Kerim Öztürk-24.Cüz
24.CÜZ-LATİNCE
39-ZÜMER SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
32. Fe men azlemü mimmen kezebe alellahi ve kezzebe bis sıdkı iz caeh e leyse fı cehenneme mesvel lil kafirın
33. Vellezı cae bis sıdkı ve saddeka bihı ülaike hümül müttekun
34. Lehüm ma yeşaune ınde rabbihim zalike cezalü muhsinın
35. Li yükeffirallahü anhüm esveellezı amilu ve yecziyehüm ecrahüm bi ahsenillezı kanu ya’melun
36. E leysellahü bi kafin abdeh ve yühavvifuneke billezıne min dunih ve mey yudlilillahü fema lehu min had
37. Ve mey yehdillahü fema lehu mim müdıll e leysellahü bi azızin zintikam
38. Ve lein seeltehüm men halekas semavati vel erda le yekulünnellah kul eferaeytüm ma ted’une min dunillahi in eradeniyellahü bi durrin hel hünne kaşifatü durrihı ev eradenı bi rahmetin hel hünne mümsikatü rahmetih kul hasbiyellah aleyhi yetevekkelül mütevekkilun
39. Kul ya kavmı’melu ala mekanetiküm innı amil fe sevfe ta’lemun
40. Mey ye’tıhi azabüy yuhzıhi ve yehıllü aleyhi azabüm mükıym
41. İnna enzelna aleykel kitabe lin nasi bil hakk fe menihteda fe li nefsih ve men dalle fe innema yedıllü aleyha ve ma ente aleyhim bi vekıl
42. Allahü yeteveffel enfüse hıyne mevtiha velletı lem temüt fı menamiha fe yümsikülletı kada aleyhel mevte ve yürsilül uhra ila ecelim müsemma inne fı zalike le ayatil li kavmiy yetefekkerun
43. Emittehazu min dunillahi şüfea’ kul e ve lev kanu la yemlikune şey’ev ve la ya’kılun
44. Kul lillahiş şefaatü cemıa lehu mülküs semavati vel ard sümme ileyhi türceun
45. Ve iza zükirallahü vahdehüşmeezzet kulubüllezıne la yü’minune bil ahırah ve iza zükirallezıne min dunihı izahüm yestebşirun
46. Külillahümme fatıras semavati vel erdı alimel ğaybi veş şehadeti ente tahkümü beyne ıbadike fıma kanu fıhi yahtelifun
47. Ve lev enne lillezıne zalemu ma fil erdı cemıav ve mislehu meahu leftedev bihı min suil azabi yevmel kıyameh ve beda lehüm minellahi ma lem yekunu yahtesibun
48. Ve beda lehüm seyyiatü ma kesebu ve haka bihim ma kanu bihı yestehziun
49. Fe iza messel insane durrun deana sümme iza havvelnahü nı’metem minna kale innema utıtühu ala ılm bel hiye fitnetüv ve lakinne ekserahüm la ya’lemun
50. Kad kalehellezıne min kablihim fe ma ağna anhüm ma kanu yeksibun
51. Fe esabehüm seyyiatü ma kesebu vellezıne zalemu min haülai seyüsıybühüm seyyiatü ma kesebu ve mahüm bi mu’cizın
52. E ve lem ya’lemu ennellahe yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdir önne fı zalike le ayatil li kavmiy yü’minun
53. Kul ya ıbadiyellezıne esrafu ala enfüsihim la taknetu mir rahmetillah innellahe yağfiruz zünube cemıa innehu hüvel ğafurur rahıym
54. Ve enıbu ila rabbiküm ve eslimu lehu min kabli ey yetiyekümül azabü sümme la tünsarun
55. Vettebiu ahsene ma ünzile ileyküm mir rabbiküm min kabli ey ye’tiyekümül azabü bağtetev ve entüm la teş’urun
56. En tekule nefsüy ya hasrata ala ma ferrattü fı cembillahi ve in küntü le mines sahırın
57. Ev tekule lev ennellahe hedani leküntü minel müttekıyn
58. Ev tekule hıyne teral azabe lev enne lı kerraten fe ekune minel muhsinın
59. Bela kad caetke ayatı fe kezzebte biha vestekberte ve künte minel kafirın
60. Ve yevmel kıyameti terallezıne kezebu alellahi vücuhühüm müsveddeh e leyse fı cehenneme mesvel lil mütekebbirın
61. Ve yüneccillahüllezınettekav bi mefazetihim la yemessühümüs suü ve la hüm yahzenun
62. Allahü haliku külli şey’iv ve hüve ala külli şey’iv vekıl
63. Lehu mekalıdüs semavati vel ard vellezıne keferu bi ayatillahi ülaike hümül hasirun
64. Kul e fe ğayrallahi te’mürunnı a’büdü eyyühel cahilun
65. Ve le kad uhıye ileyke ve ilellezıne min kablik lein eşrakte le yahbetanne amelüke ve le tekunenne minel hasirın
66. Belillahe fa’büd ve küm mineş şakirın
67. Ve ma kaderullahe hakka kadrihı vel erdu cemıan kabdatühu yevmel kıyameti ves semavatü matviyyatüm bi yemınih sübhünehu ve teala amma yüşrikun
68. Ve nüfiha fis suri fe saıka men fis semavati ve men fil erdı illa men şaellah sümme nüfiha fıhi uhra fe izahüm kıyamüy yenzurun
69. Ve eşrakatil erdu bi nuri rabbiha ve vüdıal kitabü ve cıe bin nebiyyıne veş şühedai ve kudiye beynehüm bil hakkı ve hüm la yuzlemun
70. Ve vüffiyet küllü nefsim ma amilet ve hüve a’lemü bima yef’alun
71. Vesıkallezıne keferu ila cehenneme zümera hatta iza cauha fütihat ebvabüha ve kale lehüm hazenetüha e lem ye’tiküm rusülüm minküm yetlune aleyküm ayati rabbiküm ve yünziruneküm likae yemiküm haza kalu bela velakin hakkat kelimetül azabi alel kafirın
72. Kıyledhulu ebvabe cehenneme halidıne fıha fe bi’se mesvel mütekebbirın
73. Vesıkallezınet tekav rabbehüm ilel cenneti zümera hatta iza cauha ve fütihat ebvabüha ve kale lehüm hazenetüha selamün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidın
74. Ve kalül hamdü lillahillezı sadekana va’dehu ve evrasenel erda netebevveü minel cenneti hayüs neşa’ fe nı’me ecrul amilın
75. Ve teral melaikete haffıne min havlil arşi yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve kudıye beynehüm bil hakkı ve kıylel hamdü lillahi rabbil alemın
40-MÜMİN SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ha mım
2. Tenzılül ktabi minellahil azızil alım
3. Ğafiriz zembi ve kabilit tevbi şedıdil ıkabi zit tavl la ilahe illa hu ileyhil mesıyr
4. Ma yücadilü fi ayatillahi illellezıne keferu fe la yağrurke tekallübühüm fil bilad
5. Kezzebet kablehüm kavmü nuhıv vel ahzabü mim ba’dihim ve hemmet küllü ümmetim bi rasulihim li ye’huzuhü ve cadelu bil batılı li yüdhüdu bihil hakka fe ehaztühüm fe keyfe kane ıkab
6. Ve kezalike hakkat kelimetü rabbike alellezıne keferu ennehüm ashabün nar
7. Ellezıne yahmilunel arşe ve men havlehu yüsebbihune bi hamdi rabbihim ve yü’minune bihı ve yestağfirune lillezıne amenu rabbena vesı’te külle şey’ir rahmetev ve ılmen fağfir lillezıne tabu vettebeu sebıleke vekıhim azabel cehıym
8. Rabbena ve edhılhüm cennati adninilletı veadtehüm ve men salehü min abaihim ve ezvacihim ve zürriyyatihim inneke entel azızül hakım
9. Vekıhimüs seyyiat ve men tekıs seyyiati yevmeizin fe kad rahımteh ve zalike hüvel fevzül azıym
10. İnnellezıne keferu yünadevne le maktüllahi ekberu mim maktiküm enfüseküm iz tüd’avne ilel imani fe tekfürun
11. Kalu rabbena emettenesneteyni ve ahyeytenesneteyni fa’terafna bi zünubina fe hel ila hurucim min sebıl
12. Zaliküm bi ennehu iza düıyellahü vahdehu kefartüm ve iy yüşrük bihı tü’minu fel hukmü lillahül aliyyil kebır
13. Hüvellezı yürıküm ayatihı ve yünezzilü leküm mines semai rizka ve ma yetezekkeru illa mey yünıb
14. Fed’ullahe mhlisıyne lehüd dıne ve lev kerihel kafirun
15. Rafıud deracati zül arş yülkır ruha min emrihı ala mey yeşaü min ıbadihı li yünzira yevmet telak
16. Yevme hüm barizun la yahfa alellahi minhüm şey’ li menil mülkül yevm lillahil vahıdil kahhar
17. Elyevme tücza küllü mefsim bima kesebet La zulmel yevm innellahe serıul hısab
18. Ve enzihüm yevmel azifeti izil kulubü ledel hanaciri kazımın ma liz zalimıne min hamımiv ve la şefııy yüta’
19. Ya’lemü hainetel a’yüni ve ma tuhfis sudur
20. Vallahü yakdıy bil hakk vellezıne yed’une min dunihı la yakdune bi şey’ innellahe hüves semıul besıyr
21. E ve lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne kanu min kablihim kanu hüm eşedde minhüm kuvvetev ve asaran fil erdı fe ehazehümüllahü bi zünubihim ve ma kane lehüm minellahi miv vak
22. Zalike bi ennehüm kanet te’tıhim rusülühüm bil beyyinati fe keferu fe ehazehümüllah innehu kaviyyün şedıdül ıkab
23. Ve le kad erselna musa bi ayatina ve sültanim mübın
24. İla fir’avne ve hamane ve karune fe kalu sahırun kezzab
25. Fe lemma caehüm bil hakkı min ındina kaluktülu ebnaellezıne amenu meahu vestahyu nisaehüm ve ma keydül kafirıne illa fı dalal
26. Ve kale fir’avnü zerunı aktül musa vel yed’u rabbeh innı ehafü ey yübeddile dıneküm ev ey yuzhira fil erdıl fesad
27. Ve kale musa innı ustü bi rabbı ve rabbiküm min külli mütekebbiril la yü’minü bi yevmil hısab
28. Ve kale racülüm mü’minüm min ali fir’avne yektümü ımanehu etaktülune racülen ey yekule rabbiyellahü ve kad caeküm bil beyyinati mir rabbiküm ve iy yekü sadikay yüsıbküm ba’dullezı yeıdüküm innellahe la yehdı men hüve müsrifün kezzab
29. Ya kavmi lekümül mülkül yevme zahirıne fil erdı fe mey yensuruna mim be’sillahi in caena kale fir’avnü ma ürıküm illa ma era ve ma ehdıküm illa sebıler raşad
30. Ve kalellezı amene ya kavmi innı ehafü aleyküm misle yevmil ahzab
31. Misle de’bi kavmi nuhıv ve adiv ve semude vellezıne mim ba’dihim ve mellahü yürıdü zulmel lil ıbad
32. Ve ya kavmi innı ehafü aleyküm yevmet tenad
33. Yevme tüvellune müdbirın ma leküm minellahi min asım ve mey yudlilillahü fe ma lehu min had
34. Ve le kad caeküm yusüfü min kablü bil beyyinati fe ma ziltüm fı şekkim mimma caeküm bih hatta iza heleke kultüm ley yeb’asellahü mim ba’dihı rasula kezalike yüdıllüllahü men hüve müsrifüm mürtab
35. Ellezıne yücadilune fi ayatillahi bi ğayri sültanin etahüm kebüra makten ındellahi ve ındellezıne amenu kezalike yatbeullahü ala külli kalbi mütekebbirin cebbar
36. Ve kale fir’avnü ya hamanübni lı sarhal le allı eblüğul esbab
37. Esbabes semavati fe attalia ila ilahi müsa ve innı le ezunnühu kaziba ve kezalike züyyine li fir’avne suü amelihı ve sudde anis sebıl ve ma keydü fir’avne illa fı tebab
38. Ve kalellezı amene ya kavmit tebiuni ehdiküm sebıler raşad
39. Ya kavmi innema hazihil hayatüd dünya meta’uv ve innel ahırate hiye darul karar
40. Men amile seyyieten fe la yücza illa misleha ve men amile salihüm min zekerin ev ünsa ve hüve mü’minün fe ülaike yedhulunel cennete yürzekune fıha bi ğayri hısab
41. Ve ya kavmi malı ed’uküm ilen necati ve ted’unenı ilen nar
42. Ted’unenı li ekfüra billahi ve üşrike bihı ma leyse lı bihı ılmüv ve ene ed’uküm ilel azızil ğaffar
43. La cerame ennema ted’unenı ileyhi leyse lehu da’vetün fid dünya ve la fil ahırati ve enne meraddena ilellahi ve ennel müsrifıne hüm ashabün nar
44. Fe setezkürune ma ekulü leküm ve üfevvidu emrı ilellah innellahe basıyrum bil ıbad
45. Fe vekahüllahü seyyiati ma mekeru ve haka bi ali fir’avne suül azab
46. Ennaru yu’radune aleyha ğudüvvev ve aşiyya ve yevme tekumüs saatü edhılu ale fir’avne eşeddel azab
47. Ve iz yetehaccune fin nari fe yekulud duafaü lillezınestekberu inna künnü leküm tebean fe hel entüm muğnune anna nasıybem minen nar
48. Kalellezı nestekberu inna küllün fıha innellahe kad hakeme beynel ıbad
49. Ve kalellezıne fin nari li hazeneti cehennemed’u rabbeküm yühaffif anna yevmem minel azab
50. Kalu eve lem tekü te’tıküm rusülüküm bil beyyinat kalu bela kalu fed’ ve ma düaül kafirıne illa fı dalal
51. İnna henensuru rusülena vellezıne amenu fil hayatid dünya ve yevme yekulül eşhad
52. Yevme la yenfeuz zalimıne ma’ziratühüm ve lehümül la’netü ve hehüm suüd dar
53. Ve le kad ateyna musel hüda ve evrasna benı israilel kitab
54. Hüdev ve zikra li ülil elbab
55. Fasbir inne va’dellahi hakkuv vestağfir li zembike ve sebbıh bi hamdi rabbike bil aşiyyi vel ibkar
56. İnnellezıne yücadilune fı ayatillahi bi ğayri sültanin etahüm in fı sudurihim illa kibrum ma hüm bi baligıyh festeız billah innehu hüves semıul besıyr
57. Le halkus semavati vel erdı ekberu min halkın nasi ve lakinne ekserannasi la ya’lemun
58. Ve ma yestevil a’ma vel besıyru vellezıne amenu ve amilus salihati ve lel müsi’ kalılem ma tetezekkerun
59. İnnes saate le atiyetül la raybe fıha ve lakinne ekseran nasi la yü’minun
60. Ve kale rabbükümüd’unı estecib leküm innellezıne yestekbirune an ıbatetı seyedhulune cehenneme dahırın
61. Allahüllezı ceale lekümül leyle li teskünu fıhi ven nehara mübsıra innellahe le zu fadlin alen nasi ve lakinne ekseran nasi la yeşkürun
62. Zalikümüllahü rabbüküm haliku külli şey’ la ilahe illa hüve fe enna tü’fekun
63. Kezalike yü’feküllezıne kanu bi ayatillahi yechadun
64. Allahüllezı ceale lekümül erda kararav ves semae binaev ve savveraküm fe ahsene suveraküm ve razekaküm minet tayyibat zalikümüllahü rabbükam fe tebarakellahü rabbül alemın
65. Hüvel hayyü la ilahe illa hüve fed’uhü muhlisıyne lehüd dın elhamdü lillahi rabbil alemın
66. Kul innı nühıtü en a’büdellezıne ted’une min dunillahi lemma caeniyel beyyinatü mir rabbı ve ümirtü en üslime li rabbil alemın
67. Hüvellezı halekaküm min türabin sümme min nutfetin sümme min alekatin sümme yuhricüküm tıflen sümme li teblüğu eşüddeküm sümme li tekunu şüyuha ve minküm mey yüteveffa min kablü ve li teblüğu ecelem müsemmev ve lealleküm ta’kılun
68. Hüvellezı yuhyi ve yümıt fe iza kada emran fe innema yekulü lehu kün fe yekun
69. E lem tera ilellezıne yücadilune fı ayatillah enna yusrafun
70. Ellezıne kezzebu bil kitabi ve bima erselna bihı rusülena fe sevfe ya’lemun
71. İzil ağlalü fı a’nakıhim ves selasil yüshabun
72. Fil hamımi sümme fin nari yüscerun
73. Sümme kıyle lehüm eyne ma küntüm tüşrikun
74. Min dunillah kalu dallu anna bel lem nekün ned’u min kablü şey’a kezalike yüdıllüllahül kafirın
75. Zaliküm bima küntüm tefrahune fil erdı bi ğayril hakkı ve bima küntüm temrahun
76. Üdhulu ebvabe cehenneme halidıne fıha fe bi’se mesvel mütekebbirın
77. Fasbir inne va’dellahi hakk fe imma nüriyenneke ba’dallezı neıdühüm ev neteveffeyenneke fe ileyna yürceun
78. Ve le kad erselna rusülem min kablike minhüm men kasasna aleyke ve minhüm mel lem naksus aleyk ve ma kane li rasulin ey ye’tiye bi ayetin illa bi iznillah fe iza cae emrallahi kudiye bil hakkı ve hasira hünalikel mübtılun
79. Allahüllezı ceale lekümül en’ame li terkebu minha ve minha te’külun
80. Ve leküm fiha menafiu ve li teblüğu aleyha haceten fı suduriküm ve aleyha ve alel fülki tuhmelun
81. Ve yürıküm ayatihı fe eyye ayatillahi tünkirun
82. E fe lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim kanu eksera minhüm ve eşedde kuvvetev ve asaran fil erdı fe ma ağna anhüm ma kanu yeksibun
83. Felemma caethüm rusülühüm bil beyyinati ferihu bima ındehüm minel ılmi ve haka biham ma kanu bihı yestehziun
84. Felemma raev be’sena kalu amenna billahi vahdehu ve kefarna bima künna bihı müşrikın
85. Fe lem yekü yenfeuhüm ımanühüm lemma raev be’sena sünnetellahiletı kad halet fı ıbadih ve hasira hünalikel kafirun
41-FUSSİLET SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Ha mım
2. Tenzılüm miner rahmanir rahıym
3. Kitabün fussılet ayatühu kur’anen arabiyyel li kavmiy ya’lemun
4. Beşırav ve nezıra fe a’rada ekseruhüm fe hüm la yesmeun
5. Ve kalu kulubüna fı ekinnetim mimma ted’una ileyhi ve fı azanina vakruv ve mim beynina ve beynike hıcabün fa’mel innena amilun
6. Kul innema ene beşerum mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıdün festekıymu ileyhi vestağfiruh ve veylül lil müşrikın
7. Ellezıne la yü’tunez zekate ve hüm bil ahırati hüm kafirun
8. İnnellezıne amenu ve amilus salihati lehüm ecrun ğayru memnun
9. Kul e inneküm le tekfürune billezı halekal erda fı yevmeyni ve tec’alune lehu endada zalike rabbül alemın
10. Ve ceale fıha ravasiye min fevkıha ve barake fıha ve kaddera fıha akvateha fı erbeati eyyam sevael lis sailın
11. Sümmesteva iles semai ve hiye dühanün fe kale leha ve lil erdı’tiya tav’an ev kerha kaleta eteyna taiıyn
12. Fe kadahünne seb’a semavatin fı yevmeyni ve evha fı külli semain emraha ve zeyyennes semaed dünya bi mesabıha ve hıfza zalike takdırul azızil alım
13. Fe in a’radu fe kul enzertüküm saıkatem misle saıkati adiv ve semud
14. İz caethümür rusülü mim beyni iydıhim ve min halfihim ella ta’büdu illellah kalu lev şae rabbüna le enzele melaiketen fe inna bima ürsiltüm bihı kafirun
15. Fe emma adün festekberu fil erdı bi ğayril hakkı ve kalu men eşeddü minna kuvveh e ve lem yerav ennellahellezı halekahüm hüve eşeddü minhüm kuvveh kanu bi ayatina yechadun
16. Fe erselna aleyhim rıhan sarsaran fı eyyamin nehısatil li nüzıkahüm azabel hızyi fil hayatid dünya ve leazabül ahırati ahza ve hüm la yünsarun
17. Ve emma semudü fe hedeynahüm saıkatül azabil huni bima kanu yeksibun
18. Ve necceynellezıne amenu ve kanu yettekun
19. Ve yevme yuhşeru a’daüllahi ilen nari fe hüm yuzeun
20. Hatta iza ma cauha şehide aleyhim sem’uhüm ve ebsaruhüm ve cüludühüm bima kanu ya’melun
21. Ve kalu li cühudihim lime şehidtüm aleyna kalu entaknellahüllezı entaka külle şey’iv ve hüve halekaküm evvele merrativ ve ileyhi türceun
22. Ve ma küntüm testetirune ey yeşhede aleyküm sem’uküm ve la ebsaruküm ve la cüludüküm ve lakin zanentüm ennellahe la ya’lemü kesıram mimma ta’melun
23. Ve zaliküm zannükümüllezı zanentüm bi rabbiküm erdaküm fe asbahtüm minel hasirın
24. Fe iy yasbiru fen naru mesvel lehüm ve iy yesta’tibu femahüm minel mu’tebın
25. Ve kayyadna lehüm kuranae fezeyyenu lehüm ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve hakka aleyhimül kavlü fı ümemin kad halet min kablihim minel cinni vel ins innehüm kanu hasirın
26. Ve kalellezıne keferu la tesmeu li hazel kur’ani velğav fıhi lealleküm tağlibun
27. Fe lenüzıkannellezıne keferu azaben şedıdev ve lenecziyennehüm esveellezı kanu ya’melun
28. Zalike cezaü a’daillahin nar lehüm fıha darul huld cezaem bima kanu bi ayatina yechadun
29. Ve kalellezıne keferu rabbena erinellezeyni edallana minel cinni vel insi nec’alhüma tahte akdamina li yekuna minel esfelın
30. İnnellezıne kalu rabbünellahü sümmestekamu tetenezzelü aleyhimül melaiketü ella tehafu ve la tehzenu ve ebşiru bil cennetilletı küntüm tuadun
31. Nahnü evliyaüküm fil hayatid dünya ve fil ahırah ve leküm fıha ma teştehı enfüsüküm ve leküm fıha ma teddeun
32. Nüzülem min ğafurir rahıym
33. Ve men ahsenü kavlem mimmen dea ilellahi ve amile salihav ve kale innenı minel müslimın
34. Ve la testevil hasenetü ve les seyyieh idfa’ billetı hiye ahsenü fe izellezı beyneke ve beynehu adavetün keennehu veliyyün hamım
35. Ve ma yülekkaha illellezıne saberu ve ma yülekkaha illa zu hazzın azıym
36. Ve imma yenzeğanneke mineş şeytani nezğun festeız billah innehu hüves semıul alım
37. Ve min ayatihil leylü ven neharu veş şemsü vel kamer la tescüdu liş şemsi ve la lil kameri vescüdu lillahillezı halekahünne in küntüm iyyahü ta’büdun
38. Fe inistekberu fellezıne ınde rabbike yüsebbihune lehu bil leyli ven nehari ve hüm la yes’emun (37. Ayet secde ayetidir.)
39. Ve min ayatihı enneke teral erda haşiaten fe iza enzelna aleyhel maehtezzet ve rabet innellezı ahyaha le muhyil mevta innehu ala külli şey’in kadır
40. İnnellezıne yülhıdune fı ayatina la yahfevne aleyna e fe mey yülka fin nari hayrun em mey ye’ti aminey yevmel kıyameh ı’melu ma şi’tüm innehu bima ta’melune basıyr
41. İnnellezıne keferu biz zikri lemma caehüm ve innehu le kitabün azız
42. La ye’tıhil batılü mim beyni yedeyhi ve la min halfih tenzılüm min hakımin hamıd
43. Ma yükalü leke illa ma kad kıyle lir rusüli min kablik inne rabbeke lezu mağfirativ ve zu ıkabin elim
44. Ve lev cealnahü kur’anen a’cemiyyüv ve arabiyy kul hüve lillezıne amenu hüdev ve şifa’ vellezıne la yü’minune fı azanihim vakruv ve hüve aleyhim ama ülaike yünadevne mim mekanim beıyd
45. Ve le kad ateyna musel kitabe fahtülife fıh ve lev la kelimetün sebekat mir rabbike le kudıye beynehüm ve innehüm lefı şekkim minhü mürıb
46. Men amile salihan fe li nefsihı ve men esae fe aleyha ve ma rabbüke bi zallamil lil abıd
24.CÜZ-MEAL
39-ZÜMER SURESİ
32 – Uydurduğu yalanı Allah’a mâl eden,
yahut yanına kadar gelen gerçeği yalan sayan kimseden
daha zalim biri olabilir mi?
Kâfirler için cehennemde yer mi yok?
33 – Ama, hak ve gerçeği getiren ve onu tasdik edenler var ya,
işte her türlü fenalıktan korunanlar onlardır.
34 – Âhirette Rab’leri nezdinde onlara istedikleri her şey vardır.
İşte iyiliği huy edinenlerin mükâfatı budur.
35 – Böylece Allah onların yaptıkları en kötü işi bile affeder
ve yaptıkları makbul işlerin karşılığını en güzel şekilde verir. [46,16]
36 – Allah kuluna kafi değil midir?
Kalkmışlar da seni O’nun altında birtakım başka şeylerle korkutmaya çalışıyorlar.
Allah kimi şaşırtırsa artık onu yola getiren olamaz.
Müşrikler müminleri “Tanrılarımıza ilişmeyin, yoksa onlar sizi çarpar” diye korkutmaya çalışıyorlardı. Hz. Peygamber Halid b. Velid’i, Uzza putunu kırmak için gönderdiğinde putun bekçileri: “O öfkeli biridir, sakın başına bir iş gelmesin” demişlerdi. Halid hiç tereddüt etmeden onun burnunu kırmış, hiç bir şey yapamayacaklarını ona tapanlara da göstermişti.
37 – Ama kime de Allah yol göstermişse onu saptıran olamaz.
Allah, (mutlak galip ve istediği anda hakkını alan, dilediğinin hakkından gelen) “Azizün Zü’ntikam” değil midir?
38 – Eğer onlara: “gökleri ve yeri yaratan kimdir?” diye sorarsan “Allah yarattı” derler.
De ki: “Peki öyleyse, şimdi baksanıza Allahtan başka ibadet ettiğiniz şu nesnelere:
Şayet Allah bana bir musîbet verirse bunlar o musîbeti giderebilirler mi?
Yahut bana rahmet ve nimet vermek isterse o rahmeti engelleyebilirler mi?
Şu halde sen şöyle de: “Allah bana kâfidir.
Güvenecek yer arayanlar da, yalnız O’na dayanıp güvensinler. [11,54-56; 67,29; 65,3]
39-40 – Hem de ki: “Ey halkım! Siz elinizden gelen fenalığı yapın, ama ben de işime devam edeceğim.
Zelil ve rezil eden azabın dünyada kime geleceğini, âhirette ise devamlı azabın kimin başına ineceğini yakında öğrenirsiniz.
41 – Biz bu kitabı, insanların faydası için sana hak ve gerçek olarak indirdik.
Artık kim doğru yola girerse kendi yararına olarak girer, kim de yoldan saparsa kendi aleyhine olarak sapar.
Sen onlar üzerinde bekçi değilsin. [11,12; 13,40]
42 – Ama gerçek koruyucu Allah, insanların ruhlarını ölümleri sırasında,
ölmeyenlerin ruhlarını ise uykuları sırasında alır.
Hakkında ölüm hükmü verdiği rûhu tutar, vermediği rûhu ise belirli bir süreye kadar salıverir.
Muhakkak ki bunda, düşünen kimseler için alacak ibretler vardır. [6,60-61]
43 – Bilakis onlar kalkmış, Allah’tan başka birtakım sözümona şefaatçiler bulmuşlar!
De ki: “Onların hiçbir yetkileri olmasa, akıl ve şuurdan mahrum olsalar da mı onlara ibadet edeceksiniz?” [2,255]
44 – De ki: “Şefaatin tamamı Allah’a aittir. Çünkü göklerin ve yerin mülk ve hâkimiyeti de O’nundur.
Sonunda da O’nun huzuruna götürülecek, O’na hesap vereceksiniz.”
45 – Böyle iken Allah bir olarak anılınca âhirete iman etmeyenlerin yürekleri burkulur da,
O’nun altında başka birtakım ortaklar da anıldığında, derhal yüzleri güler. [37,35]
46 – Sen şöyle dua et:
“Allah’ım! Ey gökleri ve yeri yaratan!
Ey görünen görünmeyen ne varsa bilen.
Hakkında ihtilaf ettikleri her meselede kulların arasında Sen elbette hükmedeceksin.
Ben bu güven içinde bekliyor ve sabrediyorum.”
Hz. Peygamber (a.s.) gece uykudan kalkıp teheccüd namazını kıldığında, duasının başında bu ilâhi vasıflara yer verirdi.
47 – O zalim kâfirler, dünyanın bütün malları ve imkânları kendilerinin olsa, hatta onların bir misli daha bulunsaydı, kıyamet gününde azabın kötülüğünden kurtulmak için, derhal fidye olarak verirlerdi.
O gün onların hiç hesaba katmadıkları öyle şeyler Allah tarafından ortaya dökülür ki tariflere sığmaz!
Hiç hesaba katmadıkları şeyler, Cenab-ı Hakkın gazap ve azabıdır ki insanlar bunu hatırlarına bile getirmiyorlardı. Baz âlimler de iyi ve sevaplı zannıyla yapıldığı halde, gerçekte günah olduğu anlaşılan şeyler olduğunu söylerler.
48 – İşledikleri pis işler ortaya çıkar ve Allah’ın dini ve Peygamberleriyle yaptıkları alayların cezası kendilerini her taraftan sarıverir.
49 – İnsanın başı derde girdi mi Biz’e yalvarır, ama sonra ona tarafımızdan nimet verince: “Ben bilgi ve becerim sayesinde bu serveti elde ettim” der.
Hayır! Bu bir imtihandır, ama çokları bunu anlamazlar. [28,76-78; 34,35]
Dünya nimetleri bakımından zengin veya yoksul olma, Allah’ın kulunu sevip sevmediğinin ölçüsü değildir. Zira herkes bilir ki Allah’ın nice makbul kulları yoksulluk çekerken, nice azgın kimseler nimetler içinde yüzmektedirler.
50 – Kendilerinden önce gelip geçenler de böyle dediler,
ama kazandıkları servet, mukadder âkıbetlerini önlemede kendilerine hiç fayda etmedi.
51 – İşledikleri fenalıkların cezası başlarına geçti.
Aynen onun gibi, senin çağdaşlarından olan zalimler de yaptıkları fenalıkların cezasına çarptırılacaklar ve elimizden kaçıp kurtulamayacaklardır.
52 – Hâlâ şunu anlamadılar mı ki Allah dilediği kulunun nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini ise daraltır.
Elbette bunda inanacak kimseler için alacak ibretler vardır.
53 – De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.
Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır).” [5,73-74; 85,10; 19,60; 9,104; 4,110; 145-146]
Bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm’deki en ümit verici âyet sayılabilir. Bununla beraber, yine de tövbeyi kabul etme, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Bu âyeti günah işlemeye teşvik sebebi saymak, Kur’ânı maksadı dışına çekmektir. Maksat tövbeye teşviktir. Müteakip âyet, günahların affını tövbenin yanında, Allah’ın gönderdiği hidâyeti kabul etmenin de lüzumu ile birlikte düşünmemizi telkin etmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.)’dan şöyle dediği nakledilir: “Bu âyeti, dünyaya ve dünyada bulunan bütün şeylere değişmem”
54 – Size azap gelip çatmadan önce, Rabbinize dönün ve O’na teslim olun, O’na itaat edin.
Yoksa yardım göremezsiniz.
55 – Size azap farkına varmadığınız yerden ansızın gelip çatmadan önce,
Rabbiniz tarafından size gönderilen hükümlerin en güzeline tâbi olun.
“İndirilenin en güzeli” “Kur’ân-ı Kerîm” olarak tefsir edilir. Ayrıca: 1. Nehyedilen, yasaklanan şeyler değil, emredilen şeyler. 2. Ruhsatlar değil de azimetler. 3. Mensuh değil de nâsih hükümler diye de tefsir edilir.
56 – Ta ki kişi şöyle demeye mecbur kalmasın:
“Rabbime karşı yaptığım bunca kusurdan dolayı yazıklar olsun bana!
Yazıklar olsun bana ki ben O’nun diniyle, kitabıyla alay edenler arasında yer aldım!”
57 – Yahut: “Allah bana hidâyet verseydi, ben de Allah’a karşı gelmekten sakınanlardan olurdum.”
58 – Yahut azabı göreceği sıra: “Ah! Elime bir fırsat geçse de iyilerden olsam!”
59 – Yüce Allah şöyle buyurur:
“Hayır! âyetlerim sana geldi de sen onları yalan saydın,
onları kabul etmeyi kibirine yediremedin,
büyüklük tasladın ve kâfirler zümresine dahil oldun!”
60 – Uydurduğu şeyleri Allah’a mal edip
O’nun adına yalan söyleyen kimselerin kıyamet günü yüzlerinin kapkara kesildiğini görürsün.
Allah’a karşı böyle kibirli davrananlar, büyüklük taslayanlar için cehennemde yer mi yok?
61 – Allah, Kendisine karşı gelmekten sakınan takvâ ehlini ise, iman ve takvâları sayesinde, o cehennemden kurtarıp muratlarına kavuşturur.
Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar asla üzülmezler de.
62 – Her şeyi yaratan Allah’tır.
Her şey O’nun tasarruf ve yönetimindedir.
63 – Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları O’nun nezdindedir.
Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte asıl hüsrana, en büyük kayba uğrayanlar onlardır.
64 – Sen de ki: “Ey cahil topluluk! Böyle iken, siz ne cesaretle benden Allah’tan başkasına ibadet etmemi istiyorsunuz?
65 – Halbuki sana da, senden önceki peygamberlere de şu gerçek vahyolunmuştur ki:
“İyi dikkat et! Şirke düşersen yaptığın bütün makbul işler boşa gider ve sen âhirette kaybedenlerden olursun!”
66 – “Bilakis, sen yalnız Allah’a kulluk et ve O’na şükredenlerden ol!”
67 – Ama onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler,
O’na lâyık tazimi göstermediler.
Halbuki bütün bir dünya kıyamet günü O’nun avucunda, gökler âlemi de bükülmüş olarak elinin içindedir.
Böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi olan Allah, onların uydurdukları şeriklerden yücedir, münezzehtir.
Hz. Peygamber (a.s.) bir gün hutbe verirken bu âyeti okuyup şöyle buyurdu: “Allah, o gün gökleri ve yıldızları, bir çocuğun elinde topu çevirdiği gibi, çevirir ve şöyle buyurur:” İlah Ben’im! Hükümdar Ben’im! Cebbar Ben’im! Büyüklük Ben’imdir! Nerede dünya hükümdarları? Nerede dünyadaki zorbalar, mütekebbirler!”
68 – Sûra üflenir; Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer.
Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar,
kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar! [79,13-14; 17,52; 30,25]
Bu âyette sûra iki kere üfleneceği bildirilmiştir. Neml, 87. âyetinde bu ikisinden önce bir kere daha üfleneceğinden söz edilmiştir. Onun için Hz. Peygamber (a.s.) sûra üç üfleme bildirmiştir. 1.Nefhatü’l feza’ (dehşetli bir ses) 2.Nefhatu’s-sa’k (öldüren ses) 3.Nefhatu’l kıyame (diriliş üflemesi)
İstisna edilenler: En büyük dört melektir. Bazı müfessirler ayrıca, Hamele-i Arş, yahut rıdvan melekleri, huriler, Malik (cehennem sorumlusu) ve Zebanileri de sayarlar.
69 – Mahşer yeri Rabbinin nûru ile ışıl ışıl aydınlanır. Amel defterleri, hesap kitap ortaya konur, derken… Peygamberler ve şahitler getirilir.
Haklarında tam adaletle hükmedilir ve onlara asla haksızlık yapılmaz. [21,47; 4,40]
Şahitler: ilk hatıra gelenler: Allah’ın buyruklarını getiren peygamberlerdir. Hafaza melekleri, veya diğer salih insanlar da olabilirler.
70 – Herkese, yaptığının karşılığı tam tamına ödenir. Zaten Allah, onların yaptıklarını pek iyi bilmektedir.
71 – Kâfirler bölük bölük cehenneme sürülür.
Nihayet oraya varıp da kapılar açılınca cehennem bekçileri onlara şöyle sorar:
“Size Rabbinizin âyetlerini okuyan
ve Allah’ın huzuruna çıkacağınız bu günü bildirerek
sizi uyaran peygamberleriniz gelmedi mi?”
“Evet geldiler” derler, fakat kâfirler hakkında azap hükmü kesinleşti, şimdi ne desek boş! [52,13; 19,85-86; 17,97; 67,8-10]
Buradan, yükümlülüğün vahiy ile başladığı anlaşılır. Zira meleklerin azarlamasına esas olan şey, peygamber ve kitapların gelmesi olmuştur.
72 – “Cehennemin kapılarından orada ebedi kalmak üzere, girin!”
Allah’a karşı büyüklük taslayanların barınakları ne fena bir yer!” denilir.
73 – Rab’lerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevkolunurlar.
Nihayet oraya varıp da kapıları açılınca cennet bekçileri “Selam olsun sizlere, ne mutlu size! Haydi, ebediyyen kalmak üzere, giriniz oraya!” derler.
Takvâ din dilinde: Kişinin, âhirette kendisine zarar verecek şeylerden sakınmasıdır. Başta şirk ve küfürden, haram ve günahlardan, hatta tenzihen mekruh şeylerden sakınma, buna dahildir.
74 – Onlar şöyle karşılık verirler: “Hamd-ü senalar olsun o Allah’a ki
sözünde durdu ve dilediğimiz yerinde oturacağımız şekilde bizi cennete yerleştirdi.
Çalışanların mükafatları ne güzelmiş! [3, 194; 7,43; 35,34-35; 21,105]
75 – Sen o gün melekleri de Arş’ın etrafını çevrelemiş
Rablerine zikir, tenzih ve hamd eden vaziyette görürsün.
Derken, aralarında adaletle hükmolunur ve “Hamd-ü senalar Rabbülâlemin olan Allah’a mahsustur.” diye bitirilir. [40,7] {KM, Vahiy 5,11; 7,11}
40 – MÜ’MİN SÛRESİ
Mekke döneminin sonlarında inmiş olup 85 âyettir. Sûrenin meşhur olan iki adı vardır. el-Mü’min isminin sebebi, 28. âyette geçen mümin zattır. Gâfir ismi ise sûrenin üçüncü âyetinde yer alan ilahî sıfattan gelmektedir. Havâmim diye çoğul şekli yapılan 40-46. sûrelerin (7 Hâmim’ler) hepsine birden bu isim verilmektedir.
Bu sûre önce Allah’ın bazı vasıflarını, kâfirlerin O’nun yolundan saptıklarını, daha önce bazı sapkınların cezaya uğratıldıklarını, Hz. Mûsâ (a.s.)’ın tebliği, ona olan imanını uzun süre gizlemiş olan üst düzey devlet yetkilisi müminin gerçeği ortaya koyup tebliğ ve irşadda bulunması, Allah’ın kudret ve hikmetini gösteren bazı kevnî âyetlerden sonra, hakkı yalan sayanların fecî âkıbetlerini bildirerek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1-2 – Hâ, Mîm. Bu kitabın vahyolunup bölüm bölüm indirilmesi,
azîz ve alîm (üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel tarzda bilen) Allah tarafındandır.
Hâ, Mim, İbn Abbas (r.a)’dan nakledildiğine göre Allah Teâlanın ism-i âzamıdır.
3 – O, aynı zamanda günahları bağışlar, tövbeleri kabul buyurur, ama cezalandırması da çetin olup, lütuf ve ihsanı pek geniştir.
Ondan başka tanrı yoktur.
Dönüş yalnız O’na olacaktır. [15,49-50; 14,34; 13,41]
4 – Allah’ın âyetleri konusunda kâfirlerden başkası tartışma çıkarmaz.
Fakat onların kazanç sağlayarak şehir şehir dolaşmaları seni aldatmasın!
Şunu iyi bilmelidir ki; kâfirlerin girişmek istedikleri kısır tartışmanın ötesinde, Kur’ân’ın hakikatlerini açıklamak, müşkillerini gidermek, mütaşabihlerini aydınlatmak, inkârcıların onun aleyhindeki itirazlarını cevaplandırmak, mümine yakışır tarzda mücadele etmek, taatlerin başında gelir.
5 – Kendilerinden önce Nûh halkı, onlardan sonra gelen daha birtakım gruplar da dini yalan saydılar.
Her toplum tartaklamak için, resullerine karşı harekete geçtiler ve hakkı yıkmak için birtakım batıl şeyleri ileri sürdüler, ama Ben de onları kıskıvrak yakalayıverdim.
İşte düşünün: Benim cezalandırmam nasılmış, bir görün! [3,196-197; 31,24]
6 – İnkârcıların cehennemlik olduklarına dair hüküm böylece kesinleşti.
7 – Arşı taşıyan, bir de onun çevresinde bulunan melekler devamlı olarak Rab’lerini zikir ve O’na hamd ederler.
O’na gerçekten iman ederler ve müminler için şöyle mağfiret diler ve dua ederler:
“Ey Ulu Rabbimiz, senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır!
O halde tövbe edenleri ve Senin yoluna tâbi olanları, affet ve onları o cehennem azabından koru!” [69,17]
Hamele-i Arş dört olup, 69,17 âyeti gereği, kıyamet günü sekize çıkarılacaklardır. Arşı yüklenmeleri; onların koruma ve organizasyon ile görevli olduklarını, mecazî olarak bildirmeden ibarettir. Yahut Arş sahibi olan Allah’a yakınlıklarına da îma olabilir.
8 – “Ey Bizim Ulu Rabbimiz! Sen, onları ve onlarla birlikte babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi kimseleri kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine yerleştir.
Muhakkak ki Sen azîz ve hakîmsin (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin). [52,21]
9 – Hem onları kötülüklerden, günahlardan koru.
Sen kimi dünyada kötülüklerden korursan, muhakkak ki ona (ukbada) merhamet edersin.
İşte asıl kurtuluş ve büyük mutluluk da budur.
Seyyiat üç anlama gelebilir ki burada üçü de kasdolunmuştur: 1.Yanlış inanç, kötü ahlâk ve kötü işler, 2.Dalâlet ve kötü işlerin vebali. 3.Dünyada, berzahta ve kıyamet günündeki âfetler ve eziyetler.
10 – Kâfirlere şöyle nida edilir: “Allah’ın size gazabı, sizin kendinize olan buğzunuzdan daha şiddetlidir.
Zira siz imana dâvet edildiğinizde red ve inkâr ederdiniz.”
11 – Onlar ise: “Ya Rabbenâ, derler, Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin.
İşte günahlarımızı itiraf ettik.
Şimdi, telafi etme için buradan çıkmaya bir yol yok mudur?” [32,12; 35,37; 23,107-108]
Bu âyet ile 2,28 den çıkan duruma göre insan dört safhadan geçer: 1. Ölü (yani yokluk) hali. 2. Hayata mazhar olup dünyaya gelmesi. 3. Ölüm 4. Ölümden sonra diriliş. Kâfirler ilk üç safhayı mecburen kabul ederken, Peygambere inanmadıklarından sadece son safhayı inkâr ediyorlardı.
12 – Onlara şöyle cevap verilir:
“Bu hale düşmenizin sebebi şudur ki: Allah’ın birliğine inanmaya çağırıldığınızda reddederdiniz, ama O’nun eşinden, ortağından bahsedildiğinde inanırdınız.
Artık şimdi hakkınızdaki karar o çok Ulu ve Yüce Allah’a aittir.” [6,27-28]
13 – Size kudret ve hikmetine dair delillerini gösteren, gökten size rızık indiren O’dur.
Fakat ancak gönülden Allah’a dönen kimse düşünüp ibret alır.
14 – O halde kâfirler hoşlanmasalar da siz, ibadeti gönülden ve yalnız Allah’a yaparak O’na dua edin.
15 – O, dereceleri yükselten, Arş sahibi olan Allah, o büyük buluşma gününün dehşetini haber vermek için,
kullarından dilediğine emrini tebliğ için Rûhu indirir. [70,3-4; 16,2; 26,192-194]
Rûh kavramı ile: vahiy ve nübüvvet kasdedilmiştir.
16 – O büyük buluşma günü, bütün insanların mezarlarından kalkıp meydana çıkarıldıkları bir gündür.
Öyle ki onların işlerinden ve hallerinden bir tek şey bile Allah’a saklı kalamaz.
Allah onlara şöyle hitab eder: “Bugün mülk ve hâkimiyet kimin?
Mutlak galip, tek hâkim olan Allah’ın!”
17 – Bugün her kişi, ne işlemişse onun karşılığını alır,
bugün kimseye haksızlık edilmez.
Muhakkak ki Allah hesapları pek çabuk görür. [31,28; 54,50]
18 – Onları, yaklaşan müthiş güne karşı uyar!
Yürekler ağıza gelir, yutkunur da yutkunurlar.
O zalim kâfirlerin ne dostları, ne de sözüne itibar edilir şefaatçileri olmaz. [53,57-58; 54,1; 21,1; 16,1, 67,27; 78,38]
19 – O, gözlerin hain bakışını ve kalplerin sakladığı bütün şeyleri dahi bilir.
20 – Allah hakkı ve adaleti gerçekleştirir.
Müşriklerin yalvardıkları putlar ise hiçbir şeyi yerine getiremezler.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür. [53,31]
21 – Hiç dünyada dolaşıp da kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar mı?
Onlar gerek kuvvet, gerekse dünyada bıraktıkları eserler yönünden kendilerinden daha güçlü idiler.
Öyle iken Allah onları günahları sebebiyle yakalayıp cezalandırdı
ve Allah’a karşı kendilerini koruyan da çıkmadı. [46,26; 30,9]
22 – Böyle oldu… Zira peygamberleri kendilerine açık açık delillerle geldikleri halde bunlar onları red ve inkâr ettiler.
Allah da onları yakalayıp cezalandırdı. Çünkü O pek kuvvetlidir, cezası da çetindir.
Beyyinat (açık deliller) şu üç anlama gelebilir: 1.Allah tarafından gönderilen Peygamberler. 2.Peygamberlerin getirdikleri mesaj. 3.Dünya hayatı hakkında vaz edilen kurallar.
Bu kurallar, dürüstlüğü öğreten ve hep dürüst yaşayan bir insanın, yalancı ve menfaatçi olmadığının açık bir delilidir.
23-24 – Gerçekten Biz Mûsa’yı âyetlerimiz, mûcizelerimiz ve apaçık bir yetki ile Firavun’a, Hâman’a ve Kârun’a gönderdik de onlar:
“Bu yalancı bir sihirbazdır” dediler. [51,52-53]
25 – Mûsa onlara Bizim tarafımızdan gerçeği getirince,
“Onun yanında bulunan müminlerin oğullarını öldürün, kızlarını ise hayatta bırakın” dediler.
Fakat kâfirlerin hile ve tuzakları boşa çıkar. [14,6; 2,49]
Hz. Mûsâ’nın doğumundan önce de Firavun böyle bir uygulama yaptırmış, bilahere bu uygulamaya son vermişti.
Fakat Hz. Mûsâ peygamber olarak gönderilince, öncekinin yerine geçen yeni Firavun da aynı endişelerden hareketle, tekrar erkek çocukları öldürtmeye başladı.
26 – Firavun: “Bırakın beni, şu Mûsâ’yı öldüreyim. O da varsın Rabbine yalvarsın, bakalım O kendisini kurtaracak mı? Zira bu gidişle onun, sizin dininizi değiştireceğinden veya ülkede anarşi çıkaracağından endişe ediyorum.” dedi.
Burada dinden maksat: Mısır toplumunun tuttuğu yol ve medeniyettir. Firavun aslında kendi saltanatının yıkılacağından korktuğu halde, birçok politikacı gibi, güya halkı düşündüğü için, onlar namına Mûsâ’yı yok etmeye giriştiğini ileri sürüyordu.
27 – Mûsâ da şöyle dedi: “Ben, âhirete, hesap gününe inanmayan her kibirli ve zorbadan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a sığınırım.”
28-29 – Firavun hanedanından olup o zamâna kadar iman ettiğini saklayan biri çıkıp şöyle hitap etti: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz? Hâlbuki o Rabbiniz tarafından açık belgeler ve mûcizeler de getirdi.
Eğer yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendisinin aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir.
Şu bir gerçektir ki Allah haddi aşan, yalancı kimseleri iflah etmez.
Ey benim sevgili halkım! Bugün hâkimiyet sizindir, ülkede üstünlük sizdedir. Ama yarın Allah’ın azabı başımıza gelir çatarsa, söyler misiniz hangi kuvvet bizi kurtarabilir?”
Buna karşılık Firavun: “Ben size sadece kendimce uygun bulduğum görüşü bildiriyor ve size tutulması gereken doğru yolu gösteriyorum” dedi.
“Firavunun sarayındaki mümin” kıssası, Tevratta ve Talmudda yer almayan bir kıssa olup, İsrail tarihi ile ilgili olarak Kur’ân’ın dünya tarihine bir armağanıdır.
Bu zat hissiyattan uzak, tarafsız konuştuğu intibaını vermeğe ihtimam göstermekte ve münazarada insaf prensibini uygulamaktadır. Zira önce onun yalancı olma faraziyesini, sonra vaad ettiği her şey olmasa dahi, bir kısmının gelme ihtimalinin bile onları nasıl düşündürmesi gerektiğini anlatmak istemiştir.
Bu zat imanını belirtmeksizin müphem bir ifade ile şöyle demek istiyor: “Sizler Mûsâ’nın dürüst olduğunu tesbit etmekle beraber yalancılıkla itham ediyorsunuz. Bu iki zıt vasıf bir arada bulunamaz. Şu halde insanlara bile yalan söylemeyen bir kimse, Allah’ın elçisi olmadığı halde hiç Allah adına yalan uydurur mu? “O, beni size elçi olarak gönderip şöyle şöyle dedi” diyerek en müthiş, en tehlikeli yalanı söyler mi?” Yahut muhataplarına şunu anlatmak istemektedir: “Siz haddi aşıp Mûsâ’yı öldürürseniz bilin ki Allah böyle yapanları asla iflah etmez!”
Öyle anlaşılıyor ki Firavun, kabinesindeki bu zatın iman ettiğini farketmemişti. Zira ona kızdığına dair bir alâmet zikredilmiyor. Ne var ki sözlerine itibar da etmediği anlaşılıyor.
30-31 – O imanlı zat bunun üzerine: “Ey benim halkım” dedi, “ben sizin hakkınızda, Nuh halkının, Âd halkının, Semûd halkının ve ondan sonraki milletlerin başına gelen âkıbetin sizin de başınıza gelmesinden endişe ederim. Yoksa suçsuzlara azab etmek sûretiyle Allah kullarına zulmetmek istemez.
32 – Ey benim halkım! Ben sizin hakkınızda o feryad-u figan gününden, birbirinizden imdad isteyeceğiniz günden endişe ediyorum.
33 – O gün arkanızı dönüp kaçmak istersiniz ama ne çare! Sizi Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse bulunmaz. Evet Allah kimi şaşırtırsa, artık ona yol gösteren olmaz.
34 – Daha önce Yusuf da size açık açık delillerle gelmiş,
siz onun getirdiği gerçek hakkında da şüphe edip durmuştunuz.
Nihayet vefat edince: “Ondan sonra Allah artık hiçbir peygamber göndermez” demiştiniz.
İşte Allah haddi aşan, şüpheci kimseleri böyle şaşırtır.
Bundan maksat şudur:
“Sizin selefleriniz de vaktiyle Mûsâ’nın ecdadından Yusuf’u reddetmişlerdi. Fakat sonra onun faziletini kabule mecbur kaldılar ve onun ülkeye büyük faydasını gördüler. Ona o derece makam verdiniz ki “Artık onun üzerine peygamber olamaz!” diye başka peygamberleri reddetmeye bile bahane yaptınız. Öyleyse dikkat edin, bu sefer göz göre göre yanlış bir iş yapmayın!”
35 – Kendilerine ulaşmış hiçbir delile dayanmaksızın
Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların bu hareketleri,
hem Allah indinde, hem de iman edenler yanında pek büyük bir gazaba yol açar.
İşte Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini böylece mühürler.
36-37 – Firavun: “Haman! Benim için bir kule inşa et, dedi,
Umarım ki böylece yükselebillir, göklere yol bulur da Mûsâ’nın Tanrısına ulaşırım.
Gerçi ben onun yalancı olduğunu zannediyorum ya, neyse!”
İşte böylece, Firavun’un kötü gidişatı kendisine cazip göründü ve yoldan çıkarıldı.
Sonuç itibariyle Firavunun hilesi ve düzeni de tamamen boşa çıktı [28,38]
Firavun bir gözetleme kulesi yaptırarak teknik bir teşebbüste bulunmak ve bu şekilde Hz. Mûsâ’yı güya yalancı çıkarmak için bir şarlatanlık yapmak istiyordu. Bunda şu iki düşünceden biri vardı: Ya halka diyecekti ki, “İşte gökleri gözetledik, orada Mûsâ’nın dediği İlahı göremedik, olsaydı görünmesi gerekirdi” veya diyecekti ki: “Bakınız! Biz bu kadar malî imkânlarımızla göklere çıkmanın yolunu bulamadık, o halde Mûsâ nereden çıktı da bize onların Rabbi tarafından görevli olduğunu söylüyor?”
Müteakip âyet, Firavun’un bu husustaki aptallığına ve kötü tutumuna işaret eder: Zira Allah’ın varlığını gökler, yer ve yerdeki bunca varlık gösterirken, gökte bir yıldız arar gibi O’nu aramak akıl kârı değildir.
38 – İman eden zat şöyle devam etti:
“Ey benim halkım, gelin bana uyun ki size doğru yolu göstereyim.
39 – “Ey benim halkım! Bu dünya hayatı, basit bir metâ’dan, geçici bir eğlenceden ibarettir.
Âhiret ise, işte asıl yerleşecek yer orasıdır.”
40 – “Kim bir kötülük işlerse, sadece o kadar cezalandırılır.
Ama mümin olarak, ister erkek ister kadın, kim makbul ve güzel bir iş yaparsa, işte onlar cennete girer ve orada hesapsız nimetlere nail olurlar.”
41 – “Ey benim sevgili halkım, nedir bu başıma gelen?
Ben sizi kurtuluşa dâvet ederken, siz tutup beni ateşe çağırıyorsunuz!”
42 – “Çünkü benim, Allah’ı inkâr etmemi ve O’nun ortağı olduğuna dair hiçbir bilgim olmayan şeyleri,
Kendisine şerik yapmamı teklif ediyorsunuz.
Bense sizi (üstün kudret sahibi ve mağfireti pek bol olan) o azîz ve gaffâr’ın yoluna dâvet ediyorum.”
“Rububiyette değilde, mâbudiyette şerik olduğuna dair hakkında hiçbir ilmim olmayan şeyler” demektir. Burada ilmi nefyetmekten maksat, mâlumu reddetmektir. Ve bir de şuna işaret vardır: Uluhiyyet, yani İlah olmak için, mutlaka onun hakkında bilgi sahibi olmayı icabettirecek delil lâzımdır.
43 – “Hiç şüphe yok ki sizin beni tapmaya dâvet ettiğiniz putların,
ne dünyada, ne de âhirette, asla kendilerine ibadete dâvet yetkileri yoktur.”
“Şu kesin ki: hepimizin dönüp varacağı yer Allah’ın huzurudur
ve haddi aşanlar cehennemi boylayacaklardır.” [46,5-6; 35,14]
44 – “Size söylediğim şu sözleri yakında hatırlayacaksınız.
Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum.
Çünkü Allah kullarını pek iyi görmektedir.”
45 – Allah onu, o kâfirlerin tuzaklarının şerrinden korudu.
Firavun hanedanını da kötü azap kuşatıverdi.
Öyle anlaşılıyor ki bu zat çok muteber bir mevkide olduğundan, bu sözlere rağmen Firavun ona ilk merhalede bir zarar veremedi. Fakat en yakın çevresinin bile Mûsâyı kabul ettiğini görerek, ondan etkilenenleri tasfiye etme planlarına girdi. Bu arada Hz. Mûsâ’ya hicret emri geldi. Peşine düşen Firavun suda boğuldu.
46 – Onlar sabah akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyamet koptuğunda da: “Haydi, Firavun hanedanını en şiddetli azaba sokun!” denilir.
Âyet kabir azabına işaret eder. Kabirde azap ruhlaradır. İbn Mes’ud (r.a)’dan rivayet edildiğine göre kâfirlerin ruhları siyah kuşların bedenine girip sabah akşam cehenneme karşı tutulurlar, bu iş kıyamet gününe kadar böylece devam eder.
Buharî ve Müslim tarafından nakledilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.) ister cennetlik, ister cehennemlik olsun, ölen kişiye kabirde, sabah akşam gideceği yer gösterilip “İşte dirildikten sonra gideceğin yer!” denileceğini bildirmiştir.
47 – Ateşin içinde bir birleriyle tartışırlarken zayıflar, dünyada büyüklük taslayanlara:
“Biz bunca zaman size tâbi olduk, bari ateş azabının bir kısmını olsun kaldırabilir misiniz?”
48 – Büyüklük taslayanlar da: “Bizim hepimiz ateşin içindeyiz.
Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, iş bitti!”
49 – Ateşte olanlar bu sefer, cehennem bekçilerine:
“Ne olur, Rabbinize bizim için yalvarın. Bir gün olsun, azabımızı hafifletsin!” derler.
50 – Onlar: “Peygamberleriniz size açık açık delillerle gelmediler mi?” deyince:
“Evet!” diye cevap verirler.
Bu defa onlar: “O halde siz kendiniz yalvaracaksanız yalvarın (biz sizin durumunuzdaki kimseler için dua etmeyiz.)” derler.
Kâfirlerin duaları ise neticesiz kalır.
51 – Biz resullerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında,
hem de şahitlerin çağırılıp dinlendiği günde, elbette yardım ederiz.
52 – O gün zalimlere mazeretleri fayda sağlamaz.
Onlara sadece lânet vardır! Onlara sadece kötü bir yurt vardır!
53 – Biz gerçekten Mûsâ’ya doğru yolu gösteren Rehberi verdik ve İsrail evlatlarını kitaba vâris yaptık.
54 – O kitap, akl-ı selim sahipleri için bir hidâyet rehberi ve öğüt kaynağıdır.
55 – O halde, sen sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.
Hem günahından istiğfar et, sabah akşam Rabbine hamd ederek zikir ve ibadete devam et.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem günah işlemekten korunmuştur. Ümmetine örnek olmak için ve ümmetinin fertlerinin günahları için istiğfar etmesi sözkonusudur.
Yahut burada hitap, Hz. Peygamber (a.s.m)’a olmayıp dolaylı şekilde ümmete hitap edilmektedir. İma yolu ile, ümmetin af dilemesi emredilmektedir.
56 – Kendilerine ulaşan hiçbir delil olmaksızın
Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların içlerinde olan duygu, sırf bir büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir, ama onlar o özendikleri dereceye asla ulaşamazlar.
Sen onların şerrinden Allah’a sığın.
Çünkü O, her şeyi tam mânasıyla işitir ve bilir.
57 – Gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük bir iştir, ama insanların çoğu gerçeği bilmezler. [46,33]
58 – Görmeyenle gören bir olmaz.
İman edip makbul ve güzel işler yapanlarla
hep kötülük yapanlar da bir olmaz.
Ne de az düşünüyorsunuz!
Âyet âhiretin varlığının aklî deliline işaret eder. Şöyleki: Âhiret olmazsa mümin ile kâfir, iyi ile kötü bir olur. Kötülükler teşvik edilmiş olur. Ahlâk denilen kavram ortadan kalkar.
59 – Kıyamet saati mutlaka gelecektir.
Bunda hiç şüphe yok.
Fakat insanların ekserisi buna inanmazlar.
60 – Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.
Zira Bana ibadet, yani dua etmeyi kibirlerine yediremeyenler, zelil ve rezil olarak cehenneme gireceklerdir.” {KM, Yeremya 33,3; Matta 7,7; Markos 11,24}
Bu âyetten “Duanın ibadetin rûhu” olduğu anlaşılmaktadır. Dua etmek, Allah’a yönelmenin ta kendisidir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.): “Dua, tam tamına ibadettir” ve yine: “Dua, ibadetin başıdır,” “Dua, ibadetin özüdür” buyurmuştur.
“Allah, kendisine dua etmeyen kuluna azab eder” “Dua, başınıza gelmiş ve gelecek olan musîbetlerden sizi korur. Ey Allah’ın kulları! Dua ediniz” buyurmuştur. Çünkü Allah’ın yardımı olmaksızın, bizim tedbirimiz fayda sağlamaz.
61 – Allah, sükunet bulup dinlenmeniz için geceyi yarattı.
Etrafınızı görüp çalışabilmeniz için de aydınlık olan gündüzü var etti.
Doğrusu Allah, insanlara büyük lütuf sahibidir, fakat insanların ekserisi şükretmezler.
62 – İşte Rabbiniz, bütün bunları yapan, her şeyi yaratan Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur.
Böyle iken nasıl oluyor da bu gerçeği kabul etmekten vazgeçiyorsunuz?
63 – Gerçek durumu bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, aynı şekilde, haktan yüz çevirmişlerdi.
64 – Allah o yüce Zattır ki sizin için yeryüzünü yerleşme yeri, göğü de kubbeli bir çatı yapmış, size sûret verip sûretlerinizi de güzel kılmış ve sizi helâl hoş nimetlerle rızıklandırmıştır.
İşte sizin Rabbiniz olan Allah bu Zattır.
Demek âlemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir!
Dünyanın etrafını, portakalın kabuğunun meyve kısmını sarmalaması gibi saran atmosfer küresi, kubbeli çatı durumundadır. Uzaydan gelen zararlı ışınlar, meteorlar gibi dış tesirleri önlemek suretiyle dünyadaki hayatın devamını sağlamaktadır.
Bu âyet insanlar için dünyanın nasıl elverişli halde hazırlandığını, Allah’ın onlara tam münasip bir yaratılış, her türlü organ ve sistemler, birçok nimet ve gıdalar, bitmek tükenmek bilmez imkânlar verdiğini düşündürmektedir.
65 – Tam mânasıyla Diri olan yalnız O’dur.
Ondan başka tanrı yoktur.
Öyleyse ibadeti gönülden olarak ve yalnız O’na yapın, yalnız O’na yalvarın.
Bütün hamd ve övgüler âlemlerin Rabbi Allah’adır.
66 – De ki: Rabbimden bana açık deliller gelince sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize tapmam yasaklandı ve bana âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.
67 – O’dur ki sizi (atanız Âdemi) topraktan, sonra tek tek siz insanları da bir menîden, sonra alakadan (embriyodan) yarattı.
Sonra sizi analarınızın karnından bebek olarak çıkarır, derken sizi güçlü kuvvetli bir çağa eriştirir,sonra ihtiyarlığa varacak kadar yaşatır.
İçinizden kimi daha da önce öldürülür,
kiminizin ömrü bir vaadeye kadar uzatılır.
Olur ki aklınızı kullanıp bunları düşünürsünüz diye böyle yapar.
68 – Hayatı veren ve hayatı alıp öldüren O’dur.
Bir işin olmasına hükmedince, sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.
69 – Baksanıza Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlara, ileri geri konuşanlara!
Nasıl oluyor da haktan vazgeçiyorlar?
70 – Kitabı ve resullerimizle gönderdiğimiz buyrukları yalan sayanlar, suçlarının neticesini yakında öğreneceklerdir. [77,15; 55,43-44; 37, 68; 56,41-44; 56-51-44; 43-50]
71-72 – Boyunlarında demir halkalar, ayaklarında zincirler olarak önce kaynar suya sürüklenecek, sonra da ateşte cayır cayır yakılacaklardır.
73-74 – Sonra da kendilerine şöyle denilecektir:
“Allah’tan başka O’na şerik saydığınız putlar nerede?”
Onlar: “Bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular.
Daha doğrusu, biz, taptıklarımızın bir hiç olduğunu, şimdi anladık.
Meğerse bizim taptıklarımız, bir hiçten ibaretmiş.”
İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır. [6,23]
75 – Bu şaşırtmanın sebebi, dünyada haksız yere şımarıp kibirlenmeniz ve taşkınlık yapmanızdır.
Haksız yere (bi gayri hakk): “şirk ve azgınlık yaparak” demektir.
76 – Haydin, içinde devamlı kalmak üzere cehennem kapılarından girin.
Kibirlilerin yeri, ne kötü bir yerdir!
77 – Sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.
Biz onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de,
yahut senin ruhunu yanımıza alsak da, onlar mutlaka sonunda dönüp huzurumuza geleceklerdir.
78 – Biz senden önce de birçok resul gönderdik.
Onlardan bazısını sana anlattık, bazısını ise anlatmadık.
Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmaksızın bir mûcize getiremez.
Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve batıl yolda olanlar, (özellikle ısrarla, resulün azap getirmesini isteyenler) hüsrana uğrarlar.
Bir hadis-i şerife dayanarak müfessirler Allah Teâlanın çeşitli devirlerde ve yerlerde 124.000 peygamber gönderdiğini söylerler. Kur’ân’da isimleri ve tebliğleri bildirilen peygamberlerin sayısı 28’dir.
Müşrikler, kendilerinin tehdid edildikleri azabı pek ciddiye almadıklarından, Hz. Peygamber (a.s.)’a: “Haydi, göster bakalım!” diye acele ediyorlardı. Âdeta bir oyun ve seyir merakı ile teklifte bulunuyorlardı. Allah Teâla ise şunu bildirmek istiyordu: “Mûcize bir oyun değil, bir gösteri değil, bir son fırsattır. Mûcizeden sonra, imana gelmezlerse, fecî sonları geldi demektir.”
79 – Allah O Yüce Zattır ki, sizin binmeniz için hayvanlar yaratmıştır, hem onların bazılarının etlerini de yersiniz.
80 – Sizin onlarda birtakım başka menfaatleriniz de vardır. Ayrıca içinizden hissettiğiniz bir ihtiyacı onlara binerek ve yükünüzü yükleyerek gerçekleştirirsiniz. Karada onların, denizde gemilerin üzerinde taşınırsınız.
Yerkürenin dörtte üçü su, dörtte biri ise topraktır. Birbirinden denizlerle ayrılan kıtalar arasında ticaret ve sair gayelerle seferler için, su ve rüzgâra ihtiyaç vardır. Ayrıca geceleyin denizde yol alan gemiler, yollarını bulmada gökteki yıldızlardan yararlanırlar. Bunca imkânı, insanın emrine veren Allah, elbette bir hesap soracaktır.
81 – Allah böylece size kudretinin alâmetlerini gösterir.
Artık Allah’ın hangi delillerini inkâr edebilirsiniz?
82 – Onlar hiç dünyayı gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden önceki ümmetlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görüp ders alsınlar?
Oysa onlar, kendilerinden gerek kuvvet, gerek ülkede bıraktıkları eserler bakımından daha ileri idiler.
Ama onların elde ettikleri bu özellikler kendilerine fayda vermedi. Fecî âkıbetlerini önleyemedi. [40,4-5; 21]
Bu âyet, önceki kısmın özeti olup 4 – 5 ve 21. âyete bir daha göz atılırsa iyi olur.
83 – Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler (Peygamberlerin getirdiği hidâyetle alay ettiler).
Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.
84 – Onlar Bizim azabımızın şiddetini görür görmez
“Allah’ın birliğine iman ettik, ona şerik saydığımız putları da red ve inkâr ettik” dediler.
85 – Fakat şiddetimizi gördüklerinde iman etmeleri kendilerine fayda sağlamadı.
Allah’ın kulları hakkında carî âdet ve tutumu hep böyle olmuştur.
İşte kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.
41 – FUSSILET SÛRESİ
Mekkî olup 54 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyetinde geçen ikinci kelimeden almıştır. Bu isim, Kur’ân’ın tam anlamıyla tafsil edilip açıklandığını ifade eder. Kur’ân-ı Kerimin indiriliş maksatlarını bildirerek başlar, vahiyden ve nübüvvetten bahseder. Kâinatın ilk yaratılışı, tevhit delilleri, hakkı yalan sayanların âkıbetleri, ayrıca müminler ve onların mükâfatları bildirilir. Sûrenin son kısmında ise, Allah’ın, kâinat sırlarının bazılarını insanlara açacağını ifade eder.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hâ, Mîm
2 – Bu kitap rahman ve rahîm (olan Allah) tarafından indirilmiştir. [1,3; 26,192-194; 36,5]
Sûrenin başındaki iki satırlık kısımda, başka bazı gerçeklerle birlikte Kur’ân’ın başlıca şu on vasfı da bildirilir:
1-Hâ, mîm: İ’caz ve tehaddî özelliğine işaret eder. 2-Tenzil (kısım kısım indirilen) 3-Rahmet eseri 4-Kitab (yazılan) 5-Âyetleri açıklanmıştır. 6-Kur’ân yani okunandır. Zımnî (üstü kapalı) olarak “devamlı okuyunuz” emri verilmiş sayılır. 7-Arapçadır. 8-Akıl sahiplerine, öğrenmek isteyenlere hitap eder. 9-Müjdeleyici. 10-Tehlikeyi haber verip uyarıcıdır.
3 – Bu kitap; bilen, anlayan kimseler için âyetleri açıklanmış bir kitap olup, Arap diliyle olan bir Kur’ân’dır, okunan bir derstir. [11,1; 41,42]
4 – Bu kitap, Allah’ın rahmeti ile müjdelemek, cezasını haber vererek uyarmak için gönderildi.
Buna rağmen insanların çoğu ondan yüz çevirdiler. Onlar artık dinlemezler.
5 – Ve derler ki: “Senin bizi dâvet ettiğin inançlara karşı kalplerimiz kapalıdır, örtüler içindedir; kulaklarımızda da ağırlık bulunmaktadır.
Hem bizimle senin aramızda bir perde çekilmiştir.
Artık bu durumda yapacağın bir şey varsa yap, biz de bildiğimiz gibi yapmaya devam edeceğiz!”
6 – De ki: “Ben de sizin gibi bir insanım. Yalnız, bana şu vahyolunuyor:
“Sizin İlahınız, sadece bir tek İlahtır.
O halde O’na yönelerek doğru yolda yürüyün,
O’ndan af dileyin. O’na eş, ortak uyduranların vay haline!
7 – Onlar ki zekât vermezler, âhireti de inkâr ederler. [91,9-10; 87,14-15; 79,18]
8 – İman edip makbul ve güzel işler işleyenlere ise, kesintiye uğramayan bir mükâfat vardır.” [18,3; 11,108]
9 – De ki: Siz dünyayı iki günde yaratan Allah’ın tek İlah olduğunu inkâr edip O’na birtakım eşler, ortaklar mı uyduruyorsunuz?
Halbuki bütün bunları yapan, Rabbulâlemindir. [2,29; 7,54; 79,27-33]
Müşriklerin bariz vasıfı Allah’ı rububiyette bir kabul etmekle birlikte, uluhiyette O’nun şerikleri olduğunu iddia etmeleridir.
10 – O, yerin üstünde yüce dağlar yarattı, orayı bereketli kıldı ve orada arayıp soranlar için gıdalarını, bitkilerini ve ağaçlarını tam dört günde takdir etti, düzenledi.
Yerde yaratılan bereketlerden maksat, yüz binlerce yıldan beri en küçük canlıdan, yüz binlerce canlı türüne mensup hadde hesaba gelmeyen yaratıkların faydalandığı hava, su, madenler, bitkiler ve hayvanlar gibi kaynaklardır.
11 – Sonra iradesi bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyurdu:
“İsteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!” onlar da: “Gönüllü olarak geldik.” dediler.
12 – Derken, iki gün içinde, gökleri yedi kat olarak şekillendirdi ve her bir göğe kendisine ait işi vahyetti.
Biz dünya semasını kandillerle, yıldızlarla süsledik, bozulup yıkılmaktan koruduk. İşte bu, azîz ve alîm (üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel tarzda bilen) Allah’ın takdiridir.
Cenab-ı Hak kâinatı yaratmayı dileyince sonsuz kudretini izhar ederek, ölçüsü belirsiz bir enerji meydana getirdi ve o enerji zamanla yoğunlaşıp gaz halini aldı ve sonra da yoğunlaşıp bugünkü katı durumuna geçti. Yerküre iki jeolojik devirde oluşmuş ve sonra da oradaki kaynaklar belirlenerek, plan uyarınca dört jeolojik devirde oluşup bugünkü duruma gelmiştir. Zira âyetteki yevm kelimesi, başlangıç ve sonu kesin bilinmeyen uzun bir devir anlamına gelmektedir (…) Gökler, yerküre ile birlikte iki uzun devirde yedi tabaka haline getirilmiştir. Çünkü hepsi gaz halinde idi. Yoğunlaşıp katılaşması hep birlikte, iki devirde olmuştur. Bu âyetler müteşabih olduğundan başka yorumlar da mümkündür.
Âyette sümme bağlacı zaman tertibi değil, beyan tertibini ifade eder, onun için “derken” diye çevirdik.
79, 30 âyeti önce gök, sonra yer; 41, 12 âyeti önce yer sonra gök; 21,30 âyeti ise beraber yaratıldıklarını ifade eder gibidir. Bu durumda ortaya çıkan sorunun cevabı şöyledir: Yaratmanın başlangıcında gökler ve yer beraber iken, yerküre diğer cisimler arasında hepsinden önce yoğunlaşıp katılaşmış, derken Allah’ın iradesi göğe yönelerek orayı yedi sema halinde düzenlemiş, daha sonra yerkürenin düzenlenmesini gerçekleştirmiştir.
13 – Eğer yüz çevirirlerse sen şöyle de: “Ben, sizi Âd ve Semûd halklarını çarpan kasırga gibi bir kasırganın geleceğini bildirerek uyarıyorum.”
14 – Kendilerine önlerinden, arkalarından resullerimiz:
“Allah’tan başkasına sakın ibadet etmeyiniz” dediklerinde onlar: “Rabbimiz olan Allah dileseydi, üstümüze melekler indirirdi, böyle olunca biz sizinle gönderilen şeylerin hepsini inkâr ettik” dediler.
15 – Âd halkına gelince: Onlar dünyada haksız ve sebepsiz yere büyüklük taslayıp,
“Kuvvet yönünden var mı bize galip gelecek?” dediler.
Halbuki kendilerini yaratan Allah’ın, o mahlûklardan daha kuvvetli olduğunu görüp anlamadılar mı?
Onlar Bizim âyetlerimizi bile bile inkâr ediyorlardı.
16 – Biz de onların üzerine, o uğursuz günlerde bir kasırga gönderdik.
Bunu onlara dünya hayatında bir rezillik ve rüsvaylık tattırmak için yaptık.
Âhiret azabı ise daha çok rüsvay eder. Hem orada hiç kimse kendilerine yardım edemez. [69,7; 54,19]
Burada Âd halkının felakete uğradığı günler, onlar için uğursuz olarak nitelendirilmiştir. Aksi halde bu günlerde bir uğursuzluk olsaydı, başka zamanlarda, başka kimselere de uğursuzluk meydana gelirdi.
17 – Semûd halkına gelince Biz onlara da doğru yolu gösterdik; fakat onlar körlüğü hidâyete tercih ettiler.
Derken işledikleri işler sebebiyle alçaltıcı bir azap yıldırımı onları alıverdi.
18 – İman edip de Allah’a karşı gelmekten sakınanları da kurtardık.
19 – Gün gelir, Allah’ın düşmanları toplanıp cehenneme sevk olunmak üzere, baştan sona tutuklanırlar.
20 – Nihayet oraya ulaştıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları işleri söyleyip kendi aleyhlerinde şahitlik ederler.
21 – Derilerine: “Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?” deyince onlar:
“Bizi söyleten, her şeyi konuşturan Allah’tır.
Zaten sizi ilkin yaratan ve sonunda da huzuruna götürüleceğiniz Rabbiniz de O’dur.”
22 – Siz, kulaklarınızın, gözlerinizin, derilerinizin,
aleyhinizde şahitlik edecekleri bir günün geleceğine inanmıyor ve ondan sakınmıyordunuz,
ayrıca siz, yaptıklarınızın çoğunu, Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz.
23 – İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu kötü zandır ki sizi mahvetti de, o yüzden hüsrana uğrayanlardan oldunuz.
Bir hadis-i kudside Allah Teâla şöyle buyuruyor: “Kulum Beni nasıl bilirse, Ben ona öyle muamele ederim”
24 – Eğer sabredip dayanabilirlerse, cehennem zaten kendi yerleşme yerleridir.
Şayet özür dileyip Rab’lerini razı etmek için tekrar dünyaya dönmek isterlerse, onlara bu imkân verilmez.
25 – Biz onların yanına birtakım arkadaşlar katarız.
Bunlar, onların önlerinde ve arkalarında ne varsa yaptıkları her türlü işi süsler, cazip gösterirler.
Böylece cinlerden ve insanlardan gelmiş geçmiş toplumlar hakkında yürürlükte olan cezalandırma hükmü, onlar hakkında da gerekli olur.
Çünkü onların hepsi kendilerini hüsrana atmışlardı. [43,36-37]
26 – Bir de kâfirler dediler ki: “Şu Kur’ân okunduğunda ona kulak vermediğiniz gibi, ona karşı yaygara koparıp onun, başkaları tarafından anlaşılmasını da engelleyin.
Ancak böyle yaparak üstünlük sağlayıp onu bastırmayı umabilirsiniz.” [7,204]
27 – İşte Biz de onun için o kâfirlere dünyada şiddetli bir azap tattıracağız ve âhirette de yaptıkları o pek kötü işlere göre hak ettikleri karşılığı vereceğiz.
“Yakınları ziyaret, onlara sahip çıkma, muhtaçlara yardım, insanlara faydalı olma gibi güzel davranışlarını değil de, dünya ve âhiret mutluluğunun esası olarak insanlığa hediye edilen bu Kur’ân hidâyetine düşmanlık etme ile ortaya çıkan bu en büyük suçu göz önüne alarak müstahaklarını vereceğiz” anlamına gelir.
28 – İşte Allah düşmanlarının: cezası da: O ateş!
Âyetlerimizi bile bile red ve inkâr ettiklerinden ötürü onlara orada ebedî kalmak vardır.
29 – Kâfirler cehennemde: “Ey Ulu Rabbimiz!” derler,
“gerek cinlerden, gerek insanlardan bizi saptıran o şeytanları bize bir gösteriver de onları ayaklarımızla çiğneyelim, aşağıların aşağısı olsunlar” [7,38; 16,88]
30 – “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu, ?
işte onların üzerine melekler inip: “Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin!” derler.
31-32 – Dünya hayatında da, âhirette de biz sizin dostunuzuz. Orada sizin canınızın çektiği her şey gafur ve rahîm’den (affı, merhamet ve ihsanı bol olan Allah tarafından) bir ikram olarak sizindir.
Hem orada siz bütün istediklerinize kavuşacaksınız.
Meleklerin inmesi sırasında müminlerin onları görmeleri gerekmez. Melekler onları cesaretlendirmek, teselli etmek için gelir ve kalplerine kuvvet verirler.
33 – Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir?”
Bu âyetlerin indirildiği sırada imanını açıklamak, hayatını tehlikeye atmak demekti. Hele İslâm’ı yaymağa çalışmak, kana susamışları dâvet etmek mânasına geliyordu. Âyet başta Hz. Peygamber (a.s.) olarak müezzinler ve Allah’ın dinine hizmet eden herkesi kapsamına alır.
34 – İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak.
Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş!
Şer, galip göründüğü durumlarda bile, aslında zayıftır.
Zira mahiyeti icabı çökmeye mahkûmdur.
Hayır ve dürüstlük ise gönüller fetheden, bizatihi bir kuvvettir. İyilik ve kötülük açık bir tarzda karşı karşıya geldiklerinde iyiliği takdir, kötülükten nefret etmeyen az insan bulunur. Şu halde “İyilikle kötülük bir olmaz.”
Kötü davranışı affetme bir iyiliktir. Fakat afla beraber iyilik etmekle, karşıdakinin gönlü fethedilir. Bunun pek az istisnası olabilir ki nadir, yok hükmündedir. Ama bu, öyle kolay bir iş değildir.
35 – Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır. {KM, Luka 19,26}
36 – Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, herşeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir. [7,199-200; 23,97-98]
Hak ile batıl mücadelesinde müminler kötülüğe karşı iyilikle cevap verdiğinde, şeytan üzüntüsünden kahrolur. Az da olsa bir yanlış davranışta bulunmalarını ister ki müminlerin lehinde düşünenleri kandırabilsin. Hatta müminler, kendilerine yapılan zulme karşılık verirken azıcık ölçüsüz davranırlarsa, “Şeytanın vesvesesinin etkisinde kalmış” sayılırlar. Müminler bu sebeple, büyük kuvvetlerini kaybederler. Çünkü yüzde yüz haklılıklarına ufak bir gölge düşürmüş, aleyhtekilere küçük bir bahane vermiş olurlar. Bu âyetin pek güzel bir tefsiri şu hadis-i şerifte yer alır:
Bir gün bir adam gelip Hz. Ebû Bekire (r.a) sürekli hakaret etti. Hz. Peygamber (a.s.) da, orada bulunuyordu. Adam hakaret ettikçe Hz. Ebû Bekir dinliyor, cevap vermiyordu. Hz. Peygamber (a.s.) ise tebessüm ediyordu. Nihayet Ebû Bekir dayanamayıp sert bir karşılık verince Hz. Peygamberin çehresi değişti ve oradan ayrıldı. Ebû Bekir peşinden kalkıp sebebini sorunca buyurdu ki: “Sen sükût ettiğin sürece, bir melek senin yerine cevap veriyordu. Fakat sen ağzını açınca yanına şeytan geldi. Ben şeytanın olduğu yerde bulunmam” (İmam Ahmed, Müsned)
37 – Gece gündüz, güneş, ay, hepsi O’nun âyetlerindendir.
O halde güneşe ve aya değil, onları öylece yaratana secde edin, eğer O’na ibadet ediyorsanız!
38 – Eğer kibirlenecek olurlarsa, şunu bilsinler ki Rabbinin nezdinde olan melekler, gece gündüz O’nu tenzih, tesbih ederler ve asla usanmazlar.
Bu âyet, secde âyetlerindendir.
39 – O’nun kudretinin ve hikmetinin delillerinden biri de şudur ki:
Sen yeri boynu bükük, kupkuru görürsün.
Fakat Biz üzerine su indirince yer harekete geçip kabarır.
İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir.
Çünkü O her şeye kadirdir.
40 – Âyetlerimiz konusunda, haktan sapanlar bize gizli kalmazlar.
Şimdi söyleyin bakalım: Cehenneme atılmak mı iyidir, yoksa kıyamet günü büyük duruşmaya tam bir güven içinde gelmek mi?
İstediğinizi yapın, çünkü O, bütün yaptıklarınızı görmektedir.
İlhad: İstikametten uzaklaşmak, asıl maksattan sapmak, dinden uzaklaşmak anlamlarına gelir.
41-42 – Kendilerine gelen bu şanı yüce dersi inkâr edenler elbette cezadan kurtulamazlar.
Hâlbuki o eşsiz ve pek kıymetli bir kitaptır.
Öyle bir kitaptır ki batıl ona ne önünden, ne ardından, hiç bir taraftan yol bulamaz.
(Tam hüküm ve hikmet sahibi, bütün hamdlerin ve övgülerin sahibi) o hakîm ve hamîd tarafından indirilmiştir.
43 – Sana söylenenler, senden önceki peygamberlere söylenen sözlerden başka bir şey değildir.
Senin Rabbin hem mağfiret, hem de gayet acı bir azap sahibidir.
44 – Eğer biz Kur’ân’ı yabancı bir dille gönderseydik derlerdi ki:
“Neden, onun âyetleri açıkça beyan edilmedi? Dil yabancı, muhatap arap! Olur mu böyle şey?”
De ki: “O, iman edenler için hidâyet ve şifadır.”
Ama iman etmeyenlerin kulaklarında ağırlıklar vardır. Kur’ân onlara kapalı ve karanlık gelir.
Onların, çok uzak bir yerden sesleniliyor da söyleneni hiç anlamıyorlar gibi bir halleri vardır. [26,198-199; 17,82]
Bu, kâfirlerin inatlarının tezahürlerinden biridir. Hz. Peygambere: “Senin anadilin olan Arapça ile bir şeyler söylemeni vahiy kabul etmemizi bekleme! Ama sen durup dururken “Farsça, Rumca gibi bir dille kusursuz bir beyanda bulunursan işte o zaman “Bu bir mûcizedir!” diye kabul edebiliriz” demek istiyorlar. Onlara verilen cevapta: “Biz onlar anlasınlar diye kendi dilleriyle indirdik. Eğer yabancı dilden olsaydı bu sefer de: “Ne tuhaf! Arap olana yabancı dille hitap ediliyor!” Yani şöyle demek isteyeceklerdi: “Gelin de görün: Araplara gönderilen peygamber yabancı dil konuşuyor. Ne kendisinin, ne de halkının bilmediği dille onlara hitap etmesi hiç akıl kârı mıdır?
45 – Gerçekten Biz Mûsâ’ya da Kitap vermiştik de Kur’ân hakkında bunlar ihtilaf ettiği gibi, onun hakkında da ihtilaf edilmişti.
Eğer Rabbinden haklarındaki azabı erteleme ve hükmü kıyamete bırakma şeklinde daha önce bir hüküm verilmiş olmasaydı, onların işleri bitmişti bile.
Bu gerçeğe rağmen onlar hâla bundan derin bir şüphe içindedirler.
46 – Kim makbul güzel işler yaparsa kendi lehine, kim kötülük yaparsa kendi aleyhinedir.
Rabbin kullarına asla zulmetmez.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.