Abdulbasit Abdussamed-16.Cüz
16.CÜZ-LATİNCE
18-KEHF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
75. Kale elem e kul leke inneke len testetıy’a meıye sabra
76. Kale in seeltüke an şey’im ba’deha fe la tüsahıbnı kad belağte mil ledünnı uzra
77. Fentaleka hatta iza eteya ehle karyetinistet’ama ehleha fe ebev ey yüdayyifuhüma fe veceda fıha cidaray yürıdü ey yenkadda fe ekameh kale lev şi’te lettehazte aleyhi ecra
78. Kale haza firaku beynı ve beynik se ünebbiüke bi te’vıli ma lem testetı’ aleyhi sabra
79. Emmes sefınetü fe kanet li mesakıne ya’melune fil bahri fe eradtü en eıybeha ve kane veraehüm meliküy ye’huzü külle sefınetin ğasba
80. Ve emmel ğulamü fekane ebevahü mü’mineyni fe haşına ey yürhikahüma tuğyanev ve küfra
81. Fe eradna ey yübdilehüma rabbühüma hayram minhü zekatev ve akrabe ruhma
82. Ve emmel cidaru fe kane li ğulameyni yetımeyni fil medineti ve kane tahtehu kenzül lehüma ve kane ebuhüma saliha fe erade rabbüke ey yeblüğa eşüddehüma ve yestahrica kenzehüma rahmetem mir rabbik ve ma fealtühu an emrı zalike te’vılü ma lem testı’ aleyhi sabra
83. Ve yes’eluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra
84. İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şey’in sebeba
85. Fe etbea sebeba
86. Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna
87. Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra
88. Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra
89. Sümme etbea sebeba
90. Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem nec’al lehüm min duniha sitra
91. Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
92. Sümme etbea sebeba
93. Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla
94. Kalu ya zel karneyni inne ye’cuce ve me’cuce müfsidune fil erdı fe hel nec’alü leke harcen ala en tec’ale beynena ve beynehüm sedda
95. Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ec’al beyneküm ve beynehüm redma
96. Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
97. Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba
98. Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae va’dü rabbı cealehu dekka’ ve kane va’dü rabbı hakka
99. Ve terakna ba’dahüm yevmeiziy yemucü fı ba’dıv ve nüfiha fis suri fe cema’nahüm cem’a
100. Ve aradna cehenneme yevmeizil lil kafirıne arda
101. Ellezıne kanet a’yünühüm fı ğıtain an zikrı ve kanu la yestetıy’une sem’a
102. E fe hasibellezıne keferu ey yettehızu ıbadı min dunı evliya’ inna a’tedna cehenneme lil kafirınenüzüla
103. Kul hel nünebbiüküm bil ahserıne a’mala
104. Ellezıne dalle sa’yühüm fil hayatid dünya ve hüm yahsebune ennehüm yuhsinune sun’a
105. Ülaikellezıne keferu bi ayati rabbihim ve likaihı fe habitat a’malühüm fe la nükıymü lehüm yevmel kıyameti vezna
106. Zalike cezaühüm cehennemü bima keferu vettehazu ayatı ve rusülı hüzüve
107. İnnellezıne amenu ve amilus salihati kanet lehüm cennatül firdevsi nüzüla
108. Halidıne fıha la yebğune anha hıvela
109. Kul lev kanel bahru midadel li kelimati rabbi le nefidel bahru kable en tenfede kelimatü rabbi ve lev ci’na bi mislihı mededa
110. Kul innema ene beşerum mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıd fe men kane yercu likae rabbihı felya’mel amelen salihav ve la yüşrik bi ıbadeti rabbihı ehada
19-MERYEM SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Kef ha ya ayn sad
2. Zikru rahmeti rabbike abdehu zekeriyya
3. İz nada rabbehu nidaen hafiyya
4. Kale rabbi innı vehenel azmü minnı veştealer ra’sü şeybev ve lem eküm bi düaike rabbi şekıyya
5. Ve innı hıftül mevaliye miv veraı ve kanetimraetı akıran feheb lı mil ledünke veliyya
6. Yerisüni ve yerisü min ali ya’kube vec’alhü rabbi radıyya
7. Ya zekeriyya inna nübeşşiruke bi ğulaminismühu yahya lem nec’al lehu min kablü semiyya
8. Kale rabbi enna yekunü lı ğulamüv ve kanetimraeti akırav ve kad belağtü minel kiberi ıtiyya
9. Kale kezalik kale rabbüke hüve aleyye heyyinüv ve kad halaktüke min kablü ve lem tekü şey’a
10. Kale rabbic’al lı ayeh kale ayetüke ella tükellimen nase selase leyalin seviyya
11. Fe harace ala kavmihı minel mıhrabi fe evha ileyhim en sebbihu bükratev ve aşiyya
12. Ya yahya huzil kitabe bi kuvveh ve ateynahül hukme abiyya
13. Ve hananem mil ledünna ve zekah ve kane tekıyya
14. Ve berram bi valideyhi ve lem yekün cebbaran asıyya
15. Ve selamün aleyhi yevme vülide ve yevme yemutü ve yevme yüb’asü hayya
16. Vezkür fil kitabi meryem izintebezet min ehliha mekanen şerkıyya
17. Fettehazet min dunihim hıcaben fe erselna ileyha ruhana fe temessele leha beşaren seviyya
18. Kalet innı euzü bir rahmani minke in künte tekıyya
19. Kale innema ene rasulü rabbiki li ehebe leki ğulamen zekiyya
20. Kalet enna yekunü li ğulamüv ve lem yemsesnı beşeruv ve lem ekü beğıyya
21. Kale kezalik kale rabbüki hüve aleyye heyyin ve li nec’alehu ayetel linnasi ve rahmetem minna ve kane emram makdıyya
22. Fe hamelethü fentebezet bihı mekanen kasıyya
23. Fe ecaehel mehadu ila ciz’ın nahleh kaletya leytenı mittü kable haza ve küntü nesyem mensiyya
24. Fe nadaha min tahtiha ella tahzenı kad ceale rabbüki tahteki seriyya
25. Ve hüzzı ileyki bi ciz’ın nahleti tüsakıt aleyki rutaben ceniyya
26. Fe külı veşrabı ve karrı ayna fe imma terayinne minel beşeri ehaden fe kulı innı nezertü lir rahmani savmen fe len ükellimel yevme insiyya
27. Fe etet bihı kavmeha tahmilüh kalu ya meryemü le kad ci’ti şey’en feryya
28. Ya uhte harune ma kane ebukimrae sev’iv ve ma kanet ümmüki beğıyya
29. Fe eşarat ileyhi kalu keyfe nükelimü men kane fil mehdi sabiyya
30. Kale innı abdüllahi ataniyel kitabe ve cealenı nebiyya
31. Ve cealenı mübaraken eyne ma küntü ve evsanı bis salati vez zekati ma dümtü hayya
32. Ve berram bi validetı ve lem yec’alnı cebbaran şekıyya
33. Vesselamü aleyye yevme vülidtü ve yevme emutü ve yevme üb’asü hayya
34. Zalike ıysebnü meryem kavlel hakkıllezı fıhi yemterun
35. Ma kane lillahi ey yettehıze miv veledin sübhaneh iza kada emran fe innema yekulü lehu küm fe yekun
36. Ve innellahe rabbı ve rabbüküm fa’büduh haza sıratum müstekıym
37. Fahtelefel ahzabü mim beynihim fe veylül lillezıne keferu mim meşhedi yevmin azıym
38. Esmı’bihim ve ebsır yevme ye’tunena lakiniz zalimunel yevme fı dalalim mübın
39. Ve enzirhüm yevmel hasrati iz kudıyel emr ve hüm fı ğafletiv ve hüm la yü’minun
40. İnna nahnü nerisül erda ve men aleyha ve ileyna yürceun
41. Vezkür fil kitabi ibrahım innehu kane sıddıkan nebiyya
42. İz kale li ebıhi ya ebeti lime ta’büdü ma la yesmeu ve la yübsıru ve la yuğnı anke şey’a
43. Ya ebeti innı kad caenı minel ılmi ma lem ye’tike fettebı’nı ehdike sıratan seviyya
44. Ya ebeti la ta’büdiş şeytan inneş şeytane kane lir rahmani asıyya
45. Ya ebeti ninı ehafü ey yemesseke azabüm miner rahmani fe tekune liş şeytani veliyya
46. Kale erağıbün ente an alihetı ya ibrahım leil lem tentehi le ercümenneke vehcürnı meliyya
47. Kale selamün aleyk se estağfiru leke rabbı innehu kane bı hafiyya
48. Ve a’tezilüküm ve ma ted’une min dunillahi ve ed’u rabbı asa ella ekune bi düai rabbı şekıyya
49. Felemma’tezelehüm ve ma ya’büdune min dunillahi vehebna lehu ishaka ve ya’kub ve küllen cealna nebiyya
50. Ve vehebna lehüm mir rahmetina ve cealna lehüm lisane sıdkın aliyya
51. Vezkür fil kitabi musa innehu kane muhlesav ve kane rasulen nebiyya
52. Ve nadeynahü min canibit turil eymeni ve karrabnahü neciyya
53. Ve vehebna lehu mir rahmetina ehahü harune nebiyya
54. Vezkür fil kitabi ismaıyle innehu kane sadikal va’di ve kane rasulen nebiyya
55. Ve kane ye’müru ehlehu bis salati vez zekati ve kane ınde rabbihı merdıyya
56. Vezkür fil kitabi idrıse innehu kane sıddıkan nebiyya
57. Ve rafa’nahü mekanen aliyya
58. Ülaikellezıne en’amellahü aleyhim minen nebiyyıne min zürriyyeti ademe ve mimmen hamelna mea nuhıv ve min zürriyyeti ibrahıme ve israıle ve mimmen hedeyna vectebeyna iza tütla aleyhim ayatür rahmani harru süccedev ve bükiyya
59. Fe halefe mim ba’dihim halfün edaus salate yettebeuş şehevati fe sevfe yelkavne ğayya
60. İlla men tabe ve amene ve amile salihan fe ülaike yedhulunel cennete ve la yuzlemune şey’a
61. Cennati adninilletı veader rahmanü ıbadehu bil ğayb innehu kane va’dühu me’tiyya
62. La yesmeune fıha bükratev ve aşiyya
63. Tilkel cennetülletı nurisü min ıbadina men kane tekıyya
64. Ve ma netezzelü illa bi emri rabbik lehu ma beyne eydına ve ma halfena ve ma beyne zalik ve ma kane rabbüke nesiyya (58. Ayet secde ayetidir.)
65. Rabbüs semavati vel erdı ve ma beynehüma fa’büdhü vastabir li ıbadetih hel ta’lemü lehu semiyya
66. Ve yekulül insanü e iza ma mittü le sevfe uhracü hayya
67. E ve la yezkürul insanü enna halaknahü min kablü ve lem yekü şey’a
68. Fe ve rabbike le nahşürannehüm veş şeyatıyne sümme le nuhdırannehüm havle cehenneme cisiyya
69. Sümme lenenzianne min külli şıatin eyyühüm eşeddü aler rahmani ıtiyya
70. Sümme le nahnü a’lemü billezıne hüm evla biha sıliyya
71. Ve im minküm illa varidüha kane ala kabbike hatmem makdıyya
72. Sümme nüneccillezınet tekav ve nezeruz zalimıne fıha cisiyya
73. Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezıne keferu lillizıne amenu eyyül ferıkayni hayrum mekamev ve ahsenü nediyya
74. Ve kem ehlekna kablehüm min karnin hüm ahsenü esasev ve ri’ya
75. Kul men kane fid dalaleti felyemdüd lehür rahmanü medda hatta iza raev ma yuadune immel azabe ve immes saah fe seya’lemune men hüve şerrum mekanev ve ad’afü cünda
76. Ve yezıdüllahüllezınehtedev hüda vel bakıyatüs salihatü hayrun ınde rabbike sevabev ve hayrum meradda
77. E fe raeytellezı kefera bi ayatina ve kale leuteyenne malev ve veleda
78. Ettaleal ğaybe emittehaze ınder rahmani ahda
79. Kella senektübü ma yekulü ve nemüddü lehu minel azabi medda
80. Ve nerisühu ma yekulü ve ye’tına ferda
81. Vettehazu min dunillahi alihetel li yekunu lehüm ızza
82. Kella seyekfürune bi ıbadetihim ve yekunune aleyhim dıdda
83. E lem tera enna erselneş şeyatıyne alel kafirıne teüzzühüm ezza
84. Fe la ta’cel aleyhim innema neuddülehüm adda
85. Yevme nahşürul müttekıyne iler rahmani vefda
86. Ve nesukul mücrimıne ila cehenneme virda
87. La yemlikuneş şefaate illa menttehaze ınder rahmani ahda
88. Ve kalittehazer rahmanü veleda
89. Le kad ci’tüm şey’en idda
90. Tekadüs semavatü yetefettarne minhü ve tenşekkul erdu ve tehırrul cibalü hedda
91. En deav lirrahmani veleda
92. Ve ma yembeğıy lir rahmani ey yettehıze veleda
93. İn küllü men fis semavate vel erdı illa atir rahmani abda
94. Le kad ahsahüm ve addehüm adda
95. Ve küllühüm atıhi yevmel kıyameti ferda
96. İnnellezıne amenu ve amilus salihati se yec’alü lehümür rahmanu vüdda
97. Fe innema yessernahü bi lisanike li tübeşşira bihil müttekıyne ve tünzira bihı kavmel lüdda
98. Ve kem ehlekna kablehüm min karn hel tühussü minhüm min ehadin ev temeu lehüm rikza
20-TA HA SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Taha
2. Ma enzelna aleykel kur’ane li teşka
3. İlla tezkiratel limey yahşa
4. Tenziylem mimmen halekal erda ves semavatil ula
5. Errahmanü alel arşisteva
6. Lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve ma beynehüma ve ma tahtes sera
7. Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemüs sirra ve ahfa
8. Allahü la ilahe illa huve lehül esmaül husna
9. Ve hel etake hadiysü musa
10. İz raa naran fe kale li ehlihimküsu innı anestü naral leallı atıküm minha bi kabesin ev ecidü alen nari hüda
11. Felemma etaha nudiye ya musa
12. İnnı ene rabbüke fahla’ na’leyk inneke bil vadil mukaddesi tuva
13. Ve enahtertüke festemı’ lima yuha
14. İnnenı enallahü la ilahe illa ene fa’büdnı ve ekımıs salate li zikrı
15. İnnes saate atiyetün ekadü uhfıha li tücza küllü nefsim bi ma tes’a
16. Fe la yesuddenneke anha mel la yü’minü biha vettebea hevahü fe terda
17. Ve ma tilke bi yemınike ya musa
18. Kale hiye asay etevekkeü aleyha ve ehüşşü biha ala ğanemı ve liye fıha mearibü uhra
19. Kale elkıha ya musa
20. Fe elkaha fe iza hiye hayyetün tes’a
21. Kale huzha ve la tehaf se nüıydüha sıratehel ula
22. Vadmün yedeke ila cenahıke tahrüc beydae min ğayri suin ayeten uhra
23. Li nüriyeke min ayatinel kübra
24. İzheb ila fir’avne innehu tağa
25. Kale rabbişrah lı sadrı
26. Ve yessir lı emrı
27. Vahlül ukdetem mil lisanı
28. Yefkahu kavlı
29. Vec’al li vezıram min ehlı
30. Harune ehıy
31. Üşdüd bihı ezrı
32. Ve eşrikhü fı emrı
33. Key nüsebbihake kesıra
34. Ve nezkürake kesıra
35. İnneke künte bina besıyra
36. Kale kad ütiyte sü’leke ya musa
37. Ve lekad menenna aleyke merraten uhra
38. İz evhayna ila ümmike ma yuha
39. Enıkzi fıhi fit tabuti fakzi fıhi fil yemmi fel yülkıhil yemnü bis sahıli ye’huzhü adüvvül lı ve adüvvül leh ve elkaytü aleyke mehabbetem minnı ve li tusnea ala aynı
40. İz temşı uhtüke fe raca’nake ila ümmike key tekarra aynüha ve la tahzen ve katelte nefsen fe necceynake minel ğammi ve fetennake fütunen fe lebiste sinıne fı ehli medyene sümme ci’te ala kaderiy ya musa
41. Vastana’tüke li nefsı
42. İzheb ente ve ehuke bi ayatı ve la teniya fı zikrı
43. İzheba ila fir’avne innehu tağa
44. Fe kula lehu kevlel leyyinel leallehu yetezekkeru ev yahşa
45. Kala rabbena innena nehafü ey yefruta aleyna ev ey yatğa
46. Kale la tehafa innenı meaküma esmeu ve era
47. Fe’tiyahü fe kula inna rasula rabbike fe ersel meana benı israıle ve la tüazzibhüm kad ci’nake bi ayetim mir rabbik vesselamü ala menittebeal hüda
48. İnna kad uhıye ileyna ennel azabe ala men kezzebe ve tevella
49. Kale fe mer rabbüküma ya musa
50. Kale rabbünellezı a’ta külle şey’in halkahu sümme heda
51. Kale fema balül kurunil ula
52. Kale ılmüha ınde rabbı fı kitab la yedıllü rabbı ve la yensa
53. Ellezı ceale lekümül erda mehdev ve selek leküm fıha sübülev ve enzele mines semai maa fe ahracna bihı ezvacem min nebatin şetta
54. Külu ver’av en’ameküm inne fı zalike le ayatil li ülin nüha
55. Minha halaknaküm ve fıha nüıydüküm ve minha nuhricüküm taraten uhra
56. Ve lekad eraynahü ayatina külleha fe kezzebe ve eba
57. Kale ec’tena li tuhricena min erdına bi sıhrike ya musa
58. Fe le ne’tiyenneke bi sıhrim mislihı fec’al beynena ve belneke mev’ıdel la nuhlifühu nahnü ve la ente mekanen süva
59. Kale mev’ıdüküm yevmüz zınet ve ey yuhşeran nasü duha
60. Fe tevella fir’avnü fe cemea keydehu sümme eta
61. Kale lehüm musa veyleküm la tefteru alellahi keziben fe yüshıteküm bi azab ve kad habe meniftera
62. Fe tenazeu emrahüm beynehüm ve eserrun necva
63. Kalu in hazani le sahırani yürıdani ey yuhricaküm min erdıküm bi sıhrihima ve yezheba bi tarıkatikümül müsla
64. Fe ecmiu keydeküm sümme’tu saffa ve kad eflehal yevme menista’la
65. Kalu ya musa imma en tülkıye ve imma en nekune evvele men elka
66. Kale bel elku fe iza hıbalühüm ve ısıyyühüm yühayyehü ileyhi min sıhrihim enneha tes’a
67. Fe evcese fı nefsihı hıyfetem musa
68. Kulna la tehaf inneke entel a’la
69. Ve elkı ma fı yemınike telkaf ma saneu innema saneu keydü sahır ve la yüflihus sahırü haysü eta
70. Fe ülkıyes seharatü sücceden kalu amenna bi rabbi harune ve musa
71. Kale amentüm lehu kable en azene leküm innehu le kebırukümüllezı allemekümüs sıhr fe le ükattıanne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafiv ve le üsallibenneküm fı cüzuın nahli ve le ta’lemünne eyyüna eşeddü azabev ve ebka
72. Kalu len nü’sirake ala ma caena minel beyyinati vellazı fetarana fakdı ma ente kad innema takdıy hazihil hayated dünya
73. İnna amenna bi rabbina li yağfira lena hatayana ve ma ekrahtena aleyhi mines sıhr vallahü hayruv ve ebka
74. İnnehu mey ye’ti rabbehu mürimen fe inne lehu cehennem la yemutü fıha ve la yahya
75. Ve mey ye’tihı mü’minen kad amiles salihati fe ülaike lehümüd deracatül ula
76. Cennatü adnin tecrı min tahtihel enharu halidıne fıha ve zalyike cezaü men tezekka
77. Ve lekad evhayna ila musa en esri bi ıbadı fadrib lehüm tarıkan fil bahri yebesa la tehafü derakev ve la tahşa
78. Fe etbeahüm fir’avnü bi cünudihı fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm
79. Ve edalle fir’avnü kavmehu ve ma heda
80. Ya benı israıle kad enceynaküm min adüvviküm ve vaadnaküm canibet turil eymene ve nezzelna aleykümül menne ves selva
81. Külu min tayyibati ma razaknnaküm ve la tatğav fıhi fe yehılle aleyküm ğadabı ve mey yahlil aleyhi ğadabı fe kad heva
82. Ve innı le ğaffarul limen tabe ve amene ve amile salihan sümmehteda
83. Ve am a’celek an kavmike ya musa
84. Kale hüm ülai ala eserı ve aciltü ileyke rabbi li terda
85. Kale fe inna kad fetenna kavmeke mim ba’dike ve edallehümüs samiriyy
86. Fe racea musa ila kavmihı ğadbane esifa kale ya kavmi elem yeıdküm rabbüküm va’den hasena e fe tale aleykümül ahdü em eradtüm ey yehılle aleyküm ğadabüm mir rabbiküm fe ahleftüm mev’ıdı
87. Kalu ma ahlefna mev’ıdeke bi melkina velakinna hummilna evzaram min zınetil kavmi fe kazefnaha fe kezalike elkas samiriyy
88. Fe ahrace lehüm ıclen cesedel lehu huvarun fe kalu haza ilahüküm ve ilahü musa fe nesiy
89. E fe la yeravne ella yarciu ileyhim kavlev ve la yemlikü lehüm darrav ve la nef’a
90. Ve le kad kale lehüm harunü min kablü ya kavmi innema fütintüm bih ve inne rabbekümür rahmanü fettebiuni ve etıy’u emrı
91. Kalu len nebreha aleyhi akifıne hatta yarcia ileyna musa
92. Kale ya harunü ma meneake iz raeytehüm dallu
93. Ella tettebian e fe esayte emri
94. Kale yebneümme la te’huz bi lıhyetı ve la bi ra’si innı haşıtü en tekule ferrakte beyne benı israıle ve lem terkub kavlı
95. Kale fe ma hatbüke ya samiriyy
96. Kale besurtü bi ma lem yebsuru bihı fe kabadtü kabdatem min eserir rasuli fe nebeztüha ve kezalike sevvelet lı nefsı
97. Kale fezheb fe inne leke fil hayati en tekule la misase ve inne leke mev’ıdel len tuhlefeh venzur ila ilahikellezı zalte aleyhi akifale nüharrıkannehu sümme le nensifennehu fil yemmi nesfa
98. İnnema ilahükümüllahüllezı la ilahe illa hu vesia külle şey’in ılma
99. Kezalike nekussu aleyke min embai ma kad sebak ve kad ateynake mil ledünna zikra
100. Men a’rada anhü fe innehu yahmilü yevmel kıyameti vizra
101. Halidıne fıh ve sae lehüm yevmel kıyameti hımla
102. Yevme yünfehu fis suri ve nahşürul mücrimıne yevmeizin zürka
103. Yetehafetune beynehüm il lebistüm illa aşra
104. Nahnü a’lemü bima yekulune iz yekulü emselühüm tarıkaten il lebistüm illa yevma
105. Ve yes’eluneke anil cibali fe kul yensifüha rabbı nesfa
106. Fe yezeruha kaan safsafa
107. La tera fıha ıvecev ve la emta
108. Yevmeiziy yettebiuned daıye la ıvece leh ve haşeatil asvatü lir rahmani fe la tesmeu illa hemsa
109. Yevmeizil la tenfeuş şefaatü illa men ezine lehür rahmanü ve radıye lehu kavla
110. Ya’lemü ma beyne eydıhim ve ma halfehüm ve la yühıytune bihı ılma
111. Ve anetil vücuhü lil hayyil kayyum ve kad habe men hamele zulma
112. Ve mey ya’mel mines salihüti ve hüve mü’minün fe la yehafü zulmev ve la hadma
113. Ve kezalike enzelnahü kur’anen arabiyyev ve sarrafna fıhi minel veıydi leallehüm yettekune ev yuhdisü lehüm zikra
114. Fe teallellahül melikül hakk ve la ta’cel bil kur’ani min kabli ey yukda ileyke vahyühu ve kur rabbi zidnı ılma
115. Ve lekad ahıdna ila ademe min kablü fe nesiye ve lem necid lehu azma
116. Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs eba
117. Fe kulna ya ademü inne haza adüvvül leke ve li zevcike fe la yuhricenneküma minel cenneti fe teşka
118. İnne leke ella tecua fıha ve la ta’ra
119. Ve enneke la tazmeü fıha ve la tadha
120. Fe vesvese ileyhiş şeytanü kale ya ademü hel edüllüke ala şeceratil huldi ve mülkil la yebla
121. Fe ekela minha fe bedet lehüma sev’atühüma ve tafika yahsıfani aleyhima miv verakıl cenneti ve asa ademü rabbehu fe ğava
122. Sümmectebahü rabbühu fe tabe aleyhi ve heda
123. Kelehbita minha cemıam ba’duküm li ba’dın adüvv fe imma ye’tiyenneküm minnı hüden fe menittebea hüdaye fe la yedıllü ve la yeşka
124. Ve men a’rada an zikrı fe innel lehu meıyşeten dankev ve nahşüruhu yevmel kıyameti a’ma
125. Kale rabbi lime haşertenı a’ma ve kad küntü besıyra
126. Kale kezalike etetke ayatüna fe nesıteha ve kezalikel yevme tünsa
127. Ve kezalike neczı men esrafe ve lem yü’mim bi ayati rabbih ve le azabül ahırati eşeddü ve ebka
128. E fe lem yehdi lehüm kem ehleknü kablehüm minel kuruni yemşune fı mesakinihim inne fı zalike le ayatil li ülin nüha
129. Velev la kelimetün sebekat mir rabbike le kane lizamev ve ecelüm müsemma
130. Fasbir ala ma yekulune ve sebbıh bi hamdi rabbike kable tuluış şemsi ve kable ğurubiha ve min anail leyli fe sebbıh ve atrafen nehari lealleke terda
131. Ve la temüddenne aynelke ila ma metta’na bihı ezvacem minhüm zehratel hayatid dünya li neftinehüm fıh ve rizku rabbike hayrun ve beka
132. Ve’mur ehleke bis salati vastabir aleyha la nes’elüke rizka nahnü nerzükuk vel akıbetü lit takva
133. Ve kalu lev la ye’tiyna bi ayetim mir rabbih e ve lem te’tihim beyyinetü ma fis suhufil ula
134. Ve lev enna ehleknahüm bi azabim min kablihı le kalu rabbena lev la erselte ileyna rasulen fe nettebia ayatike min kabli en nezille ve nahza
135. Kul küllüm müterabbisun fe terabbesu fe se ta’lemune men ashabüs sıratıs seviyyi ve menihteda.
16.CÜZ-MEAL
18-KEHF SURESİ
75 – “Sen benimle arkadaşlık etmeye katlanamazsın dememiş miydim?” dedi.
76 – Mûsâ: “Eğer” dedi, “sana bir daha soracak olursam,
bundan böyle benimle hiç arkadaşlık etme!
Artık özür dileyemeyecek hale geldim.”
77 – Tekrar yola devam ettiler.
Nihayet bir şehre varıp o şehir halkından yiyecek istediler,
ama ahali bunları misafir etmemekte diretti.
Bu sırada Hızır orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görür görmez onu düzeltiverdi.
Mûsâ: “İsteseydin” dedi, “elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin.”
78 – Hızır: “İşte” dedi, “seninle ayrılmamızın vakti gelmiş bulunuyor.
Şimdi sana hakkında sabırsızlık gösterdiğin o meselelerin içyüzlerini tek tek bildireceğim:
79 – Evvela, o gemi, denizde çalışan birtakım fakirlere ait idi. Ben onu kasden bir miktar zedeledim.
Zira öte yanında, sağlam olan bütün gemileri gasbeden zalim bir hükümdar vardı.
80 – Oğlan çocuğuna gelince: Onun ebeveyni mümin insanlar idi.
Bu çocuğun onları ileride azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.
81 – Onların Rabbinin, kendilerine, onun yerine daha temiz, daha hayırlı,
merhamette ondan daha hisli bir çocuk ihsan etmesini diledik.
82 – Gelelim duvara: O duvar şehirdeki iki yetim çocuğa aitti.
Duvarın altında onlara ait bir define gömülü idi. Babaları, salih, iyi bir insandı.
Rabbin onların reşit olacakları çağa gelip, definelerini o zaman çıkarmalarını irade buyurdu.
Bütün bunlar Rabbinden birer lütuf ve rahmet olup, ben hiçbirini kendi görüşümle yapmış değilim.
İşte hakkında sabırsızlık gösterdiğin meselelerin içyüzü bunlardan ibarettir.” [47,13; 43,31]
83 – Bir de sana Zülkarneyn’i sorarlar. “Size onun bir hadisesini anlatayım” de.
Zülkarneyn, anlamı ve kapsamı geniş olan bir kelimedir. Zülcenaheyn vasfına benzer, “iki kanatlı” yani işin çeşitli yönlerine vâkıf, mükemmel demektir. Karn: asır, boynuz, aynı zamanda yaşayan topluluk, güneş kursu, bir toplumun başı, efendisi vs. Görünene ve görünmeyene sahip, dünyanın doğusuna da batısına da sahip, dolayısıyla cihangir mânaları da mümkündür. Tefsirlerde daha çok cihan fatihlerinden Makedonya kralı Büyük İskender (M.Ö. 324) üzerinde durulsa da, onun bazı vasıfları Kur’ân’da bildirilen Zülkarneyn’e uymamaktadır.
Daha önce yaşayan İran kralı Büyük Dariyus (M.Ö. 521) olma ihtimali de vardır; zira o da, zamanında meskûn dünyanın büyük kısmını ele geçirmiş, İsrailoğullarını da Babil esaretinden serbest bırakmış, dine bağlı olduğu bildirilen bir hükümdardı. Zülkarneyn vasfı KM, Daniel, 8,3.20 ile de irtibatlandırılmaktadır.
Ashab-ı kehf, Hızır ve Zülkarneyn gibi gizemli konularla dolu olan bu kutlu sûrenin atmosferinde başka çok ihtimaller de bulunabilir. Doğruyu bütün yönleriyle bilmek, Allah Teâlaya mahsustur.
84-85 – Biz ona dünyada geniş imkânlar verdik ve onun ihtiyaç duyduğu her konuda sebep ve vasıtalar ihsan ettik. O da batıya doğru bir yol tuttu.
86 – Nihayet Batıya ulaştığında, güneşi adeta kara bir balçıkta batar vaziyette buldu.
Orada yerli bir halk bulunuyordu.
Biz: “Zülkarneyn!” dedik, “ister onlara azab edersin, ister güzel davranırsın.”
Müfessirler Zülkarneyn’in dünyanın Batı ucuna, mesela Atlas okyanusuna vardığını düşünmüşlerdir.
87 – Zülkarneyn şöyle dedi: “Kim zulmederse, Biz onu cezalandırırız, sonra da Rabbinin huzuruna götürülür.
O da ona benzeri görülmedik bir ceza uygular.
88 – Fakat iman edip makbul ve güzel davranışlar içinde olana,
en güzel karşılık verilir ve ona kolay olan buyruklarımızı emrederiz, kolaylık gösteririz.”
89 – Zülkarneyn bu sefer yine bir yol tuttu.
90 – Güneşin doğduğu yere varınca, onun,
kendilerini sıcaktan koruyacak bir siper nasib etmediğimiz bir halk üzerine doğduğunu gördü.
Zülkarneyn doğu tarafında, arka arkaya ülkeler fethederek ilerleye ilerleye nihayet medenî yaşayışın sona erdiği, ilkel (çıplak, evsiz barksız) yaşayan en uzak bir doğuya ulaştığı anlaşılıyor.
91 – İşte Zülkarneyn, böyle yüksek bir hükümranlığa sahip idi. Onun yanında ne var, ne yoksa Biz hepsine vakıf idik.
92 – Sonra o başka bir yol tuttu.
93 – Nihayet iki dağ arasına ulaştığında, onların önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir millet buldu.
Âyette geçen iki dağın Karadeniz ile Hazar Denizi arasında uzanan dağ sıralarının bir bölümü olduğu, tefsirlerde kuvvetli ihtimal görülmektedir. Dağıstanın Derbend şehrindeki sed, İslâm dünyasında Zülkarneyn seddi olarak bilinmiştir. Bu dağların ötesinde Ye’cüc ve Me’cüc bölgesinin yer aldığı düşünülmüştür. Fakat, bunlar birer tahminden öteye geçmez.
94 – “Ey Zülkarneyn!” dediler, “Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar.
Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi vermeyi teklif ediyoruz, ne dersin?”
Ye’cüc ve Me’cüc hakkında bkz. 21,96. {KM, Hezekiel 38,2; Vahiy 20,8}
95 – O da şöyle cevap verdi: “Rabbimin bana verdiği imkânlar, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır.
Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım.”
96 – “Demir kütleleri getirin bana.” Zülkarneyn iki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince:
“Körükleyin!” dedi. Tam onu bir ateş haline getirince,
“Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim” dedi.
97 – Artık o Ye’cüc ve Me’cüc’ün, ne seddi aşmaya, ne de onda delik açmaya güçleri yetmedi.
98 – Zülkarneyn: “Bu, Rabbimden bir rahmettir, bir lütuftur, dedi. Rabbimin tayin ettiği vakit gelince, bunu yerle bir eder.
Rabbimin vaadi mutlaka gerçekleşir.”
99 – O gün, yani kıyamet günü onlar deniz dalgaları gibi birbirine çarparak çalkalanırlar.
Sûr’a da üfürülür, insanların hepsini bir araya toplarız. [56,49-50; 18,47]
100-101 – Gözleri Benim kitabım karşısında perdeli olup,
Kur’ân’ı dinlemeye tahammül edemeyen kâfirlere,
o gün cehennemi gösteririz, cehennemle karşı karşıya koyarız onları.
102 – O kâfirler, birtakım kullarımı, Benden başka tanrı edinmelerinin geçerli olacağını mı zannettiler?
Doğrusu Biz cehennemi kâfirler için konak olarak hazırlamış bulunuyoruz.
103-104 – De ki: “İşleri yönünden âhirette en büyük kayba uğrayanların kimler olduklarını bildireyim mi?
Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları işlerin karşılıkları hep boşa gidecektir.
Halbuki kendilerinin güzel güzel işler yaptıklarını sanırlar.”
105 – İşte onlar Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmiş, bu yüzden de yaptıkları iyi işler boşa gitmiştir.
Tartılacak şeyleri kalmadığından kıyamet günü onlar için artık tartı âleti koymayacağız. [25,23; 24,39; 88,2-4; 47,9; 6,88]
106 – İşte kâfir olmaları, âyetlerimle ve kendilerine yapılan uyarılarla alay etmeleri sebebiyle, şu cehennem onların cezası olarak hazırlanmıştır.
107 – İman edip makbul ve güzel işler yapanlara gelince, onlara da konak olarak Firdevs cennetleri hazırlandı. [23,11] {KM, Neşideler 4,12; Luka 23,43; II Korintos. 12,4}
108 – Onlar orada devamlı kalacak, usanmadıklarından ötürü, başka tarafa geçmeyi arzu etmeyeceklerdir.
109 – De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için en büyük okyanus mürekkep olsaydı,
hatta onun bir mislini de takviye gönderseydik,
bu deniz tükenir, Rabbinin sözleri yine de bitmezdi. [31, 27] {KM, Yuhanna 21,25}
110 – De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım.
Ancak şu farkla ki bana “sizin ilahınız tek İlahtır” diye vahyediliyor.
Artık kim Rabbine âhirette kavuşacağını umuyorsa,
makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibadetinde hiç bir şeyi O’na ortak koşmasın.
19 – MERYEM SÛRESİ
98 âyet olup Mekke’de inmiştir. Hz. Meryemin bakire olarak Hz. İsayı dünyaya getirmesini tafsilatlı olarak anlatan kıssa ile başlar. Kehf suresindeki bazı peygamber kıssalarının peşinden Zekeriyya, Yahya, İsa, İbrâhim, Mûsâ, İsmâil, İdris (aleyhimu’s-selam) dan bahseder. Sonra nebîlerin yolundan sapanlara dikkat çeker. Şirkin bir çok nev’ini çürütür.
Meryem sûresi, Hz. İsanın adı etrafında türeyen çeşitli batıl inançları reddeder. Bu sûre Hz. İsa hakkında gerçek inancı açıkça bildirmekte olup Habeşistana hicret eden müminler bunu orada okumaktan çekinmemişlerdir. Okumaları Necaşî ve yakınları üzerinde olumlu bir tesir uyandırmıştır. Hz. İbrâhimden bahsedilmesi muhacirler için büyük bir teselli vesîlesidir. Zira o da hicret etmiş ve sonunda iyi bir akıbete kavuşmuştur. Son bölümünde müşriklerin aleyhteki çabalarına rağmen müminlerin felaha ereceği müjdelenmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Kâf, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd.
2 – Bu, Senin Rabbinin, kulu Zekeriyya’ya olan lütuf ve ihsanının anlatımıdır. [3,38-41] {KM, Luka 1,5-25}
3 – O Rabbine gizlice seslenip şöyle niyaz etmişti:
4 – “Ya Rabbî, iyice yaşlandım, kemiklerim zayıfladı, eridi, başımdaki saçlarım ağardı, beyaz alevler gibi tutuştu.
Ya Rabbî, Sana her ne için yalvardıysam, asla mahrum kalmadım, bedbaht olmadım.”
5-6 – Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek akrabamdan ötürü endişeliyim.
Eşim de kısır! Bana lütf-u kereminden öyle bir varis nasib et ki bana da, Yâkub hanedanına da varis olsun.
Onu, razı olacağın bir insan eyle ya Rabbi!” [3,38-39]
Zekeriyya (a.s.) Harun (a.s.) neslindendi. İsrailoğulları Filistin’i fethettikten sonra ülkeyi 12 kabileye miras olarak dağıttılar. 13. olan ve Harun (a.s.) dan gelen Levililer’e de dinî hizmetler düştü. (Eski Ahid, I. Tarihler, 23)
7 – “Zekeriyya! Buyurdu Allah. Biz, sana adı Yahya olacak bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce, kimseyi ona adaş yapmadık (Bu adı alan olmadı).”
Yahya: “O yaşayacak, yaşasın, manevî erdemleriyle hep diri kalsın, her zaman hatırlansın” demektir. (Bu kıssa hakkında bkz. Luka, 1,5 – 22)
8 – “Ya Rabbî, dedi, nasıl olur benim çocuğum olabilir ki eşim kısır, ben ise bir pîr-i faniyim.”
9 – Melek dedi: “Öyledir, fakat Rabbin buyurdu ki: Bunu yapmak bana pek kolay! Nitekim seni yoktan var eden de Ben değil miyim?” [76,1]
10 – “Bana bir alamet göster ya Rabbî!”, dedi. Allah buyurdu:
“Senin alametin, sağlığın yerinde olmasına rağmen üç gün insanlarla konuşamamandır” [3,41]
11 – Derken, mâbeddeki bölmesinden halkının karşısına çıkıp “Sabah akşam Rabbinize tesbih, ibadet edin” diye işarette bulundu. [Mihrab için bkz. 3,37]
12, 14 – “Yahya! Kitaba var kuvvetinle sarıl” dedik ve henüz çocuk iken ona hikmet verdik.
Tarafımızdan bir merhamet, arı duru bir gönül de ihsan ettik.
O haramlardan çok sakınan bir insandı.
Anne ve babasına iyi davranan hayırlı bir evlattı, asla zorba ve isyankâr biri değildi.
15 – Doğduğu gün de, vefat ettiği gün de, diriltilip kabirden kalkacağı gün de selam olsun ona.
Bu hadisenin Yeni Ahid’de anlatımı için bkz. Luka, 1,5 – 22. Kur’ân ile Încîl’in anlatımında şu iki fark vardır: 1. Zekeriya (a.s.)’ın konuşmaması bir işaret ve alamet iken Luka inciline göre bir nevi cezadır. 2. Onun konuşmaması üç gün iken Încîl’e göre Yahya (a.s.)’ın doğumuna kadar sürmüştür.
16 – Kitapta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi.
Beyt-i Mukaddesin veya evinin doğu tarafına çekilmişti. Hıristiyanlar doğu tarafını kıble edinmişlerdir.
17 – Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi.
Biz de ona Ruhumuzu gönderdik de, ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi. [26,193-194.]
18 – Meryem irkildi ve “Ben” dedi, “Rahmana sığındım senden.
Eğer Allah’tan korkup haramdan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan!”
19 – Ruh: “Ben” dedi, “Rabbinden sana gelen bir elçiyim.
Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim”
20 – Meryem: “Nasıl oğlum olabilir ki bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”
Kur’ân-ı Kerim Hz. Meryem’in bakire, yani hiçbir erkek ile evlilik ilişkisi olmadığını bildirir. Mevcut Încîllere göre Yusuf Meryem’i eş olarak aldı. Yalnız Hz. İsa dünyaya gelinceye kadar onunla birleşmedi (Matta 1,24 – 25). Încîle göre İsa’nın Hz. Meryemden doğan Yâkub, Şem’un ve Yahuda isimli erkek ve ayrıca kızkardeşleri vardı (Matta 13,55).
21 – Ruh: “Öyledir, ama Rabbin: “Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alameti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış, olup bitmiş bir iştir” dedi.” [3,45]
22 – Sonra çocuğuna hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi.
Uzaklaşması, çocuğuna babasız hamile kaldığının güçlü bir delilidir. Normal tarzda olsaydı evini, barkını, her şeyini bırakıp uzak bir yere çekilmezdi.
23 – Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya zorladı.
“Ay!” dedi, “n’olaydım, keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!”
Bu sancılar Hz. Meryem’in diğer anneler gibi doğurduğunu, İsa (a.s.)’ın herhangi bir çocuk gibi dünyaya geldiğini gösteriyor. Hz. İsanın insanlardan uzak bir yerde doğduğu anlaşılıyor.
24 – Derken, Ruh, ona aşağıdan şöyle seslendi: “Sakın üzülme!” dedi, “Rabbin senin alt yanında bir su arkı meydana getirdi.
Bunu söyleyen: Melek veya yeni doğan çocuk olabilir.
25 – “Haydi, hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine taze hurmalar dökülsün.”
26 – “Artık ye, iç, gözün aydın olsun!
Eğer herhangi bir insana rastlarsan:
“Ben Rahman’a oruç adamıştım, de,
o sebeple bugün hiç kimseyle konuşmayacağım”
27 – Onu kucağına alıp akrabalarına getirdi.
“Kız Meryem! Dediler, sen ne tuhaf bir şey yapmışsın öyle!”
28 – “Ey Harun’un kardeşi! Baban kötü bir insan değildi. Annen de iffetsiz bir kadın değildi!”
Arapçada eb (baba), eh (kardeş) ve uht (kızkardeş) kelimeleri birçok durumda geniş mânada kullanılır. Gerçek bir kardeşlik değil, akrabalık ve mensubiyet bildirir. Hz. Peygambere (a.s.) bu, bir müşkil olarak sorulmuş, o da: “Meryem zamanındaki insanlar, kendilerinden önce geçen peygamberlerinin ve iyi kimselerin isimlerini çocuklarına isim yaparlardı, yani onlara nisbet edilirlerdi.” buyurmuştur. Nitekim: Hz. Safiyye, bazı kadınların kendisine “Yahudi kızı Yahudi!” dediklerini şikâyet edince o şöyle buyurmuştu: “Sen niçin onlara: “Oh ya, Harun babam, Mûsâ amcam, Muhammed eşim oluyor, daha ne isterim!” deseydin ya!”
29 – Meryem, (bana değil, çocuğa sorun dercesine) çocuğu gösterdi: “Nasıl olur da, dediler, beşikteki bebekle konuşuruz?” [23,50]
30 – Derken bebek: “Ben Allah’ın kuluyum, dedi, O bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi.
31 – “Nerede olursam olayım beni kutlu, mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe bana namazı ve zekâtı farz kıldı.”
32 – “Anneme saygılı, hayırlı evlat kılıp, asla zorba, bedbaht ve hayırsız biri yapmadı” [17,23; 31,14]
33 – Doğduğum gün de, öleceğim gün de, kabirden kalkıp dirileceğim gün de selam üzerime olsun!”
34 – İşte hakkında şüphe ve tartışmalara girdikleri Meryem oğlu İsa konusunda
gerçeğin ta kendisi olan Allah’ın sözü budur.
35 – Allah’ın evlat edinmesi olacak iş değildir.
O bundan münezzehtir! Bir işi yapmak istedi mi, “şöyle olsun” demesi kâfidir. (36,82)
36 – “İyi bilin ki Allah benim de Rabbim, sizlerin de Rabbidir. Öyleyse yalnız Ona ibadet ediniz. Doğru yol budur”
37 – Sonra onun hakkında birtakım gruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler.
Artık gerçeğin meydana çıkacağı o mühim günün duruşmasında vay o kâfirlerin başına geleceklere!
Bu gruplar Yahudilerle Hıristiyanlardır. Yahut Hıristiyanların Nesturîler, Yâkubîler ve Melkânîler şeklinde bölünmeleridir. Tarihi akış içinde Hıristiyanlık yüzlerce gruba bölünmüştür. Titiz bir tevhid inancına sahib olan Unitaire’lerin yanında, ekserî hıristiyanların teslisi, hatta Mormonlar gibi bir grubun politeizm’i (çok tanrıcılığı) kabul ettiklerini de görürüz. Hülasa: “Yeryüzünde başka hiç bir dinin mensupları Hıristiyanlar kadar farklı inançlara ve din savaşlarına girmemişlerdir.” [De Glasenapp, Les cinq grandes religions, Paris, Payot, 1954, s. 415)
38 – Neler işitecek, neler görecekler onlar, o huzurumuza gelecekleri gün!
Gerçeği pek güzel anlayacaklar o gün.
Ama o zalimler bu gün tam bir şaşkınlık içindedirler.
39 – Sen o hasret ve pişmanlık gününü, o hakların da ilahî hükmün yerini bulacağı günü anlatarak uyar onları! Ama onlar gaflet içindeler, hala iman etmiyorlar onlar.
40 – Şu kesin bir gerçektir ki bütün dünyaya ve dünyada yaşayan bütün insanlara Biz varis olacağız (onlar sona erip baki Allah kalacak) ve ölümden sonra hepsi diriltilip Bizim huzurumuza getirileceklerdir.
41 – Kitapta İbrâhimi de an. O gerçekten özü sözü doğru biri idi, yani bir peygamberdi.
42 – Zamanı geldi, babasına: “Babacığım, dedi, niçin işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bu putlara tapıyorsun?” [21,52-67] {KM, Mezmurlar 135,15-18}
43 – “Babacığım, sana ulaşmayan bir ilim, geldi bana, ne olur bana tâbi ol da seni dümdüz bir yola çıkarayım”
44 – “Babacığım, sakın şeytana ibadet etme! Çünkü şeytan Rahmana isyan içindedir. [36,60; 4,117]
45 – Babacığım, bu gidişle o Rahmandan bile bir azabın gelip sana dokunacağından
ve senin şeytana hemdem olacağından ciddî endişe içindeyim.
46 – Babası: “İbrâhim, ne o, yoksa sen benim tanrılarıma sırtını mı dönüyorsun?
Vazgeçmezsen bu işten mutlaka taşa tutarım seni.
Şöyle bir uzun müddet benden uzak dur. Gözüm görmesin seni buralarda!”
47 – İbrâhim: “Selamet, esenlik içinde kal, dedi. Rabbimden senin için af dileyeceğim. O gerçekten bana karşı çok lütufkârdır. [25,63; 28,55; 60,4; 9,113-114; 14,41]
48 – “İşte sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz tanrılarınızı da terkediyorum.
Rabbime niyaz edip yalvarıyorum.
Rabbime niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı umuyorum.
Yani: “Olurki O sana tövbe ve iman etmeyi nasib eder.” Zira kâfir için istiğfar etmenin (af dilemenin) mânası budur.
49 – Onları ve onların Allah’tan başka taptıkları putları terkedip (Şam’a yerleşince) Biz O’na İshak ile Yâkubu hediye ettik.
Onların her birine peygamberlik verdik. [21,72; 11,71; 2,133]
Rivâyete göre: Hz. İbrâhim Şam tarafına hicret ettiğinde önce Harran’a geldi. Orada Sâre ile evlendi. Ondan İshak, İshak’tan da bilahere Yâkub dünyaya geldi.
50 – Onlara rahmetimizden ihsanlarda bulunduk.
Onlara dillerde ve dinlerde yüksek ve güzel bir nam bıraktık.
51 – Kitapta Mûsâ’yı da an. Gerçekten O Allah tarafından ihlâsa erdirilen bir kul idi, resul ve nebî idi.
Resul ve nebî, Kur’ân’da bazan eş anlamda kullanılmıştır. Fakat 22, 52 de olduğu gibi, bazen farklı anlam taşıdıkları da anlaşılmaktadır. Umum husus farkı olduğu söylenebilir. Yani her resûl nebîdir, ama her nebî resul olmayabilir.
52 – Hani ona Tur’un sağ tarafından seslenmiş ve özel konuşma için onu huzurumuza almıştık. [28,30] {KM, Çıkış 33,11}
Tur, Mısır ile Medyen arasında bir dağın adıdır. Hz. Mûsa (a.s.) Mısıra giderken bir ateş görmüş, ona yaklaşınca “Ben Allah’ım. Hak Mâbud Benim” sesini işitmişti. Burada Tur’un doğusu kasdedilmiştir. Medyen’den Mısır’a giderken Tur’un güneyine düşen yoldan geçtiğinden, güney cihetinden ona bakan kişiye göre, dağın sağı doğu, solu ise batı tarafında olur. Yoksa bir dağın sağı veya solu olmadığı âşikârdır.
53 – Ve rahmet ve keremimizden, kardeşi Harun’u da nebî olarak ona ihsan ettik. [28,34; 20,31; 26,13] {KM, Çıkış 7,1}
54 – Kitapta İsmâil’i de an. Gerçekten o, verdiği sözü yerine getiren biri idi. Resul ve nebî idi. [17,34; 61,2-3]
Hz. İsmâil, Hz. İbrâhimin oğlu ve Hz. Peygamberin büyük dedesidir.
55 – Halkına namazı ve zekâtı tavsiye ederdi. Rabbinin râzı olduğu biri idi. [20,132; 66,6]
56 – Kitapta İdris’i de an. Gerçekten o da doğruluğun timsali biri idi, bir nebî idi. [21,85] {KM, Tekvin 5,24}
İdrisin asıl adı Uhnuh (Enoch) olup, Nuh (a.s.) ın 3. batın dedesidir. Rivâyete göre: Kendinden önceki insanlar deri giyinirken o elbise dikmeye başlamış ve giymiştir. Ona 30 sahife indirilmiştir. Kalemle ilk yazı yazan, yıldızlar ve hesap ilmi ile ilk meşgul olan odur.
57 – Biz onu üstün bir makama yücelttik.
Burada Hz. İdris (a.s.) ın miracına işaret edilmektedir. Krş. Enoch peygamberin miracı: Tevrat, Tekvin 5, 24.
58 – İşte bunlar Allah’ın nimetine mazhar olmuş olan bu zatlar,
Âdem neslinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın evlatlarından, İbrâhim ve İsrailin nesillerinden ve hidâyete erdirip seçtiğimiz kimselerdendir.
Onlar Rahman’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı. [6,83-90; 40,78]
Bu zatlar Hz. Zekeriya ile Hz. İdris arasında zikredilen peygamberlerdir. Bu âyet, Tilavet secdesini gerektiren âyetlerdendir.
59 – Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki namazı zâyi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.
Namaz, mümini Rabbi ile irtibata koyan bağdır, enerji kaynağı ile cihazı birleştiren kablo mesabesindedir. Kablosuz cihaz çalışmadığı gibi, ibadetsiz insan da karanlıkta kalır, rûh gıdasını alamaz ve güçsüz kalır. Âyet, ümmetlerin, çöküşlerinin, namazı gevşetmekle başladığına işaret ediyor.
60 – Ancak tövbe eden, iman edip makbul ve güzel işler yapanlar cennete girecekler ve asla haksızlığa uğramayacaklardır.
61 – Evet, onlar Rahman’ın kullarına gıyabî olarak vaad ettiği, dünyada iken görmeksizin inandıkları Adn cennetlerine gireceklerdir. Allah’ın vaadi muhakkak ki yerini bulacaktır. [73,18]
62 – Orada onlar boş ve anlamsız söz işitmezler, sadece selam ve selamet sözleri duyarlar. Orada ziyafetleri sabah akşam kendilerine sunulacaktır. [56,25-26; 73,35]
Müslim (müslüman) ile selam aynı köktendir. Selam: Selamet, esenlik, barış demektir. Müslim; hem Rabbi, hem kendi nefsi, hem de başkaları ile barış içinde yaşayıp âhirette de adı Daru’s-selam (selam ülkesi) olan cennete girer.
63 – İşte bu cennetlere kullarımızdan, Allah’ı sayıp fenalıklardan sakınanları vâris kılacağız.
64 – Rabbinin emri olmadıkça biz (meleklerden olan elçiler) inmeyiz. Önümüzde ve arkamızdaki bütün geçmiş ve gelecek şeyler ve bunların arasındakiler hep O’na aittir. Senin Rabbin unutkan değildir, hiçbir şeyi unutmaz.
Bu âyet, Cebrail (a.s.) ın sözünü nakleder. O’nun inmesi bir süre geciktiğinden Hz. Peygamber üzülmüştü. Cenabı Allah onu teselli buyuruyor. Bunlar, Hz. Peygamber (a.s.) a gönderilen ilahî vahiydir. Yani nasıl daha önceki peygamberler vahye nail oldularsa Hz. Peygamber de öylece nail olmuştur.
65 – Göklerin, yerin ve o ikisinin arasında olan herşeyin Rabbidir O.
Öyleyse yalnız O’na kulluk et. O’na ibadetinde sabır ve sebat göster.
Ona denk ve adaş olacak hiç kimse bilir misin?
66 – Böyle iken kâfir insan: “Sahi, ben öldükten sonra diriltilip kabirimden çıkarılacak mıyım?” der. [13,5; 36,77-79]
67 – O insan hiç düşünmüyor mu ki, o hiçbir şey değilken Biz onu yaratıp var ettik?
68 – Senin Rabbine yemin olsun ki Biz onları da, şeytanları da diriltip huzurumuza toplayacağız,
sonra da cehennemin çevresinde dizüstü çökmüş vaziyette oraya getireceğiz.
69 – Sonra da her topluluktan, Rahmân’a isyan etmede en ileri gidenleri çekip ayıracağız.
70 – Sonra o cehennemi boylamaya daha çok müstahak olanları elbette Biz pek iyi biliriz.
71 – Sizden hiç kimse yoktur ki cehenneme varmasın.
Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.
Burada vürud: girme, fakat “uğrayıp geçme” mânasında bir girme ifade eder. Bu işkâli, Hz. Peygamber (a.s.) ın şöyle giderdiği rivayet olunmuştur. “Herkes cehenneme girer, fakat müminler için Hz. İbrâhim’e olduğu gibi ateş serin ve selamet olur.”
72 – Sonra Allah’ı sayıp fenalıklardan sakınan müttakileri kurtararak zalimleri dizüstü çökmüş vaziyette orada bırakacağız.
73 – Âyetlerimiz kendilerine açık açık okunduğu zaman o kâfirler iman edenlere dediler ki: (Bu uhrevî ve manevî halleri bir tarafa bırakalım, dünya hayatının realitesine bakalım) Bu iki zümreden, mümin ve kâfirlerden hangisinin makamı daha üstün, grup ve topluluğu daha muteberdir?” [6,53; 46,11; 26,111]
Sırf geçici menfaatlere şartlanmalarını âyet pek beliğ bir şekilde beyan buyurmaktadır. Öyle ki onlar o halleri değil düşünüp anlamaya çalışmak, söz olarak bile işitmek istemiyorlar, kendilerine yapılan tebliğ, adeta bir “sağırlar diyaloğuna” dönüşüyor. Onlar dünyayı kazanmak ve yaşamak için dinden uzak kalmak gerektiği düşüncesine kapıldılar. Fakat bu çok kısa ve dar görüşlülüktür. Zira onların beğenmedikleri müminler, kısa zamanda dünyada çok ilerlediler, zengin ve azgın kâfir önderler perişan oldular.
74 – Halbuki Biz onlardan önce, gerek mal ve eşyaları, gerek gösterişleri daha güzel durumda olan öyle nesiller helâk ettik ki saymaya gelmez.
Başlıca ölçülerinin, maddî refah olduğu vurgulanıyor.
75 – De ki: Dini inkâr edenlere Rahman biraz mühlet versin, bundan ne çıkar?
Ama işin sonunda, onlar kendilerine vaad olunan azabı veya kıyameti görünce
işte o zaman öğrenecekler: kimmiş mevkii daha düşük ve kimmiş asker ve maiyyeti daha zayıf! [3,61; 62,6]
76 – Allah hidâyeti kabul edip doğru yola gelenlerin ise feyizlerini artırır.
Baki kalacak dürüst ve yararlı işler, Rabbinin nazarında hem mükâfat bakımından daha üstün, hem de âkıbet yönünden daha iyidir. [9,124-125]
77 – Baksana şu âyetlerimizi inkâr edip: “Mutlaka malım mülküm de olacak, çoluk çocuğum da olacak!” diyen adamın haline!
78 – Ne o, bu adam gaybı öğrenmenin yolunu mu buldu, yoksa Rahmandan kesin bir söz mü aldı?
79 – Asla! İşte onun bu sözünü deftere kaydedeceğiz ve azabını da artırdıkça artıracağız.
80 – O sözünü ettiği mal ve evlada Biz vâris olacağız, nesi var nesi yoksa Bize kalacak
ve o, huzurumuza tek başına (ilk yarattığımız gibi mal ve mülkten, makam ve mevkiden hatta elbiseden bile soyunmuş olarak çırıl çıplak) gelecektir.
81 – Kendilerine kalsa izzet ve kuvvet vesilesi olsun diye, Allah’tan başka bir takım tanrılar edindiler.
Dünyevî varlığa ve iktidara nerdeyse dinî bir vecd ile “tapınan” ve dünyevî başarının bu tezahürlerine tanrısal nitelikler yakıştıran insanlardan bahsediliyor.
82 – Hayır, hayır! Taptıkları o nesneler onların ibadetlerini reddedecekler ve kendilerine düşman olacaklardır. [35,14; 46,5]
83 – Görmüyor musun ki Biz kâfirlere şeytanları musallat ediyoruz, onları oynatıp duruyorlar.
84 – O halde onlar hakkında acele etme. Biz onların günlerini saymaktayız. [14,42; 86,17; 3,178; 31,24]
85 – Gün gelecek, Allah’ı sayıp haramlardan sakınan müttakileri,
Rahman tarafından ağırlanacak konuk heyet olarak toplayacağız.
86 – Suçluları da susuz olarak o yakıcı cehenneme süreceğiz.
87 – Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemez.
Bunun mânası şudur: Şefaat ancak dünya hayatında Allah’a iman eden, dine inanan için geçerli olacaktır. Keza yalnız Rahman’ın izin verdiği kimse başkaları için şefaat edebilecektir.
88 – “Rahman evlat edindi” dediler.
89-90 – Böyle diyen sizler, öyle çirkin bir iddia ileri sürdünüz ki nerdeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecekti!
91 – Rahman’a çocuk isnad etmelerinden ötürü!
92 – Halbuki evlat edinmek Rahman’ın şanına yakışmaz. [2,116; 9,30]
93 – Göklerde ve yerde kim varsa, Rahman’a sadece ve sadece kul olarak gelecektir.
94 – O bunların hepsini ilmi ile ihata etmiş, tek tek tesbit etmiştir.
95 – Ve onların hepsi de kıyamet günü O’nun huzuruna tek başına gelecektir.
96 – İman edip, makbul ve güzel işler yapanlar için, Rahman insanların gönüllerinde sevgi yaratır.
Bu âyet indirildiğinde Mekkede müminlere işkence ediliyordu. Âyet onlara müjde verip müminlerin yakında sempati göreceklerini bildiriyor. Bu âyeti açıklayan bir hadis meali: Yüce Allah bir kulunu sevince Cebraile: “Ben falanı sevdim, sen de sev” der. Bunun üzerine Cebrail (a.s.) da onu sever ve gökte olan melekler: “Allah falanı sevmiştir, siz de seviniz!” diye nida eder. Artık göklerdekiler de onu sever. Sonra yeryüzünde de onun için bir sevgi yerleşmiş olur.”
97 – Bizim, Kur’ân’ı senin dilinle indirip kolaylaştırmamızın başlıca sebebi, senin müttakileri müjdelemen ve inatçı kimseleri de onunla uyarmandır.
98 – Hem onlardan önce nice nesiller imha ettik Biz! Onlardan hissedip gördüğün yahut sesini işittiğin bir tek kişi bile var mıdır?
20 – TÂ HÂ SÛRESİ
135 âyet olup Mekkede inmiştir. Hz. Peygamber (a.s.)ı teselli ile başlar, risaletinin kesinlikle muvaffak olacağını müjdeler. Hz. Mûsâ kıssası tafsilatlı olarak bildirilerek, tavsiye edilen sabır ve zaferin en müşahhas örneklerinden biri verilmiş olur. Daha sonra Hz. Peygamberin uğradığı muhalefet ve bu karşı koymanın âkıbeti ele alınır. Sûrenin Meryem sûresi ile aynı sıralarda nazil olduğu ve bunun da nübüvvetin takriben 6. yılı olduğu düşünülebilir. Hz. Peygamberi açıkça tesellisinin hemen peşinden, birden bire Hz. Mûsâ’ya geçişte şu gizli ve güzel münasebet vardır: Hicaz arapları Hz. Mûsâ isimli bir peygamberin varlığını duymuşlardı. İşte Allah, Hz. Mûsâ’yı nasıl hiç beklemediği bir şekilde peygamber yapmışsa ve bu garip zat nasıl Firavunun saltanatını sarsmışsa, bu Peygamber de benzer tebliğlerde bulunup başarılı olacaktır.
Sûre daha sonra Hz. Adem’in şahsında insanoğlunu bekleyen şeytan tehlikesine karşı uyarmakta, bilahare mahşer manzaralarını göstererek bütün insanlığı irşad etmektedir.
Bu kutlu sûrenin, İslâm tebliğ tarihinde, Hz. Ömer’in İslâma girişine vesile olması ile önemli bir hatırası vardır. Hz. Peygamberi öldürmek üzere yola çıkan Ömer, kızkardeşi Fatıma ile eniştesi Said’in müslüman olduğunu yolda öğrenince önce onların işini bitirmek üzere evlerine geldiğinde onlar Tâhâ suresini okumakta idiler. Sakladılar. Zorlayınca Kur’ân sayfalarını çıkardılar. İkisine de hücum etti. Yüzünden kanlar akan Fatıma “müslüman olduk. Öldürsen de dönmeyiz.” dedi. Bu ihlaslı çığlık ve kesin karar üzerine Ömer Tâhâ sûresini dikkatle okuyup düşündü, düşündü. Evden müslüman olarak ayrılıp Hz. Peygamberin huzuruna giderek ona biat etti.
Bismillahirrahmanirrahim.
1-2 – Tâ Ha. İndirmedik Kur’ân’ı sana, meşakkat çekip, bedbaht olasın diye.
Tâ hâ: kesin mânasını yalnız Allah’ın bildiği huruf-i mukattaa’dan olmakla beraber, bu hususta yapılan başlıca tefsirler: 1.Hz. Peygamberin isimlerindendir. 2. Yüce Allah’ın isimlerindendir. 3.Yemindir. 4.“Ey insan!” demektir.
3-4 – Yüce gökleri ve yeri yaratan tarafından, Yaratana saygı duyanı uyaran, irşad eden, buyruklar halinde tedricen indirdik.
5 – O, Rahmandır (Sonsuz merhamet ve şefkat sahibidir), rububiyet arşına kurulmuştur.
6 – Göklerde ne var, yer de ne varsa O’nun.
Bu, ikisi arasında olan, yerin altında olan da Onun.
7 – İster yavaş konuş, ister açıktan, O’na göre birdir. Zira O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilendir. [25,6]
8 – O’dur Allah. O’ndan başka yoktur ilah.
En güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
9 – Sahi, olmadı mı senin haberin, Mûsânın durumundan?
10 – Hani o çölde, gece yol alırken, bir ateş gördü uzaktan.
“Durun!” dedi, ailesine: “Bir ateş ilişti gözüme.
Oraya doğru gideyim, Belki oradan bir kor alıp size getiririm, Belki orada yolu bilen birini bulurum.” {KM, Çıkış 3. bölüm}
11 – Ateşin yanına varınca birden: “Ya Mûsâ!” diye nida edildi.
Hz. Mûsâ Medyen’den Mısıra ailesi ile dönüyordu.
Tûr dağının da içinde bulunduğu Tuvâ vadisine geldiğinde, karanlık ve soğuk bir kış gecesinde bir oğlu dünyaya geldi. Yolu kaybetmiş, davarları dağılmıştı. En muhtaç olduğu şey ateş idi. Allah lütfundan ötürü ateşte tecelli etti ki o da buraya yönelsin (Krş. Tevrat, Çıkış, 3).
12 – “Haberin olsun: Benim Ben Senin Rabbin!” denildi. Çıkar pabuçlarını hemen! Çünkü kutsal vâdidesin sen! Evet evet Tuvâdasın sen! [79,16] {KM, Çıkış 3,5}
Krş. Tevrat, Çıkış, 3 ve 4. bölümler. Bu konu Tevrat ve onun açıklaması durumunda olan Talmud’dan okununca, Kur’ân’ın ihtiva ettiği farklılıklar görülür ve Kur’ânın kopya ettiğini iddia eden oryantalistlerin utanması gerekir..
13 – Peygamberliğe seçtim seni,
Öyleyse iyi dinle sana vahyedileni. [7,144]
14 – Muhakkak ki Benim gerçek İlah.
Benden başka yoktur ilah.
O halde sen de yalnız Bana ibadet et.
Beni anmak için namaz eda et.
15 – Elbet gelecek kıyamet saati. Nerdeyse açıklayasım geliyor onun vaktini.
Ta ki her kişi bulsun orada bütün yapıp ettiğini, işlerinin karşılığını. [99,7-8; 52,16; 27,65; 7,187; 31,34]
16 – Buna inanmayanlar ve nefsinin arzu ve ihtiraslarının peşine düşenler, sakın seni ona inanmaktan vazgeçirmesin, sonra sen de helâk olursun.
17 – Mûsâ, şu sağ elinde tuttuğun şey de ne? {KM, Çıkış 4,2}
18 – “O asamdır dedi, üzerine dayanırım, onunla davarlarıma yaprak çırparım, ayrıca onunla daha birçok ihtiyacımı gideririm.”
19 – “Bırak onu Mûsâ!” buyurdu.
20 – Hemen bıraktı. Bir de ne görsün: Hızla kıvrılıp sürünen, kocaman bir yılan oldu!
21 – “Tut onu! Korkma, Biz onu eski haline çevireceğiz” buyurdu.
22 – Bir de elini koynuna sok! Bir başka mûcize olarak çıkar onu hiç pürüzsüz, parlak mı parlak! [28,32] {KM, Çıkış 4,6}
23 – Böylece sana en büyük mûcizelerimizden birini göstermek istiyoruz.
24 – Firavuna git! Doğrusu o pek azıttı. [26,10-15] {KM, Çıkış 4,10-16; 6,30}
25-27 – “Ya Rabbi, dedi, genişlet göğsümü, kolaylaştır işimi, çözüver şu dilimin bağını.
28 – Ta ki anlasınlar sözümü!
29-30 – Bana da ailemden birini,
yardımcı kıl Harun kardeşimi.
31 – Onunla beni takviye et.
32 – Onu bu işime ortak et.
İslâma göre Hz. Harun, Hükümdarın yanında bir din yetkilisinden ibaret olmayıp risalet işinde ortaktır. İslâm hukukçuları buradan müşterek hakimiyetin meşruluğu hükmünü çıkarırlar.
33 – Ta ki Seni daha çok tesbih ve tenzih edelim.
34 – Ve Seni daha çok analım.
35 – Aslında Sen bizim bütün hallerimizi hakkıyla görmmektesin.
36-37 – “Mûsâ! dedi, istediklerin sana verildi. Zaten başka bir sefer de sana, lütufta bulunmuştuk: [28,7-13] {KM, Çıkış 2,1-10}
38 – O vakit annene ilham edip dedik ki:
39 – “Onu bir sandığa yerleştirip denize bırak. Deniz onu sahile atsın. Bana da ona da düşman olan biri onu alsın” ve Ey Mûsâ! nezaretim altında yetiştirilmen için sana karşı insanların gönüllerinde tarafımdan bir sevgi bıraktım. [28,7-9]
Eski Ahid Çıkış kitabında yer alan kıssaya göre Nil nehrinden onu alan Firavun’un kızı, İslâmi geleneğe göre ise hanımıdır.
Hz. Mûsâ’nın annesi, oğlunun da diğer yeni doğan İsrail çocukları gibi öldürüleceği korkusuyla, onu Nil nehrine bıraktı. Eşi Asiye, kocası ile sarayının bahçesinde gezinirken farkedip ırmaktan sandığı çıkarttı. Kalbi çocuğa sevgi ile doldu. Mûsâ’nın ablası onu izlerken, çocuk için süt annesi aradıklarını öğrenince, gelecek âyetteki teklifi yaptı.
40 – Kızkardeşin, denizden seni alanların yanına varıp: “Ona iyi bakacak birini size buluvereyim mi?” diyordu. Böylece seni annene kavuşturduk ki gözü aydın olsun, üzülmesin.
Derken sen büyüdün, bir adam öldürdün de seni kederden biz kurtardık.
Seni, ey Musâ, türlü türlü imtihanlarla sınayıp yetiştirdik.
Bu yüzden de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da takdirimizle, buraya geldin! [28,12]
Hz. Mûsâ, kasıtlı olmaksızın kazaen bir kıbtinin ölümüne sebeb olmuştu. [28,15-16]
41 – “Seni Ben seçip Peygamberliğime hazırladım.” [7,144]
42 – “Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta gevşeklik göstermeyiniz.”
43 – Gidin. Firavun’a, zira o iyice azdı.
44 – Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitab edin. Olur ki aklını başına alır, yahut hiç değilse biraz çekinir.” [16,125]
45 – “Ya Rabbî” dediler, doğrusu, korkarız ki o bize son derece kötü davranır, hatta ileri gidip daha da azar.
46 – “Korkmayın! buyurdu. Ben sizinle beraberim, her şeyi işitir ve görürüm.”
47 – “Haydi varın da şöyle deyin ona:
Rabbin tarafından gönderilen elçileriz biz sana!”
İsrailoğullarını bizimle gönder ve işkence etme onlara.
Rabbinden bir belge ile geldik biz sana.
Kurtuluş hastır bu doğru yolu tutanlara!
Son cümleden maksat, “selam olsun” anlamında bir dilek değil, haber kipi olarak bir hüküm bildirmektir.
48 – “İnan ki: “Dini yalan sayıp ondan yüzçeviren, mutlaka azaba uğrayacaktır” diye vahyedildi bize.” [79,37-39; 92,14-16; 75,31-32]
49 – “Hele, dedi, Firavun,“Sizin Rabbiniz de kim Mûsâ!”
50 – “Rabbimiz, dedi, her şeyi yaratan, sonra da onu yaratılış gayesine uygun yola koyan,
Yüce Yaradandır, (buna iyice inan)”
Allah her şeyi yaratıp şekil ve özelliklerini, varlığını sürdürme yollarını gösterendir. 1. Mesela insanlara yapacakları işlere en uygun olacak el ve ayak vermiştir. 2. İnsana, hayvanlara, bitkilere, madenlere, havaya, suya vs. işlevleri için en uygun durumları vermiştir. 3. Her şeye, işlevini, gereği gibi yerine getirmesine elverişli imkânlar vermiştir, o yola koymuştur. Kulağa işitmeyi, göze görmeyi, balığa yüzmeyi, kuşlara uçmayı, toprağa bitki çıkarmayı, ağaca çiçek açıp meyve vermeyi öğreten O’dur. Hz. Mûsa, Allah’ı tanıtmak için, işte öyle kısa, fakat yoğun bir cümle söyledi ki yığınlarla kitap yazılsa yine onun mânasını ihata edemez.
51 – Firavun dedi ki: “Peki o zaman, önceki nesillerin durum ve akıbeti ne olur?”
52 – “Onların durumu, Rabbimin yanındaki bir kitaptadır. O, ne şaşırır, ne de unutur.” dedi.
53 – O’dur ki yeri size beşik yaptı.
Orada sizin için yollar ve geçitler açtı.
Gökten de size yağmur indirdi.
İşte o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. [21,31; 13,3]
Ezvac (çiftler) denilmesi bitkilerdeki erkek ve dişi unsurların çiftleşmesine işarettir.
54 – Hem siz yeyin, hem davarlarınızı otlatın.
Elbette bunda aklı olanlar için âyetler, Allah’ın kudretine deliller vardır.
55 – Sizi, ey insanlar, Biz yerden yarattık.
Yine oraya göndereceğiz ve oradan tekrar Biz çıkaracağız. [7,25]
Hz. Ali (r.a) bir hutbesinde şöyle demişti. “Ey insanlar, siz ebediyet için yaratıldınız. Babalarınızın sulblerinden rahimlere, oradan dünyaya geçiyorsunuz. Dünyadan berzaha (kabre), oradan da ya cennete, ya da cehenneme gideceksiniz” deyip bu âyet-i kerimeyi okumuştu.
56 – Biz Firavun’a bütün âyetlerimizi, delillerimizi gösterdik, fakat o bunları yalan saydı ve gerçeği kabul etmemekte direndi. [54,42]
57-58 – “Sen, dedi, sihirdeki maharetinle bizi yerimizden yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey Mûsâ!”
“O halde bilmiş ol ki biz de seninki gibi bir sihirle karşı koyacağız.”
“Şimdi sen, bizim de senin de caymayacağımız uygun bir buluşma vakti tayin et, düz, geniş bir alanda karşılaşalım.”
59 – Mûsâ: “Karşılaşma zamanı, bayram günü olsun, halk sabahleyin toplansın” dedi.
Unutmamak gerekir ki saray hanedanı ve Mısır’ın ileri gelen yöneticileri ile halkın dini, birbirinden çok farklı idi. Ayrı tanrıları, ayrı mabedleri ve âhiret hakkında ayrı düşünceleri vardı. İsrailoğulları ile tevhide inanan başka insanlar, takriben nüfusun % 10 ‘unu oluşturuyordu. Bu şartlar altında Firavun, Mûsâ (a.s.)ın sebeb olabileceği dinî inkılabdan çok endişe ediyor ve halk nezdinde onu gözden düşürmeye büyük önem veriyordu. Ama hilesi, tamamen tersine dönüp kendisinin başına geçti.
60 – Firavun işlerini ayarlamaya girişti, bütün çare ve hilelerini, en usta sihirbazlarını toplayıp buluşma yerine geldi. [7,112; 10,79]
61 – Mûsâ onlara: “Yazık size!” dedi, “Allah hakkında yalan uydurmayın,
yoksa O size öyle bir azap gönderir ki kökünüzü keser.”
“İftira eden, muhakkak perişan olur.”
62 – Bunun üzerine onlar aralarında tartışmaya ve fısıldaşmaya, kulislere başladılar.
63 – Sonunda: “Herhalde, dediler, bunlar, sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak isteyen ve en ideal yaşam düzeninizi ortadan kaldırmak isteyen iki büyücü!”
64 – O halde bütün hünerlerinizi toplayıp sıra sıra, merasim düzeninde meydana çıkın.
Bugün ölüm kalım günüdür. Kim bugün üstün gelirse, iflah olacak odur.
65 – Onlar: “Mûsâ! İstersen hünerini önce sen ortaya koy, istersen biz ortaya koyalım?” dediler.
66 – “Hayır, siz ortaya koyun” dedi. Bir de ne görsün:
onların sihirleri sayesinde, ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten hareket ediyormuş gibi geldi.
67 – Mûsâ birden, içinde bir endişe duydu.
Büyücüler iplerini ve değneklerini atıp, Hz. Mûsâya yüzlerce yılanın kendisine doğru geldiği hissini verince, o elinde olmaksızın bir an için korkmuş olabilir. Bu, peygamberlere bile büyünün bir dereceye kadar etki edebileceğini gösterir. Bu kabîl şeyler, peygamberlerin ismetine aykırı değildir. İsmete (yani günahlardan korunmuş olma sıfatına) aykırı olan, vahye tesir etmesidir ki böyle bir şey yoktur.
68 – “Endişe etme!, dedik, zirâ sen galip geleceksin.”
69 – Elindeki asayı at ortaya, onların yaptıklarını yutacaktır.
Çünkü onların yaptığı sihirbaz oyunudur.
Büyücü ise, nereye varırsa varsın, hiç bir yerde iflah olmaz.
Bu emir üzerine Hz. Mûsâ (a.s.) asasını bırakınca o, sihirbazların bütün aletlerini yuttu. Böylece büyücüler bunun bir sihir değil, ilahî bir mûcize olduğunu anladılar.
70 – Derken bütün büyücüler secdeye kapandılar.
“Harun ile Mûsâ’nın Rabbine iman ettik” dediler.
71 – “Ya!, dedi Firavun, benden izin çıkmadan ona inandınız ha!
Anlaşıldı: Size sihri öğreten ustanız oymuş!
Ellerinizi ve ayaklarınızı değişimli şekilde keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım!
İşte o zaman anlayacaksınız kimin azabı daha şiddetli, daha devamlı!” [7,123]
72 – “Mümkün değil” dediler, bize gelen bunca delillere ve bizi Yaratana karşı seni tercih edemeyiz.
İstediğin hükmü ver. Senin hükmün nihayet, bu dünyada geçer.”
73 – “Biz Rabbimize iman ettik. Onun günahlarımızı, özellikle bizi yapmaya zorladığın sihir günahını affedeceğini umuyoruz.
Allah elbette daha hayırlı ve O’nun mükâfatı daha devamlıdır.”
74 – Doğrusu kim Rabbine kıyamette suçlu olarak gelirse onun yeri cehennemdir.
Orada ne ölür kurtulur, ne de yaşamı hayat sayılır. [35,36; 87,11-13; 43,77]
75 – Her kim de makbul ve güzel işler yapmış mümin olarak gelirse, onlara da pek yüksek mevkiler vardır.
76 – Zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri var.
Onlar oraya ebedi kalmak üzere girecekler.
İşte kötülüklerden arınanların mükâfatı budur.
77 – Biz Mûsâ’ya şöyle vahyettik. Kullarımla geceleyin Mısır’dan yola çık.
Asanı vurarak denizde onlara kuru bir yol aç.
Firavun’un size ulaşmasından ve boğulmanızdan endişe edip korkmayın. [26,52; 44,23]
78 – Firavun da askerleriyle onun peşine düştü. Deniz onları öyle bir sardı ki birden yutuverdi. [26,60-66]
79 – Böylece Firavun halkını kurtuluşa değil, yanlış yola, çıkmaza götürdü. [11,98]
80 – Ey İsrail evlatları! Sizi düşmanlarınızdan kurtardık. Tur’un sağ tarafında (Mûsâ ile konuşmayı) size vaad ettik. Size çölde kudret helvasıyla bıldırcın lütfettik. [2,51]
Onları orada bırakıp, Allah Teâla İsrailoğullarına, bu büyük lütfunu hatırlatıyor. Zira kesin olan toptan yok edilmekten, Allah kendilerini kurtarmıştı.
Dünya hayatlarını kurtarmadan sonra, daha da önemli olan ebedi hayatlarını kurtarma vesilesi olan Tevrat nimeti hatırlatılıyor. Tevrat’ın verilmesi için yapılan vaad Hz. Mûsâya yapıldığı halde, bütün o insanlara yapılmış olarak ifade buyuruluyor. Zira dünya ve âhiret mutluluklarına vesile olan bir kitaptan istifade edenler onlar olacaklardı.
81 – O halde size verdiğimiz rızıkların en hoş ve temiz olanlarından yeyin, ama bu hususta taşkınlık yapmayın, yoksa gazabım tepenize iniverir.
Kimi de gazabım çarparsa artık o uçuruma düşmüştür.
82 – Şu da muhakkak ki inkârdan dönüş yapan, iman eden, güzel ve makbul işler yapan, böylece doğru yola giren kimseyi de affederim.
83 – Hem seni halkından çabucak ayrılıp gelmeye sevkeden sebep ne ey Mûsâ?
Hz. Mûsâ, ümmetinden 70 kişi seçerek Tevratı almak üzere onlarla Tûr’a gidiyordu. Kendisi, Rabbine olan şevkinden ötürü ilerleyip o yetmiş nakibi geride bırakmıştı.
84 – “Onlar, dedi, beni izliyorlar. Benden daha çok razı olman için sana kavuşmakta acele davrandım ya Rabbî!”
85 – Allah buyurdu: “Sen öyle biliyorsun amma onlar senin izinde değiller,
Zira Biz senin ayrılmandan sonra halkını sınadık ve Samirî onları yoldan çıkardı.” [17,138] {KM, Çıkış 32,4.24; Hoşea 8,5-6; I Krallar 1,28}
Tevrat’a göre (Çıkış, 32, 4 ve 24) bu altın buzağı heykelini yapan bizzat Harun (a.s.) dir. Halbuki Kur’ân-ı Kerim işin doğrusunu bildirerek bunu yapanın Samirî olduğunu bildirip, Hz. Harunun bundan beri olduğunu ilan eder.
86 – Mûsâ derhal son derece kızgın ve üzgün olarak halkına döndü: “Ey milletim, Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı?
Verilen sözün üzerinden çok uzun süre mi geçti, yoksa Rabbinizin gazabının tepenize inmesini mi istiyorsunuz ki bana olan vaadinizden caydınız?
87 – “Biz, dediler, kendi güç ve irademizle sana olan vaadimizden dönmedik. Fakat biz o halkın, Mısırlıların zinet eşyalarından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik.
Onları ateşe attık. Samiri de kendi mücevheratını atıverdi.
İsrailoğulları Mısırdan çıkmadan önce Mısırlılardan bir miktar altın ve zinet eşyaları ödünç almışlardı. Hz. Mûsâ’nın dönüşü gecikince Samirî: “Onun engellenmesinin sebebi, sizdeki bu emanetlerdir.” dedi. Bunun üzerine, altınları getirip onun önünde topladılar. Samirî de eritip buzağı şekline koydu. Sonra Cebrail (a.s.) ın bineğinin izinden avuçladığı bir avuç bereketli toprağı sürünce, buzağı ses çıkardı. Razî’ye göre bunun sebebi ona hayat girmesi değil, heykele konulmuş olan bazı deliklere hava girmesi sonucunda buzağı heykeli ses çıkarmıştır.
88 – Derken o, ahali için böğürme marifeti olan bir buzağı heykeli döküp çıkardı. Samiri ve arkadaşları: “İşte bu, sizin de, Mûsâ’nın da tanrısıdır, ama Mûsâ bunu unuttu” dediler.
Son cümlede, Hz. Mûsâ’nın unuttuğunu iddia ettikleri söz ile, şu iki şey kasdedilmiş olabilir: Samirî ve taraftarları: “Bu buzağı tanrıdır, fakat Mûsâ bunu unutup gitti.” yahut “Mûsâ, onun tanrı olduğunu unuttu” demek istemişlerdi.
Burada bu halkın maddeciliğine de ayrıca işaret edilmiş olabilir: Som altın buzağı heykeli karşısında akılları başlarından gitti. “Bu dururken insan başka şeyin ardına düşer mi?” demek istediler, vallahu a’lem.
89 – Onlar görmüyorlar mıydı ki o heykel, kendilerine mukabele edecek bir çift laf söyleyemiyor.
Kendilerinden ne bir zararı önleyebiliyor, ne de bir fayda sağlayabiliyordu.
90 – Doğrusu, Harun onlara, bundan önce: “Ey milletim! dedi, siz bu heykel ile imtihana tâbi tutuldunuz.
Şu kesindir ki sizin Rabbiniz Rahmandır (çok şefkatli ve merhametlidir).
O halde beni izleyin ve emrime itaat edin!”
91 – Onlar ise: “Mûsâ yanımıza dönünceye kadar ona tapmaya devam edeceğiz” diye karşılık vermişlerdi.
92-93 – Mûsâ döndüğünde bu durumu bilmediğinden: “Harun!, dedi, onların saptığını gördüğünde benim izimce gelmene ne mani oldu, yoksa emrime karşı mı geldin?” deyip onu sakalından tutarak çekmeye başladı. [7,142]
94 – “Ey anamın oğlu!” dedi Harun. “lütfen sakalımdan, saçımdan beni çekiştirip durma. Ben, senin “İsrail oğullarının içine ayrılık soktun, sözümü dinlemedin” demenden endişe ettim.”
95 – Bu sefer Samirî’ye dönerek: “Samirî! peki senin derdin nedir?” dedi.
96 – “Ben, dedi, ben onların görmedikleri bir şeyi gördüm.
O Resûl’ün izinden bir avuç toprak alıp onu potanın içine attım. İşte böylece nefsim böyle yapmayı bana hoş gösterdi.”
Samirî bu sözü ile şunu demek istemişti: “Ben onların göremediklerini, yani Hayat bineği üzerinde sana gelen Cebrail (a.s.)’ı, gördüm. Kalbime bu duygu geldi, onun izlerinden bir avuç toprak aldım, onun bereketinden yararlanmak istedim.”
97 – “Defol!” dedi Mûsâ, artık ömür boyunca sen: “Bana dokunmayın, benden uzak durun!” diyeceksin, yalnız yaşamaya mahkûm olacaksın.
Ayrıca senin asla kurtulamayacağın bir ceza günü var.
Şimdi tapınıp durduğun tanrına bak! Biz onu yakacağız, sonra da ufalayıp denize savuracağız.” {KM, Tesniye 9,21}
Samirî’nin bundan sonra ağır bir bulaşıcı hastalığa yakalanması sebebiyle yalnızlığa terkedilmiş olması mümkündür. Bir kısım oryantalistler Samiri’yi, Hz. Mûsâdan birkaç asır sonra kurulan Sameriyye şehrinden sanıp, Kur’ân’ın tarihi bir noksanlık yaptığını, iddia ederler. Onlara kalsa Hz. Peygamber (a.s.) (haşa) Yahudi kaynağından aldığı bilgiyi böyle anlatmış olmaktadır.
Oysa Samiri özel isim olmayıp, Samiri ırk ve bölgesine mensubiyet bildirir. Mezepotamya’nın en meşhur halklarından olan Sümerler vardı. Mısırlıların, bu konumda olan şahıslara Samiri veya Sameri demiş olmaları rahatlıkla düşünülebilir. (Mevdudî, Tefhim) Mevcut Tevrat nüshalarında bu konu “Çıkış” kitabı boyunca anlatılır. Bu arada, peygamberlik hakkında iftiralara da rastlanır (Mesela; güya Harun (a.s.) buzağı heykelini yapıp İsrailoğullarını ona tapmaya çağırmıştır. (Çıkış, 32, 1-6). Bunların tahrifat kabilinden olduğunu söylemeye gerek yoktur.
98 – Sizin İlahınız yalnız Allah. Ondan başka yoktur ilah. O herşeyi ilmi ile ihata etmiştir.
99 – İşte böylece sana geçmiş mühim olaylardan bir kısmını anlatıyoruz.
Tarafımızdan sana da bir zikir verdik. [41,41; 15,9; 21,50]
Zikr: Tevhid ve tebliğ tarihindeki birçok ibretli hadiseyi, peygamberlerin örnek davranışlarını, halklarını eğiten irşadlarını, birçok mûcizeyi hatırlatarak Hz. Peygambere de bu özelliklerin verildiğine delâlet eden Kur’ân-ı Kerimdir. Kur’ân’ın, bunların yanında insanı eğiten, yetiştiren, uyaran, yönlendiren ilahî direktifler (buyruklar) ihtiva ettiğini de ifade eder.
100 – Kim ona sırtını çevirirse, muhakkak ki o, kıyamet günü büyük bir vebal yüklenecektir. [11,17]
101 – O yükün altında daimî olarak kalacaklardır. Kıyamet günü bu yük, onlar için ne ağır bir yük olacak!
102 – Sûra üfleneceği gün, Biz suçlu kâfirleri, gözleri (korku ve heyecandan) gömgök vaziyette haşredip toplayacağız.
Mahşer meydanında gözleri gömgök, yüzleri kapkara, velhasıl pek çirkin vaziyette toplanmaları kasdedilmiştir.
103 – Kendi aralarında sessizce konuşurken:
“Dünyada, olsa olsa on gün kadar bir şey kaldınız” derler.
104 – Aralarında konuştukları konuyu Biz pek iyi biliriz.
Onların en mûtedil ve en makul olanı, o zaman “Siz bir günden daha fazla kalmadınız.” diyecek. [30,55; 79,46; 35,37; 23,112-114]
105-106 – Bir de sana o gün, dağların durumunu sorarlar. De ki:
“Rabbim onları darmadağın edecek, ufalayıp savuracak, yerlerini dümdüz, boş vaziyette bırakacak”
107 – “Orada artık ne iniş, ne yokuş göremeyeceksin”
108 – O gün insanlar, Hakkın dâvetçisine hiç bir tarafa sapmadan uyarlar.
Rahmanın azametinden dolayı sesler kısılmıştır.
Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin. [19,38; 54,8]
109 – O gün, Rahmanın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. [2,255; 53,26; 21,28; 78,38]
110 – O, onların geleceklerini de geçmişlerini de bilir. Kulların ilmi ise bunu asla kavrayamaz. [2,255]
Son cümle şu mânaya da gelebilir: “Onlar ise bilgi kapasiteleri ile Allah’ı kavrayamazlar”
111 – Bütün yüzler, hayatın ve hakimiyetin tam mânasıyla sahibi olan Hayy-u Kayyum’a baş eğmiştir.
Zulüm yüklenerek gelen, gerçekten perişan olmuştur. [31,13]
112 – Mümin olarak güzel ve makbul işler işleyen ise, ne zulümden, ne de haklarının çiğnenmesinden korkmaz.
113 – İşte böylece bu kitabı Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ve onda uyarı ve tehditlerimizi farklı üsluplarla anlattık.
Ta ki insanlar Allah’a karşı gelmekten korunsunlar ve ta ki o, kendilerine bir ibret ve uyanış versin.
İbret verecek şey, Kur’ân veya yapılan tehditler olabilir.
114 – Demek ki gerçek Hükümdar olan Allah çok Yücedir.
Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi ile Kur’ân’ı okumada acele etme ve: “Ya Rabbi! benim ilmimi artır” de. [23, 116; 75,16-19; 114,2] {KM, Çıkış 15,18; İşaya 24,23}
Vahyin başlangıcında Peygamber Efendimiz, vahyedilen âyetleri unutmamak için gayri ihtiyari içinden dilini kıpırdatarak tekrarlıyordu. Bu, müteakip âyetleri de bellemesine engel olabilirdi. Allah Teâla Kıyame, 16-18 âyetleriyle unutturmama garantisi verince, Hz. Peygamber rahatladı.
Allah, Resul-i Ekremine ilmini artırmasından başka bir şey artırmayı istemesini emretmemiştir. İbn Mes’ud (r.a) bu âyeti okuduğunda: “Ya Rabbî, benim ilmimi, imanımı ve yakinimi (kesin inancımı) artır” diye dua ederdi.
115 – Doğrusu Biz daha önce Âdem’e de vahiy ve emir vermiştik, ne var ki o ahdi unuttu, onda bir azim bulamadık.
Bir zelle sebebiyle Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmasının, hikmeti tek kelime ile “ilahî görevlendirme” dir. Beşeriyetin bütün fikri ve manevî terakkileri ve her türlü kabiliyetlerinin gelişmesi ve insanlığın mahiyetinin Allah’ın isimlerine mükemmel bir ayna olması, o görevin sonuçlarındandır. Şayet cennette kalsaydı, melekler gibi makamı sabit kalırdı. Çok sayıda melâike zaten vardı. Allah’ın hikmeti, dünyanın mamur edilmesini ve nihayetsiz makamlara çıkabilecek insanın istidatlarını geliştirmeye elverişli bir imtihan diyarı gerektiriyordu.
116 – Düşünün ki Biz, bir vakit meleklere: “Âdem’in önünde (Allah’a) secde edin” dedik, hepsi secde ettiler, yalnız İblis diretti.
117 – Biz de dedik ki: “Âdem!, iyi bil ki bu, sana da eşine de tam bir düşmandır.
Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra perişan olur, helâke sürüklenirsin.”
Perişanlık “geçim derdine düşmek” diye tefsir edilir.
118-119 – “Sen cennette asla açlık çekmeyecek, asla çıplak kalmayacaksın.
Orada asla susuzluk çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcağına mâruz kalmayacak.
120 – Ama şeytan ona vesvese verip: “Adem!, dedi, ister misin sana ebediyet (ölümsüzlük) ağacını, zamanın geçmesiyle zeval bulmayan bir devlet ve saltanatı göstereyim?” [2,35] {KM, Tekvin 3,22; Vahiy 22,14}
121 – Derken ikisi de o ağacın meyvesinden yediler. Bunun üzerine edep yerlerinin açık olduğunu farkettiler. Derhal cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.
Böylece Âdem Rabbine karşı geldi de şaştı kaldı.
122 – Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve onu hidâyetine mazhar etti.
123 – Onlara hitaben buyurdu ki: Kiminiz kiminize düşman olarak cennetten yere ininiz.
Sonra ne zaman Benden bir rehber gelir de, kim ona tâbi olursa, artık o ne yolu şaşırır, ne de bedbaht olur.
122 ve 123. âyetler bu konu bakımından çok önemlidir. (Krş. 2,37 – 38) Allah Hz. Adem ile Hz. Havva’nın tövbelerini kabul ettikten sonra dünyaya gönderiyor. Demek ki dünyaya göndermek cezalandırma değil, bir taltiftir. Allah insanı, böylece dünyaya, kendi halifesi olarak gönderiyor (2, 30) dünyayı mâmur etme yetkisi ile donatıyor. Bu görevlendirme de gerekçesiz değildir. Gök, yer, dağlar gibi diğer yaratıklar bu görevi kabul etmemişler (33, 72) sadece insan yüklenmiştir. Hz. Adem’in ömrü, dünyanın ömrüne göre çok kısa olduğundan, onun evlatları kendisine halef olmuşlardır.
124 – Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, ona dar bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak diriltir, duruşmaya getiririz.
125 – “Ya Rabbî, der, ben gözleri gören biri olduğum halde neden beni kör olarak haşrettin?” [17,97]
126 – Buyurur ki: “Bu böyledir. Nasıl âyetlerimiz sana geldiğinde sen onları unuttuysan, bu gün de sen öyle unutulur, bir kenara atılırsın.”
127 – İşte inkârda ve günahta hadlerini aşanları ve Rab’lerinin âyetlerine inanmayanları böyle cezalandırırız.
Âhiret azabı ise elbette daha şiddetli ve daha devamlı olacaktır.
128 – Bugün meskenlerinde dolaştıkları, daha önce yaşamış bunca nesilleri helâk edişimiz, onları yola getirmedi mi?
Elbette bunda akıllı kimseler için alınacak dersler vardır. [22,46; 32,26]
129 – Eğer Rabbin tarafından daha önce verilmiş bir söz ve tayin edilmiş bir vaade olmasaydı, azap onlara çoktan gelmiş olurdu!
130 – O halde onların söylediklerine sabret.
Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbinin yüceliğini ilan et, O’na hamdet.
Gecenin bazı vakitlerinde, gündüzün bazı taraflarında da O’na ibadet et ki Allah rızasına eresin.
Burada beş vakit namaza işaret edilmektedir. Âyette geçen hamd ile tesbihten maksat namazdır. Güneşin doğmasından önce sabah namazı, batmasından önceki: İkindi namazı, gecenin bir kısım saatleri: akşam ile yatsı, gündüzün bazı taraflarındaki namaz ise öğle namazıdır.
131 – Onlardan bazı zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme.
Rabbinin sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve değerli, hem de daha devamlıdır. [15,88; 93,5]
132 – Ailene ve ümmetine namaz kılmalarını emret, kendin de namaza devam et.
Biz senden rızık istemiyoruz, bilakis senin rızkın Bize aittir.
Güzel âkıbet, takvâdadır, yani Allah’ı sayıp haramlardan korunmaktadır.
Razi’nin belirttiği üzere, Allah, kullarına ihtiyacı olmadığını, namazı, ibadeti kullarının kendi faydaları için emrettiğini böylece belirtmiş olmaktadır.
Tevrat’ın elimizdeki muharref nüshasında sık rastlanan bir tanımlamaya göre, namaz “kıskanç bir Tanrıya ödenen bir vergi veya haraç olarak değil”, fakat sadece ifa edenin kendi yararına olan bir fiil olarak anlaşılmalıdır.
“Senden rızık istemiyoruz: Kendinin ve ailenin rızkını temin için çalışmanı ve bu yüzden risalet görevini ihmal etmeni istemiyoruz” demektir.
133 – “O Resûl, gerçek peygamber olduğuna dair Rabbinden bizim istediğimiz bir mûcize getirse ya!” dediler.
Onlara önceki semavi kitaplarda bulunan belgeler deliller gelmedi mi?
Bu âyetten Kur’ân’ın, önceki semavî kitaplarla aynı temel gerçekleri dile getirdiği anlaşılmaktadır. O kitaplarda Hz. Peygamber (a.s.) ın geleceğine dair haberlere de ima edildiği düşünülebilir. (Tesniye 18, 15 ve 18; Yuhanna 14, 16 ve 15, 26 ve 16,7). Böylece Hz. Peygamberin gelmesinin orada bildirilenlerin bir beyyinesi, bir ispatı olduğu belirtilmiş oluyor.
134 – Şayet Biz peygamber gelmeden kendilerini azab ile helâk edecek olsaydık onlar:
“Ey Ulu Rabbimiz, ne olurdu bize bir elçi gönderseydin de, biz böyle rezil ve hakir olmadan önce senin âyetlerine uysaydık!” derlerdi. [10,97; 6,155-157; 10,110]
135 – De ki: “Herkes beklemede!
Siz de gözleyin bakalım. Doğru yolu tutanların, hidâyete erenlerin kim olduğunu yakında anlayacaksınız!” [25,42; 54,26]
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.