İhsan Atasoy-26.Cüz
26.CÜZ-LATİNCE
45-CASİYE SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
33. Ve beda lehüm seyyiatü ma amilu ve haka bihim ma kanu bihı yestehziun
34. Ve kıylel yevme nensaküm kema nesıtüm likae yevmiküm haza ve me’vakümün naru ve ma leküm min nasırın
35. Zaliküm bi ennekümüttehaztüm ayatıllahi hüzüvev ve ğarratkümül hayatüd dünya felyevme la yuhracune minha ve la hüm yüsta’tebun
36. Fe lillahil hamdü rabbis semavati ve rabbil erdı rabbil alemın
37. Ve lehül kibriyaü fis semavati vel erdı ve hüvel azızül hakım
46-AHKAF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ha mım
2. Tenzılül kitabi minellahil azızil hakım
3. Ma halaknes semavati vel erda ve ma beynehüma illa bil hakkı ve ecelim müsemma vellezıne keferu amma ünziru mu’ridun
4. Kul eraeytüm ma ted’une min dunillahi eruni maza haleku minel erdı em lehüm şirkün fis semavat ıtunı bi kitabim min kabli haza ev esaratim min ılmin in küntüm sadikıyn
5. Ve men edallü mimmey yed’u min dunillahi mel la yestecıbü lehu ila yevmil kıyameti ve hüm an düaihim ğafilun
6. Ve iza huşiren nasü kanu lehüm a’daev ve kanu bi ıbadetihim kafirın
7. Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezıne keferu lil hakkı lemma caehüm haza sıhrum mübın
8. Em yekulunefterah kul inifteraytühu fe la temlikune lı minellahi şey’a hüve a’lemü bima tüfıdune fih kefa bihı şehıdem beynı ve beyneküm ve hüvel ğafurur rahıym
9. Kul ma küntü bid’am miner rusüli ve ma edrı ma yüfahü bı ve la biküm in ettebiu illa ma yuha ileyye ve ma ene ila nezırum mübın
10. Kul eraeytüm in kane min ındillahi ve kefartüm bihı ve şehide şahidüm mim benı israıle ala mislihı fe amene vestekbertüm innellahe la yehdil kavmez zalimın
11. Ve kalellezıne keferu lillezıne amenu lev kane hayram ma sebekuna ileyh ve iz lem yehtedu bihı fe seyekulune haza ifkün kadım
12. Ve min kablihı kitabü musa imamev ve rahmeh ve haza kitabüm müsaddikul lisanen arabiyyel li yünzirallezıne zalemu ve büşra lil muhsinın
13. İnnellezıne kalu rabbünellahü sümmestekamu fe la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun
14. Ülaike ashabül cenneti halidıne fıha cezaem bima kanu ya’melun
15. Ve vessaynel insane bi valideyhi ıhsana hamelethü ümmühu kürhev ve vedaathü kürha ve hamlühu ve fisalühu selasune şehra hatta iza beleğa eşüddehu ve belğa erbeıyne seneten kale rabbi evzı’nı en eşküra nı’metekelletı en’amte aleyye ve ala valedeyye ve en a’mele salihan terdahü ve aslıh lı fı zürriyyetı innı tübtü ileyke ve innı minel müslimın
16. Ülaikellezıne netekabbelü anhüm ahsene ma amilu ve netecavezü an seyyiatihim fı ashabil cenneh va’des sıdkıllezı kanu yuadun
17. Vellezı kale li valideyhi üffil leküma e teıdaninı en uhrace ve kad haletil kurunü min kablı ve hüma yesteğıysanillahe veyleke amin inne va’dellahi hakk fe yekulü ma haza illa esatıyrul evvelın
18. Ülaikellezıne hakka aleyhimül kavlü fı ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins innehüm kanu hasirın
19. Ve li küllin derecatün mimmâ amilu ve li yüveffiyetüh ea’ mâlehüm ve hüm la yuzlamun
20. Ve yevme yu’radullezıne keferu alen nar ezhebtüm tayyibatiküm fı hayatikümüd dünya vestemta”üm biha fel yevme tüczevne azabel huni bima küntüm testekbirune fil erdı bi ğayril hakkı ve bima küntüm tefsükun
21. Vezkür eha ad iz enzera kavmehu bil ahkafi ve kad haletin nüzüru mim beyni yedeyhi ve min halfihı ella ta’büdu illellah innı ehafü aleyküm azabe yevmin azıym
22. Kalu eci’tena li te’fikena an alihetina fe’tina bima teıdüna in künte mines sadikıyn
23. Kale innemel ilmü ındellahi ve übelliğuküm ma ürsiltü bihı ve lakinnı eraküm kavmen techelun
24. Felemma raevhü aridam müstakbile evdiyetihim kalu haza aridum müntıruna bel hüve mesta’celtüm bih rıhun fıha azabün elım
25. Tüdemmiru külle şey’im bi emri rabbiha fe asbehu la yüra illa mesakinühüm kezalike neczil kavmel mücrimın
26. Ve le kad mekkennahüm fıma im mekkennaküm fıhi ve cealna lehüm sem’av ve ebzarav ve efideten fe ma ağna anhüm sem’uhüm ve la ebsaruhüm ve la efidetühüm min şey’in iz kanu yechadune bi ayatillahi ve haka bihim ma kanu bihı yestehziun
27. Ve le kad ehlekna ma havleküm minel kura ve sarrafnel ayati leallehüm yarciun
28. Fe lev la nesarahümlezınettehazu min dunillahi kurbanen aliheh bel dallu anhüm ve zalike ifkühüm ve ma kanu yefterun
29. Ve iz sarafna ileyke neferam minel cinni yestemiunel kur’an felemma hadaruhü kalu ensıtu felemma kudıye vellev ila kavmihim münzirın
30. Kalu ya kevmena inna semı’na kitaben ünzile min ba’di musa müsaddikal lima beyne yedeyhi yehdı ilel hakkı ve ila tarıkım müstekıym
31. Ya kavmena ecıbu daıyellahi ve aminu bihı yağfir leküm min zünubiküm ve yücirküm min azabin elım
32. Ve mel la yücib daıyellahi fe leyse bi bu’cizin fil erdı ve leyse lehu min dunihı evliya’ ülaike fı dalalim mübın
33. E ve lem yerav ennellahellezı halekas semavati vel erda ve lem ya’ye bi halkıhinne bi kadirin ala ey yuhyiyel mevta bela innehu ala külli şey’in kadır
34. Ve yevme yu’radullezıne keferu alen nar leyse haza bil hakk kalu bela ve rabbinakale fe zukul azabe bi ma küntüm tekfürun
35. Fasbir kema sabera ülül azmi miner rusüli ve la testa’cil lehüm ke ennehüm yevme yeravne ma yuadune lem yelbesu illa saatem min nehar belağ fe hel yühlekü illel kavmül fasikun
47-MUHAMMED SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ellezıne keferu ve saddu an sebılillahi edalle a’malehüm
2. Vellezıne amenu ve amilüs salihati ve amenu bima nüzzile ala muhammediv ve hüvel hakku mir rabbihim keffera anhüm seyyiatihim ve asleha balehüm
3. Zalike bi ennellezıne keferuttebeul batıle ve ennellezıne amenüttebeul hakka mir rabbihim kezalike yadribüllahü lin nasi emsalehüm
4. Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab hatta iza eshantümuhüm fe şüddül vesaka fe imma mennem ba’dü ve imma fidaen hatta tedaal harbü evzaraha zalik ve lev yeşaüllahü lentesara minhüm ve lakil li yeblüve ba’daküm bi ba’d vellezıne kutilu fı sebılillahi fe ley yüdılle a’malehüm
5. Se yehdıhim ve yuslihu balehüm
6. Ve yüdhılühümül cennete arrafeha lehüm
7. Ya eyyühellezıne amenu in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm
8. Vellezıne keferu fe ta’sel lehüm ve edalle a’malehüm
9. Zalike bi ennehüm kerihu ma enzelellahü fe ahbeta a’malehüm
10. E fe lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim demmerallahü aleyhim ve lil kafirıne emsalüha
11. Zalike bi ennellahe mevlellezıne amenu ve ennel kafirıne la mevla lehüm
12. İnnellahe yüdhılüllezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enhar vellezıne keferu yetemetteune ve ye’külune kema te’külül en’amü ven naru mesvel lehüm
13. Ve keeyyüm min karyetin hiye eşeddü kuvvetem min karyetikelletı ahracetk ehleknahüm fe la nasıra lehüm
14. E fe men kane ala beyyinetim mir rabbihı ke men züyyine lehu suü amelihı vettebeu ehvaehüm
15. Meselül cennetilletı vüıdel müttekun Fıha enharum mim main ğayri asin ve enharum mil lebenil lem yeteğayyer ta’müh ve enharum min hamril lezetil liş şaribın ve enharum min aselim musaffa ve lehüm fıha min küllis semerati ve mağfiratüm mir rabbihim ke men hüve halidün fin nari ve süku maen hamımen fe kattaa em’aehüm
16. Ve minhüm mey yestemiu ileyk hatta iza harecu min ındike kalu lillezıne utül ılme maza kale anifen ülaikellezıne tabeallahü ala kulubihim vettebeu ehvaehüm
17. Vellezınehtedev zadehüm hüdev ve atahüm takvahüm
18. Fe hel yenzurune illes saate en te’tiyehüm bağteh fe kad cae eşratuha fe enna lehüm iza caethüm zikrahüm
19. Fa’lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü’minıne vel mü’minat vallahü ya’lemü mütekallebeküm ve mesvaküm
20. Ve yekulüllezıne amenu lev la nüzzilet surah fe iza ünzilet suratüm muhkemetüv ve zükira fıhel kıtalü raeytellezıne fı kulubihim meraduy yenzurune ileyke nazaral mağşiyyi aleyhi minel mevti fe evla lehüm
21. Taatüv ve kavlüm ma’rufün fe iza azemel emru fe lev sadekullahe le kane hayral lehüm
22. Fe hel aseytüm in tevelletüm en tüfsidu fil erdı ve tükattıu erhameküm
23. Ülaikellezıne leanehümüllahü fe esammehüm ve a’ma ebsarahüm
24. E fe la yetedebberunel kur’ane em ala kulubin akfalüha
25. İnnellezıner teddu ala edbarihim min ba’di ma tebeyyene lehümül hüdeş şeytanü sevvele lehüm ve emla lehüm
26. Zalike bi ennehüm kalu lillezıne kerihu ma nezzelellahü senütıy’uküm fı ba’dıl emr vallahü ya’lemü israrahüm
27. Fe keyfe iza teveffethümül melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm
28. Zalike bi ennehümüttebeu ma eshatallahe ve kerihu rıdvanehu fe ahbeta a’malehüm
29. Em hasibellezıne fı kulubihim meradun el ley yuhricellahü adğanehüm
30. Ve lev neşaü le eraynakehüm fe learaftehüm bisımahüm ve le ta’rifennehüm fı lahnil kavl vallahü ya’lemü a’maleküm
31. Ve le neblüvenneküm hatta na’lemel mücahidıne minküm vessabirıne ve neblüve ahbaraküm
32. İnnellezıne keferu ve saddu an sebılillahi ve şakkur rasule mim ba’di ma tebeyyene lehümül hüda ley yedurrullahe şey’a ve seyuhbitu a’malehüm
33. Ya eyyühellezıne amenu etıy’ullahe ve etıy’ur rasule ve la tübtılu a’maleküm
34. İnnellezıne keferu ve saddu an sebılallahi sümme matu ve hüm küffarun fe ley yağfirallahü lehüm
35. Fe la tehinu ve ted’u ilis selmi ve entümül a’levne vallahü meaküm ve ley yetiraküm a’maleküm
36. İnnemel hayatüd dünya leıbüv ve lehv ve in tü’minu ve tetteku yü’tiküm ücuraküm ve la yes’elküm emvaleküm
37. İy yes’elkümuha fe yuhfiküm tebhalu ve yuhric adğaneküm
38. Ha entüm haülai tüd’avne li tünfiku fı sebılillah fe minküm mey yebhal Fe innema yebhalu an nefsih vallahül ğaniyyü ve entümül fükara’ ve in tetevellev yestebdil kavmen ğayraküm sümme la yekunu emsaleküm
48-FETİH SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. İnna fetahna leke fetham mübına
2. Li yağfira lekellahü ma tekaddeme min zembike ve ma teahhara ve yütimme nı’metehu aleyke ve yehdiyeke sıratam müstekıyma
3. Ve yensurakellahü nasran azıza
4. Hüvellezı enzeles sekınete fı kulubil mü’minıne li yezdadu imanem mea ımanihim ve lillahi cünudüs semavati vel ard ve kanellahü alımen hakıma
5. Li yüdhılel mü’minıne vel mü’minati cennatin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve yükeffira anhüm seyyiatihim ve kane zalike ındellahi fevzen azıyma
6. Ve yüazzibel münafikıyne vel münafikati vel müşrikıne vel müşrikatiz zannıne billahi zannez sev’ aleyhim dairatüs sev’ ve ğadıbellahü aleyhim ve leanehüm ve eadde lehüm cehennem ve saet masıyra
7. Ve lillahi cünudüs semavati vel ard ve kanellahü azızen hakıma
8. İnna erselnake şahidev ve mübeşşirav ve nezıra
9. Li tü’minu billahi ve rasulihi ve tüazziruhu ve tuvekkiruh ve tusebbihuhu bükreten ve ezıyla
10. İnnellezıne yübayiuneke innema yübayiunellah yedüllahi fevka eydıhim fe men nekese fe innema yenküsü ala nefsih ve men evfa bi ma ahede aleyhüllahe fe se yü’tıhi ecran azıyma
11. Se yekulü lekel mühallefune minel a’rabi şeğaletna emvalüna ve ehluna festağfir lena yekulune bi elsinetihim ma leyse fi kulubihim Kul fe mey yemlikü leküm minellahi şey’en in erade biküm darran ev erade biküm nefa bel kanellahü bima ta’melune habıra
12. Bel zanentüm el ley yenkaliber rasulü vel mü’minune ila ehlıhim ebedev ve züyyine zalike fı kulubiküm ve zanentüm zannes sev’ ve küntüm kavmen bura
13. Ve mel lem yü mim billahi ve rasulihı fe inna a’tedna lil kafirıne seıyra
14. Ve lillahi mülküs semavati vel ard yağfiru li mey yeşaü ve yüazzibü mey yeşa’ ve kanellahü ğafurar rahıyma
15. Se yekulül mühallefune izen talaktüm ila meğanime li te’huzuha zeruna nettebı’küm yürıdune ey yübeddilu kelamellah kul len tettebiuna kezaliküm kalellahü min kabl fe se yekulune bel tahsüdunena bel kanu la yefkahune illa kalıla
16. Kul lil muhallefıne minel a’rabi se tüd’avne ila kavmin ülı be’sin şedıdin tükatilunehüm ev yüslimun fe in tütıy’u yü’tikümüllahü ecran hasena ve in tetevellev kema tevelleytüm min kablü yüazzibküm azaben elıma
17. Leyse alel a’ma haracüv ve la alel a’raci haracüv ve la alel meriydı harac ve mey yütıılahe ve rasulehu yüdhılhü cennatin tecrı min tahtihel enhar ve mey yetevelle yüazzibhü azaben elıma
18. Le kad radıyallahü anil mü’minıne iz yübayiuneke tahteş şecerati fe alime ma fı kulubihim fe enzeles sekınete aleyhim ve esabehüm fethan karıba
19. Ve meğanime kesiraten yehuzuneha ve kânallahü aziyzen hakiyma
20. Ve adekümüllahü meğanime kesiraten te’huzuneha fe accele leküm hazihı ve keffe eydiyen nasi anküm ve li tekune ayetel lil mü’minıne ve yehdiyeküm sıratam müstekıyma
21. Ve uhra lem takdiru aleyha kad ehatallahü biha ve kanellahü ala külli şey’in kadıra
22. Ve lev katelekümüllezıne keferu le vellevül edbara sümme la yecidune veliyyev ve la nesıyra
23. Sünnetellahilletı kad halet min kabl Ve len tecide li sünnetillahi tebdıla
24. Ve hüvellezı keffe eydiyehüm anküm ve eydiyeküm anhüm bi batni mekkete mim ba’di en azferaküm aleyhim ve kanellahü bi ma ta’melune basıyra
25. Hümüllezıne keferu ve sadduküm anil mescidil harami vel hedye ma’kufen ey yeblüğa mehılleh ve lev la ricalüm mü’minune ve nisaüm mü’minatül lem ta’lemuhüm en tetauhüm fe tüsıybeküm minhüm mearratüm bi ğayri ılm li yüdhılellahü fı rahmetihı mey yeşa’ lev tezeyyelu le azzebnellezıne keferu minhüm azaben elıma
26. İz cealellezıne keferu fi kulubihimül hamiyyete hameyyetel cahiliyyeti fe enzelellahü sekınetehu ala rasulihi ve alel mü’minıne ve elzemehüm kelimetet takva ve kanu ehakka biha ve ehleha ve kanellahü bi külli şey’in alıma
27. Le kad sadekallahü rasulehür ru’ya bil hakk le tedhulünnel mescidel harame in şaellahü aminıne muhallikıyne ruuseküm ve mükassıriyne la tehafun fe alime ma lem ta’lemu fe ceale min duni zalike fethan karıba
28. Hüvellezı ersele rasulehu bil hüda ve dınil hakkı li yuzhirahu aled dıni küllih Ve kefa billahi şehıda
29. Muhammedür rasulüllah vellezıne meahu eşiddaü alel küffari ruhamaü beynehüm terahüm rukkean süccedey yebteğune fadlem minellahi ve rıdvana sımahüm fı vücuhihim min eseris sücud zalike meselühüm fit tevrati ve meselühüm fil incıl ke zer’ın ahrace şat’ehu fe azerahu festağleza festeva ala sukıhı yu’cibüz zürraa li yeğıyza bihimül küffar veadellahüllezıne amenu ve amilus salihati minhüm mağfiratev ve ecran azıyma
49-HUCURAT SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ya eyyühellezıne amenu la tükaddimu beyne yedeyillahi ve rasulihı vettekullah innellahe semıun alım
2. Ya eyyühellezıne amenu la terfeu asvateküm fevka savtin nebiyyi ve la techeru lehu bil kavli ke cehri ba’dıküm li ba’dın en tahbeta a’malüküm ve entüm la teş’urun
3. İnnellezıne yeğuddune asvatehüm ınde rasulillahi ülaikel lezınemtehanellahü kulubehüm lit takva lehüm mağfiratüv ve ecrun azıym
4. İnnellezıne yünaduneke miv verail hucürati ekseruhüm la ya’kılun
5. Ve lev ennehüm saberu hatta tahruce ileyhim le kane hayral lehüm vallahü ğafurur rahıym
6. Ya eyyühellezine amenu in caeküm fazikum bi nebein fe tebeyyenu en tüsıybu kavmem bi cehaletin fe tusbihu ala ma fealtüm nadimın
7. Va’lemu enne fıküm rasulellah lev yütıy’uküm fı kesırim minel emri le anittüm ve lakınnellahe habbebe ileykümül ımane ve zeyyenehu fı kulubiküm ve kerrahe ileykümül küfra vel füsuka vel ısyan ülaike hümür raşidun
8. Fadlem minellahi ve nı’meh vallahü alımün hakım
9. Ve in taifetani minel mü’minınaktetelu fe aslihu beynehüma fe im beğat ıhdalüma alel uhra fe katilületı tebğıy hatta tefıe ila emrillah fe in faet fe aslihu beynehüma bil adli ve aksitu innellahe yühıbbül müksitıyn
10. İnnemel mü’minune ıhvetün fe aslihu beyne ehaveyküm vettekullahe lealleküm türhamun
11. Ya eyyühellezıne amenu la yeshar kavmün min kavmin asa ey yekunu hayram minhüm ve la nisaüm min nisain asa ey yekünne hayram minhünn ve la telmizu enfüseküm ve la tenabezu bil elkab bi’sel ismül füsuku ba’del iman ve mel lem yetüb fe ülaike hümüz zalimun
12. Ya eyyühellezıne amenütenibu kesıram minez zanni inne ba’daz zanni ismüv ve la tecessesu ve la yağteb ba’duküm ba’da e yühıbbü ehadüküm ey ye’küle lahme ehıyhi meyten fe kerihtümuh vettekullah innellahe tevvabür rahıym
13. Ya eyyühen nasü inna halaknaküm min zekeriv ve ünsa ve cealnaküm şüubev ve kabaile li tearafu inne ekrameküm ındellahi etkaküm innellahe alımün habır
14. Kaletil a’rabü amenna kul lem tü’minu ve lakin kulu eslemna ve lemma yedhulil imanü fi kulubiküm ve in tütıy’ulahe ve rasulehu la yelitküm min a’maliküm şey’a innellahe ğafurur rahıym
15. İnnemel mü’minunellezıne amenu billahi ve rasulihı sümme lem yertabu ve cahedu bi emvalihim ve enfüsihim fı sebılillah ülaike hümüs sadikun
16. Kul etüallimunellahe bi dıniküm vallahü ya’lemü ma fis semavati ve ma fil ard vallahü bi külli şey’in alım
17. Yemünnune aleyke en eslemu kul la temünnu aleyye islameküm belillahü yemünnü aleyküm en hedaküm lil ımani in küntüm sadikıyn
18. İnnellahe ya’lemü ğaybes semavati vel ard vallahü basıyrum bima ta’melun
50-KAF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kaf vel kur’anil mecid
2. Bel acibu en caehum munzirum minhum fe kalel kafirune haza şey’un acib
3. E iza mitna ve kunna turaba zalike rac’um beıyd
4. Kad alimna ma tenkusul erdu minhum ve ındena kitabun hafıyz
5. Bel kezzebu bil hakkı lemma caehum fe hum fi emrim meric
6. E fe lem yenzuru iles semai fevkahum keyfe beneynaha ve zeyyennaha ve ma leha min furuc
7. Vel erda medednaha ve elkayna fiha ravasiye ve embetna fiha min kulli zevcim behic
8. Tebsıratev ve zikra li kulli abdim munib
9. Ve nezzelna mines semai maem mubaraken fe embetna bihi cennativ ve habbel hasıyd
10. Ven nahle basikatil leha tal’un nedıyd
11. Rizkal lil ıbadi ve ahyeyna bihi beldetem meyta kezalikel huruc
12. Kezzebet kablehum kavmu nuhıv ve ashabur rassi ve semud
13. Ve aduv ve fir’avnu ve ıhvanu lut
14. Ve ashahub eyketi ve kavmu tubba kulun kezzeber rusule fe hakka veıyd
15. E fe ayına bil halkıl evvel bel hum fi lebsim min halkın cedid
16. Ve le kad halaknel insane ve na’lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid
17. İz yetelekkal mutelekkıyani anil yemini ve aniş şimali kaıyd
18. Ma yelfizu min kavlin illa ledeyhi rakıybun atid
19. Ve caet sekratul mevti bil hakk zalike ma kunte minhu tehıyd
20. Ve nufiha fis sur zalike yevmul veıyd
21. Ve caet kullu nefsim meaha saikuv ve şehid
22. Le kad kunte fi ğafletim min haza fe keşefna anke ğıtaeke fe besarukel yevme hadid
23. Ve kale karinuhu haza ma ledeyye atid
24. Elkıya gı cehenneme kulle keffarin anid
25. Mennaıl lil hayri mu’teim murib
26. Ellezi ceale meallahi ilahen ahar fe elkiyahu fil azabiş şedid
27. Kale karinuhu rabbena ma atğaytuhu ve lakin kane fi dalalim beıyd
28. Kale la tahtesımu ledeyye ve kad kaddemtu ileykum bil veıyd
29. Ma yubeddelul kavlu ledeyye ve ma enen bi zallamil lil abid
30. Yevme nekulu li cehenneme helimtele’ti ve tekulu hel mim mezid
31. Ve uzlifetil cennetu lil muttekıyne ğayra beıyd
32. Haza ma tuadune li kulli evvabin hafıyz
33. Men haşiyer rahmane bil ğaybi ve cae bi kalbim munib
34. Udhuluha bi selam zalike yevmul hulud
35. Lehum ma yeşaune fiha ve ledeyna mezid
36. Ve kem ehlekna kablehum min karnin hum eşeddu minhum batşen fe nekkabu fil bilad hel mim mehıys
37. İnne fi zalike le zikra li men kane lehu kalbun ev elkas sem’a ve huve şehid
38. Ve le kad halaknes semavati vel erda ve ma beynehuma fi sitteti eyyamiv ve ma messena mil luğub
39. Fasbr ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kablel ğurub
40. Ve minel leyli fe sebbıhhu ve edbaras sucud
41. Vestemı’yevme yunadil munadi mim mekanin karib
42. Yevme yesmeunes sayhate bil hakk zalike yevmul huruc
43. İnna nahnu nuhyi ve numitu ve ileynel mesıyr
44. Yevme teşekkalul erdu anhum siraa zalike haşrun aleyna yesir
45. Nahnu a’lemu bi ma yekulune ve ma ente aleyhim bi cebbarin fe zekkir bil kur’ani mey yehafu veıyd
51-ZARİYAT SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Vezzariyati zerva
2. Fel hamilati vıkra
3. Fel cariyati yusra
4. Fel mukassimati emra
5. İnnema tuadune le sadık
6. Ve inned dine le vakı’
7. Ves semai zatil hubuk
8. İnnekum le fi kavlim muhtelif
9. Yu’feku anhu men ufik
10. Kutilel harrasun
11. Ellezine hum fi ğamratin sahun
12. Yes’elune eyyane yevmud din
13. Yevme hum alen nari yuftenun
14. Zuku fitnetekum hazellezi kuntum bihi testa’cilun
15. İnnel muttekıyne fi cennativ ve uyun
16. Ahızıne ma atahum rabbuhum innehum kanu kable zalike muhsinin
17. Kanu kalilem minel leyli ma yehceun
18. Ve bil eshari hum yestağfirun
19. Ve fi emvalihim hakkul lis saili vel mahrum
20. Ve fil erdı ayatul lil mukınin
26.CÜZ-MEAL
45-CASİYE SURESİ
33 – Derken, yaptıkları ne kadar kötü, pis iş varsa karşılarına çıktı.
Alay ettikleri cehennem azabı, kendilerini her taraftan sardı.
34-35 – Ve kendilerine şöyle denildi: “Siz Bizi, daha önce nasıl unutup terk ettiyseniz,
Biz de bugün sizi unutup kendi halinize bırakacağız! Kalacağınız yer ateştir. Hiçbir yardımcınız da yoktur.
Bu böyle olacak, çünkü siz Allah’ın âyetlerini alay konusu yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı.”
Bugün artık ne oradan çıkarılırlar, ne de özürleri kabul edilip dünyaya gönderilirler.
36 – Demek ki bütün hamdler, övgüler göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
37 – Dolayısıyla göklerde ve yerde ululuk yalnız O’na aittir. Azîz ve hakîm O’dur (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
46 – AHKÂF SÛRESİ
Mekke döneminin sonlarında indirilmiş olup 35 âyettir. Sûrenin adı 21. âyetinde geçen kelimeden gelmektedir. Ahkaf: “Kum tepeleri” demektir. Bu sûre Havamîm grubunun son sûresidir.
Sûre Mekkeli ilk muhataplar başta olarak, hak dine karşı çıkanların, Âd halkı gibi imha edileceklerini belirtip onları uyarmakta, Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletini kabul etmeleri gerektiğini belirtmektedir. Sûrenin sonunda Kur’ân’ı dinleyip doğru yola giren bazı cinlerin kendi kavimlerini uyarmaya gittikleri bildirilerek, inatçı insan kâfirlerine ders verilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hâ Mîm.
2 – Bu kitabın indirilmesi, (o üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm Allah tarafındandır.
3 – Biz gökleri, yeri ve bunların arasındaki varlıkları ancak gerçek bir maksatla, adalet ve hikmetle, bir de belli bir süre için yarattık. Ama kâfirler uyarıldıkları kıyamet gününden yüz çevirirler.
4 – Müşriklere de ki: “Şimdi baksanıza şu sizin Allah’tan başka ilahlaştırıp yalvardığınız putlarınıza!
Söyler misiniz, onlar yerde hangi şeyi yaratmışlar, yoksa göklerde mi bir ortaklıkları var?
(Akıl yönünden bu mümkün olmayınca, nakil yönünden putlara ibadetin gerçek olduğunu gösterin) Eğer bu iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelmiş bir kitap yahut hiç değilse bir bilgi kalıntısı varsa getirin görelim.”
Daha önceki kitaptan maksat, Allah tarafından gönderilen kitaplardır. Bilgi kalıntısı ise, önceki peygamberlerin öğretilerinin kalıntılarıdır. Bunlarda şirke gerçeklik payı veren bir taraf yoktur. Kutsal kitaplar bir yana, bilimsel kitaplardan veya araştırmalardan hiçbiri, Allah’tan başka bir yaratıcı bulunduğuna delâlet etmez.
5 – Kendisinin duasına, ta kıyamete kadar cevap veremeyecek olan ve esasen kendilerine yapılan dualardan habersiz o Allah’tan başka uydurulan nesnelere yalvaran kimseden daha şaşkın biri hiç olablir mi?
6 – İnsanlar diriltilip mahşere toplandıklarında bu putlar, müşriklere düşman kesilir ve onların kendilerine tapınmalarını şiddetle reddederler. [19,81-82; 29,25]
“Kânû”daki zamirin müşriklere de râci olması mümkün olup buna göre mâna şöyle olabilir: “Müşrikler, onlara taptıklarını inkâr ederler”
7 – Âyetlerimiz açık açık okunup beyan edildiğinde o kâfirler önlerine gelen gerçek hakkında: “Bu, besbelli bir sihirdir!” derler.
Sihir diye nitelemeleri bu kitabın sıradan bir kelam olmayıp bir insan sözü olmadığının kendi ağızlarıyla itiraf edilmesidir.
8 – Yoksa, “Kur’ân’ı kendisi uydurdu!” mu diyorlar? De ki: “Eğer ben uydurduysam zaten Allah, çok geçmeden cezamı verir. Siz bana yardım etmek isteseniz bile Allah’ın azabından beni kurtaramazsınız. Ben cezamı çekmeye hazırım. Siz rahat olun. Demek ki sizin bu kabil laflarınız boş sözlerden, içine daldığınız yaygaradan ibarettir
Allah da sizin bu atıp tutmalarınızı ve kopardığınız yaygarayı pek iyi bilmektedir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O, kâfidir. O gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı pek boldur). [72,22-23; 69,44-47; 25,5-6]
9 – De ki: Peygamber olarak gelen ilk insan ben değilim ki! (Sanki peygamber olduğumu söyleyen ilk insan ben mişim gibi nedir bu kadar tepkiniz?)
Dünya hayatında benim ve sizin başınıza neler geleceğini bilemem. Ben sadece bana ne vahyediliyorsa ona uyarım. Çünkü ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim.
Âhirette insanların mâruz kalacakları durumları bildirmek peygamberlerin görevine dahildir. Fakat dünyada neler olacağını bilmek böyle değildir. Onun için mealde “dünya hayatında” kaydını koymak gerekmiştir. Müşriklerin keyfi tahakkümle, alay etme ve işi yokuşa sürme gibi maksatlarla Hz. Peygambere yönelttikleri olur olmaz isteklerinin saçmalığı vurgulanmış ve Peygamberin görevine, kendilerinin ondan nasıl faydalanacaklarına işaret edilmiş oluyor.
10 – De ki: Söyleyin bakalım: Eğer bu Kur’ân Allah tarafından geldiği halde siz reddetmişseniz, İsrailoğullarından da bir şahit, (tevhid, âhiret vb. İman esasları gibi Kur’ân’da bildirilen hakikatlerin) benzerine şahitlik edip iman ettiği halde, siz büyüklük taslayarak iman etmezseniz sizden daha şaşkın, daha zalim kimse olabilir mi? Allah elbette böyle zalimleri hidâyet edip emellerine ulaştırmaz.
Buradaki şahit, Medinedeki en meşhur Yahudi bilgini Abdullah İbn Selam (r.a) gibi kimselerdir.
11 – İnkâr edenler bir de, müminler hakkında şöyle derler: “Bu İslâm dini eğer önemli ve değerli bir şey olsaydı, bu müslümanlar akıllarını kullanıp onu anlamakta bizi geçemezlerdi.” Kendileri bunu başaramayınca “Bu, zaten eski, modası geçmiş bir yalan!” deyip geçiştirmek isterler.
Mütekebbir, mağrur müşriklerin gözü dar dünya çıkarlarından başka bir şey görmediğinden, enaniyetleri akıl ve görüşlerini daralttığından, kendilerini ve görüşlerini hakikatin tek ölçüsü sanırlar. Müslümanlar hakkında ise peşin hükümlüdürler. Onların verdikleri en iyi not: “Akılları fazla ermeyen, safdil” olmaları şeklindedir. Böyle olunca, kendilerinin farkına varmadıkları önemli, gerçek, değerli hiçbir şeyi, müminlerin onlardan önce bulmalarını mümkün saymazlar. Kendilerinin malı olmayan hiçbir şey doğru, güzel, önemli, değerli, faydalı olamayacağı için, en parlak gerçekleri bile onlara kabul ettirmek mümkün değildir.
12 – Bundan önce, bir rehber ve rahmet olarak Mûsa’nın kitabı vardı. Bu ise, zalimleri uyarmak, iyi hareket eden müminleri müjdelemek üzere indirilmiş, onu doğrulayan Arapça bir kitaptır.
13 – Onlar ki “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dürüst hareket ederler, işte onlara korku ve endişe yoktur, onlar kendilerini üzecek hiçbir durumla da karşılaşmazlar.
14 – Onlar cennetlik olup, yaptıkları güzel işlere karşılık olarak ebedî kalmak üzere o cennetlere girerler.
15 – Biz insana, anne ve babasına güzel muamele etmesini emrettik.
Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur.
Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer.
Nihayet insan gücünü kuvvetini bulup daha sonra kırk yaşına girince
“Ya Rabbi!” der. “Gerek bana, gerek anneme babama lütfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevket.
Senin razı olacağın makbul ve güzel iş yapmaya beni yönelt ve bana salih, dine bağlı, makbul nesil nasib eyle!
Rabbim senin kapına döndüm, ben sana teslim olanlardanım.” [17,23; 31,14]
16 – İşte Biz, onların yaptıkları en güzel işlerini, taatlerini kabul edip, günahlarını affedeceğiz.
Bunlar cennetlikler arasındadırlar. Bu, onlara söz verilen gerçek bir vaaddir.
17 – Fakat bir de öyleleri var ki, kendisini imana dâvet eden anne ve babasına:
“Öf be! Yetti artık! Benden önce nice nesiller ölüp de geri dönmediği halde, siz beni mezarımdan dirilip çıkarılmakla mı korkutuyorsunuz!” derken,
onlar: Allah’a sığınıp yalvararak oğullarına:
“Yazık ediyorsun kendine! derler, imana gel, Allah’ın vaadi elbette gerçektir.”
O ise yine de: “Bu âhiret inancı eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diye diretir.
18 – İşte onlar, kendilerinden önce insanlardan ve cinlerden gelmiş geçmiş topluluklar içinde,
haklarında azap hükmü kesinleşmiş olanlardır.
Çünkü onlar hüsrana uğramış kimselerdir.
19 – Herkesin, yaptığı işlere göre dereceleri vardır.
Sonuçta Allah onlara işlerinin karşılığını tam tamına ödeyecek,
onlar asla haksızlığa mâruz kalmayacaklardır.
20 – Gün gelir, kâfirler cehennem ateşinin karşısına tutulurken şöyle denilir:
“Bütün zevklerinizi dünya hayatınızda kullanıp tükettiniz, onlarla safa sürdünüz.
Artık bugün dünyada haksız yere büyüklük taslamanız ve dinden çıkıp fâsıklık etmeniz sebebiyle zelil ve hor eden bir azap ile cezalandırılacaksınız.”
21 – Bir de Âd halkının kardeşleri Hûd’u hatırla.
O Ahkaf’da kavmini uyarmıştı.
Gerçekte ondan önce de, sonra da birçok uyaran peygamberler gelip geçmişti.
O: “Yalnız Allah’a ibadet edin.
Doğrusu ben, sizin başınıza gelecek müthiş bir günün azabından endişe ediyorum.” demişti.
Ahkaf sözlükte “kum tepeleri” anlamına gelir. Özel isim olarak, Arap yarımadasının güney batı kısmı olup bugün meskûn değildir. Uman’dan Yemen’e kadar bu bölgede Âd kavmi yaşamıştı. Burası eski çağlarda yeşillik iken sonradan kuraklığa mâruz kalmış olabilir.
22 – Onlar: “Sen bizi tanrılarımızdan vazgeçirmeye mi geldin!
Haydi, iddianda tutarlı isen, geleceğini bildirerek bizi tehdit ettiğin azabı başımıza getir bakalım!” dediler.
23 – O şöyle cevap verdi:
“Azabın vakti hakkında kesin bilgi Rabbimin nezdindedir.
Ben sadece benimle gönderilen mesajı size duyuruyorum.
Ne var ki sizi cahilce davranan bir toplum buluyorum.”
24-25 – Vaktâ ki, bildirilen azabı, vâdilerine doğru enlemesine yayılarak ilerleyen bir bulut halinde görünce:
“Bu, dediler, bize yağmur getiren bir bulut!”
Hûd: “Hayır, dedi, bu, sizin gelmesi için acele edip durduğunuz şeydir, yani can yakıcı bir azap taşıyan bir rüzgârdır!
Rabbinin izniyle her şeyi devirip yerle bir eden bir kasırgadır.”
Derken hepsi helâk olup sadece meskenleri kaldı.
İşte Biz, suça gömülmüş gürûhu böyle cezalandırırız. [7,65; 11,50; 26,123 vd.]
Burada yalnız canlıları öldürüp binaları tahrip etmeyen ve yirminci yüzyılın son çeyreğinde icad edilen bir bomba çeşidine işaret bulabiliriz.
26 – Gerçekten, Biz onlara, size vermediğimiz imkânlar vermiştik.
Kulaklar, gözler ve gönüller lütfetmiştik kendilerine.
Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine hiçbir fayda vermedi.
Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini bile bile, inatla inkâr ediyorlardı.
Neticede alaya aldıkları o azap kendilerini her taraftan sarıverdi.
27 – (Mekkeliler!) Etrafınızda bulunan birçok şehirleri yerle bir ettik ve yanlış yoldan dönsünler diye âyetlerimizi farklı üsluplarla tekrar tekrar açıkladık!
28 – Kendilerine Allah’ın nezdinde yakınlık sağlasınlar diye Allah’tan başka edindikleri tanrılar, o müşrikleri kurtarsalardı ya!
Bilakis onlar ortalıktan kaybolup kendilerini terk ettiler.
İşte onların sapıtmalarının ve uydurup durdukları iftiralarının neticesi bundan ibarettir.
29 – Hani Biz bir vakit cinlerden bir takımını Kur’ân dinlemeleri için sana göndermiştik.
Kur’ân’ı işitip dinleyecek yere gelince birbirlerine:
“Susun, dinleyin!” dediler.
Okuma tamamlanınca kendi toplumlarına birer uyarıcı olarak döndüler. [12,109; 25,20; 29, 27; 6,130]
Sahâbe ve tabiundan birçok zat, cinlerin Batn-ı Nahle’ye gelip dinledikleri hususunda ittifak ederler. İbn İshak gibi Siyer sahipleri bu hadisenin, Peygamberimiz (a.s.)’ın Taif’ten çok üzgün bir şekilde döndüğü ve bu yerde konakladığı sırada vaki olduğunu bildirirler.
30 – “Ey kavmimiz! dediler, biz Mûsâ’dan sonra gönderilen, kendisinden önceki vahiyleri tasdik eden, gerçeğe ve dosdoğru yola götüren bir kitap dinledik.” [6,115; 9,33]
Cinlerin Hz. Mûsâ (a.s.)’ı ve diğer semâvî kitapları bilip inandıkları anlaşılıyor.
31 – “Ey kavmimiz! Allah yoluna dâvet eden bu elçinin çağrısını kabul ve ona iman edin ki
Allah da sizin günahlarınızı affetsin ve gayet acı bir azaptan sizi kurtarsın.
Muteber rivayetlerden anlaşıldığına göre, 30. âyette zikredilen olaydan sonra cinler, peşpeşe heyetler halinde Hz. Peygamber (a.s.)’ın huzuruna gelmişlerdir. Bu hadisenin en az altı kere vaki olduğu hadislerden anlaşılmaktadır.
32 – Allah’ın elçisine icabet etmeyen kimse bilsin ki,
Allah’ın cezasından asla kaçıp kurtulamaz ve Allah’tan başka hiçbir hâmi ve dost bulamaz.
Onlar besbelli bir sapıklık içindedirler.
33 – O kâfirler şu gerçeği hâla anlamadılar mı ki; gökleri ve yeri yaratan ve yarattıktan sonra hiçbir yorgunluk çekmeyen Allah, ölüleri diriltmeye de, haydi haydi kadirdir!
Evet, O her şeye kadirdir. [50,15.38] {KM, Tekvin 2,3; Çıkış 31,17}
34 – Gün gelecek, kâfirler cehennem ateşine karşı tutulacaklar.
İşte o zaman, kendilerine: “Nasıl, bu ateş doğru değil miymiş?” diye sorulunca:
“Evet, Rabbimize yemin ederiz ki haktır, gerçektir” diyecekler.
Yüce Allah da şöyle buyuracak:
“İnkâr edip durduğunuz için haydi öyleyse tadın bakalım azabı!”
35 – O halde ey Resulüm! O üstün azim sahipleri olan peygamberler nasıl sabrettilerse, sen de öyle sabret.
Onlar hakkında azap gelmesi için acele etme!
Onlar, tehdit edildikleri azabı gördükleri gün, dünyada gündüzün, sadece bir saatinden daha fazla kalmadıklarını düşüneceklerdir.
Bu bir duyurudur. Sözün kısası: “Allah’ın yolundan çıkmış güruhtan başkası helâk edilmez.” [55,46-47; 18,107; 79,46; 10,45; 73,11; 86,17)
47 – MUHAMMED SÛRESİ
Medine’de nâzil olmuştur. 38 âyettir. Sûrenin adı 2. âyetinden gelmektedir. Bu sûre, İslâma düşmanlık eden kâfirlere karşı cihad, savaş, esirler, ganimet ve münâfıkların davranışlarından bahseder.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – İnkâr edip insanları Allah’ın yolundan engelleyenlerin bütün yaptıklarını Allah boşa çıkaracaktır. [25,23]
Allah yolundan çevirmenin çeşitli şekilleri vardır. a-İman etmekten zorla menetmek, b-Müminlere baskı uygulayarak dini anlatmalarını ve dinlerini yaşamalarını engellemek, c-Din ve dindarlar aleyhinde propaganda yaparak onlara karşı güvensizlik telkin etmek, d-Kâfirlerin, çocuklarını küfür üzere yetiştirmek sûretiyle Allah’ın dininden uzak tutmaları.
2 – İman edip güzel ve makbul işler yapanlar ve Rab’leri tarafından gerçeğin ta kendisi olarak Muhammede indirilen vahye iman edenlerin ise günahlarını örtüp, hallerini düzeltir.
Gerçi “İman etme” vasfından sonra ayrıca “Muhammed’e indirilene iman edenler” demeye ihtiyaç yoktur. Zira iman, onun tebliğ ettiği şeylere inanmayı zaten kapsamaktadır. Bundan maksat şunu vurgulamaktır: Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinden sonra, herhangi bir kimsenin, onun getirdiği dinin hükümlerine iman etmeden inançları geçerli değildir. Onun peygamberliğine ve getirdiklerine inanmak şarttır.
3 – Bu böyledir. Çünkü kâfirler batıla uydular. İman edenler ise Rab’leri tarafından gönderilen hakka uydular. İşte Allah insanlara kendi durumlarını böylece beyan eder.
Allah iki tarafın da durumlarını açıkça ortaya koyuyor. Bir taraf batıl üzerinde ısrar ettiğinden işleri geçersiz kılınmıştır. Öbür taraf ise hak yolda sebat ettiğinden, Allah onları kötülüklerden arındırmış, hayat tarzlarını düzeltmiştir.
4 – İmdi kâfirlerle savaşta karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice mağlub edince, bağı sıkı tutun, onları esir alın. Savaş bitince onları ister lütfen karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız.
Durum şu ki: Allah dileseydi, onlardan intikamlarınızı alır, onları cezalandırırdı. Fakat O, sizi birbirinizle denemek için savaşı emrediyor.
Allah yolunda öldürülenler var ya, Allah onların yaptıklarını asla zayi etmeyecek, boşa çıkarmayacaktır. [8,67-68; 3,142; 9,14-15]
5 – Allah onları doğru yola iletir ve onların hallerini düzeltir. [10,9]
6 – Onları, kendilerine tanıtmış olduğu cennetine alır.
7 – Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine destek olursanız,
O da size yardım eder ve savaşta ayaklarınızı kaydırmaz.
8 – O inkârcılara gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarır.
9 – Bu böyledir, zira onlar Allah’ın indirdiği buyruklarını beğenmediler.
Allah da onların bütün iyi ve güzel işlerini boşa çıkardı.
10 – Peki onlar dünyada hiç dolaşmadılar mı ki, daha önce yaşamış nesillerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar: Allah onları yerle bir etti.
Benzeri iş yapan kâfirleri de, benzeri âkıbetler beklemektedir.
11 – Bu böyledir, çünkü iman edenlerin yardımcısı Allah’tır, kâfirlerin ise mevlâları, dostları yoktur.
12 – Muhakkak ki Allah iman edip, makbul ve güzel işler yapanları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir.
Kâfirler ise dünyada zevklerini yaşamak ister, davarlar gibi yerler. İşte onların barınağı ateştir.
Hayvanlar rızkın kim tarafından yaratıldığını, bu nimetler karşılğında kendisinden ne beklendiğini düşünmezler. Çünkü bunlar yükümlü değildirler.
13 – Nice şehirler vardı ki, halkı, seni süren Mekke şehri’nin halkından daha kuvvetli idiler.
İşte Biz, onları imha ettik ve kendilerine yardım edecek kimse çıkmadı.
Müşrikler, Hz. Peygamberi hicrete mecbur etmekle rahata kavuştuklarını sanmışlardı. Oysa bu hareketleri ile kendilerinin felâketlerini hazırlamışlardı.
14 – Rabbi tarafından apaçık bir delile tâbi olan kimse hiç, yaptığı işler kendisine süslenen ve hevâ ve heveslerinin peşinden giden kimse gibi olur mu? [13,19; 59,20]
15 – Allah’a karşı gelmekten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu ise şudur:
Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içerken lezzet veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır.
Onlara orada her türlü meyve ile bir de Rableri tarafından bir mağfiret vardır.
Bu nimetlere erişenler hiç, ateşte devamlı kalıp, kaynar sulardan içirilip bununla bağırsakları lime lime olan kimseler gibi olur mu? [55,52; 2,25; 56,20] {KM, Tekvin 2,11-14; Tesniye 8,7-10}
16 – Onlardan seni dinlemeye gelen de vardır.
Ama ne zaman ki senin yanından çıkarlar, o vakit sana kulak verip meseleleri öğrenenlere:
“Sahi, az önce o, neler söylüyordu?” diye sorarlar.
Bir kısım münafıklar müminler arasında bulunduklarından Hz. Peygamber’e muhatap olup, onlarla beraber onun sözlerini dinliyorlardı. Fakat kalpleri onun mübarek dilinde ifadesini bulan gerçeklerden uzak olduğundan cankulağıyla dinlemiyorlar, dışarı çıkınca “Sahi! demin ne demişti?” diye sorma ihtiyacını duyuyorlardı. Onların hâlet-i rûhiyelerini açığa çıkaran ne mükemmel bir ifade!
İşte Allah onların kalplerini mühürlemiş ve onlar da hevalarına uymuşlardır.
17 – Hidâyeti kabul edenlerin ise Allah hidâyette yakînlerini artırır ve kendilerine haramlardan ve cehennemden korunmayı nasib eder.
18 – Yoksa onlar, kıyametin kendilerine ansızın gelmesini mi gözlüyorlar?
Zaten alâmetleri geldi bile!
Ama kıyamet gelip çattıktan sonra, ibret almaları neye yarar ki! [53,56-57; 54,1; 16,1; 21,1; 89,23; 34,52]
Kur’ân’ın mûcizeli beyanı, Hz. Peygamberin tertemiz hayatı ve eğittiği ashabı ile sürdürdükleri yaşama tarzı ortada iken, hâla iman etmeyen kimsenin beklediği tek şey kıyamettir. Kıyametin başlıca alâmeti, âhir zaman Peygamberinin gelmesidir. Nitekim o, şehadet ve orta parmağını göstererek: “Benimle kıyametin durumu, bunların yakınlığı gibidir” buyurmuştur. Maksat, kendisinden sonra kıyamete kadar başka bir peygamber gelmeyeceğini bildirmektir.
19 – O halde şu gerçeği hiç unutma ki:
Allah’tan başka ilah yoktur.
Sen hem kendi günahından, hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarından ötürü Allah’tan af dile.
Allah, (dünyada) dönüp dolaştığınız yeri de, (âhirette) varıp duracağınız yeri de pek iyi bilir. [6,59-60; 11,6]
İslâm’ın insana kazandırdığı ahlâki faziletlerden biri de şudur: Mümin, ibadet ve cihad görevini yerine getirecek, hizmete devam edecek, fakat asla yaptıklarını gözünde büyütmeyecek, “üzerime düşeni yaptım” diye durumunu yeterli görmeyecektir. Aksine: “Rabbimin benden istediklerini hakkıyla yerine getiremedim. Bilerek veya bilmeyerek hangi ihmallerim oldu?” diye bir şuur kontrolü, bir tevazu ve istiğfar halet-i ruhiyesi taşıyacaktır. Âyet Hz. Peygamber (a.s.)’a bile böyle buyurarak, aslında müminlere ders vermektedir. Bundan ötürüdür ki Hz. Peygamber: “Ben her gün Allah’tan yüz kere mağfiret dilerim” buyurmuştur.
20 – İman edenler: “Keşke savaş hakkında bir sûre indirilseydi?” diyorlar.
Fakat net ve kesin bir sûre indirilip de içinde savaşma emri zikredilince,
kalplerinde hastalık bulunanların,
ölüm sekeratına giren kimsenin bakışı gibi boş gözlerle baktıklarını görürsün.
Korktukları başlarına gelsin! [4,77]
21 – Onlara düşen: İtaat etmek ve tatlı söz söylemektir. İş ciddiye bindiğinde,
Allah’a verdikleri sözde dursalardı, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu.
22 – Demek ki ey münafıklar! Siz işbaşına geçecek olursanız, ülkede fesat çıkaracak, nizamı bozacak, akrabalık bağlarını parçalayacaksınız! (Allah’a verdiği söze bile sadık kalmayan kimsenin, böylesi hakları gözetmesi de beklenemez).
23 – İşte bunlar, Allah’ın lânet edip kulaklarını sağırlaştırdığı, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24 – Öyle olmasa, Kur’ân’ı düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde üst üste kilitler mi var?
25 – Kendilerine doğru yol iyice belli olduktan sonra, gerisin geri dinden çıkanlara muhakkak ki şeytan önce fit vermiş; onları uzun emellere, umutlara düşürmüştür.
26 – Bu böyledir; Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara:
“Biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demişlerdi.
Hâlbuki Allah onların gizledikleri şeyleri hep bilmektedir.
27 – Haydi dünyada birtakım hile ve dolaplar çeviriyorlar, peki melekler, onların yüzlerine, sırtlarına vura vura canlarını aldıkları zaman halleri ne olacak? [8,50; 6,93; 4,97; 40,46]
Bu âyet kabir azabına işaret etmektedir. Zira, burada bildirilen azap, kıyamet günü hesaptan sonra kâfirlerin görecekleri cezadan başka bir cezadır.
28 – Bu böyledir: Çünkü onlar Allah’ın gazabına sebeb olan şeylerin peşine düştüler, O’nu razı edecek şeyleri ise beğenmediler.
Bu yüzden Allah da onların bütün işlerini boşa çıkardı.
29 – Yoksa kalplerinde hastalık (nifak) bulunan münâfıklar Allah’ın, kalplerinde müminlere karşı duydukları kinleri açığa çıkarmayacağını mı zannediyorlar?
30 – Eğer dileseydik onları sana tek tek gösterirdik, sen de onları simalarından tanırdın.
Hatta sen onları ifadelerinden, ses tonlarından kesinlikle tanırsın.
Allah bütün işlerinizi bilir.
31 – Sizi mutlaka imtihan edeceğiz, ta ki içinizden mücahede edenleri, sabır ve sebat gösterenleri tanıyacak ve gösterdiğiniz yararlılıkları imtihan meydanlarında örnek göstereceğiz.
Allah’ın tanıması: İşlere karşılık verilmesine, ceza veya mükâfat verilmesine esas teşkil edecek şekilde, fiilî olarak tanıyıp bilmesi demektir. Yoksa ezelî ilmiyle Allah istikbali bilmektedir.
32 – Kendileri inkâr edip insanları Allah yolundan çevirenler ve doğru yol kendilerine iyice belli olduktan sonra bile, Peygamberin karşısına çıkanlar, Allah’a yani Allah’ın Peygamberine, dinine asla zarar veremezler. Allah onların işlerini heder edecektir.
İşlerinin heder edilmesi iki türlüdür: 1.İyi iş bilerek işledikleri şeylerin karşılığını âhirette göremeyeceklerdir. 2.İslâmı engellemek için sarfettikleri gayretler sonuçsuz kalacaktır.
33 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin de emeklerinizi boşa çıkarmayın.
Küfür, şirk, nifak, ucub, riya gibi hallerle emeklerinizi iptal ettirmeyin.
34 – Kendileri inkâr edip insanları da Allah yolundan çeviren, sonunda da kâfir olarak ölenler var ya, Allah onları asla affetmeyecektir. [4,48]
35 – O halde gevşemeyin de, sizler daha üstün durumda iken, zillet gösterip sulha yalvarmayın.
Allah sizinle beraberdir. O, asla sizin gayretinizi kuvvetten düşürmez, emeklerinizi zayi etmez.
Âyet müslümanların barış istemelerini menetmiyor. Maksat: Müslümanların zayıf, düşmanlarının kuvvetli olduğu anlamına gelen bir barışa yalvarmalarının doğru olmadığı fikrini vermektir.
Müslümanlar her şeyden önce kuvvetlerini ortaya koymalıdırlar. Bundan sonra barış görüşmeleri yapmalarında sakınca yoktur.
36 – Dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir.
Eğer siz iman eder ve haramlardan sakınırsanız, hem size mükâfatlarınızı verir, hem de mallarınızın tamamını istemez.
37 – Eğer onların hepsini isteyip de sizi iyice sıkıştırsaydı cimrilik eder, dayatırdınız. O zaman da, Allah, bütün kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38 – İşte sizler Allah yolunda harcamaya dâvet ediliyorsunuz.
İçinizden bazıları cimrilik ediyor. Her kim cimri davranırsa, ancak kendine cimrilik eder.
Müstağnî, (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) Allah’tır; muhtaç olan ise sizlersiniz.
Şayet imandan ve takvâdan yüz çevirirseniz, O yerinize başka bir millet getirir de, onlar sizin gibi hayırsız, itaatsiz olmazlar.
48 – FETİH SÛRESİ
Medine döneminde nâzil olmuştur. 29 âyettir. Adını, bu sûre-i şerifede bahsedilen ağırlıklı konulardan birinden almıştır. Bu konu, hicrî 6. yılı Zilkade ayında yapılan Hudeybiye anlaşmasıdır. Allah Teâla bu anlaşmayı, birinci âyette “Fethen mubina” (aşikâr zafer) olarak nitelendirmiştir. Bu sûre hicrî 6. yılda nâzil olmuştur. Sûrenin ikinci kısmı münâfıkların davranışlarını, üçüncü kısmı müslümanlara vaad edilen zaferleri, son kısmı ise örnek İslâm cemaatinin başlıca vasıflarını ele alır.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik.
Bu fetih, Hudeybiye anlaşmasıdır. Müslümanların bir kısmı bunun zafer olacağı konusunu iyi anlayamadıkları için Hz. Peygambere: “Ya Resulallah bu zafer midir?” diye sorunca, O yemin ederek zafer olduğunu bildirmişti. Fakat uzun zaman geçmeden, bu konuda kimsenin tereddüdü kalmadı. Abdullah İbn Mes’ud gibi bazı ashabdan, şu söz nakledilmiştir: “Halk Mekkenin fethine zafer diyor, halbuki biz asıl zafer olarak Hudeybiye anlaşmasını kabul ediyoruz.” (Buhari). Tâbiin imamlarından Zührî der ki: “İslâm tarihinde Hudeybiye zaferinden önceki hiçbir fetih, onun kadar büyük değildir. (…) Bundan sonraki iki yıl içinde İslâm’a girenlerin sayısı, o zamana kadar (19 yıl boyunca) müslüman olanlarınkine ulaştı, hatta onu da geçti.” (Buhari Şerhi Fethu’l-Barî; İbn Hişam)
2 – Bu da Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidâyet etmesi.
3 – Ve sana şanlı ve şerefli bir zafer vermesi içindir.
4 – İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Hz. Peygamber (a.s.) Mekke’ye çıkarken ashab korkabilirlerdi. Nitekim münafıklar bu seferi “ölüme gitme” diye düşünmüşlerdi. Yahut antlaşmadan hemen sonra Ebû Cendel gibi bir müslümanın müşriklere teslim edildiği sırada kendilerini tutamayabilirlerdi. Anlaşmayı hazmedemeyip itaatsizlik gösterebilirlerdi. Fakat Allah’ın o müminlerin gönüllerine indirdiği sükûnet sayesinde bağırlarına taş basıp itaatsizlikten geri durdular, imtihanı kazandılar, tehlikeli yolculukları zafere dönüştü.
5 – Bu da, Allah’ın mümin erkekleri ve mümin kadınları içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi, onların günahlarını bağışlaması içindir. Bu, Allah katında büyük bir nailiyettir, büyük bir başarıdır. [3,185]
Kur’ân’da genel ifadeler, kadınları da kapsamına alır. Fakat burada özellikle onların mükâfatları vurgulanmıştır. Zira onlar beylerini, çocuklarını, kardeşlerini o tehlikeli seferden engellemek şöyle dursun aksine teşvik etmişler, mallarını ve çocuklarını, emanetlerini koruma görevini üstlenmişlerdi.
6 – Öte yandan, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması içindir. Kötülük, onların başlarına dönsün! Allah, onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Ne kötü yerdir orası!
7 – Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah hep azîz ve hakîmdir (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
8 – Muhakkak ki: Biz, seni bir şahit, bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ki
9 – Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, ona destek olup saygı gösteresiniz ve Allah’ı da sabah akşam tesbih ve tenzih edesiniz.
10 – Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler.
Allah’ın eli, hepsinin ellerinin üstündedir.
Kim sözünden dönerse, kendi aleyhine olarak döneklik eder.
Ama kim Allah’a verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir. [4,80; 9,111]
Hz. Peygamber (a.s.)’ın Mekke müşriklerine elçi olarak gönderdiği Hz. Osman (r.a)’ın öldürüldüğü haberi gelince, Hz. Peygamber sefere katılan 1400 kadar sahâbîden, ölünceye kadar savaştan kaçmayacaklarına dair biat almıştı. Bu, “Bey’atu’r-rıdvan” adı ile tarihe geçmiştir.
11 – Hudeybiye seferine katılmayıp kaçak durumda geri kalan bedevîler sana gelip: “Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da ondan katılamadık.
Ne olur bizim için Allah’tan af dile” derler.
Onlar aslında, dilleriyle kalplerinde olmayan şeyler söylerler.
De ki: Şimdi hakkınızda Allah bir zarar veya fayda vermek isterse, kim O’na karşı koyup engelleyebilir?
Hayır! İş sizin iddia ettiğiniz gibi değil.
Allah her şeyden haberdar olduğu gibi sizin gazaya katılamayışınızın gerçek sebebinden de haberdardır.
Umre çağrısına, iman etmelerine rağmen katılmayan, Medine civarındaki Eslem, Cüheyne, Gifar, Eşca gibi kabileler olduğu rivayet edilmektedir.
12 – Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine artık geri dönemeyeceklerini düşündünüz.
Bu hayal, gönüllerinizde allanıp pullandı ve yerleşti.
Kötü zanlara düştünüz ve helâki hak etmiş kimseler oldunuz.
13 – Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa bilsin ki Biz kâfirlere alevli ateşler hazırladık.
14 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Dilediğini mağfiret eder, dilediğini cezalandırır.
Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur).
15 – Gazaya katılmayanlar, siz ganimetleri almak için gittiğinizde: “İzin verin, biz de size tâbi olalım” derler.
Böylece Allah’ın hükmünü değiştirmek isterler.
De ki: “Siz bizimle gelemezsiniz, zira Allah Teâla daha önce böyle buyurmuştur”
Bu defa da: “Hayır, diyecekler, siz bizi çekemiyorsunuz”
Bilakis kendileri anlayışları kıt olan, çok az anlayan kimselerdir.
Bu bedevîler Hudeybiye gazasına katılmamışlar, kaçak duruma düşmüşlerdi: Hz. Peygamber (a.s.), Hudeybiye’den hicri 6. yılın Zilhicce ayında döndü ve bu ayın geri kalan kısmı ile (7. yıla ait) muharremin ilk günlerini Medinede geçirdi. Sonra Hayber seferine çıktı. Bu sefere, sadece Hudeybiye gazasına katılanları aldı. Zira Allah Teâla kendisine böyle bildirmişti. Hayber’i fethedip çok ganimetler aldılar. Münafıklar, Hayber’in sonunda menfaat gördükleri için bu savaşa katılmak istediler ama, Allah’ın buyruğu gereğince alınmadılar. Âyet bu hadiseye işaret etmektedir.
16 – O gazaya katılmayıp geri kalan bedevilere de ki:
“Siz yakında çok kuvvetli ve savaşçı bir milletle savaşmaya dâvet edileceksiniz.
Onlar teslim olup boyun eğinceye kadar onlarla savaşacaksınız.
Eğer bu sefer itaat ederseniz Allah sizi pek güzel bir şekilde ödüllendirir.
Ama daha önce yaptığınız gibi arkanızı döner, cihaddan kaçarsanız, O, size gayet acı bir azap verir.”
Bu âyetteki çok güçlü millet Farslar ile Bizanslılar olup onlarla yapılacak savaşlara gaybî işaret edilmektedir. Onlarla boyun eğinceye kadar savaşılır. Âyetteki “yüslimûn” kelime mânasıyla “inkiyad etme, teslim olma” diye tefsir edilir. Eğer çok güçlü milletten Sakif, Hevazin gibi müşrikler kasdedilirse onlar hakkında “İslâm’a girinceye kadar” diye anlaşılır.
17 – Gazaya katılmama konusunda âmâya sorumluluk yok, topala sorumluluk yok, hastaya sorumluluk yoktur.
Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir.
Kim de itaatten yüz çevirirse onu gayet acı şekilde cezalandırır.
18-19 – Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu.
Onların kalplerindeki ihlası bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırdı.
Allah azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Allah Teâla bu ağacın altında biat eden 1400 kadar sahabîden razı olduğunu açıkça bildirmektedir. Bunların imanı o derece kuvvetli ve savaş hazırlığından o kadar uzak idiler ki, hallerine bakan kimse, umre için giydikleri ihramı kefen olarak giydiklerine hükmederdi. Onlardan razı olduğunu bildiren Allah, elbette onların istikballerini de bilerek böyle buyurmuştu. Şia ve Havariç fırkalarının onları dinden dönme ile suçlamaları, sadece kendilerine zarar verir. Söz konusu ağacı ziyaret edenler zuhur edince Hz. Ömer (r.a.)’ın onu kestirdiği nakledilir.
20-21 – Allah size daha başka birçok ganimet vaad etti. Onları ileride alacaksınız. Şimdilik size bunu verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki müminler için Allah’ın teyidine bir delil ve ibret olsun ve sizi dosdoğru yola eriştirsin. Allah size henüz güç yetiremediğiniz ama Kendisinin ilim ve kudretiyle ihata ettiği başka ganimetler de vaad etti. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
Vaad edilen zaferler Hayber ve onu takibeden fetihlerdir. Hudeybiye sırasında müminlerin savaşacak durumdaki bütün erleri Medine’den on beş gün uzakta bulunuyorlardı. Etraftaki birçok düşman kabile bunu fırsat bilip Medine’yi işgal etmeyi düşünebilirlerdi. İçerideki müşrik, Yahudi ve münafık gruplar da onlarla işbirliği yapabilirlerdi. Allah onlara fırsat vermediğini hatırlatıyor.
21. âyetteki fetih, muhtemelen Mekke’nin fethidir. “Sizin şu anda ona gücünüz yetmiyor, fakat Allah onu kuşatmış olup Hudeybiye sürecinin sonucunda ona da nail olacaksınız” denilmiş oluyor.
22 – Eğer o Mekkeli kâfirler sizlerle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçar, sonra da ne kendilerini koruyan, ne de destek olan hiç kimse bulamazlardı.
23 – Allah’ın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.
24 – Mekke vâdisinde size kâfirlere karşı zafer nasib ettikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
25 – İnkârda ısrar edip sizi Mescid-i Haramı ziyaret etmekten ve bekletilmekte olan hediye kurbanlıkları yerine ulaştırmaktan geri çevirenler onlardır.
Eğer orada kendilerini tanımadığınız için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü zor durumda kalacağınız mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, Allah ellerinizi birbirinizden çekmez, savaşmanıza engel olmazdı.
Dilediği kimseleri rahmetine nail etmek için Allah böyle takdir buyurdu. Şayet onlar birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri gayet acı bir cezaya çarptırırdık.
İslâm’a inanmış olup Mekke’den Medine’ye hicret imkânı bulamayan ve Medinedeki müslümanlarca bilinmeyen çok mümin vardı. Kalınan zor durum şu olabilirdi: Meşakkat, diyetin gerekmesi yahut öldürülmelerinden ötürü keffaret, üzüntü, kâfirlerin kınamaları (mümin mümini öldürüyor diye ayıplamaları) müminleri bulup seçme hususunda tam araştırma yapılmaması sebebiyle günaha girme.
Allah Teâlanın gözettiği faydanın diğer boyutu şu idi: Mekke’nin kanlı bir şekilde fethedilmesini istemiyordu. Mekke’yi çevreleyen şartların hazırlanması ile, kendilerinin kanaat getirmesiyle İslâm’a girmelerini istiyordu. Nitekim Hudeybiye’den sonraki iki yıl bu maksada kâfi geldi.
26 – Kâfirlerin kalplerine taassubu, Cahiliye taassup ve tarafgirliğini yerleştirdikleri o sırada, Allah da Resulünün ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi.
Takvâ kelimesini onlara yoldaş etti. Zaten onlar bu söze pek lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Müminlerin onbeş günlük mesafeden gelmelerine rağmen bir gün içinde umre yapıp dönmelerine izin vermeyen müşrikler sırf şu taassupla hareket ediyorlardı: “Eğer Muhammed bu kalabalıkla Mekkede görünürse bütün Arap yarımadasında gururumuz kırılacaktır.”
Allah’ın müminlerin kalplerine verdiği güven duygusu sayesinde onlar hislerine kapılmadılar, soğukkanlı, vakarlı, dürüst davranıp bu sabırlarının mükâfatlarını gördüler.
27 – Allah, Resulünün rüyasını elbette doğru çıkaracaktır. İnşaallah siz kiminiz başını tıraş ettirmiş, kiminiz saçlarını kısaltmış olarak, Mescid-i Harama korkmaksızın tam bir güvenlik içinde gireceksiniz. Ama Allah sizin bilemediğiniz şeyleri bildiğinden ondan önce, yakın bir zafer nasib etti.
Sefere çıkmadan önce Hz. Peygamber, rüyasında ashabı ile güven içinde umre yaparak Mekkeye girdiklerini görmüş ve bunu anlatmıştı. Hudeybiye’den dönerken beklentilerini bulamayınca üzüldüler. Münâfıklar ise şüpheye düşüp bazı imalarda bulunup halkın manevîyatını sarsmaya başladılar. Oysa Peygamberimizin rüyasında “bu yıl” olacağına dair işaret yoktu. Allah Teâla bu âyetle, bu zaferin kesin olarak vuku bulacağını gaybî bir haber olarak bildirmektedir. Bu söz ertesi yıl hicri 7. yılda Zilkade ayında gerçekleşmiş, “Kaza edilen Umre” (Umret’ul-kadâ’) diye tarihe geçmiştir.
28 – Bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidâyet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.
Hudeybiye seferi hakkındaki âyetlerin peşinden Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletini vurgulayan bu âyetin indirilmesinin hikmeti şudur: Anlaşma akdi yazılırken Mekke müşriklerinin ısrarı üzerine “Allah’ın Resûlü” sıfatını Efendimiz silmişti: İşte buna ima ederek Allah Teâla sanki şöyle buyurmaktadır: “Onun Allah’ın Resûlü olduğunda en ufak bir tereddüt yoktur. Bir kısım insanların inanmamaları bu gerçeği değiştirmez. Allah’ın ona şahitlik edip desteklemesi yeter de artar.”
29 – Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alameti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, Tevrattaki sıfatları olup İncîldeki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [5,54] {KM, Vahiy 14,1; Matta 13, 31-32; Markos 4,26-27; Luka 13,18}
Ashabın kâfirlere karşı sert olmaları, onların kâfirlere haşin ve katı davranmaları mânasına gelmeyip imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, dürüst ve düzenli hayatları sebebiyle kâfirlerin onları kolay kolay baş eğdirememeleri, korku vererek sindirememeleri, onları menfaat ve şehvetlerle satın alamayacakları, kolay bir lokma halinde dişleri arasında öğütemeyecekleri mânasına gelir.
Secde izi, maddî alanda görülebilen yuvarlak iz değildir. Müminin Allah’a yönelmesi neticesinde elde ettiği ruh yüceliği, güzel ahlâk, vakar ve takvâ halidir. Öyle ki onları gören insanlar bunu sezerler. Nitekim İmam Malik, Suriyeyi fetheden ashab hakkında oranın Hristiyan halkının şöyle söylediklerini nakleder: “Bunlar, Hz. Îsâ’nın havarîleri hakkında bildiğimiz o yüce meziyetleri ve üstün değerleri taşıyan insanlar”
49 – HUCURÂT SÛRESİ
Medine’de nâzil olmuş olup 18 âyettir. Sûrenin adı, 4. âyette geçen “hucurat” kelimesinden alınmıştır. Hucurat: “odalar, bölmeler” anlamındadır. Bu sûre toplum hayatında müslüman ferdin davranışlarını düzenlemeye dair hükümleri en yoğun tarzda ihtiva etmektedir. Allah’ın dinine, Resulüne, onun yanında konuşma âdabına, şayialara kulak asmamaya, duyulan haberi tahkik etmeye, küskünlerin arasını bulmaya, alay ve hakaret etmemeye, sû-i zandan sakınmaya, gıybetten kaçınmaya, tecessüs etmemeye, gizli halleri araştırmamaya, ırkçılıktan kaçınmaya, ihlasa önem vermeye dair âyetler ihtiva eder.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allaha karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
Mümin, karşı karşıya kaldığı meselelerde Allah’ın ve Elçisinin bir hükmünün bulunup bulunmadığını araştırmak ve ona uymakla yükümlüdür. Diğer taraftan Hz. Peygamberin çağdaşlarının, onunla konuşurken seslerini ayarlamaları, ancak duyuracak kadar bir tonla konuşmaları istenmektedir. Daha sonra gelen müminler ise bu saygıyı onun hadis-i şeriflerine karşı göstermelidirler. Bu saygı hem sükûnetle dinleme, hem de gereklerini uygulama tarzında olmalıdır.
2 – Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir. [24,63]
Hz. Peygamber (a.s.m) Allah katında öyle yüce bir mevkidedir ki ona yapılan bir saygısızlık, küfür sayılıp bütün iyi işleri iptal ettirir. Zira ona gösterilen saygısızlık, kendisini görevlendiren Allah’a râci olur. Halbuki başka birine yapılan saygısızlık hakkında böyle bir hüküm verilmemiştir.
3 – Peygamberin huzurunda seslerini ayarlayanlar var ya, işte Allah, içindeki takvâyı ortaya çıkarmak için onların kalplerini sınamış ve onlar bu imtihanı başarmışlardır. Onlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
4 – Ama seni evinin dışından ünleyenlerin ise ekserisi düşüncesiz, makul davranmayan kimselerdir.
Hz. Peygamberin çevresinde olan ashab, az çok onun hayat programını bilip, kendisini görme işini ona göre ayarlarlardı. Görüşmeyi gerektiren sebep varsa dışarda bekler, seslenip kapı çalmazlardı. Fakat dışardan gelen bedevîler, gece gündüz demeden, ne vakit gelmişlerse, onun eşlerinin odaları önünde dikilip dışarıdan çağırır, o da çıkınca konuşurlardı. Tabiatıyla bu durum onun programını altüst ederdi.
5 – Eğer onlar sen kendilerinin yanına çıkıncaya kadar bekleselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah Gafurdur, Rahimdir.
6 – Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
Peygamberimiz Velid İbn Ukbe adlı sahabîyi Beni Mustalık kabilesine zekât toplamak için gönderdi. Velid’in onlarla daha önce bir hesabı olduğundan, onların kendi aleyhinde oldukları intibaına kapılıp zekât vermediklerini söyledi. Hz. Peygamber ordu toplayıp üzerlerine hücum edeceği sırada tesbitin asılsız olduğu kendisine bildirildi. Bu âyet bunun üzerine nazil oldu. Bu âyete dayanarak hadis ravileri cerh ve ta’dile tâbi tutulmuşlardır. Fakihler her haberin değil, ama nebe’ tarzında önemli haberlerin tahkik edilmesini şart görürler.
Fâsık kelimesi burada, “çizgi dışına çıkmış, itaatsiz, emirleri yerine getirmeyen” anlamındadır.
7-8 – İyi düşünün ki Allah’ın Resulü sizin aranızda bulunmaktadır. Şayet o birçok işte size uysaydı, haliniz yaman olurdu.
Ama Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi; inkârdan, fâsıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi. İşte Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak doğru yolda yürüyenler onlardır. Allah her şeyî hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ifadeden anlaşıldığına göre müminlerin tümü bu hataya düşmemiş, sadece azınlıkta olan bazı kimseler bunu ileri sürmüşlerdir. “Şayet o size uysaydı (..)” hitabı, bütün sahâbeye değil, Beni Mustalık üzerine asker göndermeyi öneren sahabileredir. “Ama Allah size imanı sevdirdi” hitabı geneldir. Bu âyet, görüşlerinde ısrar eden sahabîlerin imandan çıktıklarını değil, hata yaptıklarını gösterir. Allah Teâla hata yapanları şöyle uyarmaktadır: “İmanın gereği, diğer sahâbe gibi Peygambere güvenip onun görüşüne tâbi olmaktır.”
9 – Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun.
Buna rağmen biri öbürüne saldırırsa, bu saldıran tarafla, Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de vuruşun. Döndüğü takdirde aralarını hakkaniyetle düzeltin ve hep âdil olun, çünkü Allah âdil davrananları sever.
10 – Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.
Bu âyet, dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir. Ashabdan Cerir b. Abdullah, Hz. Peygamberin, kendisinden şu üç şeyi yapmak üzere biat istediğini bildirir: “Namaz, zekât ve bütün müslümanların hayrını isteme (nasihat).” “Müslümana kötü söz söylemek fâsıklık, onunla savaşmak küfürdür” (hadis-i şerif). “Müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz. Bir kimse için müslüman kardeşini hakir görmek kadar büyük bir kötülük yoktur.” (hadis-i şerif)
11 – Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne mâlum? Belki alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır.
Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler edenlerden daha hayırlıdır.
Birbirinizi, (daha doğrusu kendilerinizi) karalamayın.
Birbirinize kötü lakaplar takmayın.
İman ettikten sonra insanın adının kötüye çıkması, fâsık damgası yemesi ne fena bir şeydir!
Kim tövbe etmezse işte onlar tam zalim kimselerdir. [104,1; 68,11; 4,29] {KM, Efeslilere 5,3}
12 – Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır.
Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin.
Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı?
İşte bundan hemen tiksindiniz!
Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).
Zannın çeşitleri vardır. Hüsnüzan kısmı makbul olup müminin Allah, Resulü, müminler ve aksine sebep olmadıkça bütün insanlar hakkında beslemesi gerekir. Bazan başka çare kalmayınca zanna dayanarak hüküm verme ihtiyacı olur.
Günah olan kısım ise, insanlar hakkında haksız yere suizan besleyip onlar hakkında iyi tarafa değil de kötü tarafa yorumlar yapmaktır.
Tecessüs, insanların gizli hallerini araştırmak, keza onların gıybetini yapmak da bu âyetle şiddetle yasaklanmıştır. Gizli halleri araştırmak fertlere olduğu gibi devlet yetkililerine de haramdır. “İdareci halkın mahrem ve gizli hallerini araştırırsa onların ahlâkını ve düzenlerini bozar.” (hadis-i şerif).
13 – Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.
Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.
Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır.
Muhakkak ki Allah herşeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.
14 – Bedeviler “iman ettik” dediler. De ki: “Siz iman etmediniz, lâkin “İslâm olduk, size inkıyad ettik” deyiniz.
Zira iman henüz kalblerinize girmiş değildir.
Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah gafûr ve rahîmdir (mağfireti, merhameti ve ihsanı boldur).
Burada genel olarak bedeviler kasdedilmeyip sadece, İslâm’ın kazandığı zaferlerden çıkar sağlamak isteyen birkaç bedevî kabile kasdedilmiştir.
15 – Müminler ancak o kimselerdir ki Allah’ı ve resulünü tasdik eder ve sonra da hiçbir şüpheye düşmezler,
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücahede ederler. İşte imanına bağlı, gerçek müminler bunlardır.
16 – De ki: “Dindarlık derecenizi siz mi Allah’a bildireceksiniz? Allah sanki bunu bilmiyor da sizin iddianıza mı bakacak?
Halbuki Allah bunu bildiği gibi, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Evet, Allah herşeyi hakkıyla bilir.”
17 – İslâm’a girmelerini sana minnet ediyorlar. Onlara de ki: “Müslümanlığınızı bana minnet etmeyin. Asıl size iman yolunu gösteren Allah size minnet eder, eğer iman iddianızda samimi iseniz!”
18 – Muhakkak ki Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Bütün bunları bilen Allah, sizin yaptığınız her şeyi de elbette görür.
50 – KÂF SÛRESİ
Mekkî olup, 45 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve huruf-i mukattaa kabilinden olan Kâf harfinden almıştır. Bu sûre, kainatta bulunan ve Allah Teâlanın üstün kudret ve hikmetine delâlet eden bazı varlıklardan bahseder, bunları yapanın, mahşerde insanları diriltmeye de kadir olduğunu bildirir. Dini yalan sayan bazı eski kavimlerin âkıbetlerini hatırlatır. Cuma, bayram ve bazan sabah namazlarında bu sûrenin Hz. Peygamber (a.s.) tarafından okunduğu nakledilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Kâf. Şanlı şerefli Kur’ân hakkı için.
2-3 – Doğrusu, onlar, kendilerinden birinin, uyarıp irşad etmek için gelmesine şaşırdılar da kâfirler: “Bu, ne tuhaf şey!” dediler, “Biz ölüp de toprak olduktan sonra mı dirileceğiz? Bu, aklın alamayacağı kadar uzak bir ihtimal!” [10,2]
4 – Biz toprağın, onların bedenlerini hücre hücre nasıl çürüttüğünü tafsilatıyla biliriz. Zaten yanımızda herşeyin kayıtlı olduğu şaşmaz bir sicil vardır.
5 – Bilakis onlar, kendi önlerine kadar gelen gerçeği yalan saydılar.
Artık onlar kararsızlık ve perişanlık içindedirler.
6 – Hiç üzerlerindeki göğe bakmazlar mı?
Bakıp da Bizim onu nasıl sağlamca bina ettiğimizi, onda en ufak bir çatlaklık, dengesizlik olmadığını düşünmezler mi? [67,3-4]
Gökyüzü âlemi akıllara durgunluk verecek derecede geniş ve muazzamdır. Dünyamızdan yüzbinlerce defa daha büyük gezegenler uzayda top gibi, saniyede birkaç kilometre hızla yüzerler. Güneş sistemi samanyolu galaksisinin bir köşesine sıkışmış küçük bir yer işgal eder. Oysa daha başka bir milyon kadar galaksi mevcuttur. Bunları yaratıp varlıkta tutan muazzam kudretin ilkin yoktan yarattığı hayatı, ölüm uykusundan sonra diriltmeye gücü yetmez olur mu?
7 – Yeri de döşedik, oraya dengeyi sağlayacak ağır baskılar, sabit ulu dağlar yerleştirdik. Orada, gönüller, gözler açan her çeşit bitkiden çiftler bitirdik. [51,49; 36,36]
8 – Bütün bunları, Allah’a yönelecek her kula Yaradanın kudretini hatırlatması, dersler veren birer basiret nişanesi ve ibret numunesi olması için yaptık.
9-10 – Gökten bereketli bir su indirdik. Onunla bahçeler ve biçilen ekinler, salkım salkım meyveleriyle ulu hurma ağaçları yetiştirdik.
11 – Bütün bunlar kullarımıza rızık vermek içindir.
Hem o su ile ölü toprağa hayat verdik.
İşte ölmüş insanların mezarlarından çıkışı da böyle olacaktır. [40,57; 46,33; 41,39]
12-14 – Onlardan önce Nûh halkı, Ashab-ı Ress, Semûd, Âd, Firavun halkları.
Lût’un hemşehrileri, Ashab-ı Eyke ve Tübba’ halkı da hakkı yalanladılar.
Evet onların hepsi peygamberleri yalancı saydılar da tehdidime müstehak oldular, azaba çarpıldılar.
Arap kaynaklarında Ress adında iki yer bilinmektedir. Biri Necid, diğeri Hicazın kuzeyinde olup birincisi daha meşhurdur.
15 – Biz ilkin yoktan yaratmadan bir âcizlik, becerisizlik mi gösterdik ki bu tekrar yaratmada acze düşelim?
Hayır! Öyle değil, onlar da böyle olmadığını bilirler. Ama yine de onlar bu yeniden yaratılıştan (dirilmeden) şüphe içindedirler. [30,27]
16 – İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığını, neler telkin ettiğini de Biz pek iyi biliriz.
Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız.
17-18 – Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır.
Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın. [82,10-12]
İnsanlar yirminci asırda sesleri ve görüntüleri kaydeden nice aletler geliştirdiler. Bu aletler Allah’ın kâinatta zerrelere yaptırdığı kayıt işlemini tesbit etmeye çalışmaktadırlar. Allah’ın melekleri bu aletlere muhtaç değildirler. İnsanın kendi vücudu ve çevresindeki şeyler, onun bütün yaptıklarını ve konuştuklarını en ince ayrıntıları ile kaydeden bir kamera veya teyp gibidir. Kıyamet günü, kendi kulağı ile dünyada söylediklerini işitecek ve yaptıklarını gözleriyle görecektir. Demek Allah kullarına sırf kendi ilmine göre muamele etmeyecek, bilakis adâletin: iddia, delil, inkâr, şahit, savunma gibi bütün şartlarını yerine getirecektir.
19 – Vakti geldiğinde ölüm sekeratı başlayınca, can çekiştiği sırada insana “İşte denir, senin en çok nefret edip kaçtığın şey!”
20 – Sûra üfürülür kalk borusu çalar. İşte bu da tehdit edilen azabın günüdür.
21 – O gün herkes beraberinde bir muhafız, bir de şahit olarak Yüce Divana gelir.
22 – Allah ona buyurur: “Sen bundan gaflet içindeydin. İşte gözünün önünden perdeyi kaldırdık, şimdi artık gözün pek keskindir!” [19,38; 32,12]
23 – Yanındaki arkadaşı “İşte! der, onun defteri! Her ne yapmışsa, burada yazılı!”
Yanındaki arkadaşı, bazı müfessirlere göre şahit melektir.
24-26 – Allah muhafızla şahide veya cehennem görevlisi iki meleğe: “Atın! buyuracak, atın cehenneme, her nankör, inatçı kâfiri: Hayra mani olan, haddi aşıp azan, şüpheye dalanı!
Allah’ın yanısıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!”
Hayır; bazan mal, bazan iyilik mânasına kullanılır. Burada her ikisi de mümkündür. O şahsın, malından Allah’ın ve kullarının haklarını vermediğini ifade eder. Yahut hayır ve iyilikten, hem kendisini hem de başkalarını engellediği mânasına gelir.
27 – Yanındaki arkadaş: “Ya Rabbî, der, onu ben saptırmadım, kendisi zaten haktan iyice uzak bir sapıklık içinde idi.” [14,22]
Yanındaki arkadaşı şeytan onun cehenneme atılacağını anlayınca böyle diyecektir. Burada siyaktan Allah’ın mahkemesinde bu iki yoldaşın birbirini suçladıkları anlaşılmaktadır. Anlaşılan kâfir insan şeytan arkadaşının kendisini saptırdığını ileri sürünce o, bu cevabı vermektedir.
28,29 – “Çekişmeyin huzurumda! buyurur Allah. Çünkü Ben daha önce gelecek tehlikeyi size bildirmiştim. Benim verdiğim kararlar değiştirilmez. Ben, kullarıma asla zulmetmem!”
30 – O gün cehenneme Biz: “Doldun mu, dedikçe O: “Daha yok mu?” diye iştahını dile getirir. {KM, Süleymanın Meseleleri 30,15-16}
31 – Cennet de takvâ sahiplerine yaklaştırılır.
32-33 – Onlara: “İşte, denilir, buydu size vaad edilen mükâfat. Hakka yönelen, koruması gereken her şeyi koruyan, insanların görmediği yerlerde bile Rahmana hep saygılı olan ve daima Rabbine dönen bir gönül ile gelen herkese bu mükâfat vardır.
“Rahmanı görmediği halde O’na saygı duyan” mânası da mümkündür. “O’nun Rahman olduğunu bilmesine rağmen, rahmetine güvenerek günah işlemedi, O’na saygısızlık etmedi” inceliğini düşündürmesi de mümkündür.
34 – “Haydi selametle girin oraya, bugün artık ebediyet günüdür.”
35 – Orada onlara istedikleri her şey verilir. Nezdimizde bundan da fazlası vardır. [10,26]
36 – Kendilerinden önce Biz öyle nesiller helâk ettik ki onlar, bunlardan daha güçlü kuvvetli idiler. Hakimiyetlerini yaymış, şehir şehir dolaşmış, “emr-i Haktan, ölümden kaçıp kurtulacak bir yer yok mu?” diye her tarafı delik deşik etmişlerdi, ama hep eli boş dönmüşlerdi.
37 – Elbette bunda, içinde bir kalb taşıyan veya zihnini derleyip toplayarak can kulağıyla dinleyen kimseler için alacak bir ders vardır.
38 – Biz gökleri, yeri, ikisinin arasındaki bütün varlıkları altı günde yarattık da Bize en ufak bir yorgunluk dokunmadı. [46,33; 40,57]
39 – O halde sen onların söylediklerine karşı sabret. Gerek güneşin doğuşundan, gerek batışından Ö’nce Rabbine hamd ederek ibadet et.
40 – Geceleyin de, secdelerin peşinden de Ona ibadet et. [17,79]
Secdelerin peşinden yapılan tesbihattan maksat, namazdan sonra yapılan zikir ve tesbihat olabilir. Farzdan sonra kılanan nafile namazlar da olabilir. Hz. Peygamber (a.s.) her namazdan sonra fakirlerin 33’er kere sübhanallah, el-Hamdülillah ve Allah’u ekber zikrine devam etmekle zenginlerin Allah yolunda harcamalarla elde ettikleri yüksek dereceleri kazanacaklarını bildirmiştir.
41 – Münâdînin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver.
42 – Bütün insanların o sayhayı kesin ve gerçek olarak işitecekleri güne kulak ver. İşte o gün mezarlarından kalkış günüdür.
43 – Muhakkak ki hayatı veren de, hayatı alıp öldüren de Biziz.
Evet, herkes Bizim huzurumuza dönecektir.
44 – Yerin yarılıp kendilerinin büyük bir hızla mahşer meydanına koşacakları gün, mutlaka gelecektir. Bu diriltip mahşerde toplama Bize göre çok kolaydır. [54,50; 31,28]
45 – Biz onların aykırı iddialarını pek iyi biliyoruz, ama sen onları kuvvet kullanarak imana getirecek bir zorba değilsin. Sen sadece uyaran bir elçisin.
Senin yapacağın iş, sadece tehdidimden endişe edecek kimseleri Kur’ân ile irşad etmektir. [13,40; 88,21-22; 2,272]
51 – ZÂRİYÂT SÛRESİ
Mekke’de nâzil olmuştur. 60 âyettir. Adını ilk âyetinde geçen kelimeden almıştır. Bu sûre-i şerife kâinatta cereyan eden bazı muazzam işlere veya onlara müvekkel kılınan melaikeye dikkat çekip, kasem ederek başlar. Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekkelilerden birçoğunun dini yalanladıklarını, onların dünya ve âhiretteki akıbetlerini, diğer taraftan müminlerin istikbalini, daha sonra Allah’ın kudret, hikmet ve birliğine dair bazı delilleri, bazı resûllerin kısa kıssalarını ele alır, cin ve insin yaratılışının esas maksadının kulluk olduğunu bildirerek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – O tozutup savuran (rüzgârlara)
2 – Yağmur yüklenen bulutlara,
3 – Kolayca akıp giden (yıldızlar, bulutlar vb) şeylere,
4 – Emirleri, rızıkları, yağmurları vb. şeyleri taksim eden meleklere yemin ederim ki:
5 – Size vaad olunan diriliş elbette gerçektir.
6 – İşlerin karşılığı da mutlaka alınacaktır.
7-8 – Yollarla, yörüngelerle dolu gök hakkı için! Siz tam bir çelişki içindesiniz.
9 – Oysa bu dâvetten, ancak aklı çarpılmış olan kimse çevrilip vazgeçebilir.
Dünyadaki insanların farklı inançlarından bahsederken gök yüzünün çeşitli yollarına ve yörüngelerine yemin edilmesi, bir benzetme yapma gayesine de yönelik olabilir. Yani gökte yıldız kümeleri ve bulutlar nasıl farklı farklı ise, siz yerdeki insanlar da çeşit çeşit inançlara sahipsiniz. Demek ki insanlara gerçeği bildiren vahyin gelmesi mutlaka gereklidir.
En ufak zerreden en büyük güneşlere kadar her şeyin nizama bağlı olduğu bir kâinatta, insan gibi bir varlığın nizamsız kalması nasıl mümkün olabilir? Her şey birçok gayeye göre yaratılmışken insan gibi mükemmel varlığın gayesiz, başıboş kalması nasıl mümkün olabilir?
Burada şöyle bir incelik vardır: Âhireti inkâr edenler “çürüyüp, toz toprak olacağız, zerrelerimiz havada uçuşacak bundan sonra bedenimiz nasıl olur da birleşebilir?” diyorlardı. Oysa dünyadaki sular güneşin ısısıyla buharlaşarak zerreler halinde bir araya gelip sıkışmış bulutlar oluşturmakta sonra yeryüzüne damlalar halinde geri dönmektedirler. Her gün bunları gerçekleştiren ilahî kudretin insanların vücutlarının dağılmış zerrelerini hava, su ve toprağın içinden toplayıp bir araya getiremeyeceği iddia edilebilir mi? Toz zerreleri, su buharları ve yağmur bulutlarından bahseden ilk üç âyet, buna işaret eder gibidir.
10-12 – O kahrolası yalancılar sarhoşluk ve cehalet içinde ne yaptıklarını bilmeden atıp tutarlar. Bir de alay ederek: “Ne zaman o hesap günü?” diye sorarlar.
13 – O gün, onların ateşin üzerinde fokurdayacakları gündür!
14 – Onlara: “Tadın bakalım fitnenizi, tadın dünyada kaynattığınız fitne ateşinin neticesini! İşte gelmesi için can attığınız azap!” denilir.
15 – Ama müttakiler bahçelerde, pınar başlarındadırlar.
16 – Rablerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada iyi davranan kimselerdi.
17 – Geceleri pek az uyurlardı.
18 – Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.
19 – Mallarında isteyenlerin ve yoksulların hakkını ayırırlardı.
20-Yeryüzünde kesin inanmak isteyenler için birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.