Web sitemize hoşgeldiniz, 28 Nisan 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Kuşatmadan Sonra

Sa’d, Benî Kurayza ile ilgili hükmü verdikten sonra tekrar mesciddeki hasta yatağına döndü. Daha önceden Allah’a, eğer düşmanlara karşı savaşması kaderinde varsa yaşatması, yoksa canını alması için dua etmişti. Şimdi ise durumu kötüye gidiyordu. Kuşatmadan kısa bir süre sonra bir gece Peygamber (s.a.v) onu baygın bir halde buldu. Yanı başına oturdu ve başını yerden kaldırıp göğsüne yasladı, sonra dua etti: “Ya Rabbi! Sa’d, Rasûlü’ne tam itaatla senin yolunda çalıştı ve yapması gereken her şeyi yaptı. Onun ruhunu, yarattıkların içinde en iyilerin ruhunu aldığın gibi kabul ederek al”. Sa’d (r.a.) Peygamber’in (s.a.v) sesini duydu, gözlerini açarak: “Selâm üzerine olsun ey Allah’ın Rasûlü! Senin tebliğ ettiğine şehadet ederim” dedi. Peygamber (s.a.v) evine döndükten bir iki saat sonra Cebrâîl geldi ve ona Sa’d’ın öldüğü haberini verdi.
Onun cesedini mezarlığa taşıyanlar cesedin bu kadar hafif olmasına şaştılar. Çünkü Sa’d iri cüsseli bir adamdı. Bunu Peygamber (s.a.v)’e söylediklerinde, O, “Melekleri onu taşırken gördüm” dedi. Cenazeyi mezarının yanına koydular. Peygamber (s.a.v.), arkasındaki bir grup erkek ve kadınla birlikte cenaze namazı kıldı. Cesedi mezarın içine indirdiklerinde Peygamber (s.a.v)’in yüzü birden bire sarardı ve üç kez ‘Sübhanallah’ dedi. Bu Allah’ın mutlak yüceliğini ifade eden bir terimdi ve şimdi olduğu gibi aşılması gereken bir sınırla karşılaşıldığında söylenirdi. Mezarlıktaki herkes aynı sözü tekrarladı ve tüm mezarlık ‘Sübhanallah’ sesleriyle titredi. Daha sonra Peygamber (s.a.v) zafer anlarında söylenen ‘Allahu Ekber’ (Allah büyüktür) sözünü söyledi, diğerleri de bunu tekrarladılar. Daha sonraları o sırada yüzünün neden sarardığını sorduklarında Peygamber (s.a.v) şöyle dedi: “Mezar arkadaşınızın üstüne kapandığında, o, bir sıkışma hissetti. Eğer bir kişi bile bu sıkışmadan kurtulabilseydi Sa’d da kurtulurdu. Daha sonra Allah ona selâmet dolu bir rahatlık verdi”.[227]
Bunu takip eden günlerde, bir sabah Peygamber (s.a.v) Ümmü Seleme (r.a.)’nin odasında iken ona, “Ebû Lübâbe affedildi” dedi. “Ona bu müjdeyi vereyim mi?” diye sordu. Peygamber (s.a.v), “Eğer istersen” dedi. Bunun üzerine Ümmü Seleme (r.a.) mescide açılan odasının kapısında durdu ve yakın bir direkte bağlı olan Ebû Lübâbe (r.a.)’ye: “Ey Ebû Lübâbe! Müjdeler olsun, Allah sana merhamet etti” diye bağırdı. Mesciddeki adamlar onu çözmek için hemen etrafına toplandılar. Fakat o onları durdurarak, “Allah’ın Rasûlü beni elleri ile çözene kadar olmaz” dedi. Peygamber (s.a.v) namaza giderken onun yanında durdu ve bağlarını çözdü.
Namazdan sonra Ebû Lübâbe (r.a.), Peygamber (s.a.v)’e geldi ve yaptığına kefaret olarak bir bağış yapmak istediğini söyledi. Peygamber (s.a.v) onun mallarının üçte birini kabul etti. Onun serbest bırakılmasını haber veren vahiy, diğer hata eden iyi adamları da kasdederek:
“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş arındırmış olursun.”(Tevbe: 103) diyordu.
Hendek Savaşı’ndan yaklaşık beş ay sonra Peygamber (s.a.v) zengin bir Kureyş kervanının Suriye’den dönmekte olduğu haberini aldı ve Zeyd’i kervanın yolunu kesmek üzere yüz yetmiş atlı ile gönderdi. Zeyd ve adamları çoğu Safvân’a ait olan gümüşler de dahil tüm ticârî eşyayı ele geçirdiler ve adamların çoğunu da esir aldılar. Kaçmayı başaran birkaç kişiden biri de Peygamber (s.a.v)’in damadı Ebû’l-As idi. Mekke’ye kaçarken yolu üstündeki Medîne’nin yakınından geçiyordu. Tam oradan geçerken karısı Zeyneb’i ve küçük kızları Ümâme’yi görme arzusunu duydu. Gece karanlığında riski göze alarak şehre girdi ve Zeyneb’in nerede yaşadığını öğrenmeyi başardı. Kapıyı çaldığında Zeyneb onu içeri aldı. Güneşin doğmasına az bir vakit kalmıştı. Zeyneb, Bilâl’in ezanını duyunca Ebû’l-As’ı, Ümâme ile birlikte bırakıp mescide gitti ve diğer kız kardeşleri ve Peygamber (s.a.v)’in eşleri ile birlikte erkeklerin arkasındaki ilk sırada yerini aldı. Peygamber (s.a.v) başlangıç tekbirini aldı, adamlar da onun arkasından tekrarladılar. O aradaki sessizlikte Zeyneb sesinin tüm gücüyle: “Ey insanlar! Rebi’nin oğlu Ebû’l-As, benim korumam altındadır” diye bağırdı ve kendisi de tekbir getirip namaza durdu.
Peygamber (s.a.v) selam verdikten sonra kalktı ve topluluğa doğru döndü: “Benim duyduğumu siz de duydunuz mu?” dedi. Mescidde onun söylediklerini tasdikleyen bir mırıltı oldu. “Nefsimi kudret elinde tutana yemin olsun ki” dedi, “Bunu duyana kadar, bu konuda bir bilgim yoktu. Bir Müslüman’ın başka birini himayesine alması, diğer bütün Müslümanları bağlar.” Daha sonra kızına gitti. “Onu şerefle karşıla, fakat sana bir koca olarak gelmesine izin verme. Çünkü sen artık onun karısı değilsin” dedi. Zeyneb babasına, Ebû’l-As’ın, Kureyş’ten birçok kişinin kendisini emin görerek emanet ettikleri mallara karşılık Suriye’den aldığı mallara el konulmasından büyük bir üzüntü duyduğunu söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), sefere çıkan ve kendisine Ebû’l-As’ın malları düşenlere haber gönderdi: “Bildiğiniz gibi bu adam bize aittir, siz de onun mallarını aldınız. Eğer onun mallarını ona iade edecek iyiliği gösterirseniz beni sevindirirsiniz. Fakat eğer geri vermezseniz, o Allah’ın size verdiği bir ganimettir ve onun tasarruf hakkı da sizindir.” Onlar, malları geri vereceklerini söylediler ve eski su kırbalarına, tahta parçalarına varıncaya kadar her şeyi geri verdiler. Her şey eksiksiz ona iade edilmişti. Onun İslâm’a girmekte tereddüt ettiğini gören bir adam, “Neden İslâm’a girip bu malları kendin almıyorsun? Bunlar putperestlerin mallarıdır” dedi. Fakat o şu cevabı verdi: “Bana duyulan güveni sarsarak İslâm’a girmem kötü bir başlangıç olur”. Malları Mekke’ye götürdü ve sahiplerine verdi. Daha sonra Medîne’ye döndü ve biat ederek Müslüman oldu. Böylece Zeyneb kocasına tekrar dönmüş oldu ve Peygamber’in (s.a.v) ailesiyle birlikte tüm şehir sevinçle doldu.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.