Mustafa Demirci-Cenazenin Defni ve Hilafet
İlk olarak Abbâs’ın dikkatini çeken belirtileri bir süre sonra diğerleri de fark ettiler. Peygamber (s.a.v) daha ölmeden Ümmü Eymen (r.a.), oğluna Peygamber’in (s.a.v) ölmek üzere olduğunu bildiren bir haber gönderdi. Kuzeye yürümek için kamp zaten kaldırılmıştı. Fakat Üsâme hemen Medîne’ye dönme emri verdi. Ömer (r.a.)’in de içlerinde bulunduğu ashâbdan ilk Müslüman olan birçok kişi ordu ile birlikteydi. Şehre vardıklarında ölümün gerçekleştiği haberini duyduklarında Ömer bunu kabul etmeyi reddetti. Ömer (r.a.), Kur’ân’ın bir âyetini yanlış tefsir ettiği için, bu âyetin Peygamber (s.a.v)’in onların neslinden ve gelecek nesillerde sürekli yaşayacağı anlamına geldiğini zannetmişti. Bu nedenle mescidde ayağa kalkmış; insanlara Peygamber (s.a.v.)’in sadece rûhen yok olduğunu ve bir süre sonra geri geleceğini anlatıyordu. O bu şekilde konuşurken Ebû Bekir (r.a.), at sırtında Sunh’tan geldi. Çünkü haberler hızla tüm vahaya yayılmıştı. Ebû Bekir hiç kimsenin konuşmasını durdurmadan doğruca kızının evine gitti. Peygamber (s.a.v.)’in yüzünden örttükleri örtüyü çekti. Ona baktı ve öptü. “Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan!” dedi; “Allah’ın senin için yazdığı ölümü tattın. Bundan sonra sana hiçbir ölüm gelmeyecek.” Daha sonra yavaşça örtüyü tekrar yüzüne örttü ve Ömer (r.a.)’in hitap ettiği insan kalabalığına doğru yöneldi. İnsan kalabalığına yaklaştığında, “Yavaş ol Ömer!” dedi; “Beni dinle!” Ömer (r.a.) buna aldırmadı ve devam etti. Fakat Ebû Bekir’in sesini tanıyanlar Ömer’i bırakıp ne söyleyeceğini duymak için ona döndüler. Ebû Bekir (r.a.), Allah’a hamd ettikten sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Kim Muhammed’e tapıyor idiyse —gerçekten Muhammed ölmüştür; kim de Allah’a tapıyor idiyse— gerçekten Allah Diri’dir ve ölmez. Daha sonra, Uhud’dan sonra indirilen şu âyeti okudu:
“Muhammed, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.” (Âl-i İmrân: 144)
Sanki Ebû Bekir (r.a.) okuyuncaya kadar bu âyeti hiç kimse duymamıştı. Ondan bu âyeti aldılar ve bu âyet dillerde dolaşmaya başladı. Ömer (r.a.) daha sonraları şöyle anlattı:
“Ebu Bekir’in o âyeti okuduğunu duyunca o kadar şaşırmıştım ki yere düştüm. Ayaklarım artık beni taşımıyordu ve Allah’ın Rasulünün ölmüş olduğunu anlamıştım.”
Ali, (r.a.) Zübeyr (r.a.) ve Talha (r.a.) ile birlikte evine çekilmişti. Muhâcirlerin geri kalan kısmı Ebû Bekir’in etrafında toplanmışlardı. Üseyd ve kabilesinden birçok kişi de onlara katılmıştı. Fakat Evs’li ve Hazrec’li ensârın büyük çoğunluğu Sa’d İbn Ubâde (r.a.)’nin başkanı bulunduğu Benî Sa’ide’nin toplantı yerinde toplanmıştı. Ebû Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.)’e, ensârın, Peygamber (s.a.v) irtihal ettiğine göre yönetimin kime ait olacağı konusunda tartıştıkları haberi ulaştı. Onun otoritesini memnuniyetle kabul etmişlerdi; fakat onu kaybettikten sonra çoğu Kayle oğullarının Yesrib’li bir adamdan başkası tarafından yöneltilmemesi gerektiğini düşünüyordu. Çoğu Sa’d’a (r.a.) biat etmek üzere idi. Ömer (r.a.), Ebû Bekir (r.a.)’i toplantı yerine kendisiyle beraber gelmesi için zorladı. Ebû Ubeyde de onlarla birlikte gitti. Sa’d hastaydı ve toplantı yerinin ortasında bir örtüye sarınmış yatıyordu. Üç Kureyşli içeri girdiğinde ensârdan biri, onun adına insanlara hitap etmek üzereydi. Onları görünce Allah’a hamdettikten sonra konuşmasına onları da dahil ederek başladı: “Bizler Allah’ın ensârıyız ve İslâm’ın savaşan gücüyüz. Ey muhâcirler! Sizler de bizdensiniz. Çünkü sizden bir grup bizim aramızda yaşıyor”. Konuşmacı aynı tonda konuşmaya devam etti. Muhâcirleri de biraz övmesine rağmen, onların ilk İslâm toplumu olarak önemlerini göz önünde bulundurmaksızın sürekli ensârı överek göklere çıkarıyordu. O konuşmasını bitirdiğinde Ömer (r.a.), tam konuşmaya başlamak üzereydi. Fakat Ebû Bekir (r.a.) onu susturdu ve nazikçe, fakat kesin bir şekilde konuşmaya başladı. Ensârın önemini kabul ettiğini söyledi. Fakat, İslâm’ın Arabistan’da yayıldığını ve Arapların Kureyş’ten başka birinin otoritesini kabul etmeyeceğini; çünkü Kureyş’in tüm Araplar nezdinde eşsiz bir konumu olduğunu da belirtti. Konuşmasını bitirdi ve Ebû Ubeyde ve Ömer’in ellerinden tutarak, “İki adamdan birini öneriyorum. Hangisini dilerseniz ona biat edin” dedi. Daha sonra ensârdan biri kalkarak iki otoritenin olması gerektiğini söyledi. Bu ateşli bir tartışmaya yol açtı. Ömer (r.a.), bu tartışmayı şu sözleriyle susturdu: “Ey ensâr! Allah’ın Rasûlü’nün namazlarda imamlık yapma görevini Ebû Bekir’e verdiğini bilmiyor musunuz?” “Biliyoruz” diye cevap verdiler. Ömer, “Peki aranızda kim onun önüne geçmek istiyor?” dedi. “Allah korusun, onun önüne geçemeyiz”[368] dediler. Bunun üzerine Ömer (r.a.), Ebû Bekir (r.a.)’in elini tuttu ve ona biat etti. Arkasından da Ebû Ubeyde (r.a.) ve diğer muhâcirler biat ettiler. Daha sonra Sa’d hariç, orada bulunan ensârın tümü de biat ettiler. Sa’d hiçbir zaman Ebû Bekir’i bir halife olarak kabul etmedi ve Suriye’ye hicret etti.
Orada ne karar almış olurlarsa olsunlar, Medîne’de hiç kimse mescidde o orada olduğu müddetçe Ebû Bekir’in önüne geçmeyi kabul etmezdi. Ertesi gün sabah namazında, namazı kılmadan önce Ebû Bekir (r.a.) minbere oturdu. Ömer (r.a.) ayağa kalkıp cemaate, Ebû Bekir’e biat etmelerini emretti ve onu şöyle tanımladı: “Sizin en iyiniz, Allah’ın Rasûlü’nün arkadaşı, ikisi mağarada oturduklarında ikinin ikincisi” (Tevbe: 40)
Yeni nazil olan âyetlerden birinde Ebû Bekir (r.a.)’in bu önemli anda Peygamber (s.a.v)’in tek arkadaşı olduğu belirtiliyordu. Daha sonra biat eden Ali hariç, tüm cemaat bir ağızdan ona bağlılık yemini ettiler.
Daha sonra Ebû Bekir (r.a.), Allah’a hamd ve şükrettikten sonra cemaate hitap etti: “Sizin en iyiniz olmadığım halde sizin üzerinize hakim oldum. Eğer doğru yaparsam bana yardım edin, eğer yanlış yaparsam beni doğrultun. Hakka samimiyetle saygı göstermek bağlılıktır, hakka saygısızlık ise ihanettir. Aranızdaki güçsüzler, inşallah onların haklarını koruyuncaya kadar benim katımda güçlü olacaklardır. Aranızdaki güçlüler ise, başkalarının hakkını onlardan, inşaallah alana kadar benim katımda güçsüzdürler. Ben Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim sürece bana itaat ediniz. Fakat eğer ben Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmezsem siz de bana itaat etmeyin. Namaza kalkın. Allah size merhamet etsin!” Namazdan sonra Peygamber (s.a.v)’in ev halkı ve ailesi onu gömülmeye hazırlamaları gerektiğine karar verdiler. Fakat bunun nasıl yapılacağı konusunda anlaşmazlığa düştüler. Daha sonra Allah onların üzerine bir uyuklama verdi ve her biri rüyasında, “Peygamber (s.a.v)’i elbiseleri üzerinde olduğu halde yıkayın” diye bir ses duydu. Bunun üzerine Âişe’nin odasına gittiler; o an için Âişe odadan çıkmıştı. Hazrec’li bir adam olan Evs İbn Havli, orada ensârı temsil etmek için Ali’ye yalvardı: “Senden Allah ve Rasûlü’ndeki payımız adına rica ediyorum. Ey Ali!” Ali onun içeri girmesine izin verdi. Abbâs (r.a.) oğlu Fadl (r.a.) ve Kisam (r.a.), Ali (r.a.)’ye, Peygamber’in mübarek vücudunu çevirmekte yardım ettiler. Bu sırada Üsâme (r.a.) Peygamber (s.a.v)’in azadlı kölelerinden biri olan Şükran’ın yardımıyla su döküyordu. Ali (r.a.) elini uzun yün elbisenin her tarafında gezdirdi. “Ey bana annemden ve babamdan daha sevgili olan!” dedi; “yaşarken de ölü iken de ne kadar güzelsin!” Hatta bir gün sonra bile Peygamber (s.a.v)’in vücudu nefes alıp vermemesine, sıcaklık ve yumuşaklığını kaybetmiş olmasına rağmen hâlâ uykuda imiş gibiydi.
Ashâb şimdi de onun nereye gömüleceği konusunda anlaşmazlığa düştü. Çoğu, onun mezarının Baki Mezarlığı’nda üç kızı ve oğlu İbrahim’in ve kendi gömdüğü arkadaşlarının yanına kazılması gerektiğini düşünüyordu. Bazıları ise onun mescide gömülmesi fikrindeydi. Fakat Ebû Bekir, O’nun, “Öldüğü yere gömülmeyen hiçbir peygamber yoktur” dediğini hatırladı. Bunun üzerine mezar, Peygamber (s.a.v)’in yattığı şiltenin hemen yanında Âişe’nin odasının zeminine kazıldı. Daha sonra tüm Medîneliler O’nu ziyaret ettiler ve başında cenaze namazı kıldılar. Küçük gruplar halinde geldiler ve her grup ayrı olarak cenaze namazını kıldı. İlk önce erkekler grup grup geldiler, bütün erkekler onu ziyaret ettikten sonra kadınlar geldiler. Onlardan sonra da çocuklar ziyaret ettiler. O gece Peygamber (s.a.v), Ali (r.a.) ve kendisine mezar hazırlayan diğer arkadaşları tarafından gömüldü.
Şimdi “Nur şehri” diye anılan Medîne’de büyük bir üzüntü yaşanıyordu. Sahabeden her biri ağladığı için başkalarını azarlıyor, fakat kendisi ağlıyordu. Niye ağladığı sorulduğunda Ümmü Eymen, “Ben O’nun için ağlamıyorum” dedi. “O’nun bu dünyadan daha iyi olan bir yere gittiğini sanki bilmiyor muyum? Fakat ben bize gökten gelen haberler kesildiği için ağlıyorum..”
Sanki büyük bir kapı kapanmış gibiydi. Yine de onun şöyle dediğini hatırladılar: “Ben bu dünyada ne yapayım? Ben ve bu dünya, bir yolcu ve yolcunun altında gölgelendiği bir ağaç misaliyiz. Bir müddet sonra yolcu yoluna gider ve onu arkasında bırakır.” Peygamber (s.a.v) bunu herkesin kendisi için söylemesini kasdederek duyurmuştu. Bu kapı şimdi kapansa bile, mü’minler için ölümle birlikte tekrar açılacaktı. Kulaklarında hâlâ onun şu sözleri çınlıyordu:
“Ben sizden önce gidiyorum ve sizin şahidinizim. Sizinle buluşma yerim Havuz’dur.” Bu dünyadaki risâlet görevini yerine getirerek, bu görevi âhirette devam ettirmek üzere bu dünyadan ayrılmıştı. Âhirette O, onlar için ve başkaları için, bu dünya hayatına sınırlamaları olmaksızın Merhamet Anahtarı, Cennet Anahtarı Hakk’ın Ruhu ve Allah’ın Habîbi olacaktı. “Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzab: 56).
Mustafa Demirci
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.