez bir perde çekeriz.
İlk bakışta bazılarının zannettiği gibi burada bir kısım insanları küfre zorlama yoktur. Yani Allah hiç kimsenin kalbini kılıflı, manevî kulaklarını sağır yaratıp iman etmelerini engellemez. Ama kâfirler kendilerine yapılan tebliğleri işitmemeyi, Allah’ın tevhid delillerini görüp anlamamayı âdet haline getire getire kendi kendilerine bu perdeleri çekmiş olmaktadırlar. Fıtratını bozacak derecede iradelerini olumsuz yönde kullanma süreci sonucunda bu duvarlar çekilmektedir.
Bu da Allah’ın koyduğu bir nizam gereği olduğundan, mecazî olarak Allah bu fiili Kendisine izafe etmektedir. Nitekim aynı fiilleri Fussilet, 5. âyetinde kâfirler kendi fiilleri olarak ifade etmişlerdir.
46 – Ve kalplerinin üzerine onu iyi anlamalarına mani kılıflar geçirir, kulaklarına da ağırlıklar koyarız.
Sen Kur’ân’da Rabbini tek olarak andığın zaman, nefretle arkalarını dönüp giderler. [39,45]
47 – Onlar senin okuyuşunu dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kulis yaparken insanlara:
“Siz, sadece sihir tesirinde kalmış birinin peşinde gidiyorsunuz, aklınızı kullanın!” diye fısıldaşarak vesvese verdiklerini pek iyi biliyoruz.
48 – Bak Resûlüm, seni nelere kıyas ettiler (gâh şair, gâh büyücü, gâh kâhin, gâh mecnûn dediler) de
nasıl dalâlete düştüler? Hem öyle sersemleştiler ki artık yol bulacak halleri kalmadı.
49 – Bir de şöyle dediler: “Sahi, biz kupkuru kemik yığını ve ufalanmış toz haline geldiğimiz zaman,
biz mi yeniden yaratılıp dirileceğiz! (bu olacak iş değil!)” [36,78-79; 79,10-12]
50-51 – De ki: “İster taş olun, ister demir.
İsterse yeniden dirilmesi aklınıza imkânsız gibi görünen herhangi bir yaratık,
ne olursanız olun, mutlaka diriltilip kaldırılacaksınız.”
“O halde” diyecekler, “kimdir bizi diriltecek olan?” De ki: “Sizi ilk defa yoktan yaratan!”
Bu sefer, alay ederek başlarını sallayacak da:
“Ne zamanmış o?” diyecekler.
De ki: “Belki de yakındır.” [30,27; 42,18]
52 – Allah, Sizi kabirlerden çağıracağı gün, derhal O’na hamd ederek koşarcasına çağrısına uyacaksınız.
Kendi kendinize bir düşünüp, dünyada pek az kaldığınızı sanırsınız. [79,46; 23,112-114] [30,25; 54,50]
53 – Söyle o kullarıma: “Hep en güzel sözleri söylesinler, çünkü şeytan aralarını bozmaya çalışır. Gerçekten şeytan insanın açık düşmanıdır.”
Muhaliflere delil getirirken, delilleri en güzel tarzda ifade etsinler, hiddet göstermeye, sövüp saymaya kalkışmasınlar.
54 – Rabbiniz sizi pek iyi bilir. Dilerse size merhamet eder yahut dilerse sizi cezalandırır.
Bunun içindir ki, ey Resûlüm, seni onlar üzerine yönetici, onlardan sorumlu olarak göndermedik.
55 – Hem senin Rabbin, göklerde ve yerde olan kim varsa hepsini pek iyi bilir.
Biz nebîlerden bazısını bazısına üstün kıldık, nitekim Davud’a da Zebûr’u verdik. [2,253; 33,7; 42,13]
56 – De ki: “İbadetlerde Allah’ın ortakları olduklarını yalan yere iddia ettiğiniz tanrılarınızı çağırın çağıra bildiğiniz kadar!
Onlar ne sizin sıkıntınızı giderebilir, ne de onu başka yere çevirebilirler!” {KM, İşaya 41,23-24}
57 – Onların tanrılaştırıp yalvardıkları kimseler,
“Ne yaparsam O’na daha yakın olabilirim?” diye Rab’lerine vesile ararlar.
O’nun rahmetini arar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.
Bunlar, çeşitli şirk inançlarına göre gâh melaike; gâh Îsâ (a.s.) veya Uzeyr (a.s.) olabilir. Veyahut müşrik Cahiliye Araplarından bazılarının ibadet ettikleri bazı cinler olabilir ki o cinler ihtida edip müslüman oldukları halde, onlara tapanlar, bundan haberdar olmamışlardı.
58 – Hiç bir şehir yoktur ki kıyamet gününden önce Biz orayı imha etmeyelim
veya şiddetli bir azaba uğratmayalım. Bu, kitapta (Levh-i Mahfuzda) yazılıdır. [11,101; 65,8-9]
59 – Kâfirlerin keyfî olarak istedikleri mûcizeleri göndermeyişimizin tek sebebi,
daha önceki kâfirlerin bu gibi mûcizeleri yalanlamış olmalarıdır.
Nitekim Semud halkına açık bir mûcize olarak o dişi deveyi verdik de
onu öldürdüler ve bu yüzden kendilerine zulmettiler.
Biz o âyetleri sadece korkutmak için göndeririz. [5,115; 7,65] {KM, Markos 8,12}
60 – Unutma ki vaktiyle Sana: “Rabbin insanları ilim ve kudretiyle kuşatmıştır” demiştik.
Gerek miraçta sana gösterdiğimiz temaşayı, gerek Kur’ân’da lânetlenen ve cehennemin dibinde biten o zakkum ağacını, sırf insanları deneme vesilesi kıldık.
Biz onları tehdit ediyoruz da bu, onların azgınlığını artırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Bu âyette rüya “düş” anlamına olmayıp, dış dünyada görülen şey mânasınadır. Miraca işarettir. Sadece düş olsaydı, insanlar için ciddi bir imtihan olmazdı.
61-62 – Bir zaman meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik, onlar da hemen secdeye kapandılar,
yalnız İblis secde etmeyip: “Çamurdan yarattığın kimseye secde mi ederim!”
“Benden üstün kıldığın adam bu mu?
Eğer kıyamet gününe kadar bana bir mühlet versen, gör bak nasıl da onun soyunu pek azı dışında kumandam altına alacağım!” dedi. [7,12; 38,75-76]
63 – “Defol! oradan” buyurdu Allah;
“Onlardan kim sana tâbi olursa, iyi bilin ki cehennem de sizin cezanızdır. Ceza ki ne ceza!” [38,80; 15,37]
64 – Allah da şöyle buyurdu: “Onlardan gücünün yettiğini sesinle aldatıp kötülüklere kaydır.
Süvari veya piyade olarak bütün kuvvetlerini toplayarak onların üzerine yürü, mallarına ve evlatlarına ortak ol, bol bol vaadlerde bulun onlara!”
Şeytan bu! Onları aldatmadan başka ne vaad eder ki! [19,38; 14,22]
65 – “Benim gerçek kullarıma senin asla bir hâkimiyetin olamayacaktır.
Rabbinin onları koruyucu olması yeter de artar!”
66 – Rabbiniz o muazzam kudret sahibidir ki lütfundan nasibinizi aramanız için denizde gemiler yürütür.
Gerçekten O’nun size ihsan ve merhameti pek fazladır.
67 – Denizde musîbete mâruz kaldığınızda
Allah’tan başka yalvardığınız bütün putlar ortada görünmez olur.
Ama O sizi kurtarıp selametle karaya çıkarınca,
Ona arkanızı dönersiniz. İşte öyle nankördür bu insanoğlu!
68 – Karada sizi yerin dibine geçirmesinden
yahut çakıl savuran bir kasırga göndermesinden emin mi oldunuz?
Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. [67,16-17]
69 – Yahut sizi tekrar denize gönderip de üzerinize kırıp geçiren bir fırtına göndererek,
inkârınız ve nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğmayacağından emin mi oldunuz?
Sonra Bize karşı size arka çıkacak hiç bir kuvvet bulamazsınız.
70 – Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.
Bu âyetler, şunu hatırlatmak istiyor: “Canlı ve cansız bütün kâinatı, Güneşten, Aydan, Yıldızlardan atmosfer küresinden, topraktan, sudan madenlerden, kuşlardan, balıklardan, koyunlardan, ineklerden, meyvelere, zerrelere kadar bütün kâinatı insana hizmet ettiren, ne insanın kendisi, ne başka insanlar, ne cinler, ne başka varlıklar ve ne de kör tesadüfler olamaz. Belli ki rahmeti nihayetsiz Yaratıcının rahmeti ve iradesi bunu dilemiştir. Şu halde insanı bu derece yücelten O iken, nasıl olur da insan O’na değil de, başka âcizlere kulluk eder, nihayetsiz aptallık edip kendi değerini düşürür.”
71 – Gün gelecek, her sınıftan insanları, tâbi oldukları önderlerine nisbet ederek çağıracağız.
Kimin hesap defteri sağından verilirse işte onlar defterlerini emin olarak okur ve kıl kadar olsun, haksızlığa uğratılmazlar. [10,47; 36,12; 18,49; 45,28;29]
72 – Kim bu dünyada gerçekleri görmede kör ise,
âhirette de kördür, hatta yol bulmadaki şaşkınlığı daha da beterdir.
73 – Az kalsın, seni bile sana vahyettiğimizden başka bir şeyi uydurup,
Bize mal etmen için akılları sıra kandıracak
ve ancak o takdirde seni dost edineceklerdi.
Hz. Peygamberin ve müminlerin kritik imtihanlarını anlayabilmek için Mekke döneminde Peygamberimiz (a.s.)’ın yaşadığı halleri düşünelim: Baskı, tehdid, büyük servet teklifleri, kral yapma, en güzel kadınları sağlama, tuzaklar kurma, kendine ve taraflarına yıllarca süren sosyal ve ekonomik boykotlar uygulama gibi. Bunlardan bir tekinin bile nice dava adamlarını çekip götürdüğü düşünülürse, meselenin kolay olmadığı ortaya çıkar. Âyet Peygamberimizin bunlara önem verdiği mânasına gelmeyip, müminleri çok ciddî imtihanlara hazırlama gayesine mâtuftur.
74 – Eğer sana sebat vermeseydik
nerdeyse azıcık da olsa onlara meyledecektin.
75 – O takdirde de hem hayatın, hem de ölümün acısını sana kat kat tattırırdık.
Sonra Bize karşı hiçbir yardımcı da bulamazdın. [33,30; 7,38; 35,69; 57,28]
Bu kısım iki noktayı vurgulamaktadır.
1. Batıla meyletmen halinde, hem dünyada, hem de âhirette Allah’ın azabına müstehak olurdun.
2. Küfrün düzenlerine karşı Allah’ın lütfu olmazsa, Resulullah bile mukavemet edemez.
76 – Onlar yurdundan çıkarmak için seni tedirgin edip dururlar.
O takdirde kendileri de senden sonra pek az kalır, sonra da yok olur giderler.
77 – Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan ilahî kanun budur.
Sen Bizim nizamımızda asla bir değişiklik bulamazsın!
Peygamberi süren veya öldüren bir topluluk hakkında cari olan hüküm şudur: Ya helâk edilirler, ya düşman idaresine girerler, ya da Peygamberin taraftarlarınca hezimete uğratılırlar.
78 – Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar belli vakitlerde namaz kıl ve özellikle sabah namazını! Zira sabah namazı meşhuddur.
Hem gece hem de gündüz melekleri sabah namazında hazır olurlar, şahid olurlar. Sabahleyin bütün kâinat uyanır.
79 – Sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl.
Böylece Rabbinin seni makam-ı mahmûda eriştireceğini umabilirsin. [3,113]
Bu âyette beş vakit namaz mücmel olarak yer alır. Vakitleri ayrıntılı olarak Hz. Peygamber (a.s.) bildirmiştir. Böylece Miraç gecesi bildirilen beş namaz, miraç ile en çok ilgili İsra sûresinde Peygamberimize öğretilmiş, o da “Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız siz de öyle kılın” buyurmuştur. Aksi halde namazı Allah’ın istediği tarzda eda etmenin mümkün olmadığına böylece dikkat çekmiştir. Gece uykudan uyanmak suretiyle kılınan teheccüd namazı Hz. Peygambere farz, ümmete sünnettir.
Makam-i mahmud: Allah’a yakınlık ve âhiretteki en büyük şefaat makamıdır.
80 – De ki: “Ya Rabbî, gireceğim yere dürüst olarak girmemi, çıkacağım yerden de dürüst olarak çıkmamı nasib et
ve Kendi katından beni destekleyecek kuvvetli bir delil ver bana!” [57,25]
81 – De ki: “Hak geldi, batıl yıkılıp gitti. Çünkü batıl, yok olmaya mahkûmdur.” [21,18]
82 – Biz Kur’ân’ı müminlere şifa ve rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır. [41,44; 9,124-125]
83 – İnsana her ne zaman nimet versek, Allah’ı anmaktan yan çizer, umursamaz.
Başına bir dert gelince de ümitsizliğe düşer. [17,67; 10,12]
84 – De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır.
Kimin daha isabetli olduğunu ise asıl Rabbiniz bilir. [11,121-122]
85 – Bir de sana “rûh” hakkında soru sorarlar. De ki:
“Rûh Rabbimin emrindedir, O’nun bileceği işlerdendir. Size sadece az bir ilim verilmiştir.”
Bu âyetteki ruh, genellikle “İnsanın ruhu, canı” olarak anlaşılır. Kur’ân’da Cebrail (a.s.) hakkında da kullanılır. Âyetin, Kur’ân vahyinden bahsedilen bir siyak içinde yer alması, Cebrail’in de vahyi getiren melek olması karineleriyle, bazı müfessirler burada ikinci tefsir üzerinde dururlar. “Vahyi Cebrail getiriyor” cevabını alan müşrikler onun hakkında bilgi istemiş olabilirler.
86 – Eğer dileseydik sana vahyettiğimiz Kur’ân’ı hafızalardan ve sayfalardan giderirdik.
Sonra, sen de onu ele geçirmek için karşımızda bir yardımcı da bulamazdın.
87 – Ama böyle yapmayıp Kur’ân âyetlerini muhafaza etmesi, sırf Rabbinin ihsanının sonucudur. Gerçekten O’nun sana olan lütfu pek büyüktür.
88 – De ki: “Yemin ederim! Eğer insanlar ve cinler, bu Kur’ân’ın benzerini yapmak için bir araya toplansalar,
hatta birbirlerine destek olup güçlerini birleştirseler bile,
yine de onun gibi bir Kitap meydana getiremezler.”
Bu âyet i’caz konusunda meydan okumanın en kapsamlı ifade edildiği âyettir. Kısaca şunları ihtiva eder: 1.Üslubu, delilleri, konuları, öğretileri, muhtevasının zenginliği, gaybe dair verdiği haberler gibi yönlerden mûcizedir. Değil bir insan, bütün insanlar ve cinler bir araya toplansalar da Kur’ân’ın benzerini yapamazlar. 2.Hz. Muhammed daha önce içinizde kırk yıl yaşadı, bu misyonunun en ufak bir emaresi bile onda görülmedi. 3.Vahiy hali dışında söylediği sözlerle vahiy olduğunu bildirdiklerini kıyaslayın. Arapçaya vakıf olan herkes, hadîslerle Kur’ân’ın ayrı ayrı zatların sözleri olduğunu kabul eder.
89 – Bu Kur’ân’da Biz her türlü mânayı, çeşitli tarzlarda tekrar tekrar açıkladık.
Ama insanların çoğu inkârcılıkta ısrar ettiler.
90 – Ve “Biz” dediler; “Sana asla inanmayacağız. Ta ki yerden bir pınar akıtasın.
91 – Yahut senin hurma ve üzüm bağların olsun da aralarından gürül gürül ırmaklar akıtasın.
92 – Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü parçalayıp üzerimize kısım kısım düşüresin, ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getiresin de onlar senin söylediklerine şahitlik etsinler.
93 – Yok, yok! Bu da yetmez, senin altından bir evin olmalı yahut göğe çıkmalısın.
Ama unutma! Sen bize oradan dönerken okuyacağımız bir kitap indirmedikçe yine de senin oraya çıktığına inanmayız ha!”
De ki: “Fe Sübhanallah! Ben sadece elçi olan bir insandan başka bir şey değilim.” [17,59; 25,7-11; 26,187]
Mûcize isteyen kâfirlerin dikkatleri, daha önemli, çünkü devamlı olan ilmî mûcizeye çeviriliyor. Kur’ân’ı anlamak istemeyenlerin, tuhaf bir psikoloji içinde inanıp dikkat etmek için değil de, alaya almak veya imtihan edip sıkıştırmak için mûcize istekleri devam ediyor. Allah, Resulüne: esas görevinin tebliğ olduğunu, yoksa öbür harikaları göstermenin elçinin görevi olmadığını bildirmesini emrediyor.
94 – Zaten, insanların ekserisinin, kendilerine hidâyet geldiği halde iman etmemelerinin başlıca sebebi:
“Allah bula bula bir insan mı seçip halka elçi gönderdi?” demeleridir.
95 – De onlara: “Eğer yeryüzünde uslu uslu yürüyen melekler olsaydı, ancak o takdirde Biz onlara melek elçi gönderirdik.” [10,2; 64,6; 14,10; 23,47]
96 – De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter!
Doğrusu O kullarının bütün hallerini bilip görmektedir.” [6,19; 69,44-46]
97 – Allah kimi doğru yola iletirse işte odur doğru yolda olan.
Kimi şaşırtırsa, artık Allah’tan başka ona hâmi ve yardımcı bulamazsın.
Kıyamet günü onları kör, sağır ve dilsiz olarak yüzü koyun haşrederiz.
Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi zayıfladıkça onlara çılgın alevi artırırız. [18,17]
98 – İşte budur cezaları! Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ediyorlar ve:
“Bir kemik yığını ve ufalanan kırıntı haline geldikten sonra mı biz diriltilip yeniden yaratılacağız!” diye dinle alay ediyorlardı.
99 – Görüp düşünmüyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya elbette kadirdir?
O, kendileri için asla, şüphe götürmeyecek bir vaade belirlemiştir.
Ama zalimlerin işleri güçleri inkârdan ibaret! [40,57; 36,81-82] [11,104]
100 – De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, harcamakla tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Çok cimridir insan!” [4,53; 70,18-19; 64-16]
101 – Mûsâ’ya, açık açık dokuz mûcize (açık belge) verdik.
İşte İsrailoğullarına sor: Mûsâ kendilerine geldiğinde Firavun ona:
“Bana bak Mûsâ!” dedi, “Ben senin büyülendiğini zannediyorum.”
Bazıları bu âyeti çarpıtarak, hadisleri inkâr etmeye sebep göstermek isterler. Oysa bunu diyen kâfirlerin esas maksadı, vahyi saçma buldukları için o sözlerin ancak bir büyü etkisiyle olabileceğini iddia etmekti. İmdi onlara kanıp Kur’ân vahyini de reddetmek mi gerekir? Kur’ân’da Hz. Mûsâ’nın sihirden etkilendiği de yer alır (20,57-66). Bu hadis inkârcıları buna ne diyecekler? Gerçek şu ki bir zehirin, bir mikrobun, bir yaralamanın Hz. Peygamberi geçici etkisi altına alması gibi, sağlığı da büyü ile etkilenebilir. Fakat büyü, ilahî mesaja tesir etmez.
102 – Mûsâ da şöyle cevap verdi: “Pek iyi bilirsin ki bu âyetleri, birer belge olmak üzere, indiren göklerin ve yerin Rabbinden başkası değildir.
Ey Firavun! Ben de senin mahvolduğunu zannediyorum.”
103 – Firavun onları ülkeden söküp atmak istedi.
Ama Biz onu ve beraberindeki bütün ordusunu suda boğduk.
104 – Bu olaydan sonra İsrailoğullarına da dedik ki: “Haydin, yerleşin size gösterilen yere!
Ne zaman ki âhiret vâdesi gelir, işte o vakit hepinizi bir araya toplar hakkınızda gereken hükmü veririz!”
101 – 104 bölümü Hz. Mûsâ – Firavun kıssasına yer verir. Gaye Firavunun inad, kibir ve saltanatına rağmen Hz. Mûsâ’nın tebliğinin başarılı olduğunu, Mekkeli müşriklere hatırlatmak, aynı akıbetin kendilerini de beklediğini vurgulamaktır.
105 – Biz Kur’ân’ı hak olarak indirdik.
O da hakkın ve gerçeğin ta kendisi olarak indi.
Seni de ey Resulüm, sadece rahmetle müjdelemen ve inanmayanları ise azapla uyarman için gönderdik. [4,166]
106 – Hem o vahyi, insanların zihinlerine sindire sindire okuman için
zaman zaman gelen Kur’ân dersleri halinde indirdik [16,101-102; 25,32]
107 – De ki: “İster inanın ona, ister inanmayın.
Şu bir gerçektir ki daha önce kendilerine ilim verilenlere Kur’ân okununca derhal yüzüstü secdeye kapanırlar.”
Bu âyeti okuyanın veya dinleyenin tilavet secdesi yapması vaciptir.
108 – “Ulu Rabbimizin şanı yücedir. Ne vaad ederse mutlaka gerçekleşir.” derler.
109 – Yine yüzüstü secdeye kapanırlar.”
İşte Kur’ân onların saygısını böyle artırır. [47,17; 41,44; 3,113-115]
110 – De ki: “Dua ederken ister “Allah” ister “Rahman” diye hitab edin.
Hangisini deseniz hep O’nundur o en güzel isimler!”
Namazında sesini pek yükseltme, ama iyice de kısma, ikisinin arası bir yol tut. [59,22-24; 25,60]
111 – Her türlü hamd O Allah’a mahsustur ki, asla evlad edinmemiştir. “Hâkimiyetinde hiç bir ortağı yoktur.
Acze düşüp de bir desteğe muhtaç olmamıştır” de ve tekbir getirerek O’nun büyüklüğünü ilan et.
18 – KEHF SÛRESİ
Mekkede nâzil olmuş olup 110 âyettir. Sûre ihtiva ettiği konulardan biri olan Ashab-ı kehf kıssası vesilesi ile Kehf (mağara) sûresi diye adlandırılmıştır. Bu sûre Ashab-ı kehf, Hz. Mûsâ (a.s.) ile Hz. Hızır (a.s.), Hz. Zülkarneyn (a.s.) kıssalarını nisbeten tafsilatlı olarak anlatır. Ayrıca Hz. Âdem ile İblis kıssası, bazı meseller yer alır. Sûre esas itibariyle imanı temellendirerek, iman edenleri gayret ve himmete getirip, kendilerini bekleyen zafer ve mükâfatı haber vermekte, kâfirleri ise kendilerini bekleyen feci akıbeti bildirmek suretiyle tehdit etmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hamd O Allah’a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.
2-4 – Dosdoğru bir kitap olarak gönderdi. Ta ki Kendi nezdinde inkârcılar için hazırladığı şiddetli azabı bildirerek onları uyarsın.
Makbul ve güzel işler yapan müminleri de ebediyyen içinde kalacakları güzel bir mükâfatla müjdelesin ve ta ki “Allah evlat edindi” diyenleri uyarsın.
5 – Bu hususta, ne kendilerinin ne de babalarının hiçbir bilgileri yoktur.
Ağızlarından çıkan o söz ne dehşetli bir söz!
Ama onların iddia ettikleri, sırf yalandan ibaret!
6 – Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin! [26,3; 35,8; 16,127]
Bu âyet Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) tebliğ görevine ve insanların hidâyete gelerek ebedî helâkten kurtulmaları dâvasına ne kadar gönülden bağlandığını ifade eder. Demek ki bu gibi ifadeleri, Hz. Peygamberi tenkide yormamalıdır.
7 – Biz, dünyada bulunan her şeyi ona bir zinet kıldık. Böylece insanlardan kimin daha iyi iş gerçekleştireceğini ortaya koymak istedik.
8 – Ve elbette Biz onun üstünde ne varsa hepsini, kupkuru yapıp dümdüz edeceğiz.
9 – Ne o, yoksa sen, bizim âyetlerimiz içinde yalnız Ashab-ı kehf ve rakîm’in mi ibrete şayan olduklarını sandın? İş öyle değil!
Kur’ân ve hadiste kesin bilgi varid olmayınca, müfessirler birtakım rivâyetler nakletmişlerdir. Hıristiyan geleneğinde M.S. 250 yıllarında Efes şehrinde, dinlerini kurtarmak için, mağaraya giren gençler kıssası vardır. Kehf sûresinde, onların durumlarının nakledilmeleri söz konusudur. Rakîm: Kitabe, yazıt mânasına olup taş, maden veya diğer şeylerden olabilir.
10 – Vakta ki o genç yiğitler mağaraya çekildiler.
Şöyle niyaz ettiler: “Ulu Rabbimiz! Katından bir rahmet ver
ve şu dâvamızda doğruluk ve muvaffakiyet ihsan eyle bize!”
11 – Bunun üzerine mağarada onları uykuya daldırdık. Nice yıllar öylece kaldılar.
12 – Sonra da o iki takımdan (Ashab-ı kehf ile hasımlarından) hangisinin mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladıklarını ortaya koyalım diye onları uyandırdık.
13 – Başlarından geçen olayı Biz sana doğru olarak anlatıyoruz.
Gerçekten onlar Rab’lerine tam iman etmiş gençlerdi.
Biz de onların hidâyetlerini ve yakinlerini artırdık. [9,124; 48,4]
14 – Kalplerine kuvvet ve metanet verdik de onlar ayağa kalkıp:
“Rabbimiz, dediler, göklerin ve yerin Rabbidir.
Ondan başka hiçbir ilaha yönelmeyiz.
Şayet böyle birşey yapacak olursak, gerçekdışı, pek saçma bir söz söylemiş oluruz.”
15 – “Şu bizim halkımız var ya, işte onlar tuttular O’ndan başka tanrılar edindiler.
Onların tanrı olduklarına dair açık delil getirmeleri gerekmez miydi?
Uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kim olabilir ki?”
16 – “Madem ki onları ve onların Allah’tan başka taptıkları putları terkettiniz,
haydi öyleyse mağaraya çekilin ki Rabbiniz rahmetini üzerinize yaysın,
işinizde size kolaylık ve fayda ihsan etsin.”
17 – Onlara baksaydın görürdün ki güneş doğunca mağaralarının sağından dolaşır,
batarken de sol taraftan onları makaslardı.
Onlar da mağaranın genişçe dehlizinde bulunuyorlardı.
İşte onların böylece uyumaları Allah’ın alâmetlerindendir.
Allah kime hidâyet verirse odur doğru yolda olan; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın.
Mağaranın kapısının tam kuzeye baktığı anlaşılıyor. İşte bundan ötürü mağaraya güneş ışığı girmiyor ve yanından geçen biri içeride ne olduğunu göremiyordu.
18 – Sen onları uyanık sanırdın, halbuki gerçekte onlar uykuda idiler.
(Yanları ezilmesin diye) Biz onları gâh sağa, gâh sola çevirirdik.
Köpekleri ise mağara girişinde ön ayaklarını yaymış vaziyette duruyordu.
Onları görseydin sen de ürker, derhal dönüp kaçardın, için korku ile dolardı.
Dağ başında, uzanmış vaziyette iken sağa sola dönüp duran üç beş kişi… Onları koruyan korkunç bir nöbetçi köpek… Öylesine ürkütücü bir manzara oluşturuyordu ki oraya göz atan kişi onların efsanevi dehşetli caniler olduğunu sanır derhal uzaklaşmaya çalışırdı. Bu da onların, yıllarca dış dünyadan güven içinde olmalarını sağladı.
19-20 – İşte, onları nasıl uyuttuysak öylece de uyandırdık.
Derken aralarında konuşmaya başladılar.
Birisi: “Ne kadar uykuda kaldınız?” diye sorunca bazıları:
“Bir gün, belki bir günden de az!” diye cevap verdiler.
Diğerleri de: “Uykuda ne kadar kaldığınızı tam tamına ancak Rabbiniz bilir” dediler.
“Siz onu bırakın da, açlığımızı gidermeye bakalım.
Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de
baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size azık tedarik etsin.”
“Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin.”
“Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyyen felah bulamazsınız.”
21 – Fakat Bizim takdirimiz başka idi. Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da Ashab-ı kehfin durumundan haberdar ettik ki,
Allah’ın haşir vaadinin gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da anlasınlar.
Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya giriştiler.
Bazıları: “Onların anısına bir anıt dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık, onların Rabbi hallerini pek iyi bilir” derken,
görüşleri ağır basan müminler ise: “Mutlaka onların yanıbaşlarına bir mescid yapacağız” dediler.
Rivayete göre, şehre gönderdikleri arkadaşları üç asır önce müşrik Decius devrinin parası, o zamanın kıyafeti ve konuşma tarzı ile dikkat çekti. Onu görenler, hazine bulduğu zannı ile kendisini yöneticilere götürdüler. İfadesini alınca, halkın çoğu da onların dinini benimsediğinden kitle halinde mağaraya vardılar. Ashab-ı kehf din kardeşlerini selamlayıp ruhlarını o sırada teslim ettiler. Böylece haşrin ispatına canlı bir delil teşkil ettiler.
Müfessirlerin çoğunluğu oraya mescit yapma fikrinin müminlere ait olduğunu söylerken, Mevdudî tam tersine, bu fikrin şirk uygulamasını devam ettirmek isteyen müşriklere ait olduğunu ileri sürer. Fakat mescid, bu önemli hadiseyi ebedileştirme vesilesi olup şirke yer vermemesi itibariyle, ekseriyetin haklı olduğunu düşünebiliriz.
22 – İnsanların kimi: “Onlar, üç kişi idi, dördüncüleri de köpekleri idi” diyecekler.
Bazıları da: “Beş kişi, idiler, altıncıları da köpekleri idi” diyecekler.
Bunlar, gayb hakkında tahmin yürütmekten ibarettir.
Kimileri de: “Onlar yedi kişi olup sekizincileri de köpekleri idi” derler.
De ki: “Onların sayısını tamtamına Rabbim bilir” Onlar hakkında bilgisi olan çok az kişi vardır.
Öyleyse onlar hakkında, sathî tartışma dışında kimse ile münakaşa etme ve bu konuda ileri geri konuşanlardan da hiç bir bilgi isteme.
Kur’ân, onların sayıları, hangi şehirde oldukları gibi konuları teferruat sayıp asıl çıkarılması gereken derslere dikkat çeker. Şöyle ki:
1. Mümin, haktan dönmemeli 2. Maddî imkânlardan çok, Allah’a dayanmalı. 3. Allah’ın ölüleri diriltmeye kadir olduğuna kesinlikle inanmalı.
23-24 – Hiçbir konuda: Allah’ın dilemesine bağlamaksızın, “Ben yarın mutlaka şöyle şöyle yapacağım” deme!
Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve: “Umarım ki Rabbim, doğru olma yönünden beni daha isabetli davranışa muvaffak kılar” de. [18,63]
25 – Mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Bazıları buna dokuz yıl daha ilave ettiler.
26 – Sen şöyle söyle: “Ne kadar kaldıklarını asıl Allah bilir.
Zira göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na mahsustur.
O öyle güzel görür, öyle güzel işitir ki!
Oysa onların O’ndan başka hâmileri yoktur.
O, kendi hükmüne kimseyi ortak yapmaz.” de.
27 – Sana vahyedilen Rabbinin kitabını oku. O’nun sözlerini değiştirecek güç yoktur ve Ondan başka sığınak bulman da mümkün değildir. [5,67; 33,39]
28 – Rablerine, sırf O’nun rızasını ve cemaline kavuşmayı umdukları için,
sabah akşam yalvaranlarla beraber, sıkıntılara karşı candan sabret.
Dünya hayatının süslerini arzulayarak sakın gözlerini onlardan başkasına çevirme.
Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine uyan
ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme. [6,52; 20,131]
Kureyş eşrafının Hz. Peygamber (a.s.) a: “Biz sana geleceğimiz vakit fakirleri yanından çıkar” demeleri vesilesi ile nazil olmuştur.
29 – De ki: “İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi.
Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
Şu da bir gerçektir ki Biz o zalimlere,
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış olan müthiş bir ateş hazırladık.
Eğer susuzluktan feryad edecek olurlarsa kendilerine erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su verilir.
O ne fena bir içecektir ve cehennem ne fena bir barınaktır! [47,15; 55,44]
30 – İman edip güzel ve yararlı işler yapanlara gelince,
şu bir gerçek ki Biz güzel iş yapanların işlerini asla zayi etmeyiz.
31 – İşte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır.
Orada tahtlar üzerine kurularak kendilerine altın bilezikler takılacak, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler.
Tahtlara kurulacaklar.
Ne güzel mükâfattır bunlar ve ne güzel bir meskendir o cennet! [35,33; 25,75-76]
32 – Onlara şu iki kişinin halini misal getir:
Onlardan birine iki üzüm bağı lûtfettik, bağların etrafını hurma ağaçları ile donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik.
33 – Her iki bağ da meyvesini verdi, hiç bir şeyi eksik bırakmadı.
O iki bağın arasında da bir ırmak akıttık.
34 – O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona:
“Benim, dedi, malım ve servetim senden çok olduğu gibi, maiyyet, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerideyim.”
35-36 – Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder vaziyette bağına girdi ve:
“Zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun; kıyametin kopacağını da sanmıyorum.
Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam
o zaman elbette bundan daha iyi bir âkıbet bulurum.” dedi. [41,50; 46,11]
37-38 – Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa:
“Ne o” dedi, “yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, bilahere de seni böyle tam mükemmel bir insan şekline getiren Rabbini mi inkâr ediyorsun?
Fakat sen inkâr etsen de şunu bil ki benim Rabbim Allah’tır. Rabbime hiç bir şeyi ortak saymam.”
39 – “Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde:
“Maşaallah! Allah ne güzel dilemiş ve yapmış!
Ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur.” demeli değil miydin?
40-41 – Olur ki Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin o bahçene gökten bir afet indirir de
bağın kupkuru toprak kesilir;
yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin.” [67,30]
42 – Çok geçmeden, bütün serveti kül oldu…
Sahibi bu halini görünce, bağın çökmüş çardakları karşısında,
yaptığı masraflarına, harcadığı emeklere acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı!
“Ah!” diyordu, “n’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olaydım!”
43 – Hasılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı.
44 – Öyle bir yerde himaye ve yardım, sadece hak ve hakikatin ta kendisi alan Allah’a mahsustur.
En iyi mükâfatı da, en güzel âkıbeti de veren O’dur. [40,84; 10,90-91]
45 – Dünya hayatı hakkında onlara şu misali ver: Dünya hayatının durumu şuna benzer:
Gökten yağmur indiririz, onun sayesinde yeryüzünde bitkiler yeşerip gürleşir, çok geçmeden kurur, rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. [39,21; 10,24]
46 – Mal mülk, çoluk çocuk…
Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir.
Ama baki kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında,
hem mükâfat yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır. [3,14; 64,15]
47 – Gün gelir, dağları yürütürüz, yerin dümdüz hale geldiğini görürsün.
İşte bütün insanları mahşer meydanına topladık,
eksik bıraktığımız bir tek kişi bile kalmadı. [20,105-107; 27,88; 101,5]
48 – Hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna arzolundular.
Ve şöyle nida edildi onlara: “İlkin sizi nasıl yarattıksa, aynen o şekilde Bize döndünüz.
Siz ise, size böyle bir buluşma belirlemediğimizi iddia ederdiniz değil mi?” [78,38; 89,22]
49 – İşte herkesin hesap defteri önüne konuldu.
Mücrimlerin defterdeki kayıtlardan korktuklarını ve şöyle dediklerini görürsün:
“Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor?
Ne küçük komuş, ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış!”
Böylece yaptıkları her şeyi yanlarında buldular.
Şu kesin ki Rabbin kimseye zulmetmez. [3,30; 75,13; 4,40; 21,47]
50 – Hani bir zaman Biz meleklere: “Âdem’in önünde (Allah’a) secde edin!” deyince, onlar da derhal secdeye kapanmışlardı.
Ne var ki İblis eğilmemişti. O cinlerden idi. Rabbinin emrinin dışına çıktı.
Ey Âdem’in evlatları!
Onlar size düşman oldukları halde, siz kalkıp Benden ayrı olarak onu ve onun evlatlarını mı dost ediniyorsunuz?
Zalimler için ne fena bir bedel! Ne zararlı bir takas! [15,28-39; 2,34; 7,12]
İblis meleklerle beraber bulunduğundan istisna ediliyor. Melekler yaratılış icabı Allah’a isyan edemezler, İblis’te ise irade bulunduğundan tercihte bulunup itaat dışına çıktı.
51 – Ben onları göklerin ve yerin yaratılışına tanık etmediğim gibi, bizzat kendi yaratılışlarına da şahit kılmadım.
Ben sapık ve saptıran kimseleri hiçbir zaman yanıma yaklaştırmam, yardımcı edinmem. [34,22-23]
52 – O gün Allah müşriklere der ki:
“Haydi bakalım, ortaklarım olduklarını iddia ettiğiniz putları çağırın, gelsinler!”
İşte çağırdılar ama, onlar kendilerine cevap vermediler.
Biz aralarına bir uçurum koyduk. [46,5-6; 6,94] [36,59; 30,14]
53 – Suçlular ateşi gördüler, orayı boylayacaklarını iyice anladılar.
Etrafı yokladılar, fakat ondan kaçacak bir yer bulamadılar.
54 – Biz bu Kur’ân’da, insanlar için her türlü misal ve öğüdü, farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik.
Fakat birçoğu bunları anlamadı. Zira bütün varlıklar içinde tartışmaya en düşkün olan insandır.
55 – O insanları, kendilerine peygamber geldiği halde, inanmaktan ve Rab’lerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şey, sırf Allah’ın düsturu uyarınca, evvelki ümmetlerin başına gelen azabın kendilerinin de başlarına gelmesini yahut âhiret azabının gözlerinin önüne konulmasını beklemeleridir. [29,29; 8,32]
Kur’ân insanın kalbini ve aklını uyandırmak için her türlü vasıtayı, çeşitli misalleri, farklı anlatım tarzlarını kullanmış, ikna etmek için denemediği yol kalmamıştır. Bunlardan anlamayan, artık azabın tepesine inmesini beklemelidir.
56 – Halbuki Biz resulleri azap getirmeleri için değil, sadece iman edenleri Allah’ın rahmetiyle müjdelemeleri, inkâr edenleri ise bekleyen tehlikeleri haber verip uyarmaları için göndeririz.
Kâfirler ise hakkı batılla kaydırmak için mücadele verirler.
Onlar bütün âyetlerimizi, bütün uyarmalarımızı hep alay konusu yaparlar.
57 – Rabbinin âyetleriyle öğüt verildiği halde onlara sırtını dönen ve elleriyle işleyip irtikâb ettiği suçlarını unutan kimseden daha zalim kim olabilir?
Biz onların kalplerine bunu anlamalarına engel olacak perdeler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk.
Sen onları hidâyete çağırsan da, artık onlar ebediyyen hidâyete gelemezler.
58 – Senin mağfireti bol Rabbin, merhametlidir.
Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi.
Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vaade geldiğinde
Allah’ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar. [35,45; 13,6]
59 – İşte o şehirlerin harabeleri!.. Oraların ahalisi zulümlerinde ısrar edince onları imha ettik. Onların helâkleri için de, bir vaade tayin ettik.
O şehirler, Mekkelilerin yolları üzerinde olan Sebe, Medyen, Semud, Sedum gibi yerlerdir.
60 – Bir vakit Mûsâ, genç yardımcısına: “Durup dinlenmeyeceğim, demişti, ta ki iki denizin birleştiği yere varacağım.
Varamazsam senelerce yürümeye devam edeceğim.”
Kur’ân’da adı bildirilmeyen bu genç yardımcının Yûşa İbn Nun (Josue) olduğu tefsirlerde rivayet edilir.
Mûsâ (a.s.)’ın Hızır (a.s.) ile kıssası Tevratta yer almaz. Fakat Buharî’de nakledilen bir hadîse göre Hz. Peygamber (a.s.) bu kıssadaki Mûsanın İsrailoğullarının meşhur Peygamberi Mûsâ (a.s.) olduğunu bildirmiştir. Bundan ötürü, onun, bazı oryantalistlerin iddia ettikleri gibi başka biri (mesela Gılgamış) olduğunu düşünmeye sebep yoktur.
Bu âyette geçen iki deniz hakkında, tefsirlerde dünyanın üç kıtasına dağılmış birçok yerler tahmin edildiği gibi, işarî tefsir kabilinden bazı tevcihler de teklif edilmiştir. Fakat bu gizemli kıssadan alınacak hisse, bunları bilmeye bağlı değildir.
61 – Onlar iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unutmuş bulundular.
Balık sıyrılıp denizde bir yol tutmuştu bile.
62 – Buluşma yerini farkına varmaksızın geçip gidince Mûsâ yardımcısına:
“Getir artık kahvaltımızı” dedi,
“Gerçekten bu seyahatimizde epey yorgun düştük.”
63 – “Gördün mü?” dedi, “O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum!
Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir.
Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup gittiydi.”
64 – “İşte gözleyip durduğumuz da bu idi ya!” dedi.
Derhal izlerini takip ederek gerisin geri dönüp kayanın yanına vardılar.
65 – Orada bizim seçkin kullarımızdan öyle bir has kulumuzu buldular ki
Biz ona tarafımızdan lütf-u ihsanda bulunmuş, nezdimizden rabbanî bir ilim öğretmiştik.
Mûsâ (a.s.)’ın karşılaştığı zatın isminin Hızır (Hadır) olduğu hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bu zat bazı âlimlere göre peygamber, bazılarına göre büyük bir velî, salih bir zattır.
Onun, beşere gönderilen, ilahî şeriatlerde bildirilen hükümlere tâbi olmadığı gerçeğinden hareket eden ender bir görüşe göre Hızır, melek veya başka bir ruhanî olmalıdır. Gerçekten, bu kıssa başından sonuna kadar o zatın bir başka boyuttan olduğunun karineleriyle doludur.
66 – “Üstadım” dedi Mûsâ, “Sana öğretilen bu ilimden bana da bir şeyler öğretmen için sana tâbi olabilir miyim, beni talebeliğe kabul eder misin?”
67-68 – “Doğrusu sen” dedi, “benimle beraberliğe sabredemezsin.
Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki?”
69 – “İnşaallah” dedi Mûsâ, “beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine karşı koymayacağım.”
70 – “O halde” dedi, “bana tâbi olduğuna göre, hangi konuda olursa olsun,
ben onun hakkında sana söz açmadıkça, asla bana soru sormayacaksın tamam mı?”
71 – Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi.
Mûsâ duramayıp: “Ne yaptın öyle?” dedi
“İçindeki yolcuları denizde boğmak için mi yaptın bunu?
Vallahi çok müthiş bir iş yaptın!”
72 – Hızır: “Sen benimle beraberliğe katlanamazsın dememiş miydim?
İşte sen de gördün!” dedi.
73 – “Ne olur” dedi Mûsâ, “lütfen unutarak söylediğim bu sözden ötürü beni azarlama, bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma!”
74 – Yine yola koyuldular.
Nihayet bir oğlan çocuğuna rastladılar ve Hızır onu öldürdü.
Mûsâ atılıp: “Ne yaptın?” dedi, “masum ve günahsız bir canı,
kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün?
Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın!”


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.