Web sitemize hoşgeldiniz, 15 Kasım 2024
Beğen 2

Mustafa Demirci-Uhud’dan Sonra

Şehre vardıklarında güneş batıyordu. Mescid’e varır varmaz akşam namazını kıldılar. Daha sonra Peygamber (s.a.v) dinlenmek için yattı ve derin bir uykuya daldı. O kadar derin uyuyordu ki Bilâl (r.a.)’in okuduğu yatsı ezanını duymadı. Bu yüzden namazı daha sonra evde tek başına kıldı. Ensârın iki Sa’d’ı -İbn Ubâde ve İbn Muâz- geceyi Mescid’in kapısında geçirdiler. Daha sonra bu nöbeti başkaları devraldı. Çünkü hâlâ Kureyşlilerin geri gelip saldırma ihtimali vardı. Ertesi sabah Peygamber (s.a.v) sabah namazından sonra Bilâl’e, oradakilere ve uzaktakilere düşmanın arkasından gidileceğini duyurmasını söyledi. “Fakat sadece dün bizimle birlikte savaşanlar gelecek” dedi.
Elçiler çeşitli kabilelere vardıklarında, ashâbın çoğunu yaralarını kendileri sararken veya eşlerine sardırırken buldular. Çünkü Uhud’a katılanlardan çok azı yara almamıştı, çoğu ise ağır yaralıydı. Fakat Peygamber (s.a.v)’in çağrısını duyar duymaz, hepsi yaralarını ellerinden geldiğince kapatıp tekrar yola çıkmak için hazırlandılar. Uhud’a katılanlardan sadece Mâlik (r.a.) ve Şemmas (r.a.) bu seferki yürüyüşe katılamıyordu. Çünkü Malik aldığı yaraların etkisiyle zayıf düşmüş, halsiz bir şekilde ailesinin yanında yatıyordu. Şemmas’ın ise Medîne’de hiç akrabası yoktu. Bu yüzden onu Âişe’nin odasına taşımışlardı. Fakat Ümmü Seleme, kabilesinden olan bu adama bakmanın kendi sorumluluğunda olmasını istedi ve ona bakmayı üstlendi. Hemen hemen ölmek üzere olduğu için, Peygamber (s.a.v) Şemmas’ı Medîne’ye gömmemelerini, Uhud’a arkadaşlarının yanına gömmelerini söyledi.
Başına nişan alınan darbenin omuzuna gelmesi nedeniyle sağ omuzunu oynatamamasına rağmen Peygamber (s.a.v), ilk hazırlananlar arasındaydı. Talha (r.a.), yola çıkma zamanını öğrenmek için Mescid’e geldiğinde onu kapının önünde at sırtında görünce çok şaşırdı. Peygamber (s.a.v) miğferinin önünü indirmişti, gözlerinden başka yeri görünmüyordu. Bunun üzerine Talha, sakat olmasına rağmen hazırlanmak üzere hemen eve koştu.
Benî Selime’den yola çıkanlar arasında, çoğu on’dan fazla kılıç veya ok yarası almış olan kırk yaralı vardı. Kararlaştırılan yerde Peygamber (s.a.v)’le buluşunca sıraya girdiler. Peygamber (s.a.v) onların kalblerinin bedenlerinden daha güçlü olduğunu görünce çok sevindi ve şöyle dua etti: “Allah’ım, Benî Selime’ye merhamet et!” Bütün kabileler arasında, Uhud’a katılmayan, fakat bu kez onlara katılan bir tek kişi vardı. Bu Câbir (r.a.)’di. O sabah Peygamber (s.a.v)’in çağrısını duymuş ve ona giderek: “Ey Allah’ın Rasûlü! Savaşta bulunmayı çok istiyordum; fakat babam beni yedi küçük kız kardeşimin başında bıraktı. Ben ümit ettiğim halde şehadette Allah onu bana tercih etti. Ey Allah’ın Rasûlü! Hiç olmazsa bu kez seninle gelmeme izin ver” dedi. Peygamber (s.a.v) de ona diğerleriyle birlikte gitme izni verdi.
Medîne’den sekiz mil ötede konakladılar. O sırada düşman da kendilerinden fazla uzakta olmayan Revha’da konaklamıştı. Bunu duyan Peygamber (s.a.v.), adamlarına mümkün olduğu kadar geniş bir alana yayılmalarını ve kendileri için odun toplamalarını emretti. Her adam kendisi için bir ateş yakacaktı. Güneş batana dek beş yüz öbek odun topladılar. Gece olduğunda herkes kendi ateşini yaktı. Çok sayıdaki ateş öbekleri uzaktan sanki büyük bir ordu konaklamış izlenimi veriyordu. Hâlâ putperest olmasına rağmen Müslümanlara dost olan Huzaa’lı bir adam, Ebû Süfyân’a gidip gerçek olmadığı halde Uhud’a katılmayanlar ve müttefikleri de dahil bütün Medînelilerin savaş meydanına geldiklerini haber verdi: “Tanrı’ya and olsun, siz onların atlarının başını görür görmez kaçmalıydınız” dedi. Kureyşlilerden bazıları Medîne’ye saldırmak istiyordu. Fakat şimdi hepsi en hızlı şekilde Mekke’ye dönme kararı almışlardı. Fakat Ebû Süfyân erzak almak için Medîne’ye giden bir gruptan Peygamber (s.a.v.)’e mesaj göndermeyi ihmal etmedi: “Muhammed’e de ki: ‘Biz ona ve arkadaşlarına karşı çıkıp, geri kalanların hepsinin kökünü kurutuncaya kadar onlarla savaşacağız.’ Geri döndüğünde Ukaz panayırına uğra, deveni kuru üzümle yükleyeyim” dedi. Adamlar mesajı Peygamber (s.a.v.)’e ulaştırdığında o kısa bir süre önce inen âyetle cevap verdi:
“Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.” (Âl-i İmrân: 73).
Peygamber (s.a.v) ve arkadaşları pazartesi, salı ve çarşamba günlerini orada her akşam ateş yakarak geçirdiler. O üç gün boyunca tüm Müslümanlar dinlendiler ve bayram sevinci yaşadılar. Bir önceki yaz hasat çok verimli geçmişti. Sa’d İbn Ubâde (r.a.) otuz deve yükü hurma, diğerleri de kurban edilmek üzere hayvanlar getirmişlerdi. Perşembe günü toparlanıp Medîne’ye döndüler. Peygamber ve ordu yola çıktıktan kısa bir süre sonra Şemmâs ölmüş ve Uhud’a gömülmüştü. Onların yokluğu esnasında Mâlik de ölmüş, fakat ailesi onu Medîne’ye gömmüştü. Peygamber (sav) döndüğünde Mâlik’in cesedinin alınıp Uhud’a gömülmesi emrini verdi.
Uhud savaşından döndükten sonra İbn Übey’in oğlu Abdullah, savaştan sonraki ilk geceyi, çarpışma sırasında aldığı bir yarayı dağlamakla geçirdi. Bu sırada babası ona savaşa katılmasının aptallık olduğunu söylüyordu. “Tanrı’ya andolsun sonuç tam benim tahmin ettiğim gibi oldu” dedi. Oğlu: “Allah’ın Rasûlü ve Müslümanlar için yaptığım şey hayırlıydı” dedi. Fakat İbn Übey tartışmaya açık değildi. “Eğer öldürülenler bizle geri dönmüş olsalardı, öldürülmezlerdi” diye iddia etti. Oğlu, diğer Müslümanlarla birlikte savaşta iken o Medîne’de boş durmamıştı. Yahudiler ise daha önce göstermedikleri derecede şiddetli bir kesinlikle şöyle diyorlardı: “Muhammed (s.a.v) sadece krallık peşinde koşuyor. Hiçbir peygamber böyle bir sonla karşılaşmamıştır. Hem kendisine hem de arkadaşların büyük darbeler almışlar.”
Yahudilerin ve münafıkların söylediklerinin çoğu, Uhud’a yakın bir yerde ateşler yakarak yapılan gösteriden sonra şehre dönen Ömer (r.a.)’in kulağına gitmişti. Ömer, bunları duyunca hemen Peygamber (s.a.v)’e gitti ve bundan sorumlu olan kişileri öldürmek için ondan izin istedi. Fakat Peygamber (s.a.v) buna izin vermedi. “Allah, dinini yüceltecek ve Peygamber (s.a.v)’ine güç verecek” dedi. “Ey Hattâb’ın oğlu! Gerçekten Kureyş bize bir daha aynı günü yaşatamayacak ve gidip Köşe’yi selamlayabileceğiz.”[194] -Mekke’ye girip Haceru’l-Esved’i öpeceklerini kasdediyordu. Peygamber’den (s.a.v.) izin alamadığı için Ömer’in elinin kolunun bağlanmasına rağmen, İbn Übey cezasız kalmadı. İbn Übey, mescidde cuma namazları için kendine şerefli bir mevki edinmişti. Onun Medîne’deki konumunu herkes bildiği için buna kimse karşı çıkmıyordu. Peygamber (s.a.v) minbere hutbe ve vaaz için çıktığında İbn Übey kalkar ve şöyle derdi: “Ey insanlar! Bu Allah’ın Rasûlü’dür. Dilerim Allah O’nun sayesinde bize merhamet eder. O halde O’na yardım edin, O’nu onurlandırın, O’nu dinleyin ve ona itaat edin”. Daha sonra tekrar otururdu. Fakat Uhud dönüşünden sonraki ilk cuma namazında İbn Übey her zamanki gibi aynı şeyleri söylemek için ayağa kalktığında, etrafında bulunan Ensar’dan Müslümanlar onu iki tarafından tuttular ve: “Ey Allah’ın düşmanı, otur! Bu yaptıklarından sonra senin konuşmaya hakkın yok” dediler. Bunun üzerine İbn Übey, kalabalığın arasından zorlukla sıyrıldı ve cemaati terk etti. Mescidin kapısında ona rastlayan ensârdan biri ona: “Dön ve Allah’ın Rasûlü senin için bağışlanma dilesin” dedi. Fakat o şu cevabı verdi: “Tanrı’ya andolsun, onun benim için bağışlanma dilemesini istemiyorum”.
Uhud’u izleyen günlerde Peygamber (s.a.v)’e savaşla ilgili pekçok yeni vahiy geldi. Bu âyetlerden, iki kabilenin de büyük bir bölümünün savaş başladığı anda alanı terk etmeyi düşündükleri; fakat Allah’ın onlara güç ve kararlılık verdiği açığa çıkıyordu. Bu iki kabileden biri, düşmanı takip etmeye gittiklerinde hemen hazır oluşlarıyla Peygamber (s.a.v)’i sevindiren Hazrec’li Benî Selime kabilesi idi. Benî Selime ve Evs’li Benî Hârise kabileleri bu âyetleri (Âl-i İmrân: 122) duyunca, âyette kastedilen kişilerin kendileri olduklarını itiraf ettiler. Fakat o anki zayıflıkları için üzülmüyorlardı; çünkü Allah onlara kendi kazanacakları güçten daha fazla güç ve kararlılık vermişti. Âyetler savaş sırasında birden paniğe kapılıp dağa kaçanlardan ve özellikle şehid olmak istedikleri için Peygamber (s.a.v)’i savaşa teşvik edenlerden bahsediyordu.
“Yoksa siz Allah, içinizden cihad edenleri belirtip -ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip- ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Andolsun, siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte siz -bakıp dururken-onu gördünüz de.” (Âl-i İmrân: 142-143).
Fakat vahiy, savaş alanında emirlere uymayan kişilerin cezalarını orada ödedikleri ve affedildiklerini de belirtiyordu. Ödedikleri cezanın veya keffaretin bir kısmı Peygamber (s.a.v)’in ölüm haberini duyduklarında çektikleri acı ve üzüntüydü. (Âl-i İmrân: 152-155). Bu âyetlerde, daha önce yaşamış toplumların şimdi harabe haline gelmiş medeniyetlerine değinilerek Arabistan’da hakim olan gelenek ve değerlerin de bir gün yok olacağı ve zaferin İslâm’ın olacağı gerçeği de vurgulanıyordu.
“Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler (kanun özelliğini kazanmış olaylar) gelip geçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip dolaşın da yalan sayanların uğradıkları sonuç nasıl oldu bir görün. Bu (Kur’ân), insanlar için ‘dolambaçsız bir açıklama (beyan)’ sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür. Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inanmışlarsanız en üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmrân: 137/139).
Bir de gelecekle ilgili bir olaya değiniliyordu: “Muhammed, yalnızca bir peygamberdir. Ondan önce nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah’a kesinlikle zarar veremez. Allah şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir.” (Âl-i İmrân: 144)


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.