Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Nisan 2024
Beğen 1

İbrahim Sadri-Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi hakikat mahşer
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşısında
Avustralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam
Atılan her Iağamın yaktığı: Yüzlerce adam
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.