İhsan Atasoy-18.Cüz
18.CÜZ-LATİNCE
23-MÜMİNUN SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kad eflehal mü’minun
2. Ellezıne hüm fı salatihim haşiun
3. Vellezıne hüm anil lağvi mu’ridun
4. Vellezıne hüm liz zekati faılun
5. Vellezıne hüm li fürucihim hafizun
6. İlla ala ezvacihim ev ma meleket eymanühüm fe innehüm ğayru melumın
7. Fe menibteğa verae zalike fe ülaike hümül adun
8. Vellezıne hüm li emanatihim ve ahdihim raun
9. Vellezıne hüm ala salevatihim yühafizun
10. Ülaike hümül varisun
11. Ellezıne yerisunel firdevs hüm fıha halidun
12. Ve le kad halaknel insane min sülaletim min tıyn
13. Sümme cealnahü nutfeten fı kararim mekın
14. Sümme halaknen nutfete alekaten fe halaknel alekate mudğaten fe halaknel mudğate ızamen fe kesevnel ızame lahmen sümme enşe’nahü halkan ahar fe tebarakellahü ahsenül halikıyn
15. Sümme inneküm ba’de zalike le meyyitun
16. Sümme inneküm yevmel kıyameti tüb’asun
17. Ve le kad halakna fevkaküm seb’a taraika ve ma künna anil halkı ğafilın
18. Ve enzelna mines semai maem bi kaderin fe eskennahü fil erdı ve inna ala zehabim bihı le kadirun
19. Fe enşe’na leküm bihı cennatim min nehıyliv ve a’nab leküm fıha fevakihü kesıratüv ve minha te’külun
20. Ve şeceraten tahrucü min turi seynae tembütü bid dühni ve sıbğil lil akilın
21. Ve inne leküm fil en’ami le ıbrah nüskıyküm mimma fı bütuniha ve leküm fıha menafiu kesıratüv ve minha te’külun
22. Ve aleyha ve alel fülki tuhmelun
23. Ve le kad erselna nuhan ila kavmihı fe kale ya kavmı’büdüllahe mal leküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
24. Fe kalel meleüllezıne keferu min kavmihı ma haza illa beşerum mislüküm yürıdü ey yetefeddale aleyküm ve lev şaellahü le enzele melaikeh ma semı’na bi haza fı abainel evvelın
25. İn hüve illa racülüm bihı cinnetün fe terabbesu bihı hatta hıyn
26. Kale rabbinsurnı bima kezzebun
27. Fe evhayna ileyhi enisnaıl fülke bi a’yünina ve vahyina fe iza cae emruna ve farat tennuru feslük fıha min küllin zevceynisneyni ve ehleke illa men sebeka aleyhil kavlü minhüm ve la tühatıbnı fillezıne zalemu innehüm muğrakun
28. Fe izesteveyte ente ve mem meake alel fülki fe kulil hamdü lillahillezı neccana minel kavmiz zalimın
29. Ve kur rabbi enzilnı münzelem mübarakev ve ente hayrul münzilın
30. İnne fı zalike le ayativ ve in künna le mübtelın
31. Sümme enşe’na mim ba’dihim karnen aharın
32. Fe erselna fıhim rasulem minhüm enı’büdüllahe ma leküm min ilahin ğayruh e fe la tettekun
33. Ve kalel meleü min kavmihillezıne keferu ve kezzebu bi likail ahırati ve etrafnahüm fil hayatid dünya ma haza illa beşerum mislüküm ye’külü mimma te’külune minhü ve yeşrabü mimma teşrabun
34. Ve lein eta’tüm beşeram misleküm inneküm izel lehasirun
35. E yeıdüküm enneküm iza mittüm ve küntüm türabev ve ızamen enneküm muhracun
36. Heyhate heyhate lima tuadun
37. İn hiye illa hayatüned dünya nemutü ve nahya ve ma nahnü bi meb’usın
38. İn hüve illa racülüniftera alellahi kezibev ve ma nahnü lehu bi mü’minın
39. Kale rabbinsurnı bima kezzebun
40. Kale amma kalılil le yusbihunne nadimın
41. Fe ehazethümüs sayhatü bil hakkı fe cealnahüm ğussa fe bu’del lil kavmiz zalimın
42. Sümme enşe’na mim ba’dihim kurunen aharın
43. Ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yeste’hırun
44. Sümme erselna rusülena tetra küllema cae ümmeter rasulüha kezzebuhü fe etba’na ba’dahüm ba’dav ve cealnahüm ehadıs fe bu’del li kavmil la yü’minun
45. Sümme erselna musa ve ehahü harune bi ayatina ve sültanim mübın
46. İla fir’avne ve meleihı festekberu ve kanu kavmen alın
47. Fe kalu enü’minü li beşerayni mislina ve kavmühüma lena abidun
48. Fe kezzebuhüma fe kanu minel mühlekın
49. Ve le kad ateyna musel kitabe leallehüm yehtedun
50. Ve cealnebne meryeme ve ümmehu ayetev ve aveynahüma ila rabvetin zati karariv ve meıyn
51. Ya eyyüher rusülü külu minet tayyibati va’melu saliha innı bima ta’melune alım
52. Ve inne hazihı ümmetüküm ümmetev vahıdetev ve ene rabbüküm fettekun
53. Fetekkatau emrahüm beynehüm zübüra küllü hızbim bima ledeyhim ferihun
54. Fezerhüm fı ğamratihim hatta hıyn
55. E yahsebune ennema nümiddühüm bihı mim maliv ve benın
56. Nüsariu lehüm fil hayrat bel la yeş’urun
57. İnnellezıne hüm min haşyeti rabbihim müşfikun
58. Vellezıne hüm bi ayati rabbihim yü’minun
59. Vellezıne hüm bi rabbihim la yüşrikun
60. Vellezıne yü’tune ma atev ve kulubühüm veciletün ennehüm ila rabbihim raciun
61. Ülaike yüsariune fil hayrati ve hüm leha sabikun
62. Ve la nükellifü nefsen illa vüs’aha ve ledeyna kitabüy yentıku bil hakkı ve hüm la yuzlemun
63. Vel kulubühüm fı ğamratim min haza ve lehüm a’malüm min duni zalike hüm leha amilun
64. Hatta iza ehazna mütrafıhim bil azabi iza hüm yec’erun
65. La tec’erul yevme inneküm minna la tünsarun
66. Kad kanet ayatı tütla aleyküm fe küntüm ala a’kabiküm tenkisun
67. Müstekbirıne bihı samiran tehcürun
68. E fe lem yeddebberul kavle em caehüm ma lem ye’ti abaehümül evvelın
69. Em lem ya’rifu rasulehüm fe hüm lehu münkirun
70. Em yekulune bihı cinneh bel caehüm bil hakkı ve ekseruhüm lil hakkı karihun
71. Ve levittebeal hakku ehvaehüm le fesedetis semavatü vel erdu ve men fıhinn bel eteynahüm bi zekrihim fe hüm an zikrihim mu’ridun
72. Em tes’elühüm harcen fe haracü rabbike hayruv ve hüve hayrur razikıyn
73. Ve inneke le ted’uhüm ila sıratım müstekıym
74. Ve innellezıne la yü’minune bil ahırati anis sıratı lenakibun
75. Ve lev rahımnahüm ve keşefna ma bihim min durril leleccu fı tuğyanihim ya’mehun
76. Ve le kad ehaznahüm bil azabi fe mestekanu li rabbihim ve ma yetedarraun
77. Hatta iza fetahna aleyhim baben za azabin şedıdin iza hüm fıhi müblisun
78. Ve hüvellezı enşee lekümüs sem’a vel ebsara vel ef’ideh kalılem ma teşkürun
79. Ve hüvellezı zeraeküm fil erdı ve ileyhi tuhşerun
80. Ve hüvellezı yuhyı ve yümiytü ve lehuhtilafül leyli ven nehar e fe la ta’kılun
81. Bel kalu misle ma kalel evvelun
82. Kalu e iza mitna ve künna türabev ve ızamen e inna le meb’usun
83. Le kad vüıdna nahnü ve abaüna haza min kablü in haza illa esatıyrul evvelın
84. Kul li menil erdu ve men fıha in küntüm ta’lemun
85. Seyekulune lillah kul efela tezekkerun
86. Kul mer rabbüs semavatis seb’ı ve rabbul arşil azıym
87. Seyekulune lillah kul e fe la tettekun
88. Kul mem bi yedihı melekutü külli şey’iv ve hüve yuciru ve la yücaru aleyhi in küntüm ta’lemun
89. Seyekulune lillah kul fe enna tüsharu
90. Bel eteynüham bil hakkı ve innehüm le kazibun
91. Mettehazellahü miv velediv ve ma kane meahu min ilahin izel le zehebe küllü ilahüm bima haleka ve leala ba’duhüm ala ba’d sübhanellahi amma yasıfun
92. Alimil ğaybi veş şehadeti fe teala amma yüşrikun
93. Kur rabbi imma türiyennı ma yuadun
94. Rabbi fe la tec’alnı fil kavmiz zalimın
95. Ve inna ala en nüriyeke ma neıdühüm lekadirun
96. İdfa’ billetı hiye ahsenüs seyyieh nahnü a’lemü bi ma yasıfun
97. Ve kur rabbi euzü bike min hemezatiş şeyatıyn
98. Ve euzü bike rabbi ey yahdurun
99. Hatta iza cae ehadehümül mevtü kale rabbirciun
100. Leallı a’melü salihan fıma teraktü kella inneha kelimetün hüve kailüha ve miv veraihim berzehun ila yevmi yüb’asun
101. Fe iza nüfiha fis suri fe la ensabe beynehüm yevmeiziv ve la yetesaelun
102. Fe men sekulet mevazinühu fe ülaike hümül müflihun
103. Ve men haffet mevazınühu fe ülaikellezıne hasiru enfüsehüm fı cehenneme halidun
104. Telfehu vücuhehümün naru ve hüm fıha kalihun
105. E lem tekün ayatı tütla aleyküm fe küntüm biha tükezzibun
106. Kalu rabbena ğalebet aleyna şıkvetüna ve künna kavmen dallın
107. Rabbena ahricna minha fe in udna fe inna zalimun
108. Kalahşeu fıha ve la tükellimun
109. İnnehu kane ferıkum min ıbadı yekulune rabbena amenna fağfir lena varhamna ve ente hayrur rahımın
110. Fettehaz tümuhüm sıhriyyen hatta ensevküm zikrı ve küntüm minhüm tadhakun
111. İnnı cezeytühümül yevme bima saberu ennehüm hümül faizun
112. Kale kem lebistüm fil erdı adede sinın
113. Kalu lebisna yevmen ev ba’da yevmin fes’elil addın
114. Kale il lebistüm illa kalılel lev enneküm küntüm ta’lemun
115. E fe hasibtüm ennema halaknaküm abesev ve enneküm ileyna la türceun
116. Fe teallellahül melikül hakk la ilahe illa hu rabbül arşil kerım
117. Ve mey yed’u meallahi ilahen ahara la bürhane lehu bihı fe innema hısabühu ınde rabbih innehu la yüflihul kafirun
118. Ve kur rabbığfir verham ve ente hayrur rahımın
24-NUR SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Suratün enzelnaha ve feradnaha ve enzelna fıha ayatim beyyinatil lealleküm tezekkerun
2. Ezzaniyeü vez zanı feclidu külle vahıdim minhüma miete celdetiv ve la te’huzküm bi hima ra’fetün fı dınillahi in küntüm tü’minune billahi vel yevmil ahır velyeşhed azabehüma taifetüm minel mü’minın
3. Ezzanı la yenkihu illa zaniyeten ev müşriketev vezzaniyetü la yenkilhuha illa zanin ev müşrik ve hurrime zalike alel mü’minın
4. Vellezıne yermunel muhsanati sümme lem ye’tu bi erbeati şühedae fecliduhüm semanıne celdetev ve la takbelu lehüm şehadeten ebeda ve ülaike hümül fasikun
5. İllellezıne tabu mim ba’di zalike ve aslehu fe innellahe ğafurur rahıym
6. Vellezıne yermune ezvacehüm ve lem yekül lehüm şühedaü illa enfüsühüm fe şehadetü ehadihim erbeu şehadatim billahi innehu le mines sadikıyn
7. Vel hamisetü enne la’netellahi aleyhi in kane minel kazibın
8. Ve yedraü anhel azabe en teşhede erbea şehadatim billahi innehu le minel kazibın
9. Vel hamisete enne ğadabellahi aleyha in kane mines sadikıyn
10. Ve lev la fadlüllahi aleyküm ve rahmetühu ve ennellahe tevvabün hakım
11. İnnellezıne cau bil ifki usbetüm minküm la tahsebuhü şerral leküm bel hüve hayrul leküm li küllimriim minhüm mektesebe minel ism vellezı tevella kibrahu minhüm lehu azabün azıym
12. Lev la iz semı’tümuhü zannel mü’minine vel mü’minatü bi eğfüsihim hayrav ve kalu haza ifküm mübın
13. Lev la cau aleyhi bi erbeati şüheda’ fe iz lem ye’tu biş şühedai fe ülaike ındellahi hümül kazıbun
14. Ve lev fadlüllahi aleyküm ve rahmetühu fid dünya vel ahırati ve messeküm fı ma efadtüm fıhi azabün azıym
15. İz telekkavnehu bi elsinetiküm ve tekulune bi efvahiküm ma leyse leküm bihı ılmüv ve tahsebunehu heyyinev ve hüve ındellahi azıym
16. Ve lev la iz semı’tümuhü kultüm ma yekunü lena en netekelleme bi haza sübhaneke haza bühtanün azıym
17. Yeızukümullahü en teudu li mislihı ebeden in küntüm mü’minın
18. Ve yübeyyinüllahü lekümül ayat vallahü alımün hakım
19. İnnellezıne yühıbbune en teşıal fahışetü fillezıne amenu lehüm azabün elımün fıd dünyü vel ahırah vallahü ya’lemü ve entüm la ta’lemun
20. Ve lev la fadlüllühi aleyküm ve rahmetühu ve ennellahe raufür rahıym
21. Ya eyyühellezıne amenu la tettebiu hutuvatiş şeytan ve mey yettebı’ hutuvatiş şeytani fe innehu ye’müru bil fahşai vel münker ve lev la fadlüllahi aleyküm ve rahmetühu ma zeka minküm min ehadin ebedev ve laninnellahe yüzekkı mey yeşa’ vallahü semıu alım
22. Ve la ye’teli ülül fadli minküm ves seati ey yü’tu ulil kurba vel mesakıne vel mühacirıne fı sebılillahi vel ya’fu velyasfehu e la tühıbbune ey yağfirallahü leküm vellahü ğafurur rahıym
23. İnnellezıne yermunel muhsanatil ğafilatil mü’minati lüınu fid dünya vel ahırati ve lehüm azabün azıym
24. Yevme teşhedü aleyhim elsinetühüm ve eydıhim ve erculühüm bima kanu ya’melun
25. Yevmeiziy yüveffıhimüllahü dınehümül hakka ve ya’lemune ennellahe hüvel hakkul mübın
26. Elhabisatü lil habısıne vel habısune lil habisat vet tayyibatü lit tayyibıne vet tayyibune lit tayyibat ülaike müberraune mimma yekulun lehim mağfiratüv ve rizkun kerım
27. Ya eyyühellezıne amenu la teodhulu büyuten ğayru büyutiküm hatta teste’nisu ve tüsellimu ala ehliha zaliküm hayrul leküm lealleküm tezekkerun
28. Fe il lem tecidu fıha ehaden fe la tedhuluha hatta yü’zene leküm ve in kıyle lekümurciu ferciu hüve ezka lemüm ve in kıyle lekümurciu ferciu hüve ezka leküm vlalahü bima ta’melune alım
29. Leyse aleyküm cünahun en tedhulu büyuten ğayra meskunetin fıha metaul leküm vallahü ya’lemü ma tübdune ve ma tektümun
30. Kul lil mü’minıne yeğuddu min ebsarihim ve yahfezu fürucehüm zalike ezka lehüm innellahe habırum bima yasneun
31. Ve kul lil mü’minati yağdudne min ebsarihinne ve yahfazne fürucehünne ve la yübdıne zınetehünne illa ma zahera minha vle yadribne bi humurihinne ala cüyubihinne ve la yübdıne zınetehünne illa li büuletihinne ev abaihinne ev abai büuletihinne ev ebaihinne ev ebnai büuletihnne ev ıhvanihinne ev benı ıhvanihinne ev benı ehavatihınne ev nisaihinne ev ma meleket eymanühünne evit tabiıyne ğayri ülil irbeti miner ricali evit tıflillezıne lem yazheru ala avratin nisai ve la yadribne bi ercülihunne li yu’leme ma yuhfıne min zınetihinn ve tubu ilellahi cemıan eyyühel mü’minune lealleküm tüflihun
32. Ve enkihül eyama minküm ves salihıyne min ıbadiküm ve imaiküm iy yekun fükarae yuğnihimüllahü min fadlih vallahü vasiun alim
33. Vel yesta’fifillezıne la yecidune nikahan hatta yuğniyehümüllahü min fadlih vellezıne yebteğunel kitabe memma meleket eymanüküm fe katibuhüm in alimtüm fıhim hayrav ve atuhüm mim malillahillezı ataküm ve la tükrihu fetaytiküm alel biğai in eradne tehassunel li tebteğu aradal hayatid dünya ve mey yükrihhünne fe innellahe mim ba’di ikrahihinne ğafurur rahıym
34. Ve le kad enzelna ileyküm ayatim mübeyyinativ ve meselem minellezıne halev min kabliküm ve mev’ızatel lil tüttekıyn
35. Allahü nurus semavati vel ard meselü nurihı ke mişkatin fıha mısbah elmisbahu fı zücaceh ezzücacetü ke enneha kevkebün dürriyyüy yukadü min şeceratim mübaraketin zeytunetil la şerkıyyetiv ve la ğarbiyyetiy yekadü zeytüha yüdıy’ü ve lev lem temseshü nar nurun ala nur yehdillahü li nurihı mey yeşa’ ve yadribüllahül emsale lin nas vallahü bi külli şey’in alım
36. Fı büyutin ezinellahü en türfea ve yüzkera fıhesmühu yüsebbihu lehu fıha bil ğudüvvi vel asal
37. Ricalül la tülhıhim ticaratüv ve la bey’un an zikrillahi ve ikamis salit ve ıtaiz zekati yehafune yevmen tetekallebü fıhil kulubü vel ebsar
38. Li yecziyehümüllahü ahsene ma amilu ve yezıdehüm min fadlih vallahü yerzüku mey yeşaü bi ğayri hısab
39. Vellezıne keferu a’malühüm keserabim bi kıy’atiy yahsebulhüz zam’anü maa hatta iza caehu lem yecidhü şey’ev ve vecedellahe ındehu feveffahü hısabeh vallahü serıul hısab
40. Ev ke zulümatin fı bahril lücciyyiy yağşahü mevcüm min fevkıhı mevcüm min fevkıhı sehab zulümatüm ba’duha fevka ba’d iza ahrace yedehu lem yeked yeraha ve mel lem yec’alillahü lehu nuran fe malehu min nur
41. E lem tera ennellahe yüsebbihu lehu men fis semavati vel erdı vet tayru saffat küllün kad alime salatehu ve tesbıhah vallahü alımüm bima yef’alun
42. Ve lillahi mülküs semavati vel ard ve ilellahil mesıyr
43. E lem tera ennellahe yüzcı sehaben sümme yüellifü beynehu sümme yec’alühu rukamen fe teral vedka yahrucü min hılalihv ve yünezzilü mines semai min cibalin fıha mim beradin fe yüsıybü bihı mey yeşaü ve yasrifühu ammey yeşa’ yekadü senaberkıhı yezhebü bil ebsar
44. Yukallibüllahül leyle ven nehar inne fı zalike le ıbratel li ülil ebsar
45. Vallahü halekü külle dabbetim mim ma’ fe minhüm mey yemşı ala batnih ve minhüm mey yemşı ala ricleyn ve minhüm mey yemşi ala erba’ yahlükullahü ma yeşa’ innellahe ala külli şey’in kadır
46. Le kad enzelna ayatim mübeyyinat vallahü yehdı mey yeşaü ila sıratım müstekıym
47. Ve yekulune amenna billahi ve bir rasuli ve eta’na sümme yetevella ferıkum minhüm mim ba’di zalik ve ma ülaike bil mü’minın
48. Ve iza düu ilellahi ve rasulihı li yahküme beynehüm iza ferıküm minhüm mu’ridun
49. Ve iy yekül lehümül hakku ye’tu ileyhi müs’ını
50. E fı kulubihim meradn emrtabu em yehafune ey yehıyfellahü aleyhim ve rasulüh bel ülaike hümüz zalimun
51. İnnema kane kavlel mü’minıne iza düu ilellahi ve rasulihı li yahküme beynehüm ey yekulu semı’na ve eat’na ve ülaike hümül müflihun
52. Ve mey yütııllahe ve rasulehu ve yahşellahe ve yettakhi fe ülaike hümül faizun
53. Ve aksemu billahi cehde eymanihim lein emartehüm le yahrucünn kulla tuksimu taatüm ma’rufeh innellahe habırum bima ta’melun
54. Kul etıy’ullahe ve etıy’ur rasul fe in tevellev fe innema aleyhi ma hummile ve aleyküm ma hummiltüm ve in tütıy’uhu tehtedu ve ma aler rasuli illel belağul mübın
55. Veadellahüllezıne amenu minküm ve amilus salihüti le yestahlifennehüm fil erdı kemestahlefellezıne min kablihim ve le yümükkinenne lehüm dinehümül lezirteda lehüm ve le yübeddilennehüm mim ba’di havfihim emna ya’büdunenı la yüşrikune ve şey’a ve men kefera ba’de zalike fe ülaike hümül fasikun
56. Ve ekıymus salate ve atüz zekate ve etıy’ur rasule lealleküm türhamun
57. La tahsebennellezıne keferu mu’cizıne fil ard ve me’vahümün nar ve le bi’sel mesıyr
58. Ya eyyühellezıne amenu li yeste’zinkümüllezıne meleket eymaüküm vellezıne lem yeblüğul hulüme minküm selase merratv min kabli salatil fecri ve hıyne tedaune siyabeküm minez zahırati ve mim ba’di salatil ışa’i selasü avratil leküm leyse aleyküm ve la aleyhim cünahum ba’dehünn tavvafune aleyküm ba’duküm ala ba’d kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayat vallahü alımün hakım
59. Ve iza beleğal atfalü minkümül hulüme fel yeste’zinu kemeste’zenellezıne min kablihim kezalike yübeyyinüllahü leküm ayatih vallahü alımün hakım
60. Vel kavaıdü minen nisaillatı la yercune nikahan fe leyse aleyhinne cünahun ey yeda’ne siyabehünne ğayra müteberricatim bi zıneh ve ey yesta’fifne hayrul lehünn vallahü semıun alım
61. Leyse alel a’ma haracüv ve la ala enfüsiküm en te’külu mim büyutiküm ev büyuti abaiküm ev büyuti ümehatiküm ev büyuti ıhvaniküm ev büyuti ehavatiküm ev büyuti a’mamiküm ev büyuti ammatiküm ev büyuti ahvaliküm ev büyuti halatiküm ev ma melektüm mefatihahu ev sadıkıküm leyse aleyküm cünahun en te’külu cemıan ev eştata fe iza dehaltüm büyuten fe sellimu ala enfüsiküm tehıyyetem min ındillahi mübaraketen tayyibeh kezalike yübeyyinüllahü lekümül ayati lealleküm ta’kılul
62. İnnemel mü’minunellezıne amenu billahi ve rasulihı ve iza kanu meahu ala emrin camiıl lem yezhebu hatta yeste’zinuh innellezıne yeste’zinuneke ülaikellezıne yü’minune billahi ve rasulih fe izeste’zenuke li ba’dı şe’nihim fe’zel li men şi’te minhüm vestağfir lehümüllah innellahe ğafurur rahıym
63. La tec’alu düaer rasuli beyneküm ke düai ba’dıküm ba’da kad ya’lemüllahüllezıne yetesellelune minküm livaza fel yahzerillezıne yühalifune an emrihı en tüsıybehüm fitnetün ev yüsıybehüm azabün elım
64. E la inne lillahi ma fis semavati vel ard kad ya’lemü ma entüm aleyh ve yevme yürceune ileyhi fe yünebbiühüm bi ma amilu vallahü bi külli şey’in alim.
25-FURKAN SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Tebarakellezı nezzelel fürkane ala abdihı li yekune lil alemıne nezıra
2. Ellezı lehu mülküs semavati vel erdı ve lem yettehız veledev ve lem yekül lehu şerıkün fil mülki ve haleka külle şey’in fe kadderahu takdira
3. Vettehazu min dunihı alihetel la yahlükune şey’ev ve hüm yuhlekune ve la yemlikune li enfüsihim darrav ve la nef’av ve la yemlikune mevtev ve la hayatev ve la nüşura
4. Ve kalellezıne kefer in haza ila ifkünifterahü ve eanehu aleyhi kavmün aharune fe kad cau zulmev vezura
5. Ve kalu esatıyrul evvelinektetebeha fe hiye tümla aleyhi bükratev ve esıyla
6. Kul enzelehüllezı ya’lemüs sirra fis semavati vel ard innehu kane ğafurar rahıyma
7. Ve kalu mali hazer rasuli ye’külüt taame ve yemşi fil esvak lev la ünzile ileyhi melekün fe yekune meahu nezıra
8. Ev yülka ileyhi kenzün ev tekunü lehu cennetüy ye’külü minha ve kalez zalimune in tettebiune illa racülem meshura
9. Ünzur keyfe darabu lekel emsale fe dallu fe la yestetıy’une sebıla
10. Tebarakellezı in şae ceale leke hayram min zalike cennatin tecrı min tahtihel enharu ve yec’al leke kusura
11. Bel kezzebu bis saati ve a’tedna li men kezzebe bis saati seıyra
18.CÜZ-MEAL
23 – MÜ’MİNÛN SÛRESİ
118 âyet olup Mekke döneminin sonunda nazil olmuştur. Hac sûresi, müminlerin dünya ve âhirette felaha ereceğini bildirmişti. Peşinden gelen bu sûre, bu felahın, hangi şartlara ve vasıflara bağlı olduğunu bildirir. Daha sonraki uzun bölümde (23-73 âyetler) bu şartları haiz olan nebîlerin fazilet mücadeleleri örnek verilir. Sonra âhiret hayatına geçilir. Öldükten sonra dirilmeyi akıllarına sığdıramayan kâfirlere Allah’ın muazzam kudretinin delilleri zikredilir. Müteakiben iman ve inkâr ehlinin âhiretteki âkıbetleri bildirilir.
Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir: “Resulullah (a.s.) a vahiy indiğinde biz yanında arı vızıltısı gibi bir ses işitirdik. Bir gün üzerine vahiy indi, bir süre bekledik. Derken üzerindeki bu hal açıldı, hemen kıbleye dönüp ellerini kaldırdı: “Ya Rabbî, bizi çoğalt, eksiltme. Değerimizi artır, bizi hakir kılma. Bize ver, mahrum etme. Bizi tercih et, başkalarını bizim üzerimize tercih etme. Bizden razı ol ve bizi razı eyle” diye dua etti. Sonra da: “Bana on âyet indirildi ki kim bunları yerine getirirse cennete girer”
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler.
2 – Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler.
3 – Onlar boş şeylerden uzak dururlar. [25,72]
4 – Onlar zekâtı ifa ederler. [91,9-10; 41,6-7]
5-7 – Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar.
8 – O müminler üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar.
Ahitler: Gerek kendi aralarındaki akitler, gerekse Allah Teâlaya karşı verdikleri ahitlerdir.
9 – Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar.
Namazlarını vakti vaktine, huşû içinde devam ettirirler.
10 – İşte vâris olanlar onlardır. [19,63; 43,72]
11 – Ebedî kalacakları Firdevs cennetine vâris olanlar onlardır.
12 – Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. [30,20; 6,2; 32,8]
İnsanın süzme çamurdan, yani balçığın özünden yaratıldığını bildiren âyetler, insan bedeninin toprakta yetişen ya da toprağın bileşiminde bulunan çeşitli organik veya inorganik maddelerden oluştuğuna, toprakta yetişen besinlerin özümlenmesi yoluyla bu unsurların sürekli olarak canlı hücrelere dönüştüğüne
işaret etmektedir. Böylesi bir vücuda bunca imkânları ve sistemleri lütfeden Allah’a şükretme gereğini hatırlatmaktadır. 12-14. âyetlerde geçen mazi sigaları, bu yaratılış başından kıyamete kadar devam ettiğinden, muzari (geniş zaman) anlamı taşımaktadırlar.
13 – Sonra onu nutfe (sperm) halinde sağlam bir yere yerleştiririz.
14 – Sonra nutfeyi alakaya (yapışkan döllenmiş hücreye), alakayı mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allahın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün! [22,5]
15 – Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz. [21,35]
16 – Sonra büyük duruşma (kıyamet) günü diriltilirsiniz.
17 – Yine şu da bir gerçektir ki Biz sizin üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz yaratmadan da, yarattıklarımızdan da habersiz değiliz. [2, 29; 40,57; 32,4-12; 17,44; 71,15; 65,12]
“Tarâik” tarîkanın çoğuludur. Bu, göklerin, Allah katında inen emirlerin geçtiği yer olması itibariyledir (Talak,12). Müfessirlerin çoğu burayı yedi gök diye açıklarlar. Elmalılı M. H. Yazır ise “İnsanın yedi idrâk yolu, yani görme, işitme, tatma, koklama ve dokunmanın yanında akıl ve vahiy yolları” olduğunu düşünür.
18 – Biz gökten belirlediğimiz bir ölçüye göre su indirir ve onu yerde dinlendiririz. Ama dilersek onu yerden gidermeye de kadiriz.
Âyette geçen “eskennâhu” yağmur sularının durgunlaştırılmasını ve yerde dinlendirilmesini ifade eder. Yağmur suları toprak tarafından yavaş yavaş emilerek dibe iner. Eğer böyle olmayıp birden inseydi veya sel halinde akıp gitseydi hem büyük zararlara sebep olur, hem de canlılar, yağmurun hayat veren faydalarından mahrum kalırlardı.
Diğer taraftan Zümer, 21 âyetinin beyan buyurduğu üzere Allah, gökten indirdiği yağmur sularını yerde süzdürüp menbalara yerleştirmekte, oralarda dinlendirmekte, sonra o depolardan yeryüzüne çıkartıp canlıların istifadesine vermektedir. Dikkat etmeli ki yağmur, bütün kâinat içinde, milyonlarca yıldız arasında yalnız dünyada mevcuttur. Bu su olmasaydı, hayat düşünülemezdi. Bu büyük nimet elbette tesadüfî değildir.
19 – O su ile sizin için hurma ve üzüm bağları yetiştirdik ki onlarda size çok faydalar vardır, onlardan yersiniz de. [16,11; 36,34-35]
Hurma ve üzüm Araplarca en marûf meyveler olduğundan, misal olarak yalnız bunlar zikredilmiştir.
20 – Sina Dağından çıkan bir nebat da yetiştirdik ki o ağaç hem yağ, hem de yiyenlere bir katık çıkarır.
Bu ağaç zeytin ağacıdır.
21 – Evcil hayvanlarda da sizin için ibretler vardır.
Onların içinden çıkan sütle sizi besleriz.
Daha onlarda sizin için nice faydalar bulunur.
Onların etinden de yersiniz. [16,5-7; 36,71-73]
22 – Onlara da gemilere de binersiniz. [17,70]
23 – Bir zaman, halkını irşad etmesi gayesiyle Nûhu gönderdik de:
“Ey halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet ediniz.
Zira sizin Ondan başka ilahınız yoktur. Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?”
24-25 – Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu, dediler, sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hâkim olmak istiyor.”
“Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, böyle sizin gibi birini göndermez, melaike indirirdi.
Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik.
Bu delinin tekinden başka biri değil.
Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.”
26 – Nuh: “Ya Rabbî, dedi, beni yalancı saymalarına karşı Sen yardım et bana!”
27 – Biz de ona vahyedip bildirdik ki: “Nezaretimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap.
Buyruğumuz gelip tandır kaynayınca her cinsten birer çift ile haklarında azap hükmü takdir edilmiş olanlar dışında kalan aile halkını yanına al. Zalim ve kâfirler hakkında sakın Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”
Hud, 40 âyeti münasebetiyle belirttiğimiz gibi “tandır kaynaması” mecaz olarak, işlerin ciddileşmesi anlamını verir. Fakat esas anlamı, gemideki ocağın, su kazanını kaynatması demektir. Şayet o zaman buharlı gemi yok idiyse, bu ifadenin, ileri çağlardaki buharlı gemilere işaret ettiği söylenebilir.
28 – “Sen ve beraberinde olanlar gemiye yerleşince de ki: “Bizi o zalim toplumun elinden kurtaran Allah’a hamd-u senalar olsun!”
29 – “Ya Rabbî, beni güvenli ve kutlu bir yere indir. Çünkü sen konuklayanların en iyisi, en mükemmelisin.” [43,12-13; 11,41]
Gemideki bereket ve kutluluk, selâmettir. Karaya çıktıktan sonraki bereket ise neslin çoğalması ve peş peşe gelen hayırlardır.
30 – Bunda elbette alınacak çok ibretler var. Gerçekten Biz insanları imtihan etmekteyiz.
31 – Onlardan sonra başka nesiller yarattık.
32 – Onların içinden “Yalnız bir Allah’a ibadet ediniz, zira sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?” diyen bir Peygamber gönderdik.
33-34 – Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı:
“Bu, dediler, sizin gibi bir insandan başka bir şey değil,
baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, büyük bir kayba ve hüsrana uğrarsınız.”
Peygamberin beşer oluşuna ve onun diğer insanlarla eşit oluşuna delil olarak, diğer insanlar gibi yeme ve içmesini ileri sürdüler. Bunlar ise mutlak olarak her canlıda bulunan sıfatlardır: Demek ki, onlar insan için de mükemmelliği yeme, içmede ve hayvani lezzetlerde görüyorlardı.
35 – “Ne o, dediler, bu adam siz ölüp de toprak ve kemik haline geldikten sonra sizin diriltilip mezardan çıkarılacağınızı mı vaad ediyor.”
36 – “Heyhat! Heyhat! Size vaad edilen şey ne kadar da uzak!”
37 – “Yaşam sadece dünya hayatından ibarettir,
ölür gideriz, ancak bir kere yaşarız ve ölümden sonra asla diriltilmeyiz!”
38 – “Bu adam, uydurduğu yalanı Allah’a mal eden bir iftiracıdan başkası değildir ve biz hiçbir surette ona inanmayız!”
39 – O Resul: “Ya Rabbî, dedi, beni yalancı saymalarına karşı Sen bana yardım eyle!”
40 – Allah buyurdu: “Tasalanma, çok geçmeden onlar pişman olacaklardır!”
41 – Derken korkunç bir ses onları bastırıverdi. Adalet yerini buldu.
Onları sel süprüntüsüne çevirdik.
Zalimler güruhunun canı cehenneme! [40,78]
42 – Onlardan sonra yine başka nesiller dünyaya getirdik.
Salih, Hûd, Şuayb (a.s.) ve onlardan başka peygamberlerin nesilleri sözkonusudur.
43 – Hiç bir ümmet vaadesini ne öne alabilir ne de erteleyebilir.
44 – Sonra resullerimizi peşpeşe gönderdik. Hangi ümmete peygamberi geldiyse onlar onu yalancı saydılar.
Biz de onları birbiri ardından imha ettik.
Onlardan geriye bıraktığımız, sadece ibret verici hikâyeleri! İman etmeyen o halkın canı cehenneme! [16,36; 36,30]
45-46 – Sonra da Mûsa ile kardeşi Hârun’u âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun ile ileri gelen yardımcılarına gönderdik.
Onlar da hakkı kabulden kibirlendiler.
Zaten onlar kendilerini çok büyük gören bir toplum idi.
47 – Dediler ki: “Kendi kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken
şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?” [26,29]
48 – Böyle deyip onları yalancı saydılar. Kendileri de helâk edilenler gürûhuna dahil oldular. [28,43]
47. âyet, inkârcıların umumiyetle içine düştükleri bir hatayı ortaya koymaktadır: Gerçekten onlar, insana, yalnızca bu dünyadaki mevkiine, toplum içindeki konumuna göre değer verirler. Onların insan hakkında başta gelen değer ölçüleri makam ve mansıptır. Böylece onlar, bizatihi insana, onun düşüncesinin ve inancının kalitesine, sahip olduğu ahlâkî ve insanî vasıflarına değer vermezler. 48. âyet bize gösteriyor ki, inkârcıların bu yanlış değer ölçülerine dayanarak peygamber hakkında vardıkları hüküm, kaçınılmaz olarak kendilerini felakete götürür.
49 – Oysa doğru yolu tutmaları ümidiyle biz Mûsâ’ya kitabı verdik.
Doğru yolu tutmaları söz konusu ümmet, Hz. Mûsa’nın Mısır’dan çıkarıp kurtardığı kendi halkıdır, İsrailoğullarıdır. Yoksa Firavun ve onun ileri gelen çevresi ve Kıbt’i halkı değildir. Zira Tevrat, Firavun ve ordusunun boğulmalarından sonra indirilmiştir.
50 – Meryem’in oğlunu ve annesini birer ibret vesilesi kıldık ve onları pınarları akan ve yerleşmeye elverişli yüksekçe bir yere yerleştirdik. [21,91; 19,22]
51 – Siz ey peygamberler! Helâl ve hoş şeylerden yiyip için, makbul ve güzel işler işleyin, zira Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.
Bazı müşriklere göre peygamber yemek yiyemezdi [25,7]. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Helâl hoş yiyecekleri yemek, onlardan aldığı kuvveti güzel davranışlarda kullanmak, şükrünü yerine getirmek pek yerindedir. Çirkin olan, haram kazanıp haram yemektir.”
52 – Ve hepinizin dini bir tek dindir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana karşı gelmekten sakının!
Dinin esası akaidde, şeriatların esasında birdir. Fakat o esasların dalları olmak üzere peygamberlere indirilen farklı şeriatlar hususi hükümler ihtiva ederler. Bir hadiste: “Peygamberler, babaları (dinleri) bir, anneleri (şeriatları) ayrı kardeşlerdir.” buyurulmuştur.
53 – Ama peygamberleri izlediklerini iddia eden ümmetler fırkalara ayrılıp bölük bölük oldular. Her grup, kendilerine ait görüşten ötürü memnun ve mutludur.
54 – Sen onları, bir süreye kadar daldıkları gaflet içinde kendi hallerine bırak! [86,17; 15,3]
55-56 – Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller! [9,55; 3,178; 68,44-45; 74,11-16]
57 – Ama asıl Rab’lerine duydukları saygıdan dolayı çekinenler.
58 – Rab’lerinin âyetlerini tasdik edenler.
59 – Rab’lerine hiç ortak tanımayanlar.
60 – Rab’lerine döneceklerine inandıklarından kalpleri titreyenler, O’nun yolunda mallarını harcayanlar.
61 – Evet, işte onlardır hayırlara koşanlar ve o işlerde öne geçenler.
62 – Biz hiç kimseye takatinin üstünde yük yüklemeyiz.
Nezdimizde gerçeği bildiren, insanların yaptıklarını tam tamına tesbit eden bir kitap vardır.
Bundan ötürü asla haksızlığa uğratılmazlar. [17,13; 18,49]
Kitaptan maksat: Levh-i mahfuz veya hesap defterleridir.
63 – Fakat onların kalbleri bundan gafildir.
Ayrıca onların bundan başka birtakım pis işleri daha var ki onları işler dururlar.
64 – En nihâyet onların refaha dalıp gitmiş olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımızda birden feryadı basarlar.
Allah Mekke müşriklerini yedi sene kıtlıkla imtihan etti. Bu âyette geçen azaptan maksat, bu kıtlık, yahut Bedir’de bozguna uğramalarıdır.
65 – Fakat onlara şöyle denilecektir: “Hiç boşuna sızlanmayın bugün!
Zira siz Bizden hiçbir surette yardıma mazhar olmayacaksınız.”
66-67 – “Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz,
geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak şaçmalıyordunuz.” [40,12]
68 – Peki onlar Allah’ın sözünü anlamaya çalışmadılar mı?
Yoksa önce geçip gitmiş babalarına hiç gelmemiş olan, ömürlerinde ilk defa duydukları bir şeyle mi karşılaştılar?
69 – Yoksa şu aralarında yaşamış olan Resulü, tanıdıkları biri olmadığı için mi reddediyorlar?
Tanımamaları mümkün değildi. Bilakis ona çocukluğundan beri “el-Emin” derlerdi. Hiç yalan söylemediğini, mükemmel ahlâkını, kimseden ilim öğrenmediğini, iddiacı, şöhret peşinde biri olmadığını pek iyi biliyorlardı.
70 – Ne o, yoksa “Onda bir delilik var!” mı diyorlar?
Oysa o onlara gerçeğin ta kendisini getirdi,
ama gerçek onların çoğunun işine gelmiyor.
Müşrikler, Hz. Peygamber (a.s.)’ın akılca pek üstün, fikir ve tefekkürünün gayet sağlam olduğunu pek iyi bilirlerdi.
71 – Fakat gerçek onların keyiflerine tâbi olsaydı
göklerin de, yerin de, oralarda yaşayanların da düzenleri bozulur, yıkılıp giderlerdi.
Halbuki Biz onlara şan ve şeref getiren, öğüt veren kitap verdik ama,
ne var ki onlar bu dersten yüz çeviriyorlar. [43,31; 44; 21,50; 17,100; 4,53]
Şan ve şeref getiren “Kur’ân” dır. Gerçekten Kur’ân-ı Kerim ve Resul-i Ekrem (a.s.) bu ümmetin adını ebedîleştirmiştir.
72 – Ey Resulüm, yoksa bu hizmetlerine karşılık sen onlardan bir karşılık istiyorsun da
bu, kendilerine ağır geldiği için mi senden uzak duruyorlar?
Fakat bilsinler ki en iyi karşılık, sana Rabbinin vereceği karşılıktır. Çünkü O, rızık ve nimet verenlerin en hayırlısıdır. [6,90; 42,23; 34,47; 38,86; 36,21]
73 – Sen gerçekten onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun.
74 – Ama şu da gerçek ki âhirete inanmayanlar, yoldan sapıyorlar.
75 – Eğer Biz onlara merhamet edip, uğradıkları belayı giderseydik, yine onlar azgınlıklarında devam edip giderlerdi. [8,23; 6,28-29]
76 – Biz onları çeşitli azaplara da uğrattık.
Buna rağmen yine de Rab’lerine boyun eğip O’na yalvarıp yakarmadılar. [6,43]
77 – Ama ne zaman onların önüne ceza gününe mahsus zorlu bir azap kapısını açarsak, işte o zaman birden bütün ümitlerini yitiriverirler.
İlk nesil için maksat, müşriklerin başına Bedir bozgununun gelmesidir.
Ayrıca ölüm veya kıyamet günü de kasdedilmiş olabilir.
78 – Ey insanlar, Rabbinizin buyruklarına kulak verin.
Çünkü sizde işitme ve görmeyi sağlayan kulakları ve gözleri, düşünüp hissetmenizi sağlayan kalbleri yaratan O’dur.
Şükrünüz ne kadar da az! [12,103; 34,13]
79 – Sizi çoğaltıp dünyaya yayan da O’dur, Muhakkak yine Onun huzuruna götürüleceksiniz.
80 – Hayatı veren de, öldüren de Odur.
Gece ile gündüzü peşpeşe getiren de Odur.
Öyleyse hâla aklınızı başınıza alıp bunları bir düşünmez misiniz? [36,40; 25,62]
81 – Ama böyle yapmak yerine, kendilerinden önceki münkirlerin dediklerini dediler.
82-83 – “Ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra biz dirilecekmişiz ha!
Bize de, daha önce babalarımıza da bu vaad edilip durdu.
Doğrusu bu dirilme işi, önceliklerin masallarından, başka bir şey değil!” dediler. [79,11-14; 36,77-79]
84 – De ki: “Bütün dünya ve içinde yaşayanlar kimindir söyleyin bakalım, biliyorsanız.”
85 – Elbette: “Allah’ındır” diyeceklerdir. Öyleyse, sen de ki: “Neden aklınızı başınıza almıyorsunuz?” [39,3]
86 – “Peki, yedi kat göğün ve yüce Arşın Rabbi kimdir?” diye sor.
87 – Elbette, “Allah’tır”, diyeceklerdir.
Öyleyse, sen de ki: “İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
88 – De ki: “Peki her şeyin gerçek yönetimini elinde tutan,
Kendisi her şeyi koruyup gözeten, ama Kendisi himaye altında olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin bakalım! [36,83; 21,23; 15,92-93]
89 – Elbette, “Allah’tır” diyecekler.
Sen de ki: Öyleyse nasıl oluyor da büyülenip gerçekten uzaklaşıyorsunuz?”
Cahiliye arapları, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorlardı. Fakat Kur’âna, Hz. Peygamber (a.s.)’a ve âhirete inanmıyorlardı.
90 – Hayır, Biz onlara gerçeği getirdik; fakat buna rağmen onlar yalanı tercih ediyorlar. İşte gerçek:
91 – “Allah asla evlat edinmedi. O’nun yanısıra hiçbir tanrı da yoktur.
Öyle olsaydı her tanrı kendi yarattıklarını yanına alır ve onlardan biri diğerine üstün gelmeye çalışırdı.
Allah o müşriklerin isnat ve nitelendirmelerinden münezzehtir.” [21,22]
Öyle olsaydı, öbür tanrıların hâkimiyetlerini menetmeye çalışırdı. Bu yüzden aralarında savaşırlardı.
92 – Görünmeyen ve görünen, gizli ve âşikâr herşeyi bilen Allah, onların iddia ettikleri şerikleri olmaktan yücedir. [10,18]
93-94 – De ki: “Ya Rabbî, eğer onlara vaad edilen o azabı bana göstereceksen, beni o zalimler güruhu içinde bırakma!”
95 – Biz onlara vaad ettiğimiz azabı sana göstermeye elbette kadiriz.
96 – Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de kötülüğü en iyi tarzda sav.
Biz onların, senin hakkındaki asılsız iddialarını pekiyi biliriz.
97-98 – “Ya Rabbî, de, şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”
99-100 – Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman:
“Ya Rabbî, der, ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.”
Hayır, hayır! Bu onun söylediği mânasız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. [32,12; 6,27 63,10-11; 14,44; 7,53; 42,44; 40,11]
Öleceği sırada, her biri cehennemdeki yerini ve iman etmiş olması halinde gireceği cenneti görünce o zaman bu temennide bulunacaktır.
Berzah: Kabir hayatı.
101 – Sûra üflendiği zaman, o gün artık ne aralarındaki akraba tutkunluğu bir fayda verir,
ne de kişi bir başkasının halini sormayı hatırından geçirir.
Âhirette tek konum yoktur; çeşitli safhalar vardır. Hesap ve hüküm zamanında sorma yoktur. Ama cennetlikler ve cehennemlikler yerlerine girdikten sonra birbirlerine soru sorup konuşurlar.
102 – O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar.
103 – Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar,
cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.
104 – Orada yüzlerini alevler yalar da, ateş dudaklarını yaktığında, dişleri açıkta kalıverir. [14,50; 21,39]
105 – Allah Teâla onlara şöyle buyurur:
“Âyetlerim size okunur da siz onları yalan sayardınız değil mi?” [4,165; 17,15; 67,8-11]
106-107 – “Ey Ulu Rabbimiz”, derler, “azgınlığımız, kötü talihimiz ağır bastı,
biz de yoldan sapan kimseler olduk bir kere.
Ama ne olur ey Kerim Rabbimiz, kurtar bizi bu ateşten, eğer bir daha o kötülükleri yaparsak
işte o zaman, kendimize iyice yazık eder, zalimin teki oluruz.”
108 – “Kesin sesinizi, sakın bir daha Bana bir şey söylemeye kalkışmayın!” buyurur.
109-110 – Kullarımdan, bir kısmı “inandık ya Rabbi! Affet günahlarımızı, merhamet et bize, çünkü Sen merhamet edenlerin en iyisi, en hayırlısısın!” dediklerinde, onları alaya alan sizler değil miydiniz?
Sonunda sizin bu davranışlarınız Beni gönlünüzden geçirmeyi, Beni yâdetmeyi size unutturdu da, onlarla eğlenip gülüp durdunuz.
111 – İşte Ben de sabretmelerine karşılık bugün onları ödüllendirdim.
İşte umduklarına kavuşanlar onlardır.
112 – Sonra Allah cehennemdekilere der ki: “Size kalsa, dünyada kaç yıl kaldınız?” [30,55; 46,35]
113 – Onlar: “Bir gün veya daha da az. Ne bilelim, isterseniz bunu tam tamına aklında tutanlara sor!
Zira bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda.” diye cevap verirler.
114 – Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Siz, doğrusu pek az kaldınız.
Bu gerçeği bir bilseydiniz, Bana isyan etmezdiniz.”
115 – “Bizim sizi boşuna yarattığımızı,
Bizim huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”
Bütün canlıların gayesi, Allah’ın kendilerine verdiği imkânları, hilkate uygun bir şekilde kullanmaktır.
116 – “Öyleyse artık şu gerçeği bilin ki Allah yüceler yücesidir.
Gerçek hükümran O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur.
Pek değerli Arşın Rabbidir”
117 – O halde, kim tanrılığını ispat edecek hiç bir delili olmamasına rağmen,
Allah’ın yanısıra başka bir tanrıya taparsa,
âhirette Rabbinin huzurunda hesabını verecek, cezasını çekecektir.
Şurası muhakkak ki kâfirler asla iflah olmazlar.
118 – Öyleyse ey Resulüm ve ey mümin! Sen şöyle dua et:
“Ya Rabbî, Sen bizi affet, Sen bize merhamet et.
Zira merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin Sen!”
24 – NUR SÛRESİ
64 âyet olup Medine devrinde indiğinde ittifak vardır. Hicretin 6. yılında ve Ahzab sûresinden birkaç ay sonra nazil olmuştur. Sûre adını, nur âyeti denilen 35. âyetinden almaktadır. Nur sûresi, toplum ve özellikle aile ile ilgili prensipler getirmiştir. Zinanın haram olup zinakârların cezası, iffetli kadın ve erkeklere zina isnad etmenin cezası, kendi eşine zina isnad etmenin hükmü, Hz. Âişe’nin, kendisine yapılan iftiradan berî olması, evlere girerken izin isteme, kadın erkek ilişkileri, kadınların örtünmeleri, mahremler, evliliğe teşvik, Allah’ın hidâyeti, bazı tevhid delilleri, ev içinde aile fertleri ile ilgili âdap, bütün toplumu ilgilendiren durumlarda müminlerin sorumlulukları ilh. bu konuların başlıcalarını oluşturur. Daha önceki sûreler, müslümanlara ümit verirken bu sûre İslâm nûrunun ne şarka, ne garba mensup olmayan evrensel bir nûr olup dünyanın her tarafına yayılacağını (âyet: 55) müjdelemektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Bu, indirdiğimiz ve uygulanmasını gerekli kıldığımız bir sûredir. İyice belleyip dersinizi alırsınız diye onun içinde açık seçik âyetler indirdik.
2 – İmdi, zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, Allah’ın hükmünü uygulama işinde sakın acıma hissi sizi etkisi altına alıp da uygulamayı engellemesin. Hem onların bu cezalandırılmalarında müminlerden bir cemaat da bulunup şahid olsun. {KM, Tesniye 22,28-29}
İslâm hukukuna göre, bu ceza, bekârlara ait olup, evli zinakârlara recim uygulanır. Değnek diye çevirilen celde, cild kökünden gelip cilde tesir eden, ete geçmeyecek şekilde vurmadır. Ceza uygulanırken kürk, palto gibi kaba elbiseler çıkarılır, fakat gömlek gibi giyecekler çıkarılmaz.
Cezanın uygulanması, esnasında en az dört kişi bulunmalıdır.
3 – Zinakâr, ancak bir fâhişe veya putperest bir kadınla evlenmek ister. Fâhişeyi de ancak bir zinakâr veya putperest nikâhlamak ister. Böyle bir evlilik müminlere haram kılınmıştır. [24,26-32; 2,221; 4,25; 5,5]
Burada: Müşrikler, zinayı mübah sayıp hafife alanlar ve bir de böyle olmayanlar diye üç kısım vardır. Birinci kısımla evlenmek haramdır. Haramlığı kesin zinayı helâl sayıp hafife alanların yaptıkları bu iş küfür olduğundan onlar da müşrik sayılırlar, kendileri ile evlenme caiz olmaz. Zinası sabit olan fakat bunu mübah saymayan bir kadını, bir mümin nikâhlarsa, nikâh geçerli olur. Fakat tahrimen mekruhtur. Bu üçüncü kısımda, farklı içtihadlar vardır. Bazılarına göre âyet, yasaklamayıp sadece toplumdaki bir durumu bildirmektedir. Bazılarına göre ise, nikâhlanma yasaktır.
4 – İffetli kadınlara zina isnad edip de buna dair dört şahid getiremeyen herkese seksen değnek vurun ve bundan böyle, onların şahitliklerini artık ebediyyen kabul etmeyin. Çünkü bunlar gerçekten fâsıkların ta kendileridir. [4,24] {KM, Tesniye 22,13-21}
İslâm hukukunda “kazf” denilen bu iftirayı yasaklamanın hikmeti insanları, başkalarının cinsel ilişkileri ile ilgili dedikodulardan engellemek, toplumun ve fertlerin haysiyet ve şerefini korumaktır. Bu dedikodulardan en fazla zarar gören kadınları böylesine koruyan, başka hiç bir sistem mevcut değildir. Böylesi gerçek veya gerçek olmayan, ama ilgi çeken haberlerle bir yandan insanlar karalanmakta, öbür yandan insanlar cinsel yönden tahrik edilmekte, fuhuş ve ahlâksızlık yayılmaktadır. İslâm hidâyetinden uzak bir kısım medyanın maalesef en fazla yer ayırdığı bu konuların ıslahı, bütün toplumlarda büyük bir gayret ve ihtimam beklemektedir.
5 – Ama bu iftira suçundan sonra tövbe edip halini düzeltenler bu fâsıklık damgasından kurtulurlar. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.
6-7 – Kendi eşlerini zina etmekle suçlayıp da buna dair kendileri dışında şahit bulamayan kocalar ise, kendilerinin doğru söylediklerine dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin eder, şahitlik eder, beşinci kere ise, yalancı olması halinde, Allah’ın lânetinin kendi üzerine gelmesini isterler.
8-9 – Hanımının ise, kocasının bu suçlamasında yalancı olduğuna dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşincide ise kocasının doğru söylemesi halinde, Allah’ın gazabının kendi üzerine çökmesini dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır.
10 – Allah’ın sizin hakkınızda lütuf ve merhameti olmasaydı, eğer O Allah, tövbeleri kabul buyuran, yaptığı her iş, verdiği her hüküm hikmetli olan bir zat olmasaydı, müstahak olduğunuz bütün cezaları hemen verir, sizi perişan ederdi.
11 – O İftirayı çıkaranlar, içinizden küçük bir gruptur.
Siz o iftirayı kendi hakkınızda fena bir şey sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır.
O iftiracılara gelince, onlardan her birinin, kazandığı günah nisbetinde cezası vardır.
Bu yaygaranın elebaşılığını yapan şahsa ise cezanın en büyüğü vardır.
Benî Mustalık gazvesinde Hz. Peygambere (a.s.) Hz. Âişe refakat etti. Dönüşte Medine yakınında ordu konakladı. Hareket edileceği sırada Hz. Âişe (r.a) tabiî ihtiyaç için kafileden geride kalmıştı. Deve üzerindeki hevdeç içinde taşınıp kendisi de zayıf olduğundan, farkına varılmayıp kafile hareket etmiş, Hz. Âişe ihtiyaçtan sonra kolyesini düşürdüğünü farkedince onu ararken kafileyi kaçırmış, geldiğinde, sadece hareket sonrası kontrolü ile görevli Safvan (r.a.) kalmıştı. Devesine Hz. Âişe’yi bindirip kendisi yaya Medineye döndüler. Münafıkların başı İbn Übey yaygara çıkarıp namus iftirası attı. Dedikodu yayıldı.
Herkesten sonra dedikoduyu işiten Hz. Âişe iftiranın dehşetinden donup kaldı. Hz. Peygamberden izin isteyip babasının evine döndü. Hastalandı, dünya başına zindan oldu. Tam bir ay kadar sonra bu âyetler vahyedilip Allah tarafından masumluğu, kıyamete kadar her gün ve her saat okunacak şekilde ebediyyen tescil edildi.
12 – Siz ey müminler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip: “Hâşâ, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!” demeniz gerekmez miydi?
Kur’ân, böylesi durumlarda müminlerin, birbirlerine sahip çıkmalarını, hüsnüzannın esas olduğunu etkili bir üslupla istemektedir. Asr-ı saadette bunun bol ve güzel örnekleri bulunmakla beraber, maalesef çok az da olsa yaygaraya kapılanlar olmuştu.
13 – O iftiracılar dört şahit getirselerdi ya!
Şahitlerini getirmediklerine göre, onlar Allah katında yalancıların ta kendileri olarak tescil edileceklerdir.
14 – Hem dünyada, hem de âhirette Allah’ın lütuf ve merhameti sizinle olmasaydı, daldığınız bu yaygaradan dolayı mutlaka başınıza müthiş bir ceza gelirdi.
15 – O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz.
Halbuki o, Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldi!
16 – Nasıl oldu da onu işitir işitmez: “Böylesi iftiraları ağzımıza alamayız, böyle şeyler bize yakışmaz. Hâşa! Bu pek büyük, pek çirkin bir bühtandır” demediniz!
17 – Eğer mümin iseniz, Allah böylesi bir şeyi tekrarlamaktan sizi kesinlikle sakındırıp yasaklıyor.
18 – Ve Allah âyetleri size açık açık bildiriyor. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
19 – Müminler arasında çirkinliklerin yayılmasını arzu eden kimseler için, dünyada da âhirette de gayet acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
20 – Eğer Allah’ın sizin üzerinizdeki lütfu ve inayeti olmasaydı
ve eğer Allah pek şefkatli ve merhametli olmasaydı, başınıza müthiş bir azap gelirdi.
21 – Ey iman edenler! Sakın şeytanın izinden gitmeyin.
Her kim şeytanın peşinden giderse bilsin ki o kendisinden hep fena, çirkin ve meşrû olmayan şeyleri yapmasını ister.
Eğer Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı.
Ancak Allah dilediğini temizleyip arındırır.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi kemaliyle bilir. [4,79; 2,208]
22 – İçinizden fazilet ve imkân sahibi olanlar, akrabalara, fakirlere, Allah yolunda hicret etmiş olanlara sadaka vermeme hususunda yemin etmesinler.
Affedip müsamaha göstersinler.
Siz de Allah’ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz?
Allah gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
23 – Şu kesin ki, hayâsızlıktan habersiz, iffetli mümin hanımlara, zina iftirası atanlar dünyada da âhirette de lânete uğrarlar.
Onlara müthiş bir azap vardır. [33,57]
24 – Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek aleyhlerinde şahitlik edecektir. [32,20; 17,36; 36,65]
25 – O gün Allah onlara hak ettikleri karşılığı tam tamına verecek
ve onlar da Allah’ın, gerçeği açıklayan, hakkın ta kendisi olduğunu anlayacaklardır. [50,22]
26 – Kötü kadınlar ve kötü sözler, kötü erkeklere;
kötü erkekler, kötü kadınlara ve kötü sözlere;
temiz kadınlar ve temiz kelimeler ise temiz erkeklere;
temiz erkekler de temiz kadınlara ve temiz sözlere yakışır.
Bu temiz insanlar, o iftiracıların dedikodularından berîdirler,
onlara mağfiret, değerli ve büyük bir nasip vardır.
27 – Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin isteyip onlara selam vermeden girmeyiniz.
Böyle yapmanız sizin için daha münasiptir.
Olur ki düşünür, hikmetini anlarsınız.
Cahiliyede arapları selam ve haber vermeden evlere dalarlardı. Bu âyet, mesken dokunulmazlığını, evlere giriş kuralını belirledi. Hz. Peygamberin tatbikatı ve hadisleri bu konuyu da yeterli derecede açıklamıştır. Hadislerden biri, girmek isteyenin önce selam verip sonra “Girebilir miyim” diye izin istemesini, üçüncü tekrardan sonra izin verilmezse geri dönmesini bildirir.
28 – Şayet orada hiçbir kimse bulamazsanız size izin verilmeden oraya girmeyiniz.
Eğer size: “Müsait değiliz, geri dönün” denirse dönün.
Bu sizin için daha nezih, daha münasiptir.
Allah yaptığınız her şeyi tamamen bilir.
29 – İçinde oturulmayan fakat sizin faydalanma hakkınız bulunan evlere girmenizde mahzur yoktur.
Ama hiç unutmayın ki Allah açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
30 – Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle.
Bu, onlar için en uygun olan davranıştır.
Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır. {KM, Matta 5,28}
Âyette kısma anlamına gelen “gadd” kelimesi, kısmilik ifade eden “min” edatı ile kullanılmıştır. Kısıtlanan şey erkeklerin kadınlara bakmaları, insanların birbirlerinin edep yerlerine bakmaları veya müstehcen görüntülere bakmalarıdır.
Bir hadis meali: “Namahreme ilk bakış sana ait olup, sorumluluğu yoktur. Ama ikincisi yani bakışı devam ettirmen senin aleyhindedir.” Bakmanın caiz olduğu yerlerden biri: Evlenme niyetiyle birbirini görme sırasında olur. Erkeğin örtmesi farz olan yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Kadınınki ise, elleri ve yüzü hariç, baştan aşağı bütün vücududur. Şafîî gibi birçok müçtehide göre yüzü de örtünme yerine dahildir.
31 – Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle.
Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.
Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler.
Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçiler veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler.
Saklı zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar.
Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki felaha eresiniz. [35,59]
Zinetlerden maksat, ya kolye, küpe, bilezik gibi zinetlerin yerleri yahut bizzat zinet eşyalarıdır. Birinci görüş daha ağır basar. Örtülecek yerlerden istisna el, yüz ve ayaklardır. Yüz ile ayakların örtülmesinin farz olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
32 – İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden evlenmeye müsait olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allah’ın lütfu geniştir. Her şeyi hakkıyla bilir (ihtiyaçları ve lütfa lâyık olanları da bilir).
Âyetteki emir kipinin farziyet ifade etmediğine karineler vardır. Kesin olan, evlenmenin şahsî bir tasarruf olduğudur. Ancak burada emir, akrabalar, yakını olmayanlar için düşünülür ise yöneticilerin evlendirme konusunda yardımcı olmasının mendup olduğunu gösterir.
33 – Evlenme imkânı bulamayanlar ise, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetli kalmaya çalışsınlar.
Eliniz altındaki köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak isteyenler olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe yapınız. Allah’ın size ihsan ettiği maldan siz de onlara veriniz. Mecburî hizmet bedellerini ödemelerine yardım ediniz.
Dünya hayatının geçici metâını elde etmek için, sakın cariyelerinizi -hele iffetli olmak isterlerse- fuhşa zorlamayın. Her kim onları fuhşa zorlarsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra, Allah kendileri hakkında gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [9, 60; 4,25]
Köle veya cariye efendisine başvurup hürriyetini satın almak istediğini söylerse, efendisi ona ödemesi gereken meblağı bildirip bunu ödemesi halinde hür olacağına dair onunla bir akit imzalar. Bu akde, “mükâtebe” denilir. Bu durumda çalışıp para kazanma imkânı bulması için efendisi ona vakit imkânı da verir. Zekât fonunun sarfedileceği sekiz bölümden biri de “rikab” adı ile bu bölüm olduğundan mükâtibler bu yardımdan da yararlanırlar.
Öte yandan bu âyet, Cahiliye dönemine ait fuhuş evleri işletmesini de kesinlikle ilga etmiştir.
34 – Muhakkak ki size dinin hükümlerini açıklayan âyetler, aynen sizden önce gelip geçenlerin hallerinden misaller ve Allah’a karşı gelmekten sakınacaklar için birtakım öğütler indirdik.
35 – Allah göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misali, tıpkı içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Lamba bir sırça (cam) içinde, o sırça da sanki parlayan incimsi bir yıldız!
Bu lamba, ne yalnız doğuya, ne de yalnız batıya mensup olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur. Bu öyle bereketli bir ağaç ki, nerdeyse ateş değmeden de yağ ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna iletir. Gerçeği anlamaları için insanlara böyle temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. [4,174; 39,22; 57,28; 6,122; 57,19] {KM, II Samuel 22, 29; I Yuhanna 1,5; Yuhanna 8,12}
Nur: “Görmeye vesile olan ışık” veya “Işık kaynağı” anlamına gelir. Bu anlamı ile nur yaratılmış olduğundan, âyetin ilk cümlesi: “Allah, güneş vb. ışık saçan cisimleri yaratmak sûretiyle gökleri ve yeri aydınlatan” veya “Göklerde ve yerde olanları sapıklıktan kurtaran, hidâyete erdiren, aydınlığa çıkaran” diye tefsir edilir. Başka geniş tefsirler de vardır. Hülasa nûr ismi, Allah Teâla hakkında bazı alimlerce mecazî, bazılarınca da hakikî mânada değerlendirilir. Birçok çağdaş müfessir, bu âyetin devamında, başka bazı gerçekler arasında, bir de elektrik ampülüne işaret edildiği kanaatindedirler.
36-37 – O nûra, Allah’ın yükseltilmesine ve içlerinde kutlu isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde (mescidlerde) kavuşulur. Oralarda, sabah akşam O’nun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki, ne ticaretler, ne alım ve satımlar onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler. [39,47; 73,40; 18,14,42; 76,10; 62,9; 63, 9; 72,18]
Âyetteki “evler” mescitler olarak tefsir edilmekle beraber aynı zamanda “müminlerin evleri” diye de tefsir edilir. Hatta bazı müfessirler bu ikinci izahın ağır bastığı kanaatini taşırlar (Tefhimu’l-Kur’ân). Zira İslâmda ibadet mâbedlerle ve ruhban sınıfı ile sınırlı değildir.
38 – Allah Teâla onlara yaptıklarına karşılık en güzel mükâfatı verecek, onların mükâfatlarını kendi lütfundan artıracaktır.
Allah dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır. [39,34; 25,16; 16,31; 6,160]
39 – Dini inkâr edenlere gelince:
Onların işleri düz, ıssız bir çöldeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder.
Nihayet onun yanına varınca su namına hiçbir şey bulamaz… Fakat Allah’ı bulur.
O da onun hesabını tam tamına görür. Zira Allah hesabı pek çabuk görür. [25,23]
40 – Yahut o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları derin bir denizdeki yoğun karanlıklara benzer.
Öyle bir deniz ki onu, dalga üstüne dalga kaplıyor…
Üstünde de koyu bulut.
Üst üste binmiş karanlıklar…
İçinde bulunan insan, elini uzatsa nerdeyse kendi elini bile göremiyor.
Öyle ya, Allah birine nûr vermezse artık onun hiçbir nûru olamaz. [2,257; 6,122]
41 – Baksana göklerde olan, yerde olan herkes, kanatlarını çarparak uçan dizi dizi kuşlar, hep Allah’ı tesbih ederler.
Onlardan her biri kendi duasını ve tesbihini pek iyi bellemiştir. Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilir. [17,44; 22,18]
42 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Bütün işler O’na götürülür, hüküm O’nun kapısından çıkar.
43 – Baksana, Allah bulutları sevkediyor, sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor.
İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmur çıkıyor.
O gökten, oradaki dağlar büyüklüğünde bulutlardan dolu indirir de onunla dilediğini vurur, dilediğini de ondan korur.
Bu bulutların şimşeğinin parıltısı nerdeyse gözleri alıverecek!
44 – Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürüyor, sürelerini uzatıp kısaltıyor. Elbette bunda görebilenler için alınacak bir ders vardır. [3,190]
45 – Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür.
Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.
46 – Gerçekten Biz hükümlerimizi açıklayan âyetler indirdik.
Allah dilediği kimseyi doğru yola hidâyet eder.
47 – Çünkü niceleri: “Biz Allah’a ve Resulüne inandık ve itaat ettik” derler de sonra onlardan bir kısmı, buna rağmen geri dönerler. İşte bunlar mümin değildirler. [4,150]
48 – Aralarında hükmetmesi için Allah’ın ve Resulünün hükmüne dâvet edildiklerinde, bir de bakarsın onlardan bir kısmı yüz çeviriyor! [4,60-61; 105]
49 – Ama hüküm kendilerinden yana gözükmeye görsün, tam bir itaat içinde koşa koşa gelirler.
50 – Sahi, kalplerinde bir inkâr hastalığı mı var bunların?
Yoksa imanda şüpheye mi düştüler yahut Allah’ın ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe ediyorlar?
Doğrusu, asıl zalimler hem de kendi kendilerine haksızlık edenler, onların ta kendileridir!
51 – Haklarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Resulüne dâvet edilen müminlerin söyledikleri tek söz:
“Hay hay! Başüstüne!” demek olmuştur. İşte felaha erenler onlar olacaklardır.
Gerçek müminin başlıca özelliği, karşı karşıya kaldığı her durumda Allah’ın rızasını gözetmek,
Allah ve Resulünün Kur’ân ve hadislerde varid olan hükümlerine gönül rızası ile uymaktır.
Aksine davranış münafıkların vasfıdır.
52 – Kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’ı tazim edip O’na karşı gelmekten sakınırsa,
işte ebedî başarı ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.
53 – Senin kendilerine emretmen halinde hicret etmeye veya savaşa çıkacaklarına dair vargüçleriyle yemin billâh ettiler.
“Yemine ne hacet!” de, “Yemin etmeyin, sizden istenen makul bir itaattır.
Elbette Allah yaptığınız ve yapacağınız her şeyi bilir”
54 – De ki: “Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin.
Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden,
siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz.
Ama ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.
Yoksa, peygamberin görevi, açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” [13,40; 88,21-22]
55 – Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki:
Daha önce müminleri dünyada hakim kıldığı gibi kendilerini de hakim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir.
Çünkü onlar, yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi Bana şerik yapmazlar.
Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş olurlar. [2,30; 38,26; 27,16; 21,105; 14,14; 28,6; 6,165; 7,69; 8,26; 7,129]
56 – Öyleyse ey müminler, siz namazı hakkıyla ifa etmeye devam edin, zekâtı verin,
Peygambere itaat edin ki merhamete mazhar olasınız.
57 – İnkâr edenlerin dünyada Allah’ın hükmünden kaçıp kurtulacaklarını sakın zannetme!
Onların varacakları yer ateştir. Gerçekten ne kötü bir sondur bu!
58 – Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle ve hizmetçileriniz ile
içinizden henüz bülûğa ermemiş çocuklarınız,
odanıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler:
Sabah namazından önce, öğle vakti istirahat için elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve bir de yatsı namazından sonra.
İşte bu üç vakit, mahremiyet vakitlerinizdir.
Ama bunların dışında izinsiz girmelerinde ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur.
Çünkü sizin birbirinizin yanına girip çıkmanız kaçınılmazdır.
İşte Allah size âyetlerini böylece açıklar.
Gerçekten Allah, alim ve hakîmdir (her şeyi kemaliyle bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
59 – Çocuklarınız büluğa erdiklerinde ise, kendilerinden büyük olanları nasıl izin istiyorlardı ise,
odanıza girmek için her vakitte izin istesinler.
İşte Allah size âyetlerini böylece açıklar.
Çünkü Allah her şeyi kemaliyle bilir, her hükmü yerinde açıklar.
60 – Evlenme arzu ve ümidi kalmamış olan ihtiyar kadınların, zinet yerlerini teşhir etmeksizin, dış giysilerini çıkarmaları, günah değildir.
Bununla beraber sakınmaları, kendileri yönünden daha iyidir.
Allah her şeyi işitir, gizli âşikâr her şeyi mükemmelen bilir.
61 – Görme özürlü, topal veya hasta gibi özürlülerin
sizin evlerinizden yemek yemelerinde mahzur olmadığı gibi,
sizin de eşlerinize yahut çocuklarınıza ait evlerinizden,
babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden,
erkek kardeşlerinizin, kız kardeşlerinizin evlerinden,
amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden
yahut anahtarları size bırakılmış sahip çıkmanız istenen yerlerden
veya arkadaşlarınızın evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur.
İster toplu, ister ayrı ayrı yemenizde de sakınca yoktur.
Evlerinize girdiğiniz zaman Allah katından kutlu, feyizli ve bereketli bir iyi dilek temennisi olarak birbirinize selam verin.
İşte Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.
Umulur ki düşünüp hikmetini anlarsınız. [58,8] {KM, Matta 10,12}
Sefere çıkanlar, savaş gazilerine, yaralılara ve özürlü fakir kimselere evlerine sahip çıkmaları için evlerini teslim ederlerdi. Bunlar da çekindiklerinden dolayı, o evlerden yiyip içmezlerdi. Bunun mübahlığı böylece kesinleştirilmiş olmaktadır.
62 – Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki
Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler.
Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.
İslâm toplumunu ilgilendiren önemli meselelerin görüşüldüğü yere gitmek ve oradaki yetkilinin izni olmadıkça ayrılmamak bir vecibedir. Hayatî bir mazeret olmadıkça izin taleb etmek caiz görülmediği gibi mazereti kabul edip etmemek de Hz. Paygamber (a.s.) ile İslâm toplumunun yöneticilerinin takdirindedir.
63 – Resulullahın sizi çağırmasını, sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın.
Allah elbette sizden birbirini siper edinerek sıvışıp gidenleri bilir.
Öyleyse Peygamberin emrine aykırı hareket edenler başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gayet acı bir azap gelmesinden korkup çekinsinler.
Resulullahın çağrısına uymak farzdır. Onun duasına Allah Teâla icabet buyurur. Dolayısıyla ihtimamla itaat gerekir. Âyet aynı zamanda şunu da ifade eder: Müminler, Hz. Peygambere hitab eder veya ondan bahsederken sadece ismini zikretmekle kalmayıp onun nübüvvet makamını ifade eden “Resulullah”, “Resul-i Ekrem”, “Peygamber Efendimiz” gibi bir vasfını söylemelidirler. Ayrıca ona salat-ü selam getirmelidirler. [35,56]
64 – Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O şu anda içinde bulunduğunuz durumu da pek iyi biliyor. İnsanların kendi huzuruna götürülecekleri büyük duruşma günü, yapmış oldukları şeyleri tek tek kendilerine bildirip karşılığını verecektir. Allah her şeyi pek iyi bilir. [2,144; 26,218-220; 10,61; 11,5; 18,49; 75,13]
25 – FURKAN SÛRESİ
77 âyet olup Mekke’de nâzil olmuştur. Bir önceki Nûr sûresinde işaret edilen Kur’ân’ın evrenselliği bu surenin ilk âyetiyle bir serlevha haline getirilir. Vahiy ve nübüvvet konusunda müşriklerin itirazları çürütülür. Hak ile bâtılı ayırdeden bu Furkanın, bu dini benimseyenleri fikren ve ruhen yükselteceğine, hayatlarında önemli değişiklik yapacağına işaret etmekte, iyiyi de kötüyü de açıkça ortaya koyup tercihi muhataba bırakmaktadır. Sûrenin son kısmı ise bu dini benimseyen “Rahman’ın kulları” nın faziletli hayat programlarını vermektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1 – Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki bütün ins ve cinni uyarsın diye o has kuluna doğruyu eğriden ayıran Furkan’ı indirdi. [18, 1-2; 4,136; 25,32; 17,1; 72,19; 41,42; 7,158]
2 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti O’nundur. O asla evlat edinmedi, hâkimiyette hiç bir ortağı olmadı. Her şeyi yaratıp nizam veren ve her şeyin varlığını bir ölçüye göre belirleyen O’dur.
Âyetin aslında “takdir” tabiri kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Allah kâinattaki bütün varlıkları yaratmakla kalmaz, onlardan her birine mahsus bir yapı, biçim, boy, miktar, her aşamadaki gelişme sınırı, ömür müddeti gibi bütün yönlerini belirler. Tevhid inancını olanca kapsamıyla bildirdiği için bu âyet-i kerime, Hz. Peygamber tarafından, konuşmaya başlayıp aklı eren çocuklara, Kur’ân’dan ilk öğretilmesi gereken yerlerden olarak tavsiye buyurulmuştur.
3 – Böyle iken müşrikler Allah’tan başka bir takım tanrılar edindiler ki,
hiçbir şey yaratmaya güçleri yetmez,
üstelik kendileri başkası tarafından yaratılırlar.
Başlarına gelen zararı savamaz, kendileri için fayda celbedemezler,
ne öldürmeye, ne diriltmeye ve ne de ölümden sonra tekrar diriltmeye güçleri yetmez. [53,23; 46,4; 16,20; 31,28; 54,50; 36,53; 37,19]
4 – Kâfirler: “Kur’ân onun uydurduğu bir yalan olup, bu hususta başkaları da kendisine yardımcı olmuşlardır” diye iddia ettiler.
Onlar böylece, kesin bir yalan söyleyip zulmettiler.
5 – Ayrıca: “Onun söyledikleri, kendisi için yazdırtmış olduğu ve sabah akşam kendisine dikte ettirilen önceki nesillerin efsanelerinden başka bir şey değildir” dediler.
Müşrikler Hz. Peygamber (a.s.) dan 40 yaşından sonra her yönü ile mükemmel bir eser görüp onu Allah’ın kelamı kabul etmeyince kaynak aramaya mecbur kaldılar. Az çok yazı çiziştiren bir iki azatlı köleden başkasını bulamadılar: Addas, Yesar ve Cebr. Halbuki bunlar gibi yüzlercesi bir araya gelse bile Kur’ân’a benzeyen bir eser ortaya koyamazlardı. Diğer taraftan, eski efendilerine rağmen onların Hz. Peygamberin safına katılmaları düşünülemezdi. Onun yanında yer almaları, canlarından daha değerli gördükleri bir hakikat bulduklarını gösterir. Hem öğretmiş olsalar, çıraklarına bağlanıp teslim olabilirler miydi? İşte daha bunun gibi gerekçeler sebebiyledir ki Kur’ân onların bu iddialarını “kesin bir yalan söyleyip zulmediyorlar” diyerek kestirip atmıştır.
6 – De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki bütün sırları bilen Yüce Allah indirdi. O, gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.)”
7 – Yine: “Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur:
Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor!
Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı!” [21,8; 23,24; 6,9; 17,9]
Müşriklerin zihniyetine göre, insanlar üzerinde etkili olmak için beşer değil de üstün bir varlık, hiç değilse güçlü bir lider olmalı, yanında istediği her şeyi yaptıracağı heybetli bir melek bulunmalıydı.
8 – “Yahut kendine bir hazine verilse yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!”
Hâsılı o zalimler: “Doğrusu siz, sadece büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz” dediler.
9 – İşte bak senin hakkında nasıl tutarsız misaller getiriyorlar.
Doğrusu onlar saptılar, artık asla yol bulamazlar!.
10 – Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki
dilediği takdirde senin için bundan daha iyisini, içinden ırmaklar akan cennetleri verir. Senin için orada saraylar yaptırır. [17,93]
11 – Aksine onlar kıyamet saatini yalan saydılar,
Her kim o saati yalan sayarsa, bilsin ki Biz ona harlı bir ateş hazırlardık.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.