Web sitemize hoşgeldiniz, 18 Aralık 2024
Beğen 1

Abdurrahman Es Sudeys-Kehf Suresi

18-KEHF SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. El hamdü lillahillezı enzele ala abdihil kitabe ve lem yec’al lehu ıveca
2. Kayyimel li yünzira be’sen şedıdem mil ledünhü ve yübeşşiral mü’minınellezıne ya’melunes salihati enne lehüm ecran hasena
3. Makisıne fıhi ebeda
4. Ve yünzirallezıne kalüttehazellahü veleda
5. Ma lehüm bihı min ılmiv ve la li abaihim kebürat kelimeten tahrucü min efvahihim iy yekulune illa keziba
6. Fe lealleke bahıun nefseke ala asarihim il lem yü’minu bi hazel hadısi esefa
7. İnna cealna ma alel erdı zınetel leh ali neblüvehüm eyyühüm ahsenü amela
8. Ve inna le caılune ma aleyha saıydem cüruza
9. Em hasibte enne ashabel kehfi ver rakıymi kanu min ayatina aceba
10. İz evel fityetü ilel kehfi fe kalu rabbena atina mil ledünke rahmetev ve heyyi’ lena min emrina raşeda
11. Fe darabna ala azanihim fil kehfi sinıne adeda
12. Sümme beasnahüm li na’leme eyyül hızbeyni ahsa lima lebisu emeda
13. Nahnü nekussu aleyke nebeehüm bil hakk innehüm fityetün amenu bi rabbihim ve zidnahüm hüda
14. Ve rabatna ala kulubihim iz kamu fe kalu rabbüna rabbüs semavati vel erdı len ned’uve min dunihı ilahel le kad kulna izen şetata
15. Haülai kavmünettehazu min dunihı aliheh lev la ye’tune aleyhim bi sültanim beyyin fe men azlemü mimmeniftera alellahi keziba
16. Ve izı’tezeltümuhüm ve ma ya’büdune illallahe fe’vu ilel kehfi yenşur leküm rabbüküm mir rahmetihı ve yüheyyi’ leküm min emriküm mirfeka
17. Ve teraş şemse iza taleat tezaveru an kehfihim zatel yemıni ve iza ğarabet takriduhüm zateş şimali ve hüm fı fecvetim minh zalike min ayatillah mey yehdillahü fe hüvel mühted ve mey yudlil fe len tecide lehu veliyyem mürşida
18. Ve tahsebühüm eykazav ve hüm rukudüv ve nükallibühüm zatel yemıni ve zateş şimali ve kelbühüm basitun ziraayhi bil vesıyd levit tala’te aleyhim le velleyte minhüm firarav ve le müli”e minhüm ru”a
19. Ve kezalike beasnahüm li yetesaelu beynehüm kale kailüm minhüm kem lebistüm kalu lebisna yevmen ev ba’da yevm kalu rabbüküm a’lemü bi ma lebistüm feb’asu ehadeküm bi verikılüm hazihı ilel medıneti fel yenzur eyyüha ezka taamen fel ye’tiküm bi rizkım minhü vel yetelattaf ve la yüş’ıranne biküm ehada
20. İnnehüm iy yazheru aleyküm yercümuküm ev yüıyduküm fı milletihim ve len tüflihu izen ebeda
21. Ve kezalike a’serna aleyhim li ya’lemu enne va’dellahi hakkuv ve ennes saate la raybe fıha iz yetenazeune beynehüm emrahüm fe kalübnu aleyhim bünyana rabbühüm a’lemü bihim kalellezıne ğalebu ala emrihim le nettehızenne aleyhim mescida
22. Se yekulune selasetür rabiuhüm kelbühüm ve yekulune hamsetün sadisühüm kelbühüm racmem bil ğayb ve yekulune seb’atüv ve saminühüm kelbühüm kur rabbı a’lemü bi ıddetihim ma ya’lemühüm illa kalılün fe la tümari fıhim illa miraen zahirav ve la testefti fıhim minhüm ehada
23. Ve la tekulenne li şey’in innı faılün zalike ğada
24. İlla ey yeşaellahü vezkür rabbeke iza nesıte ve kul asa ey yehdiyeni rabbı li akrabe min haza raşeda
25. Ve lebisu fı kehfihim selase mietin sinıne vazdadu tis’a
26. Kulillahü a’lemü bima lebisu lehu ğaybüs semavati vel ard ebsır bihı ve esmı’ ma lehüm min dunihı miv veliyyiv ve la yüşrikü fı hukmihı ehada
27. Vetlü ma uhıye ileyke min kitabi rabbik la mübeddile li kelimatihı ve len tecide min dunihı mültehada
28. Vasbir nefseke meallezıne yed’une rabbehüm bil ğadati vel aşiyyi yürıdune vechehu ve la ta’dü aynake anhüm türıdü zınetel hayatid dünya ve la tütı’ men ağfelna kalbehu an zikrina vettebea hevahü ve kane emruhu füruta
29. Ve kulil hakku mir rabbiküm fe men şae fel yü’miv ve men şae fel yekfür inna a’tedna liz zalimıne naran ehata bihim süradikuha ve iy yesteğıysu yüğasu bi mani kel mühli yeşvil vücuh bi’seş şerab ve saet mürtefeka
30. İnnellezıne amenu ve amilus salihati inna la nüdıy’u ecra men ahsene amela
31. Ülaike lehüm cennatü adnin tecrı min tahtihimül enharu yühallevne fıha min esavira min zehebiiv ve yelbesune siyaben hudram min sündüsiv ve istebrakım müttekiıne fıha alel eraik nı’mes sevab ve hasünet mürtefeka
32. Vadrib lehüm meseler racüleyni min a’nabiv ve hafefnahüma bi nahliv ve cealna beynehüma zer’a
33. Kiltel cenneteyni atet üküleha ve lem tazlim minhü şey’ev ve feccerna hılalehüma nehara
34. Ve kane lehu semer fe kale li sahıbihı ve hüve yühaviruhu ene ekseru minke malev ve eazzü nefera
35. Ve dehale cennetehu ve hüve zalimül li nefsih kale ma ezunnü en tebıde hazihı ebeda
36. Ve ma ezunnüs saate kaimetev ve leir rudidtü ila rabbı le ecidenne hayram minha münkaleba
37. Kale lehu sahıbühu ve hüve yühavirruhu e keferte billezı halekake min türabin sümme min nutfetin sümme sevvake racüla
38. Lakinne hüvellahü rabbı ve la üşrikü bi rabbı ehada
39. Ve lev la iz dehalte cenneteke kulte ma şaellahü la kuvvete illa billah in terani ene ekalle minke malev ve veleda
40. Fe asa rabbı ey yü’tiyeni hayram min cennetike ve yursile aleyha husbanem mines semai fe tusbiha saıyden zeleka
41. Ev yusbiha maüha ğavran fe len testetıy’a lehu taleba
42. Ve ühıyta bi semerihı fe asbeha yükallibü keffeyhi ala ma enfeka fıha ve hiye haviyetün ala uruşiha ve yekulü ya leytenı lem üşrik bi rabbı ehada
43. Ve lem tekül lehu fietüy yensurunehu min dunillahi ve ma kane müntesıra
44. Hünalikel velayetü lillahil hakk hüve hayrun sevabev ve hayrun ıkba
45. Vadrib lehüm meselel hayatid dünya ke main enzelnahü mines semai fahteleta bihı nebatül erdı fe asbeha heşımen tezruhür riyah ve kanellahü ala külli şey’im muktedira
46. Elmalü vel benune zınetül hayatid dünya vel bakıyatüs salihatü hayrun ınde rabbike sevabev ve hayrun emela
47. Ve yevme nüseyyirul cibale ve teral erda barizetev ve hasernahüm fe lem nüğadir minhüm ehada
48. Ve uridu ala rabbike saffa le kad ci’tümuna kema halaknaküm evvele merratim bel zeamtüm ellen nec’ale leküm mev’ıda
49. Ve vüdıal kitabü fe teral mücrimıne müşfikıyne mimma fıhi ve yekulune ya veyletena mali hazel kitabi la yüğadiru sağıyratev ve la kebıraten illa ahsaha ve vecedu ma amilu hadıra ve la yazlimü rabbüke ehada
50. Ve iz kulna lil melaiketiscüdu li ademe fe secedu illa iblıs kane minel cinni fe feseka an emri rabbih e fe tettehızunehu ve züriyyetehu evliyae min dunı ve hüm leküm adüvv bi’se liz zalimıne bedela
51. Ma eşhedtühüm halkas semavati vel erdı ve la halka enfüsihim ve ma küntü müttehızel müdıllıne aduda
52. Ve yevme yekulü nadu şürakaiyellezıne zeamtüm fe deavhüm fe lem yestecıbu lehüm ve cealna beynehüm mevbika
53. Verael mücrimunen nara fe zannu ennehüm müvakıuha ve lem yecidu anha masrifa
54. Ve le kad sarrafna fı hazel kur’ani lin nasi min külli mesel ve kanel insanü eksera şey’in cedela
55. Ve ma menean nase ey yü’minu iz caehümül hüda ve yestağfiru rabbehüm illa en te’tiyehüm sünnetül evvelıne ev ye’tiyehümül azabü kubüla
56. Ve ma nürsilül mürselıne illa mübeşşirıne ve münzirın ve yücadilüllezıne keferu bil batıli li yüdhıdu bihil hakka vettehazu ayatı ve ma ünziru hüzüva
57. Ve men azlemü mimmen zükkira bi ayati rabbihı fe a’rada anha ve nesiye ma kaddemet yedah inna cealna ala kulubihim ekinneten ey yefkahuhü ve fı azanihim vakra ve in ted’uhüm ilel hüda fe ley yehtedu izen ebeda
58. Ve rabbükel ğafuru zür rahmeh lev yüahızühüm bi ma kesebu le accele lehümül azab bel lehüm mev’ıdül ley yecidu min dunihı mev’ila
59. Ve tilkel kura ehleknahüm lemma zalemu ve cealna li mehlikihim mev’ıda
60. Ve iz kale musa li fetahü la ebrahu hatta eblüğa mecmeal bahrayni ev emdıye hukuba
61. Felemma beleğa mecmea beynihima nesiya hutehüma fettehaze zebılehu fil bahri seraba
62. Felemma caveza kaleli fetahü atina ğadaena le kad lekıyna min seferina haza nesaba
63. Kale eraeyte iz eveyna iles sahrati fe innı nesıtül hute ve ma ensanıhü illeş şeytanü en ezkürah vettehaze sebılehu fil bahri aceba
64. Kale zalike ma künna nebğı fertedda ala asarihima kasasa
65. Fe veceda abdem min ıbadina ateynahü rahmetem min ındina ve allemnahü mil ledünna ılma
66. Kale lehu musa hel ettebiuke ala en tüallimeni mimma ullimte ruşda
67. Kale inneke len testetıy’a meıye sabra
68. Ve keyfe tasbiru ala ma lem tühıt bihı hubra
69. Kale setecidünı in şaellahü sabirav ve la a’sıy leke emra
70. Kale fe initteba’tenı fe la tes’elnı an şey’in hatta uhdise leke minhü zikra
71. Fentaleka hatta iza rakiba fis sefıneti harakaha kale eharakteha li tüğrika ehleha le kad ci’te şey’en imra
72. Kale e lem e kul inneke len testetıy’a meıye sabra
73. Kale la tüahıznı bima nesıtü ve la türhıknı min emrı usra
74. Fentaleka hatta iza lekıya ğulamen fe katellehu kale e katelte nefsen zekiyyetem bi ğayri nefs le kad ci’te şey’en nükra
75. Kale elem e kul leke inneke len testetıy’a meıye sabra
76. Kale in seeltüke an şey’im ba’deha fe la tüsahıbnı kad belağte mil ledünnı uzra
77. Fentaleka hatta iza eteya ehle karyetinistet’ama ehleha fe ebev ey yüdayyifuhüma fe veceda fıha cidaray yürıdü ey yenkadda fe ekameh kale lev şi’te lettehazte aleyhi ecra
78. Kale haza firaku beynı ve beynik se ünebbiüke bi te’vıli ma lem testetı’ aleyhi sabra
79. Emmes sefınetü fe kanet li mesakıne ya’melune fil bahri fe eradtü en eıybeha ve kane veraehüm meliküy ye’huzü külle sefınetin ğasba
80. Ve emmel ğulamü fekane ebevahü mü’mineyni fe haşına ey yürhikahüma tuğyanev ve küfra
81. Fe eradna ey yübdilehüma rabbühüma hayram minhü zekatev ve akrabe ruhma
82. Ve emmel cidaru fe kane li ğulameyni yetımeyni fil medineti ve kane tahtehu kenzül lehüma ve kane ebuhüma saliha fe erade rabbüke ey yeblüğa eşüddehüma ve yestahrica kenzehüma rahmetem mir rabbik ve ma fealtühu an emrı zalike te’vılü ma lem testı’ aleyhi sabra
83. Ve yes’eluneke an zil karneyn kul seetlu aleyküm minhü zikra
84. İnna mekkenna lehu fil erdı ve ateynahü min külli şey’in sebeba
85. Fe etbea sebeba
86. Hatta iza belağa mağribeş şemsi vecedeha tağrubü fı aynin hamietiv ve vecede ındeha kavma kulna yazel karneyni imma en tüazzibe ve imma en tettehıze fıhim husna
87. Kale emma men zaleme fe sevfe nüazzibühu sümme yüraddü ila rabbihı fe yüazzibühu azaben nükra
88. Ve emma men amene ve amile salihan fe lehu cezaenil husna ve senekulü lehu min emrina yüsra
89. Sümme etbea sebeba
90. Hatta iza belağa matliaş şemsi vecedeha tatlüu ala kavmil lem nec’al lehüm min duniha sitra
91. Kezalik ve kad ehatna bima ledeyhi hubra
92. Sümme etbea sebeba
93. Hatta iza belağa beynes seddeyni vecede min dunihima kavmel la yekadune yefkahune kavla
94. Kalu ya zel karneyni inne ye’cuce ve me’cuce müfsidune fil erdı fe hel nec’alü leke harcen ala en tec’ale beynena ve beynehüm sedda
95. Kale ma mekkennı fıhi rabbı hayrun fe eıynunı bi kuvvetin ec’al beyneküm ve beynehüm redma
96. Atuni züberal hadıd hatta iza sava beynes sadafeyni kalenfühu hatta iza cealehu naran kale atunı üfriğ aleyhi kıdra
97. Femestau ey yazheruhü ve mestetau lehu nakba
98. Kale haza rahmetüm mir rabbı fe iza cae va’dü rabbı cealehu dekka’ ve kane va’dü rabbı hakka
99. Ve terakna ba’dahüm yevmeiziy yemucü fı ba’dıv ve nüfiha fis suri fe cema’nahüm cem’a
100. Ve aradna cehenneme yevmeizil lil kafirıne arda
101. Ellezıne kanet a’yünühüm fı ğıtain an zikrı ve kanu la yestetıy’une sem’a
102. E fe hasibellezıne keferu ey yettehızu ıbadı min dunı evliya’ inna a’tedna cehenneme lil kafirınenüzüla
103. Kul hel nünebbiüküm bil ahserıne a’mala
104. Ellezıne dalle sa’yühüm fil hayatid dünya ve hüm yahsebune ennehüm yuhsinune sun’a
105. Ülaikellezıne keferu bi ayati rabbihim ve likaihı fe habitat a’malühüm fe la nükıymü lehüm yevmel kıyameti vezna
106. Zalike cezaühüm cehennemü bima keferu vettehazu ayatı ve rusülı hüzüve
107. İnnellezıne amenu ve amilus salihati kanet lehüm cennatül firdevsi nüzüla
108. Halidıne fıha la yebğune anha hıvela
109. Kul lev kanel bahru midadel li kelimati rabbi le nefidel bahru kable en tenfede kelimatü rabbi ve lev ci’na bi mislihı mededa
110. Kul innema ene beşerum mislüküm yuha ileyye ennema ilahüküm ilahüv vahıd fe men kane yercu likae rabbihı felya’mel amelen salihav ve la yüşrik bi ıbadeti rabbihı ehada
MEALİ
18 – KEHF SÛRESİ
Mekkede nâzil olmuş olup 110 âyettir. Sûre ihtiva ettiği konulardan biri olan Ashab-ı kehf kıssası vesilesi ile Kehf (mağara) sûresi diye adlandırılmıştır. Bu sûre Ashab-ı kehf, Hz. Mûsâ (a.s.) ile Hz. Hızır (a.s.), Hz. Zülkarneyn (a.s.) kıssalarını nisbeten tafsilatlı olarak anlatır. Ayrıca Hz. Âdem ile İblis kıssası, bazı meseller yer alır. Sûre esas itibariyle imanı temellendirerek, iman edenleri gayret ve himmete getirip, kendilerini bekleyen zafer ve mükâfatı haber vermekte, kâfirleri ise kendilerini bekleyen feci akıbeti bildirmek suretiyle tehdit etmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Hamd O Allah’a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.
2-4 – Dosdoğru bir kitap olarak gönderdi. Ta ki Kendi nezdinde inkârcılar için hazırladığı şiddetli azabı bildirerek onları uyarsın.
Makbul ve güzel işler yapan müminleri de ebediyyen içinde kalacakları güzel bir mükâfatla müjdelesin ve ta ki “Allah evlat edindi” diyenleri uyarsın.
5 – Bu hususta, ne kendilerinin ne de babalarının hiçbir bilgileri yoktur.
Ağızlarından çıkan o söz ne dehşetli bir söz!
Ama onların iddia ettikleri, sırf yalandan ibaret!
6 – Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin! [26,3; 35,8; 16,127]
Bu âyet Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi vesellem) tebliğ görevine ve insanların hidâyete gelerek ebedî helâkten kurtulmaları dâvasına ne kadar gönülden bağlandığını ifade eder. Demek ki bu gibi ifadeleri, Hz. Peygamberi tenkide yormamalıdır.
7 – Biz, dünyada bulunan her şeyi ona bir zinet kıldık. Böylece insanlardan kimin daha iyi iş gerçekleştireceğini ortaya koymak istedik.
8 – Ve elbette Biz onun üstünde ne varsa hepsini, kupkuru yapıp dümdüz edeceğiz.
9 – Ne o, yoksa sen, bizim âyetlerimiz içinde yalnız Ashab-ı kehf ve rakîm’in mi ibrete şayan olduklarını sandın? İş öyle değil!
Kur’ân ve hadiste kesin bilgi varid olmayınca, müfessirler birtakım rivâyetler nakletmişlerdir. Hıristiyan geleneğinde M.S. 250 yıllarında Efes şehrinde, dinlerini kurtarmak için, mağaraya giren gençler kıssası vardır. Kehf sûresinde, onların durumlarının nakledilmeleri söz konusudur. Rakîm: Kitabe, yazıt mânasına olup taş, maden veya diğer şeylerden olabilir.
10 – Vakta ki o genç yiğitler mağaraya çekildiler.
Şöyle niyaz ettiler: “Ulu Rabbimiz! Katından bir rahmet ver
ve şu dâvamızda doğruluk ve muvaffakiyet ihsan eyle bize!”
11 – Bunun üzerine mağarada onları uykuya daldırdık. Nice yıllar öylece kaldılar.
12 – Sonra da o iki takımdan (Ashab-ı kehf ile hasımlarından) hangisinin mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladıklarını ortaya koyalım diye onları uyandırdık.
13 – Başlarından geçen olayı Biz sana doğru olarak anlatıyoruz.
Gerçekten onlar Rab’lerine tam iman etmiş gençlerdi.
Biz de onların hidâyetlerini ve yakinlerini artırdık. [9,124; 48,4]
14 – Kalplerine kuvvet ve metanet verdik de onlar ayağa kalkıp:
“Rabbimiz, dediler, göklerin ve yerin Rabbidir.
Ondan başka hiçbir ilaha yönelmeyiz.
Şayet böyle birşey yapacak olursak, gerçekdışı, pek saçma bir söz söylemiş oluruz.”
15 – “Şu bizim halkımız var ya, işte onlar tuttular O’ndan başka tanrılar edindiler.
Onların tanrı olduklarına dair açık delil getirmeleri gerekmez miydi?
Uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kim olabilir ki?”
16 – “Madem ki onları ve onların Allah’tan başka taptıkları putları terkettiniz,
haydi öyleyse mağaraya çekilin ki Rabbiniz rahmetini üzerinize yaysın,
işinizde size kolaylık ve fayda ihsan etsin.”
17 – Onlara baksaydın görürdün ki güneş doğunca mağaralarının sağından dolaşır,
batarken de sol taraftan onları makaslardı.
Onlar da mağaranın genişçe dehlizinde bulunuyorlardı.
İşte onların böylece uyumaları Allah’ın alâmetlerindendir.
Allah kime hidâyet verirse odur doğru yolda olan; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın.
Mağaranın kapısının tam kuzeye baktığı anlaşılıyor. İşte bundan ötürü mağaraya güneş ışığı girmiyor ve yanından geçen biri içeride ne olduğunu göremiyordu.
18 – Sen onları uyanık sanırdın, halbuki gerçekte onlar uykuda idiler.
(Yanları ezilmesin diye) Biz onları gâh sağa, gâh sola çevirirdik.
Köpekleri ise mağara girişinde ön ayaklarını yaymış vaziyette duruyordu.
Onları görseydin sen de ürker, derhal dönüp kaçardın, için korku ile dolardı.
Dağ başında, uzanmış vaziyette iken sağa sola dönüp duran üç beş kişi… Onları koruyan korkunç bir nöbetçi köpek… Öylesine ürkütücü bir manzara oluşturuyordu ki oraya göz atan kişi onların efsanevi dehşetli caniler olduğunu sanır derhal uzaklaşmaya çalışırdı. Bu da onların, yıllarca dış dünyadan güven içinde olmalarını sağladı.
19-20 – İşte, onları nasıl uyuttuysak öylece de uyandırdık.
Derken aralarında konuşmaya başladılar.
Birisi: “Ne kadar uykuda kaldınız?” diye sorunca bazıları:
“Bir gün, belki bir günden de az!” diye cevap verdiler.
Diğerleri de: “Uykuda ne kadar kaldığınızı tam tamına ancak Rabbiniz bilir” dediler.
“Siz onu bırakın da, açlığımızı gidermeye bakalım.
Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de
baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size azık tedarik etsin.”
“Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin.”
“Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyyen felah bulamazsınız.”
21 – Fakat Bizim takdirimiz başka idi. Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da Ashab-ı kehfin durumundan haberdar ettik ki,
Allah’ın haşir vaadinin gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da anlasınlar.
Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya giriştiler.
Bazıları: “Onların anısına bir anıt dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık, onların Rabbi hallerini pek iyi bilir” derken,
görüşleri ağır basan müminler ise: “Mutlaka onların yanıbaşlarına bir mescid yapacağız” dediler.
Rivayete göre, şehre gönderdikleri arkadaşları üç asır önce müşrik Decius devrinin parası, o zamanın kıyafeti ve konuşma tarzı ile dikkat çekti. Onu görenler, hazine bulduğu zannı ile kendisini yöneticilere götürdüler. İfadesini alınca, halkın çoğu da onların dinini benimsediğinden kitle halinde mağaraya vardılar. Ashab-ı kehf din kardeşlerini selamlayıp ruhlarını o sırada teslim ettiler. Böylece haşrin ispatına canlı bir delil teşkil ettiler.
Müfessirlerin çoğunluğu oraya mescit yapma fikrinin müminlere ait olduğunu söylerken, Mevdudî tam tersine, bu fikrin şirk uygulamasını devam ettirmek isteyen müşriklere ait olduğunu ileri sürer. Fakat mescid, bu önemli hadiseyi ebedileştirme vesilesi olup şirke yer vermemesi itibariyle, ekseriyetin haklı olduğunu düşünebiliriz.
22 – İnsanların kimi: “Onlar, üç kişi idi, dördüncüleri de köpekleri idi” diyecekler.
Bazıları da: “Beş kişi, idiler, altıncıları da köpekleri idi” diyecekler.
Bunlar, gayb hakkında tahmin yürütmekten ibarettir.
Kimileri de: “Onlar yedi kişi olup sekizincileri de köpekleri idi” derler.
De ki: “Onların sayısını tamtamına Rabbim bilir” Onlar hakkında bilgisi olan çok az kişi vardır.
Öyleyse onlar hakkında, sathî tartışma dışında kimse ile münakaşa etme ve bu konuda ileri geri konuşanlardan da hiç bir bilgi isteme.
Kur’ân, onların sayıları, hangi şehirde oldukları gibi konuları teferruat sayıp asıl çıkarılması gereken derslere dikkat çeker. Şöyle ki:
1. Mümin, haktan dönmemeli 2. Maddî imkânlardan çok, Allah’a dayanmalı. 3. Allah’ın ölüleri diriltmeye kadir olduğuna kesinlikle inanmalı.
23-24 – Hiçbir konuda: Allah’ın dilemesine bağlamaksızın, “Ben yarın mutlaka şöyle şöyle yapacağım” deme!
Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve: “Umarım ki Rabbim, doğru olma yönünden beni daha isabetli davranışa muvaffak kılar” de. [18,63]
25 – Mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Bazıları buna dokuz yıl daha ilave ettiler.
26 – Sen şöyle söyle: “Ne kadar kaldıklarını asıl Allah bilir.
Zira göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na mahsustur.
O öyle güzel görür, öyle güzel işitir ki!
Oysa onların O’ndan başka hâmileri yoktur.
O, kendi hükmüne kimseyi ortak yapmaz.” de.
27 – Sana vahyedilen Rabbinin kitabını oku. O’nun sözlerini değiştirecek güç yoktur ve Ondan başka sığınak bulman da mümkün değildir. [5,67; 33,39]
28 – Rablerine, sırf O’nun rızasını ve cemaline kavuşmayı umdukları için,
sabah akşam yalvaranlarla beraber, sıkıntılara karşı candan sabret.
Dünya hayatının süslerini arzulayarak sakın gözlerini onlardan başkasına çevirme.
Kalbini Bizi zikretmekten gafil bıraktığımız, heva ve hevesine uyan
ve işi hep aşırılık olan kimselere itaat etme. [6,52; 20,131]
Kureyş eşrafının Hz. Peygamber (a.s.) a: “Biz sana geleceğimiz vakit fakirleri yanından çıkar” demeleri vesilesi ile nazil olmuştur.
29 – De ki: “İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi.
Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
Şu da bir gerçektir ki Biz o zalimlere,
duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmış olan müthiş bir ateş hazırladık.
Eğer susuzluktan feryad edecek olurlarsa kendilerine erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su verilir.
O ne fena bir içecektir ve cehennem ne fena bir barınaktır! [47,15; 55,44]
30 – İman edip güzel ve yararlı işler yapanlara gelince,
şu bir gerçek ki Biz güzel iş yapanların işlerini asla zayi etmeyiz.
31 – İşte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır.
Orada tahtlar üzerine kurularak kendilerine altın bilezikler takılacak, ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler giyecekler.
Tahtlara kurulacaklar.
Ne güzel mükâfattır bunlar ve ne güzel bir meskendir o cennet! [35,33; 25,75-76]
32 – Onlara şu iki kişinin halini misal getir:
Onlardan birine iki üzüm bağı lûtfettik, bağların etrafını hurma ağaçları ile donattık ve bahçelerin arasında da ekin bitirdik.
33 – Her iki bağ da meyvesini verdi, hiç bir şeyi eksik bırakmadı.
O iki bağın arasında da bir ırmak akıttık.
34 – O şahsın başka serveti de vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona:
“Benim, dedi, malım ve servetim senden çok olduğu gibi, maiyyet, çoluk çocuk bakımından da senden daha ilerideyim.”
35-36 – Bu adam gururu yüzünden kendi öz canına zulmeder vaziyette bağına girdi ve:
“Zannetmem ki bu bağ bozulup yok olsun; kıyametin kopacağını da sanmıyorum.
Bununla beraber şayet Rabbimin huzuruna götürülecek olursam
o zaman elbette bundan daha iyi bir âkıbet bulurum.” dedi. [41,50; 46,11]
37-38 – Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa:
“Ne o” dedi, “yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, bilahere de seni böyle tam mükemmel bir insan şekline getiren Rabbini mi inkâr ediyorsun?
Fakat sen inkâr etsen de şunu bil ki benim Rabbim Allah’tır. Rabbime hiç bir şeyi ortak saymam.”
39 – “Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde:
“Maşaallah! Allah ne güzel dilemiş ve yapmış!
Ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur.” demeli değil miydin?
40-41 – Olur ki Rabbim senin bahçenden daha iyisini bana verir ve senin o bahçene gökten bir afet indirir de
bağın kupkuru toprak kesilir;
yahut bağının suyu çekilir de ondan artık büsbütün ümidini kesersin.” [67,30]
42 – Çok geçmeden, bütün serveti kül oldu…
Sahibi bu halini görünce, bağın çökmüş çardakları karşısında,
yaptığı masraflarına, harcadığı emeklere acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı!
“Ah!” diyordu, “n’olaydım, Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak yapmamış olaydım!”
43 – Hasılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı.
44 – Öyle bir yerde himaye ve yardım, sadece hak ve hakikatin ta kendisi alan Allah’a mahsustur.
En iyi mükâfatı da, en güzel âkıbeti de veren O’dur. [40,84; 10,90-91]
45 – Dünya hayatı hakkında onlara şu misali ver: Dünya hayatının durumu şuna benzer:
Gökten yağmur indiririz, onun sayesinde yeryüzünde bitkiler yeşerip gürleşir, çok geçmeden kurur, rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir. [39,21; 10,24]
46 – Mal mülk, çoluk çocuk…
Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir.
Ama baki kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında,
hem mükâfat yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır. [3,14; 64,15]
47 – Gün gelir, dağları yürütürüz, yerin dümdüz hale geldiğini görürsün.
İşte bütün insanları mahşer meydanına topladık,
eksik bıraktığımız bir tek kişi bile kalmadı. [20,105-107; 27,88; 101,5]
48 – Hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna arzolundular.
Ve şöyle nida edildi onlara: “İlkin sizi nasıl yarattıksa, aynen o şekilde Bize döndünüz.
Siz ise, size böyle bir buluşma belirlemediğimizi iddia ederdiniz değil mi?” [78,38; 89,22]
49 – İşte herkesin hesap defteri önüne konuldu.
Mücrimlerin defterdeki kayıtlardan korktuklarını ve şöyle dediklerini görürsün:
“Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor?
Ne küçük komuş, ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış!”
Böylece yaptıkları her şeyi yanlarında buldular.
Şu kesin ki Rabbin kimseye zulmetmez. [3,30; 75,13; 4,40; 21,47]
50 – Hani bir zaman Biz meleklere: “Âdem’in önünde (Allah’a) secde edin!” deyince, onlar da derhal secdeye kapanmışlardı.
Ne var ki İblis eğilmemişti. O cinlerden idi. Rabbinin emrinin dışına çıktı.
Ey Âdem’in evlatları!
Onlar size düşman oldukları halde, siz kalkıp Benden ayrı olarak onu ve onun evlatlarını mı dost ediniyorsunuz?
Zalimler için ne fena bir bedel! Ne zararlı bir takas! [15,28-39; 2,34; 7,12]
İblis meleklerle beraber bulunduğundan istisna ediliyor. Melekler yaratılış icabı Allah’a isyan edemezler, İblis’te ise irade bulunduğundan tercihte bulunup itaat dışına çıktı.
51 – Ben onları göklerin ve yerin yaratılışına tanık etmediğim gibi, bizzat kendi yaratılışlarına da şahit kılmadım.
Ben sapık ve saptıran kimseleri hiçbir zaman yanıma yaklaştırmam, yardımcı edinmem. [34,22-23]
52 – O gün Allah müşriklere der ki:
“Haydi bakalım, ortaklarım olduklarını iddia ettiğiniz putları çağırın, gelsinler!”
İşte çağırdılar ama, onlar kendilerine cevap vermediler.
Biz aralarına bir uçurum koyduk. [46,5-6; 6,94] [36,59; 30,14]
53 – Suçlular ateşi gördüler, orayı boylayacaklarını iyice anladılar.
Etrafı yokladılar, fakat ondan kaçacak bir yer bulamadılar.
54 – Biz bu Kur’ân’da, insanlar için her türlü misal ve öğüdü, farklı üsluplarla tekrar tekrar ifade ettik.
Fakat birçoğu bunları anlamadı. Zira bütün varlıklar içinde tartışmaya en düşkün olan insandır.
55 – O insanları, kendilerine peygamber geldiği halde, inanmaktan ve Rab’lerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şey, sırf Allah’ın düsturu uyarınca, evvelki ümmetlerin başına gelen azabın kendilerinin de başlarına gelmesini yahut âhiret azabının gözlerinin önüne konulmasını beklemeleridir. [29,29; 8,32]
Kur’ân insanın kalbini ve aklını uyandırmak için her türlü vasıtayı, çeşitli misalleri, farklı anlatım tarzlarını kullanmış, ikna etmek için denemediği yol kalmamıştır. Bunlardan anlamayan, artık azabın tepesine inmesini beklemelidir.
56 – Halbuki Biz resulleri azap getirmeleri için değil, sadece iman edenleri Allah’ın rahmetiyle müjdelemeleri, inkâr edenleri ise bekleyen tehlikeleri haber verip uyarmaları için göndeririz.
Kâfirler ise hakkı batılla kaydırmak için mücadele verirler.
Onlar bütün âyetlerimizi, bütün uyarmalarımızı hep alay konusu yaparlar.
57 – Rabbinin âyetleriyle öğüt verildiği halde onlara sırtını dönen ve elleriyle işleyip irtikâb ettiği suçlarını unutan kimseden daha zalim kim olabilir?
Biz onların kalplerine bunu anlamalarına engel olacak perdeler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk.
Sen onları hidâyete çağırsan da, artık onlar ebediyyen hidâyete gelemezler.
58 – Senin mağfireti bol Rabbin, merhametlidir.
Eğer işledikleri suçları sebebiyle onları cezalandıracak olsaydı, azabı onlara hemen gönderirdi.
Fakat onlar için belirlenmiş bir süre vardır ki o vaade geldiğinde
Allah’ın cezasından kaçıp sığınacak hiçbir yer bulamazlar. [35,45; 13,6]
59 – İşte o şehirlerin harabeleri!.. Oraların ahalisi zulümlerinde ısrar edince onları imha ettik. Onların helâkleri için de, bir vaade tayin ettik.
O şehirler, Mekkelilerin yolları üzerinde olan Sebe, Medyen, Semud, Sedum gibi yerlerdir.
60 – Bir vakit Mûsâ, genç yardımcısına: “Durup dinlenmeyeceğim, demişti, ta ki iki denizin birleştiği yere varacağım.
Varamazsam senelerce yürümeye devam edeceğim.”
Kur’ân’da adı bildirilmeyen bu genç yardımcının Yûşa İbn Nun (Josue) olduğu tefsirlerde rivayet edilir.
Mûsâ (a.s.)’ın Hızır (a.s.) ile kıssası Tevratta yer almaz. Fakat Buharî’de nakledilen bir hadîse göre Hz. Peygamber (a.s.) bu kıssadaki Mûsanın İsrailoğullarının meşhur Peygamberi Mûsâ (a.s.) olduğunu bildirmiştir. Bundan ötürü, onun, bazı oryantalistlerin iddia ettikleri gibi başka biri (mesela Gılgamış) olduğunu düşünmeye sebep yoktur.
Bu âyette geçen iki deniz hakkında, tefsirlerde dünyanın üç kıtasına dağılmış birçok yerler tahmin edildiği gibi, işarî tefsir kabilinden bazı tevcihler de teklif edilmiştir. Fakat bu gizemli kıssadan alınacak hisse, bunları bilmeye bağlı değildir.
61 – Onlar iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unutmuş bulundular.
Balık sıyrılıp denizde bir yol tutmuştu bile.
62 – Buluşma yerini farkına varmaksızın geçip gidince Mûsâ yardımcısına:
“Getir artık kahvaltımızı” dedi,
“Gerçekten bu seyahatimizde epey yorgun düştük.”
63 – “Gördün mü?” dedi, “O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum!
Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir.
Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup gittiydi.”
64 – “İşte gözleyip durduğumuz da bu idi ya!” dedi.
Derhal izlerini takip ederek gerisin geri dönüp kayanın yanına vardılar.
65 – Orada bizim seçkin kullarımızdan öyle bir has kulumuzu buldular ki
Biz ona tarafımızdan lütf-u ihsanda bulunmuş, nezdimizden rabbanî bir ilim öğretmiştik.
Mûsâ (a.s.)’ın karşılaştığı zatın isminin Hızır (Hadır) olduğu hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bu zat bazı âlimlere göre peygamber, bazılarına göre büyük bir velî, salih bir zattır.
Onun, beşere gönderilen, ilahî şeriatlerde bildirilen hükümlere tâbi olmadığı gerçeğinden hareket eden ender bir görüşe göre Hızır, melek veya başka bir ruhanî olmalıdır. Gerçekten, bu kıssa başından sonuna kadar o zatın bir başka boyuttan olduğunun karineleriyle doludur.
66 – “Üstadım” dedi Mûsâ, “Sana öğretilen bu ilimden bana da bir şeyler öğretmen için sana tâbi olabilir miyim, beni talebeliğe kabul eder misin?”
67-68 – “Doğrusu sen” dedi, “benimle beraberliğe sabredemezsin.
Bütün yönleriyle kavrayamadığın meseleler karşısında nasıl kendini tutabilirsin ki?”
69 – “İnşaallah” dedi Mûsâ, “beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine karşı koymayacağım.”
70 – “O halde” dedi, “bana tâbi olduğuna göre, hangi konuda olursa olsun,
ben onun hakkında sana söz açmadıkça, asla bana soru sormayacaksın tamam mı?”
71 – Bunun üzerine kalkıp gittiler. Nihayet bir gemiye rastlayıp ona bindiler ve o zat gemiyi deldi.
Mûsâ duramayıp: “Ne yaptın öyle?” dedi
“İçindeki yolcuları denizde boğmak için mi yaptın bunu?
Vallahi çok müthiş bir iş yaptın!”
72 – Hızır: “Sen benimle beraberliğe katlanamazsın dememiş miydim?
İşte sen de gördün!” dedi.
73 – “Ne olur” dedi Mûsâ, “lütfen unutarak söylediğim bu sözden ötürü beni azarlama, bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma!”
74 – Yine yola koyuldular.
Nihayet bir oğlan çocuğuna rastladılar ve Hızır onu öldürdü.
Mûsâ atılıp: “Ne yaptın?” dedi, “masum ve günahsız bir canı,
kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün?
Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın!”
75 – “Sen benimle arkadaşlık etmeye katlanamazsın dememiş miydim?” dedi.
76 – Mûsâ: “Eğer” dedi, “sana bir daha soracak olursam,
bundan böyle benimle hiç arkadaşlık etme!
Artık özür dileyemeyecek hale geldim.”
77 – Tekrar yola devam ettiler.
Nihayet bir şehre varıp o şehir halkından yiyecek istediler,
ama ahali bunları misafir etmemekte diretti.
Bu sırada Hızır orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görür görmez onu düzeltiverdi.
Mûsâ: “İsteseydin” dedi, “elbette buna karşı iyi bir ücret alabilirdin.”
78 – Hızır: “İşte” dedi, “seninle ayrılmamızın vakti gelmiş bulunuyor.
Şimdi sana hakkında sabırsızlık gösterdiğin o meselelerin içyüzlerini tek tek bildireceğim:
79 – Evvela, o gemi, denizde çalışan birtakım fakirlere ait idi. Ben onu kasden bir miktar zedeledim.
Zira öte yanında, sağlam olan bütün gemileri gasbeden zalim bir hükümdar vardı.
80 – Oğlan çocuğuna gelince: Onun ebeveyni mümin insanlar idi.
Bu çocuğun onları ileride azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.
81 – Onların Rabbinin, kendilerine, onun yerine daha temiz, daha hayırlı,
merhamette ondan daha hisli bir çocuk ihsan etmesini diledik.
82 – Gelelim duvara: O duvar şehirdeki iki yetim çocuğa aitti.
Duvarın altında onlara ait bir define gömülü idi. Babaları, salih, iyi bir insandı.
Rabbin onların reşit olacakları çağa gelip, definelerini o zaman çıkarmalarını irade buyurdu.
Bütün bunlar Rabbinden birer lütuf ve rahmet olup, ben hiçbirini kendi görüşümle yapmış değilim.
İşte hakkında sabırsızlık gösterdiğin meselelerin içyüzü bunlardan ibarettir.” [47,13; 43,31]
83 – Bir de sana Zülkarneyn’i sorarlar. “Size onun bir hadisesini anlatayım” de.
Zülkarneyn, anlamı ve kapsamı geniş olan bir kelimedir. Zülcenaheyn vasfına benzer, “iki kanatlı” yani işin çeşitli yönlerine vâkıf, mükemmel demektir. Karn: asır, boynuz, aynı zamanda yaşayan topluluk, güneş kursu, bir toplumun başı, efendisi vs. Görünene ve görünmeyene sahip, dünyanın doğusuna da batısına da sahip, dolayısıyla cihangir mânaları da mümkündür. Tefsirlerde daha çok cihan fatihlerinden Makedonya kralı Büyük İskender (M.Ö. 324) üzerinde durulsa da, onun bazı vasıfları Kur’ân’da bildirilen Zülkarneyn’e uymamaktadır.
Daha önce yaşayan İran kralı Büyük Dariyus (M.Ö. 521) olma ihtimali de vardır; zira o da, zamanında meskûn dünyanın büyük kısmını ele geçirmiş, İsrailoğullarını da Babil esaretinden serbest bırakmış, dine bağlı olduğu bildirilen bir hükümdardı. Zülkarneyn vasfı KM, Daniel, 8,3.20 ile de irtibatlandırılmaktadır.
Ashab-ı kehf, Hızır ve Zülkarneyn gibi gizemli konularla dolu olan bu kutlu sûrenin atmosferinde başka çok ihtimaller de bulunabilir. Doğruyu bütün yönleriyle bilmek, Allah Teâlaya mahsustur.
84-85 – Biz ona dünyada geniş imkânlar verdik ve onun ihtiyaç duyduğu her konuda sebep ve vasıtalar ihsan ettik. O da batıya doğru bir yol tuttu.
86 – Nihayet Batıya ulaştığında, güneşi adeta kara bir balçıkta batar vaziyette buldu.
Orada yerli bir halk bulunuyordu.
Biz: “Zülkarneyn!” dedik, “ister onlara azab edersin, ister güzel davranırsın.”
Müfessirler Zülkarneyn’in dünyanın Batı ucuna, mesela Atlas okyanusuna vardığını düşünmüşlerdir.
87 – Zülkarneyn şöyle dedi: “Kim zulmederse, Biz onu cezalandırırız, sonra da Rabbinin huzuruna götürülür.
O da ona benzeri görülmedik bir ceza uygular.
88 – Fakat iman edip makbul ve güzel davranışlar içinde olana,
en güzel karşılık verilir ve ona kolay olan buyruklarımızı emrederiz, kolaylık gösteririz.”
89 – Zülkarneyn bu sefer yine bir yol tuttu.
90 – Güneşin doğduğu yere varınca, onun,
kendilerini sıcaktan koruyacak bir siper nasib etmediğimiz bir halk üzerine doğduğunu gördü.
Zülkarneyn doğu tarafında, arka arkaya ülkeler fethederek ilerleye ilerleye nihayet medenî yaşayışın sona erdiği, ilkel (çıplak, evsiz barksız) yaşayan en uzak bir doğuya ulaştığı anlaşılıyor.
91 – İşte Zülkarneyn, böyle yüksek bir hükümranlığa sahip idi. Onun yanında ne var, ne yoksa Biz hepsine vakıf idik.
92 – Sonra o başka bir yol tuttu.
93 – Nihayet iki dağ arasına ulaştığında, onların önünde, hemen hemen hiç söz anlamayan bir millet buldu.
Âyette geçen iki dağın Karadeniz ile Hazar Denizi arasında uzanan dağ sıralarının bir bölümü olduğu, tefsirlerde kuvvetli ihtimal görülmektedir. Dağıstanın Derbend şehrindeki sed, İslâm dünyasında Zülkarneyn seddi olarak bilinmiştir. Bu dağların ötesinde Ye’cüc ve Me’cüc bölgesinin yer aldığı düşünülmüştür. Fakat, bunlar birer tahminden öteye geçmez.
94 – “Ey Zülkarneyn!” dediler, “Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede bozgunculuk yapıyorlar.
Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi vermeyi teklif ediyoruz, ne dersin?”
Ye’cüc ve Me’cüc hakkında bkz. 21,96. {KM, Hezekiel 38,2; Vahiy 20,8}
95 – O da şöyle cevap verdi: “Rabbimin bana verdiği imkânlar, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır.
Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım.”
96 – “Demir kütleleri getirin bana.” Zülkarneyn iki dağın arasını demir kütleleriyle doldurtup dağlarla aynı seviyeye getirince:
“Körükleyin!” dedi. Tam onu bir ateş haline getirince,
“Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim” dedi.
97 – Artık o Ye’cüc ve Me’cüc’ün, ne seddi aşmaya, ne de onda delik açmaya güçleri yetmedi.
98 – Zülkarneyn: “Bu, Rabbimden bir rahmettir, bir lütuftur, dedi. Rabbimin tayin ettiği vakit gelince, bunu yerle bir eder.
Rabbimin vaadi mutlaka gerçekleşir.”
99 – O gün, yani kıyamet günü onlar deniz dalgaları gibi birbirine çarparak çalkalanırlar.
Sûr’a da üfürülür, insanların hepsini bir araya toplarız. [56,49-50; 18,47]
100-101 – Gözleri Benim kitabım karşısında perdeli olup,
Kur’ân’ı dinlemeye tahammül edemeyen kâfirlere,
o gün cehennemi gösteririz, cehennemle karşı karşıya koyarız onları.
102 – O kâfirler, birtakım kullarımı, Benden başka tanrı edinmelerinin geçerli olacağını mı zannettiler?
Doğrusu Biz cehennemi kâfirler için konak olarak hazırlamış bulunuyoruz.
103-104 – De ki: “İşleri yönünden âhirette en büyük kayba uğrayanların kimler olduklarını bildireyim mi?
Onlar o kimselerdir ki dünya hayatında yaptıkları işlerin karşılıkları hep boşa gidecektir.
Halbuki kendilerinin güzel güzel işler yaptıklarını sanırlar.”
105 – İşte onlar Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr etmiş, bu yüzden de yaptıkları iyi işler boşa gitmiştir.
Tartılacak şeyleri kalmadığından kıyamet günü onlar için artık tartı âleti koymayacağız. [25,23; 24,39; 88,2-4; 47,9; 6,88]
106 – İşte kâfir olmaları, âyetlerimle ve kendilerine yapılan uyarılarla alay etmeleri sebebiyle, şu cehennem onların cezası olarak hazırlanmıştır.
107 – İman edip makbul ve güzel işler yapanlara gelince, onlara da konak olarak Firdevs cennetleri hazırlandı. [23,11] {KM, Neşideler 4,12; Luka 23,43; II Korintos. 12,4}
108 – Onlar orada devamlı kalacak, usanmadıklarından ötürü, başka tarafa geçmeyi arzu etmeyeceklerdir.
109 – De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için en büyük okyanus mürekkep olsaydı,
hatta onun bir mislini de takviye gönderseydik,
bu deniz tükenir, Rabbinin sözleri yine de bitmezdi. [31, 27] {KM, Yuhanna 21,25}
110 – De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım.
Ancak şu farkla ki bana “sizin ilahınız tek İlahtır” diye vahyediliyor.
Artık kim Rabbine âhirette kavuşacağını umuyorsa,
makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibadetinde hiç bir şeyi O’na ortak koşmasın.


Kur'an-ı Kerim Dosyaları

Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.