Allah Konulu Ayetler
ALLAH-ÂYETLER
Fatiha-1 – Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla
2 – Bütün hamdler, övgüler âlemlerin Rabbi Allâh’adır.
Bakara-7 – Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.
Bakara sûresinin ilk beş âyeti müminlerin, müteakip üç âyeti kâfirlerin, gelecek 8. âyetten itibaren onüç âyet ise münafıkların bariz sıfatlarını anlatmaktadır.
8 – Öyle insanlar da vardır ki “Allah’a ve âhiret gününe inandık” derler; Oysa iman etmemişlerdir.
9 – Akılları sıra Allah’ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar. Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller.
10 – Kalblerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti.
Bu yalancılıkları, bu samimiyetsizlikleri sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır.
15 – Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
Allah’ın alay etmesinden maksat, münafıkların alay etmelerinin karşılığını vermesidir. Müşâkele babından olarak, benzer lafızla, tamamen farklı mâna kasdetme söz konusudur. Mesela haylazlık ederken sinsice gülen çocuğunu tehdid eden annesi “Sen gül, ben de sana gülerim!” derken, onun gülmesinin tamamen farklı şekilde olması gibi.
Kalbinde iman etmediği halde müslüman görünen kimseye münafık denir. Bunlara İslâm toplumunda müslüman muamelesi yapılır. Böylece:
1. İslâmın sabır ve müsamahası uygulanır.
2. Onların nesillerinden gerçek müminlerin yetişmesine imkân hazırlanır.
17 – Bunların hali, o kimsenin haline benzer ki aydınlanmak için bir ateş yakar. Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır, onlar da göremez olurlar.
19 – Yahut onların durumu gökten sağnak halinde boşanan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır.
20 – Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek. Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, karanlık çökünce de dikilir kalırlar. Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi. Allah gerçekten her şeye kadirdir.
22 – O rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı.
Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı.
Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Allah’a eş koşmayın.
Atmosfer tabakası, portakalın kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı çevrelemektedir.
Bu âyette İ’caz delillerinden bir cüz vardır. Yer küresini çevreleyen ilk kısımda çeşitli hava tabakaları bulunur. Bu tabakalar, evrenin muhtelif yerlerinden gelen zararlı ışınlardan dünyayı korur. Sadece dünyadaki hayat için faydalı olanları geçirirler. Binaenaleyh bunlar tavan veya gölgelik durumundadırlar. İşte bulut ve yağmur da göğün bu tabakasında meydana gelir”
23 – Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’ânın Allah’ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda haklı iseniz.
Hz. Peygamber (a.s.)ın nübüvvetinin başta gelen delili, Allah tarafından kendisine verilen Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ânın Allah’ın sözü olması, i’caz vasfına haiz olmasıyla tezahür etmiştir. İ’cazı da itiraz eden kâfirlere tehaddi etmesi, yani benzerini yapmaları konusunda onlara meydan okuması ile ortaya çıkmıştır. Bu âyet, tehaddi safhalarının sonuncusudur. Şöyle ki: 1. Kur’ân ilk meydan okuduğunda, Kur’âna benzer bir söz istedi (Tur, 33-34). 2. Uydurma hikâyelerden de olsa on sûrenin benzerini (Hud, 13-14). 3. Hiç değilse bir sûrenin mislini getirmelerini istedi. (Yunus, 38). 4. Tam misli olmasa da kısmen olsun, Kur’âna benzer bir söz söylemeye dâvet etti. Ne nüzul asrında, ne de ondan sonra bir cevap çıkmadığından i’cazı sabit oldu.
26 – Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise “Allah böyle misal vermekle ne kasdediyor” derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz.
Fısk kelimesinin sözlük anlamı “çıkmak, huruc etmek” dir. Nitekim delikten çıkan farelere “fâsıklar” denir. Dini terim olarak fâsık “büyük günah işlemek suretiyle Allah’a itaat çizgisinden çıkan” mânasınadır ki küçük günahlarda ısrar etmek de bu bölüme girer. Şer’î bakımdan fıskın üç derecesi vardır. Birincisi: Günahı çirkin saymakla beraber, ara sıra günah işlemek. İkincisi: Üzerine düşerek devamlı günah işlemek. Üçüncüsü: Çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır. Bu üçüncü tabaka küfür derecesidir. Fâsık bu duruma gelmedikçe Ehl-i sünnet mezhebinde kendisinden mü’min adı alınmaz. Şu halde fâsık vasfı içinde kâfirler bulunacağı gibi, imanını kaybetmemiş olanlar da bulunabilir. Mu’tezile mezhebindekiler bu kısmı ne mümin, ne kâfir saymayıp, ikisi ortası saymışlar. Hâriciler ise, üçünü de kâfir saymışlardır.
27 – Bu fâsıklar o kimselerdir ki Allah’a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler. Allah’ın riayet edilmesini emrettiği ilişkileri keserler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar. İşte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
28 – Ey kâfirler! Allah’ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki siz ölü iken size hayatı veren O’dur. Şunu bilin ki tayin ettiği vâde gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
55 – Bir zaman da: “Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayız” dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız.
60 – Bir zaman da Mûsâ kavmi için su arayıp Allah’a yalvarmıştı.
Biz de: “Asanı taşa vur!” demiştik.
Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti.
“Allah’ın rızkından yeyin için, fakat sakın yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın” demiştik.
61 – Bir vakit şöyle dediniz: “Mûsâ! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok katlanamayacağız.
O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın.”
Mûsâ da: “Ne o! dedi. Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz?
Pekâla, şehre inin, işte istediklerinizi orada bulursunuz.
Üzerlerine horluk ve yoksulluk damgası basıldı ve neticede Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet öyle! Çünkü Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.
Öyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve sınırı aşıyorlardı.
Mısr: hem özel isim olarak bu isimle bilinen bir ülke, hem de cins ismi olarak “şehir” anlamına gelebilir. Fakat İsrailoğulları, Mısır’dan çıkışlarından sonra, oraya tekrar dönmediklerinden, tefsircilerimiz bunun cins isim olarak, Kudüs diyarındaki kasabalardan herhangi birinin olabileceğini söylemişlerdir. M. Hamidullah âyetin tefsirinde şöyle der: “Yahudiler, Kudüs diyarını çevreleyen şehirlere hücum etmekten korkuyorlardı. Hz Mûsâ, onlara: “Canınız o sebzeleri istiyorsa onlar o şehirde. Sıkı ise gidin oradan temin edin!” demek istemişti.
62 – İman edenler, yahudiler, hıristiyanlar, Sabiîler… Her kim Allah’a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab’leri yanında mükafatları vardır. Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar.
Âyetin ilk kelimesindeki “İman edenler” den maksat, birçok müfessire göre, dış görünüşte iman ettiklerini söyleyen münafıklardır. Zira daha sonraki kısımda gerçek iman edenlerin bulunması, bu tefsire bir karine teşkil etmektedir. Âyetteki “her kim Allah’a ve âhiret gününe iman eder ve amel-i sâlih işlerse” cümlesiyle beyan buyurulan gerçek iman edenlerin, Hz. Muhammed (a.s.) ın peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lâzım geldiğinde hiç şüphe yoktur. Hz. Muhammed’in nübüvvetinden önce Allah’a ve âhirete iman eden ve iyi amel işleyenler bile, Tevrat ve İncîl hükmünce geleceğin büyük Peygamberine iman ile yükümlü idiler. Böyle iken Hz. Muhammed’in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkân kalır mı?
Âyette zahirî îman sahipleri, Yahudi, Sabiî ve hıristiyanlarla bir tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu, Kur’ân’da bildirilen rükünleriyle kâmil iman ve salih amel şartına bağlı kılınmıştır. Böylece İslâm dininin dâvet ve hidâyetinde, bütün insanlara açık evrensel bir din olduğu âşikâr olmaktadır. Demek doğumla ilgili olan, ırk gibi bir din anlayışı değil, tahkiki bir iman esastır.
Yahûd: Arapçada bu kelime “tevbe etmek” veya “yahudi olmak” anlamına gelir. Yahut cins ismi olup kavmin veya boyun adıdır. Tekili ise Yahûdi olup o kavme mensup olan kişiye denilir.
Nasârâ: Tekili nasrânî olup, hıristiyanlar mânasına gelir. Hz. Îsâ (a.s.)’ın yaşadığı Nâsıra şehrine mensubiyeti belirtir.
Sabiîn: Dilde “Sabie” “bir dinden çıkıp başka dine girmek” demektir. Bazı Tefsirler İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensupları diye açıklarlar. Ayrıca meleklere veya yıldızlara tapan insanlar olduğu söylenmiştir. Âlemin tek Yaratıcısına inanmakla birlikte, dünyanın ve insanların yönetiminin gök cisimlerine bırakıldığını ileri sürerler. Hz. İbrâhim (a.s.) bunları irşad için gönderilmişti. Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır.
64 – Bundan sonra yine yüz çevirdiniz. Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
67 – Bir vakit de Mûsâ kavmine: “Allah, bir sığır kesmenizi emrediyor” demiş, onlar da: “Ay! Sen bizimle alay mı ediyorsun” diye cevap vermişlerdi. Mûsâ da “Öyle cahillere katılmaktan Allah’a sığınırım” demişti.
Sûrenin adı, bu âyette başlayan bakara kıssasından alınmıştır. Bakara, “bakar”ın müennesi veya müfredidir. Bakar, manda cinsine de şamil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir. Buna göre bakara: erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir deve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir.
70 – Onlar yine dediler ki: Bizim adımıza Rabbine yalvar da onun nasıl olacağını bize iyice bildirsin.
Zira istenen sığır, bize diğerlerine benzer geldiğinden tereddütte kaldık. Ama inşaallah asıl istenen sığırı buluruz.
72 – Hani siz bir adam öldürmüştünüz de peşinden katilin kim olduğu hakkında birbirinizle kavgaya tutuşup suçu üzerinizden atmıştınız.
Hâlbuki Allah sizin gizlediğinizi meydana çıkaracaktı.
73 – Bunun üzerine dedik ki: “Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun” (Vurulunca da o diriliverdi.)
İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir.
Aklınızı iyice kullanasınız diye âyetlerini size gösterir.
Allah Teâlâ inek kesme emri ile onların içlerine yerleşmiş sığıra tapma geleneğini kesmek istiyordu. Taptıkları nesnenin âcizliğini gösteriyordu. Ayrıca onun parçalarından biri ile ölüye vurulmasını emredip bir ölüyü dirilterek mûcize göstermek istiyordu. Bunun topluca görülmesi için, böyle bir merasim düzenlendiği anlaşılıyor. Buna benzer bir kıssa Tevrat’da yer alır. (Tesniye, 21,1-9)
74 – Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı!
Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır.
Öylesi var ki çatlar da bağrından su kaynar.
Ve öylesi var ki Allah’a olan tazimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
75 – Nasıl olur onların size güvenmelerini beklersiniz ki onlardan bir zümre vardı ki Allah’ın kelamını işitip akılları aldıktan sonra, bile bile onu tahrif eder, değiştirirlerdi.
76 – Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında “Biz de iman ettik” derler.
Kendi aralarında kaldıklarında ise: “Ne yapıyorsunuz? derler, Rabbinizin huzurunda aleyhinize hüccet edinsinler diye mi tutup Allah’ın size açtığı gerçeği onlara söylüyorsunuz?
Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”
77 – Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?
79 – Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: “Bu Allah tarafındandır” diyenlerin vay haline!
Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara!
Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!
80 – Bir de derler ki: “Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize asla dokunmayacak”
De ki: “Buna dair Allah’tan garanti mi aldınız? Aldıysanız ne âla, Allah vâdinden asla caymaz.”
Yoksa kesin bilmediğiniz şeyi mi Allah adına söylüyorsunuz?
83 – Bir vakit İsrailoğullarından söz alıp: “Allah’dan başkasına ibadet etmeyin.
Anneye babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin,
İnsanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin” demiştik.
Sonra pek azınız hariç sözünüzden döndünüz. Hâla da yüz çevirmektesiniz.
85 – Ama işte siz birbirinizi öldürüyor, bir kısmınızı yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günahta ve zulümde birbirinizi destekliyorsunuz.
Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz.
Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı.
Ne o, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz?
İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir.
Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Hicretten önce Medine’deki Yahudi kabilelerinden Benî Kurayza Evs, Benî Nadîr ise Hazrec ile anlaşma yapmışlardı. Bunlar, birbiri ile savaşınca Yahudi müttefikleri de savaşa katılıyor, Böylece Yahudiler de birbiri ile savaşıyorlardı. Fakat esir düşenler arasında Yahudi varsa fidye alarak serbest bırakıyorlardı. Fidye almaları ayıplanınca “Cevaz var” demeleri üzerine, onlar “savaşma” yasağını ne yapacaksınız?” diye sıkıştırılıp çelişkileri sergileniyor.
88 – “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti.
Onun için pek az iman ederler.
Âyette geçen gulf, ağlef’in çoğuludur. Gulfe veya gılaf’dan “kabuklu” yani “sünnetsiz” ya da “kılıflı” demektir ki burada kelime “kaşarlanmış” mealindedir. O Yahudiler böyle diyerek Hz. Muhammed (a.s.) ın dâvetine karşı kalblerinin kapalı olduğunu ve bunları dinlemeye, anlamaya yanaşmak niyetinde olmadıklarını, alay ve küçümseme ile söylemek ve akıllarınca iftihar etmek istediler.
“Sünnetsiz kalb” tabirinin “nankör, inkârcı kalb, Allah’a verdiği ahdi bozan kalb” mânasına Tevrat’da da kullanıldığını görmekteyiz. Bazı Beni İsrail peygamberleri Yahudileri “sünnetsiz kalb” taşıdıklarından ötürü acı bir şekilde kınamışlardır. (Tesniye 30,6; Yeremya 9,26).
89 – Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap gönderildiği zaman.
Daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için “ahir zaman Peygamberi hakkı için” diye dua ettikleri halde.
Evet, o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler.
O sebeple, Allah’ın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun.
Yahudilerin kendi kitaplarındaki bilgilere dayanarak, yakında gelecek bir Peygamber bekledikleri Medine’de meşhur idi. Şu söz devamlı ağızlarında idi: “Şu putperestler biraz daha hükmetsinler bakalım. Peygamber geldiğinde onların hesabını göreceğiz.” Fakat o gelince, sırf ırkçılık sebebiyle ona düşman oldular.
90 – Ne kötü o, karşılığında kendilerini sattıkları şey ki,
Allah’ın kullarından dilediği birine kendi lütfundan vahiy indirmesini kıskanarak,
Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler de gazap üstüne gazaba uğradılar!
Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap da vardır.
91 – Onlara: “Allah’ın indirdiği bu Kur’ân’a da iman edin” denildiği vakit:
“Biz sadece bize indirilene inanırız” derler.
Kur’ân, ellerindeki Tevratı tasdik eden hak kitap olmasına rağmen,
Kendi kitaplarından başkasını inkâr ederler. Onlara de ki: “Size gönderilen Tevrat’a inanma iddianızda samimi iseniz,
Peki, ne diye daha önce, Allahın nebîlerini öldürüyordunuz?
94 – De ki: Eğer Allah katında âhiret yurdu (cennet) bütün insanlar içinde yalnız size ait ise ve bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü istesenize!
95 – Fakat elleriyle yaptıkları işler ortada iken, ölümü asla istemezler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir.
96 – İnsanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar olduğunu görürsün.
Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler.
Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Fakat uzun ömür onu cezadan uzaklaştıracak değildir.
Allah, onların bütün yaptıklarını görür.
“Âhiret sırf bizimdir” demek, öldükten sonra herkes ya mahvolup yok olacak, sadece biz kalacağız; ya da herkes cehenneme gidecek, yalnızca biz cennete gideceğiz ve orada biz mutlu olacağız” demek olur. Ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların, zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç – beş günlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı yoktur. Bu düşüncede olanların bir an önce ölümü temenni etmeleri gerekirken, onlar asla istemezler. Zira âhiret için hazırladıkları şeyler zulümler, cürümler, cinayetlerdir. Yani bunlar zaten sabıkalı kimselerdir. O kirli ellerin neler yaptığını, âhirete ne yüzle varacaklarını vicdanları duyar da dünya cennetinden vazgeçmezler, ölümü isteyemezler. Allah o zalimleri bilmez mi sanıyorlar ki, âhiret yurdu bizimdir, diyorlar. Oysa Allah bütün zalimleri bilir.
Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak iki sebebin birinden ayrı değildir. Ya bunlar: “Âhiret sırf bizimdir” derken, bunun yalan olduğunu bilerek söylüyorlar. Böylece âhirete asla inanmıyorlar demektir. Ya da bunların maksadı gerçek âhiret olmayıp bekledikleri dünyevî bir gelecektir. Gerçekten yahudiler son devirlerde âhiret kavramını tahrif ve tevil ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Kendilerine vaad edildiğini ileri sürdükleri kutsal topraklarda devlet kurduktan sonra, bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın tek devleti olacaklardır.
97 – De ki: “Kim Cebrâil’e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur’ân’ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah’ın izniyle senin kalbine o indirmiştir.
98 – Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cebrâile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.
Peygamber Efendimiz (a.s.) Medineye hicret buyurduklarında Fedek yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, münazara için bir grupla geldi. Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra; vahiy getiren meleği sorup “Cebrâil” cevabını alınca “O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikâil’dir ki o müjde, bereket, ucuzluk getirir. Eğer sana o gelseydi iman ederdik.” Bu uzun kıssa üzerine bu âyet nazil olmuştur. Hz. Ömer’le ilgili başka bir nüzul sebebi daha rivayet edilir.
101 – Onlara, Allah katından, kendilerine verilen Tevrat’ı tasdik eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i kitapdan bir kısmı, güya gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın kitabını arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de
102 – tuttular Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular.
Hâlbuki Süleyman küfre gitmemişti. Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler.
Halka sihiri ve Babilde Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı.
Oysa o ikisi: “Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!” demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi.
İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı.
Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi.
Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı.
Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı.
Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!
Yahudiler dünya ülkelerine dağılıp parçalanınca (özellikle Babil esareti sırasında) büyü kabilinden şeyleri öğrendiler. Bu sihiri de Hz. Süleyman (a.s.)a bağladılar. Allah’ın kitabından uzaklaştılar. Kur’ân Hz. Süleyman (a.s.)’ın, sadece büyüden değil, Tevrattaki diğer bazı isnatlardan da beri olduğunu bildirir. Büyüden başlıca maksatları, karı kocayı ayırmaktı. Bu da onların ahlâkça ne derece düştüklerini gösterir.
103 – Şayet onlar iman edip sihir gibi haramlardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu.
Keşke bunu bilselerdi!
105 – Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler,
Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler.
Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder.
Allah büyük lütuf sahibidir.
106 – Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz.
Allah’ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?
Hem nesheden, hem de neshedilen âyetler, Kur’ân metni olma bakımından eşit değerdedirler. Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri sevap yönündendir.
Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır. Istılahta: “Şariin, şer’î bir hükmü, daha sonraki şer’î bir delille kaldırması” dır. Allah Teâla insanlığı Cahiliye anarşisinden İslâma çıkarırken köprü konumundaki sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır. Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır. Esasen nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür. Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teâla bakımından nihaî hükmü beyan etmedir. Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır. Allah, mahlûkatı yaratmadan önce nâsihi de mensûhu da bilir. Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir. Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180). Neshin çok az örneği vardır. İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir.
107 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.
Sizin O’ndan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız yoktur.
109 – Sırf nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i kitaptan birçok kimse, gerçek kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir haline çevirmek isterler.
Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve hoşgörün.
Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.
110 – Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin.
Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz.
Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir.
112 – Hayır, iş öyle değil! Kim halis olarak kendisini Allah’a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabbinin nezdinde onun mükâfatı olacaktır. Onlar ne korkuya mâruz kalacak ve ne de üzüntü duyacaklardır.
Cibril hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil (a.s.) ın İslâmı mükemmel bir özetlemesini ihtiva eden hadîs-i şerîfe göre İhsan: “Senin Allah’ı görüyormuşcasına O’na ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu göremiyorsan da O seni görüyor” Burada bu anlamda veya geniş mânası ile ihsan (iyilik yapmak, iyi davranışlarda bulunmak) kasdedilebilir.
113 – Yahudiler: “Hıristiyanlar hakikî bir din üzere değil.”
Hıristiyanlar ise: “Yahudiler hakikî bir din üzere değil” dediler.
Halbuki her iki topluluk da Kitabı (Tevrat ve İncîl’i) okumaktalar.
Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler.
Allah, kıyamet günü anlaşamadıkları hususlarda hükmünü verecektir.
Bilmeyenlerden maksat: Arap müşrikleri, putperestler, dinsizler olup bunlar da, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, Semâvî dinlere karşı “hiçbir hakikate istinad etmez, aslı yoktur” dediler.
114 – Allah’ın mescidlerinde Allah’ın adının anılmasını engelleyip oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha zalim kim olabilir?
Bunlar oralara ancak korka korka girebilirler.
Onlar için dünyada zillet, âhirette ise müthiş bir azap vardır.
115 – Doğu da Batı da Allah’ındır.
Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah’a itaat ve ibadet ciheti vardır.
Muhakkak ki Allah’ın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır.
116 – Bir de: “Allah evlat edindi” dediler.
Hâşâ! O böyle şeylerden münezzehtir.
Bilakis göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nun mahlûkudur.
Hepsi O’nun emrine boyun eğmektedir.
118 – Gerçeği bilmeyenler dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize mûcize gösterilmeli değil miydi?”
Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi.
Kalbleri nasıl da birbirine benziyor!
Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik.
120 – Ne yahudiler ne de hıristiyanlar, sen onların dinlerine tâbi olmadıkça asla senden razı olmazlar.
Sen de ki: “Allah’ın hidâyet yolu olan İslâm, doğru yolun ta kendisidir.
Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan,
Allah’a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.
126 – Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap.
Buranın halkından “Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır.” dedi.
Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim.
Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!”
132 – Bu dini İbrâhim kendi evlatlarına vasiyet ettiği gibi Yâkub da böyle yaptı ve: “Evlatlarım! dedi, Allah sizin için bu dini seçti.
Sakın müslümanlıktan başka bir din üzere ölmeyin.”
İsrailoğulları Hz. Yâkub (a.s.)’ın neslinden geldiklerinden, özellikle onun adı zikrediliyor. Tevrat’ta Hz. Yâkub’un vefatı anlatılırken onun bu son isteği yer almaz. Fakat Talmud ayrıntılı bir şekilde anlatır. (Mevdudî, Tefhim)
136 – Deyiniz ki: “Biz Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a,
Keza İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Yâkub’a ve onun torunlarına indirilene
Ve yine Mûsâya, Îsâ’ya,
Hülasa bütün peygamberlere Rab’leri tarafından verilen kitaplara iman ettik.
Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız.
Biz yalnız O’na teslim olan müslümanlarız.”
137 – Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok yüzçevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler.
Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter. O hakkıyla işitir ve bilir.
138 – Siz Allah’ın verdiği rengi alınız.
Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?
“Biz ancak O’na ibadet ederiz” deyiniz.
139 – Allah hem bizim Rabbimiz, hem de sizin Rabbiniz olduğu halde,
Siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa ediyorsunuz?
Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarınızınki ise size ait.
Biz tam bir samimiyetle yalnız O’na bağlıyız.
140 – Yoksa Siz İbrâhim, İsmâil, İshak ve Yâkub’un ve onun evlatlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?
Allah’ın, Kitabı vasıtasıyla kendisine ulaştırdığı hakikati saklayandan daha zalim kim olabilir?
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Yahudilik özel âyinleri ve düzenlemeleri ile M.Ö. dördüncü asırda şekillenmiştir. Hıristiyanlık Hz. Îsâ’nın dünyadan ayrılıp göğe yükseltilmesinden çok sonra şekillenmiştir. Dolayısıyla bu tarihlerden önce yaşamış olan peygamberlerin, tarihî olarak bu dinlere mensup olmaları mümkün değildir. Hal böyle olunca Kur’ân, Allah nezdinde makbul olmak için, Allah’ın bütün peygamberleri tarafından bildirilen ve bütün çağlarda yaşayan iyi insanların uyduğu evrensel yolu kabul etmelerinin gerekli olduğunu vurguluyor.
142 – Akılsız insanlar: “Bu müslümanları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?” diyecekler.
De ki: “Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir.
Hicretten on yedi ay kadar sonra kıble, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Kâbe’ye çevirildi. Vahiy, Hz. Peygamber öğle namazında iken geldi. İlk iki rekatı Kudüs’e, son iki rekatı da namaz esnasında dönerek Mekke’ye doğru kıldırdı. Kıbleteyn (iki kıbleli) Mescidi, günümüzde Medine’de mevcuttur. Âyetin son kısmı, kıble yönünün, Allah’ın sadece o tarafta olduğu mânasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir.
143 – Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun.
Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbeyi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana çıkarmaktır.
Gerçi bu oldukça ağır bir iştir. Ancak Allah’ın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil etmez.
Allah imanınızı zayi edecek değildir.
Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir.
Müslümanlar, Allah’ın hidâyetine tâbi olarak örnek ümmet haline geldiler. Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin İsrailoğullarından alınıp İslâm’a verilmesini simgeliyordu. Allah Teâla âhirette peygamberlerin hakkı tebliğ ettiklerini belgelemelerini isteyeceği gibi, ümmetten de peygamberlerinden aldıklarını değiştirmeden tebliğ edip etmediklerinin hesabını soracaktır.
Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Siz Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz gerekli olur.” Müminler, Allah’ı görüyorcasına yaşamak, hal ve davranışları ile insanlara Allah’ı tanıtma görevindedirler. Öyle ki, onları gören, Allah’ı hatırlamalıdır.
“Ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez” hadisi icmâ delilinin esas kaynağıdır.
144 – Elbette ilahi buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz.
Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz.
Haydi çevir yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru!
Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz çevirin yüzünüzü oraya doğru!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rab’leri tarafından olduğunu bilirler.
Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.
148 – Herkesin yöneldiği bir cihet vardır,
Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın.
Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir.
Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet-i kerîme Kur’ân’ın müslümanların şahsîyetlerini nasıl geliştirdiğini, esasta birleşme ve fazilette yarışma kaydı ile, her bir ferdin değişik bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir. Vallahu A’lem.
149 – Her nereden yola çıkarsan çık,
Sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür.
Şüphesiz ki böyle yapmak, Rabbin tarafından gelen gerçektir.
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
153 – Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allah’tan yardım dileyin.
Muhakkak ki Allah sabredenlerle bareberdir.
“Namaz müminin miracıdır.” Rûhun huzuru, bedenin temizliği ve intizama girmesi, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve âhiretle ilgili her türlü mükemmelliği, gerek ferdî gerek toplumsal özellikleri ihtiva eden namaz ile sağlanır. Hz. Peygamberin tavsifi ile “Dinin direği” olan namaz, imanı besler, kulu Rabbine bağlar. Sonsuz elemleri ve emelleri olan âciz insanı, her şeye kadir olan Rabbinin dergâhına ulaştırır.
154 – Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin.
Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.
156 – Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde,
“Biz Allah’a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O’na döneceğiz” derler.
Böyle demeye, bu âyetten alınan bir kelime ile istirca’ denir. Bu âyet, İslâm ümmetine Allah’ın büyük lütuflarındandır. Özellikle musîbet ve sıkıntı hallerinde “Biz Allah’a âidiz” diyerek mümin malını, canını, her şeyini Allah’a teslim etmekte, bütün kâinatın O’nun yaratıkları olduklarını, O’nun kendi mülkünde dilediği işi yapmasının yerinde olduğunu hatırlar. Kendisini o muazzam kuvvet kaynağına bağlayarak, kazandığı güçle musibetlerin üstesinden gelir.
158 – Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir.
Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur.
Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür.
Zira Allah şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir.
Müşrikler de Safa ile Merve arasında sa’y ederlerdi. Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi Allah’ın şeâiri olmaktan çıkarmaz.
159 – İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya!
İşte onlara Allah lânet ettiği gibi,
Lânet edebilecek herkes de lânet eder.
161 – İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya!
İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.
164 – Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda,
Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda,
Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.
Müşrikler Hz. Mûsa ve Hz. Îsâ (a.s.)’a verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mûcize olarak istediler. Allah Teâla: “İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim” deyince Efendimiz: “O halde benimle halkımı başbaşa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim” demesi üzerine bu âyet indirildi. Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir. Bu, Kur’ânın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir.
165 – Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler.
Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir.
O, böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah’a ait olup, Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!
Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki Kur’ân ıstılahında insan, daha çok “kul” vasfıyla anılır. Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder. Bu âyet gösteriyor ki, Allah’tan başka her hangi bir şeyi veya kimseyi Allah’ı severcesine seven kimse, Allah’tan başka nid (yani O’na denk tutmuş), sayılmaktadır. Bu, sevgide ortak yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak değildir. el-Vedûd Allah’ın güzel isimlerinden olup “Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” demektir.
167 – Bunun üzerine o tâbi olanlar şöyle dediler:
“Ah ne olurdu, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi,
Biz de onları bir reddetseydik!
İşte Allah Teâlâ onlara, bütün yaptıklarını, en şiddetli pişmanlıklar halinde gösterecektir.
Onların o ateşten çıkacakları da yoktur.
169 – O sizi hep çirkin işler ve hayâsızlık yapmaya
Bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri iddia etmeye teşvik eder.
170 – Onlara: “Gelin Allah’ın indirdiği buyruklara tâbi olun!” denildiğinde:
“Hayır, biz babalarımızı ne durumda bulduysak ona uyarız” derler.
Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?
172 – Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yeyiniz.
Eğer yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, O’na şükrediniz.
173 – O size leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.
Kim mecbur kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret miktarını geçmemek şartıyla bunlardan yemesinde günah yoktur. Allah gafurdur, rahim’dir: (Günahları çok çok affeder, merhameti ve ihsanı boldur).
174 – Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya!
İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz.
Onlara son derece acı bir azap vardır.
176 – Böyle olacaktır: Çünkü Allah kitabı gerçek bir gaye ile hak olarak indirmiştir.
Ve kitap hakkında ihtilafa dalanlar haktan pek uzağa düşmüşlerdir.
Bi’l-hakki: Hakkıyla, hak ile, hak olarak demektir. Burada bâ’ edatı konusunda: mülâbese, musahebe veya sebebiyye olmak üzere birkaç ihtimal vardır. Mülabese olursa: hakka mülabis, yani “haklı olarak”, “hak olarak iniş” veya “kitabın tam hakkı verilerek” demek olur. Sebebiye olursa: “bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile” demek olur ki, yerine göre bu mânalardan biri tercih olunur.
177 – Takvâ, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir.
Lâkin takvâ Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden,
Sevdiği malını Allah’ı hoşnud etmek için
Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren,
Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren,
Sözleştiği zaman sözlerinde duran,
Hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde,
Savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır.
İşte onlardır imanlarında samimi olanlar
Ve işte onlardır her türlü fenalıktan korunan takvâlılar!
Bu bir tek âyet İslâmın başlıca inanç (akaid), ibadet ve ahlâk esaslarını toplamaktadır. Buna işaret olarak Hz. Peygamber (a.s.m): “Kim bu âyete göre hareket ederse imanını kemale erdirmiş olur” buyurmuştur.
181 – Kim bu vasiyeti işittikten sonra değiştirirse, artık vebali değiştirenlerin boynunadır.
Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
182 – Vasiyet edenin hataya düşüp haksızlığa kaymasından
Veya günaha girmesinden endişe edip ilgililerin arasını bulan kimse, hiçbir vebale girmez. Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
185 – O sayılı günler, ramazan ayıdır.
O ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren
Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.
Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruç tutsun.
Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar.
Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez.
Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah’ı tazim etmenizi ister.
Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir.
187 – (Ey kocalar), oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinize yaklaşmak size helâl kılındı.
Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz.
Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için yüzünüze bakıp, size bu lütufta bulundu.
Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allah’ın sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde olun.
Şafak vakti, günün ağarması gecenin karanlığından farkedilinceye kadar yeyin için.
Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın.
Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın.
Bunlar Allah’ın yasak sınırlarıdır, sakın o hudutlara yaklaşmayın.
İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp korunmaları için âyetlerini iyice açıklar.
189 – Sana hilâlleri sorarlar. De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için vakit ölçüleridir.
Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir.
Asıl fazilet, haramlardan sakınan insanın gösterdiği fazilettir.
Öyleyse evlere kapılardan girin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ki umduğunuza kavuşasınız.
190 – Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın.
Fakat haksız yere saldırmayın.
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez.
192 – Şayet onlar vazgeçerlerse siz de vazgeçin. Zira Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
193 – Bu işkence ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allah’a mahsus oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
194 – Hürmetli ay, hürmetli aya bedeldir.
Hürmetler karşılıklıdır. O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir.
195 – Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın.
Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.
196 – Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın.
Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin.
Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin.
Aranızda hasta yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek yahut kurban kesmek gerekir.
Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise,
Her kim hacca kadar umre yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.
Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar.
Bunlar, ailesi Mescid-i Haram’da oturmayanlar içindir.
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.
Hac: şartlarına sahib olan müslümanın, ömründe bir defa hac aylarında ihrama girip kurban bayramı Arefe günü Arafatta vakfe yapıp, sonra Kâbe’yi ziyaret etmesidir. Umre ise Kâbe’yi, hac ayları dışında, sünnet kabilinden ziyaret etmektir.
197 – Hac mâlum aylardadır.
Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hac esnasında
Ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme yoktur.
Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir.
Azıklanınız ve biliniz ki azığın en hayırlısı takvâdır, haramlardan korunmadır.
Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri!
198 – Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar taleb etmenizde size bir vebal yoktur.
Arafat’ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife’ye doğru akın ettiğinizde, Meş’ar-ı Haram’da Allah’ı zikredin.
O size nasıl güzelce hidâyet ettiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O’nu zikredin.
Bilirsiniz ki, O’nun yol göstermesinden önce siz yolu şaşırmış kimselerdendiniz.
Arefe günü vakfeden sonra güneş batınca Arafat’tan Müzdelife’ye doğru akın edilir. Meş’ar-ı Haram Müzdelife’dedir. Müzdelife’de akşam ve yatsı namazları birlikte kılınır. Gece orada geçirilerek, bayramın birinci günü sabah namazının peşinden Mina’ya doğru hareket edilir, orada kurban kesilip, Kâbe tavaf edilerek ihramdan çıkılır.
199 – Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allah’dan af dileyin. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
200 – Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla öğündüğünüz gibi.
Hatta daha fazla, daha hürmetle Allah’ı anın.
Bazı kimseler: “Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!” derler.
Bunların âhirette nasipleri yoktur.
Haccı tamamlayınca araplar Mina’da toplanıp, bilhassa atalarının yaptıkları işleri anlatarak övünmeyi âdet edinmişlerdi. Bu âyet ona bedel Allah’ı zikredip O’nun hidâyetini anlamak, onun eserlerini tefekkür, nimetlerine şükür etmeye teşvik ediyor.
202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler.
Allah hesabı çok çabuk görür.
203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok.
Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Sayılı günler: teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.
204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit gösterir.
Hâlbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 – O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.
Böylesinin hakkından cehennem gelir.
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.
Allah da kullarına pek merhametlidir.
209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler).
211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik!
Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir. [14,28]
212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler.
Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.
Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin.
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi.
Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. [10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.
214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.
İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.
216 – Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.
De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah’ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,
O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır.
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,
Âhirette de yaptıkları boşa gider.
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.
218 – Onlar ki iman ettiler,
Sonra hicret ettiler
Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler…
İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.
Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır.
Fakat günahları faydalarından daha çoktur.
Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.
De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.
Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}
Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. (5,90,91)
220 – Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.
De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.
Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.
Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
221 – Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.
Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.
Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız;
Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten daha hayırlıdır.
Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder
ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye âyetlerini insanlara açıklar. [2,96; 5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}
222 – Bir de sana kadınların ay halini sorarlar.
De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.
Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın.
Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 18,6}
Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.
223 – Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.
Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın.
Allah’ın haram kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!
Sadece şehvet gidermeyi değil, iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin. Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.
224 – Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını engel yapmayın.
Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}
Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”
225 – Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe için fırsat tanır).
226 – Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır.
Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
Cahiliye arap erkekleri, kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı. Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.
227 – Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkiyla işitir ve bilir.
228 – Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler.
Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.
Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler.
Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır.
Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.
Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [4,34; 65,1-4]
229 – Boşama hakkı iki defadır.
Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir.
Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz;
Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır.
Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.
İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Kadının mal karşılığı ayrılma talebinde bulunmasına hul’ veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu. Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu. {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19; I Korintos. 7,10-11}
230 – Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helâl olmaz.
Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur.
İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır.
231 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz.
Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın.
Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.
Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri
Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin.
Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.
232 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın.
İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır.
Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir.
Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
233 – Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.
Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir.
Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz.
Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.
Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır.
Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur.
Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz,
Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur.
Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 7]
234 – Sizden eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin, evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.
Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.
235 – Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur.
Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir.
Ancak meşrû sözler dışında, onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.
Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin.
Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan sakının.
Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, cezayı çabuklaştırmaz. [27,74; 60,1]
237 – Bir mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir.
Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir).
Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya daha uygun düşer.
Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.
238 – Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû ile Allah’ın divanında durun.
Salat-ı vûstâ hakkında farklı görüşler vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur.
Fakat çoğunluk, ikindi namazı olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.
Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.
239 – Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın.
Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin.
240 – Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar, eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar.
Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
242 – Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar.
243 – Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!
Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti.
Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler.
Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.
244 – Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, herşeyi hakkıyla bilir.
245 – Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır.
Allah rızkı kısar da, bollaştırır da.
Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}
246 – Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat ettin mi?
O vakit onlar aralarındaki Peygambere:
“Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim” demişlerdi.
O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?” deyince
Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki
Vatanlarından çıkarılan biz,
Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.”
Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM; Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25]
Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)
247 – Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin etti.”
Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!
Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler.
Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi.
Allah hakimiyeti dilediğine verir.
Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel 9,17; 10,27; 9,2]
249 – Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi:
“Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak;
Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak üzere,
Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.”
Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler.
Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince
O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.
Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler:
“Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM, Hakimler 7,4-7]
251 – Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.
Dâvud Câlut’u öldürdü,
Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti.
Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.
Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir. [KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3]
Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar.
Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır.
252 – İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz.
Sen elbette gönderilen resûllerdensin.
253 – İşte şimdiye kdar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık.
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.
Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.
Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle savaşmazlardı.
Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti.
Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]
255 – Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.
Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.
Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]
Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.
Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir.
Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet, Allah’ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret”
256 – Dinde zorlama yoktur.
Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur.
Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse,
işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka 19,27; I Korintos 15,25}
Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.
257 – Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler.
İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153; 14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]
258 – Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana!
İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi.
Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, der demez kâfir donakaldı.
Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Tesniye 32,39}
259 – Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı.
Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu.
“Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi.
Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti.
“Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o: “Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.
Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.
İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış.
Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik.
Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”
Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca:
“Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” dedi. {KM, Hezekiel 37,6}
260 – Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti.
Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi.
İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.
Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy.
Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tekvin 15,9-10.17}
261 – Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer.
Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.
262 – Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!
İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır.
Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.
263 – Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.
Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).
264 – Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.
Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı kayıverir, cascavlak kalır.
Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler.
Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta 6,2.5; II Korintos 9,7}
265 – Allah’ın rızasını kollamak
Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için
Mallarını harcayanların durumu ise,
Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.
Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir.
Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir.
Allah ne yaparsanız hepsini görür.
266 – Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:
Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun:
Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulâtı bulunuyor.
Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var.
Derken… Ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun?
İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]
267 – Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin
Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.
Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.
İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır). [22,37]
268 – Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder.
Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur.
Allahın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.
270 – Harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir.
Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları olmaz.
271 – Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel!
Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız,
Bu sizin için daha hayırlı olur
Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder.
Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır.
Zekâtı açıktan, diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır.
272 – Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır ki dilediğini doğru yola getirir.
Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir.
Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz.
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52; 18,28; 30,38-39; 76,9]
273 – Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir.
Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar.
Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır.
Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın.
Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler.
Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.
Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir.
Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz (a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu.
275 – Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.
Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” demelerindendir.
Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır.
Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM, Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}
Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir.
Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.
276 – Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır.
Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiç bir kimseyi sevmez.
278 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.
279 – Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını biliniz.
Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir.
Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.
281 – Öyle bir günde rüsvaylıktan sakının ki,
O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız,
Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek
Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
282 – Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin.
Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın.
Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın.
Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın.
Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,
Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın.
İçinizden iki erkek şahit de tutun.
İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.
(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir.
Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar.
Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin.
Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur.
Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.
Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun.
Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin.
Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allah’a itaatsizlikten sakının.
Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir. [8,29; 57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}
Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır.
Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel boyutunun delillerinden biridir.
Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.
283 – Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç karşılığına rehin alırsınız.
Şayet kiminiz kiminize itimad ederse,
güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da
Üzerindeki emaneti ödesin.
Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin.
Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.
Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 4,135]
284 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.
Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır.
Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı olan “ihsan” maksadını gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 7,42; 23,62]
Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti. İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.” 3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun.”
Âl-i İmrân-2 – Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O’dur, kayyûm O’dur. [2,255]
el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi”. el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup yöneten”
4 – Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir, (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır. [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM, Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı Kerimin isimlerinden biridir.
5 – Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
7 – Bu muazzam kitabı sana indiren Odur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir” derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]
9 – “Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez.”
10 – Dini inkâr edenlerin ne malları ne de evlatları, müstahak olmaları sebebiyle Allah’ın vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler. İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar. [2,24]
11 – Tıpkı Firavun’un ve onlardan daha öncekilerin gidişi gibi. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak yakaladı. Allah’ın cezası pek şiddetlidir.
13 – Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır. [8,43]
Burada iki ihtimal vardır: 1. Kâfirler, müminleri kendilerinin iki misli görüyorlardı. 2. Mü’minler kâfirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah böyle yapmakla kâfirlerin müminlerle savaşmalarını önlemek istiyordu. Meali, daha kuvvetli olan birinci tefsire göre verdik.
14 – Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır. [13,29; 38,25. 40.49]
Bu âyette zikredilen sınıflar meşrû nimetlerdir. Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep olma ihtimali vardır. Meşrû durumda bunları süsleyip cazip gösteren Allah Teâladır. Gayri meşrû olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin cehaletidir. Fena sayıp kınama bu itibarladır. Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını devam ettirmek ve geçip Allah’a gitmek için birer araç olarak verilmişken bunları amaç haline getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek, büyük ahmaklıktır. Zira böyle yapanlar hayatlarının önemli bir kısmını o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak geçirirler. Sonra da onlardan ayrılıp mahrum kalmanın acısını çekerler.
15 – De ki: “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedi kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir. [24,32]
18 – Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır.
Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.
Gerçek şahit, Allah’tır. Ondan başka hiçbir âlim, ne kendisine, ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece muayyen bir yöndendir. İnsanın gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten bilebildiği şeyler, Hakk’ın şahitliğini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sezebildiği yönlerdir. Mesela: “Güneş vardır” diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile şahitlik ettiği güneş arasında Hak Teâlanın koyduğu ölçüye uymaktan başka bir şey yapmış değildir.
19 – Allah katında hak din, İslâmdır.
O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki,
Allah onların hesabını çabuk görür. [2,112]
İslâm üç anlama gelir:
1. İtaat edip boyun eğmek. 2. Silm’e, yani barışa girmek, selâmete kavuşmak. 3. İbadette tam samimi olmak, ihlas ile hareket etmek.
20 – Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki:
“Ben yüzümü, özümü Allah’a teslim ettim. Bana bağlı olanlar da O’na teslim oldular.”
O Ehl-i kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere) de ki: “Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?”
Eğer hakka teslim olup İslâma girerlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok, eğer yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla görür.
Bu âyet, Kur’ân’ın bütün insanlığa hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir. Zira buradaki tasnifin dışında insan topluluğu yoktur. Ehl-i kitap: Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal semâvi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi kitapsız dinlere mensup olanlardır. Ayırım Arap – Arap olmayan tarzında değil, böyle pek kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır.
21 – Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, nâhak yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele!
23 – Baksana o kendilerine kitaptan bir pay verilenlere!
Aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına dâvet ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüzçevirerek dönüp gidiyorlar.
Burada şu hâdiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden, soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi. Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri gerekiyordu. Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif bir ceza verir düşüncesiyle dâvayı Hz. Peygamber (a.s.)’a getirince o da recim hükmünü verdi. Kabul etmeyip “Bize göre cezaları yüzlerine kara çalıp dolaştırmaktır” dediler. Hz. Peygamber Tevrat’ı getirip okumalarını istedi. Gerçek ortaya çıkınca Tevrat’a göre recmedildiler.
28 – Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler.
Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur.
Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!
Allah sizi, kendisine isyan etmekten sakındırır.
Dönüş yalnız Allah’adır.
Velî: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, kâfirlerle anlaşma imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği yapmalarına mani değildir.
29 – De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir.
Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye kadirdir.” {KM, Vahiy 2,23}
30 – Gün gelecek, her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak.
Yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek.
Allah sizi, Zatına karşı gelmekten sakındırır.
Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.
31 – Ey Resûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir).
Allah’ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslâm’ın insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek gayedir. Bu âyet şu kesin kıyası içeriyor: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullaha uyacaksınız. Ona uyulmazsa demek ki Allah’ı sevmiyorsunuz” Bunun zıddı şudur: “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem. O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem” demektir ki, bu da: “Ben, kendimden başka hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek istemem” demektir.
Bu kâinatı kudret, kemâl ve cemâlinin tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah, elbette onlardan bir teşekkür bekler. Elbette, insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel bir örnek yapar. Böylece ondaki güzelliklerin, öbür insanlara da yansımasını ister.
32 – De ki: “Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz.
Şayet yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” [3,132; 8,1.20.46; 58,13] {KM, Luka 10,16}
33-34 – Gerçek şu ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesi ile İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır.
Allah semî’dir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel tarzda bilir). [2,47; 66,12] {KM, Çıkış 2,1; 6,20; 15,20}
Bu ailelerden maksat, onların neslinden gelen peygamberlerdir.
Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup olan kimseler, “âile, hanedan” demektir. Âl-i İbrâhim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m) dır. İmran ise: Hz. Îsâ’nın anne tarafından dedesi, yani Hz. Meryem’in babasıdır.
36 – Derken onu doğurunca da: “Ya Rabbî, dedi, ben bir kız doğurdum.
-Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu-, erkek evlat, elbette kız gibi değildir.
Ben onun adını Meryem koydum. Onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”
37 – Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi.
Onu Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi.
Zekeriyya onun yanına Mâbede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu.
“Meryem! Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!” deyince de o: “Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir.” derdi.
Mâbed: Âyette mihrab diye geçer. Mâbedin ön tarafında ibadet esnasında imamın durduğu yere denir. Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir. Burada maksat, mâbedde merdivenle çıkılan bir mahfel olmalıdır. Hz. Meryem’e rızık geldiğini bildiren bu âyet, kerâmetin hak olduğuna delil teşkil etmektedir.
39 – Zekeriyya mihrabta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler” dediler. [3,45; 4,171]
Müfessirlerin ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz. Îsâ (a.s.) dır. Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı için böyle denilmiştir. Bununla beraber başka yorumlar da vardır.
40 – O: “Ya Rabbî, dedi, nasıl benim çocuğum olabilir ki ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım ise kısır hale gelmiştir?”
Allah: “Böyle de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu.
42 – Hani Melekler dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı. [7,144] {KM, Hakimler 5,24. Luka 1,42.28}
Onun devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir.
45 – Gün geldi, melekler ona: “Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor.
Adı Îsâ, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur.
Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah’a en yakın kullardan olacaktır. {KM, Luka 1,26-38; Matta 1,16; Yuhanna 1,41}
Ağızdan çıkan mânalı bir ses veya kitapta yazılı mânalı yazı kelime olduğu gibi, âleme bakıldığı zaman, bakışta seçkinleşen ve gözden gönüle geçip duygu tesiri altında az çok bir mâna telkin eden varlıklar ve görünen yaratıklar da birer kelimedirler ki Hz. Îsâ (a.s.) bunlardan biri idi ve Meryem’e böyle bir te’sir ile gelmişti. Îsâ, Allah’tan bir kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir. Allah’tan bir kelimeye, “Allah’ın bir kelimesi” denebilirse de “Allah” denemez.
47 – Meryem: “Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?” deyince, Allah şöyle buyurdu:
“Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır; Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “ol” der, o da derhal oluverir.” [2,117; 3,59; 19,35] {KM, Luka 1,34}
49-Allah ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncîl’i öğretecektir.
Onu İsrailoğullarına resul olarak gönderecek, o da onlara şöyle diyecektir: “Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle gönderildim:
Ben size çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Keza ben anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim.
Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır. [5,110] {KM, Markos 7,32-35; Matta 15,30; 8,1-3; Luka 17,12-14}
Burada kitab, “kitabet, yazı yazmak” anlamında masdardır. Demek ki Hz. Îsâ yazı yazmasını bilir bir bilgin idi.
50 – Keza ben, benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek ve size (Mûsâ Şerîatinde) haram kılınan bazı şeyleri mübah kılmak için geldim.
Doğrusu ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim.
Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.” [43,63] {KM, Matta 5,17; 15,20}
Hz. Mûsâ (a.s.) dan sonra gelen Benî İsrail peygamberleri, esas itibariyle onun şeriatını uygularlar. Ancak tâli meselelerde, zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundururlardı. Hz. Îsâ da böyle yapmıştı.
51 – Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız O’na ibadet edin. İşte doğru yol budur. {KM, Yuhanna 20,17; 4,23-24}
52 – Ne zaman ki Îsâ onların inkârlarında ısrar ettiklerini hissetti, “Allah’a giden yolda bana yardım edecek kim var?” dedi.
Havâriler: “Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Ey Îsâ, bizim müslüman olup Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol!” [5, 111-112; 61,14] {KM, Yuhanna 6,66-71}
Havâri: İnsanın en seçkin, en has dostu, yardımcısı mânasına gelir.
54 – Öbürleri ise hileler yaptılar, komplolar hazırladılar.
Allah da onların hilelerini, komplolarını boşa çıkardı.
Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür. [8,30; 13,42; 27,50; 86,16]
55 – O zaman Allah şöyle buyurmuştu: “Îsâ! seni öldürecek olan, onlar değil Benim.
Seni Kendi nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp temize çıkaracak ve sana tâbi olanları ta kıyamete kadar kâfirlere üstün kılacak olan da Benim.
Sonra hepinizin dönüşü Bana olacak.
Ben de aranızda ihtilaf ettiğiniz konularda hükmümü vereceğim. [4,158; 19,56-57]
57 – İman edip makbul ve güzel işler yapanların ise mükâfatlarını tam tamına ödeyecektir. Allah zalimleri sevmez.
59 – Allah yanında Îsâ’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir.
Allah Âdem’i topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal oluverdi.
61 – Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsâ hakkında tartışmaya girerse de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.”
Bu âyete “mübahele” âyeti denir. Mübahele: “Hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek” demektir. Hicri 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medineye gelip tartışmıştı. Delilden anlamamaları karşısında Hz. Peygamber (a.s.) mübaheleyi teklif edince, düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde baktılar ki O Hüseyin’i kucağına almış, Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua edince siz de “âmin” dersiniz diyor. Hey’et başkanı mübaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara, kendilerine verilen hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname yazdı.
62 – İşte sözün doğrusu budur.
Yoksa Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Allah hiç şüphesiz azîzdir, hakîmdir. (Mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
63 – Eğer yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyle bilir.
64 – De ki: “Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım:
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim.
O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah’ın yanında rab edinmesin.”
Eğer bu dâveti reddederlerse: “Bizim, Allah’ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun” deyin.
Bu dâvet, Kur’ân’ın, Hıristiyanlar başta olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır. Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli vicdanların temelli bir vicdanda, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri ve İslâm’ın insanlık âlemine ne kadar geniş, ne kadar açık bir hidâyet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği görülmektedir.
66 – Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz.
Peki ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz?
Halbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.
68 – İnsanlar içinde İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar,
bu Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir.
Allah müminlerin dostudur.
70 – Ey Ehl-i kitap! Siz de yanınızdaki kitaplarda doğruluğuna tanık olup dururken, Allah’ın âyetlerini ne diye inkâr ediyorsunuz?
73-Ey Resûlüm, de ki: Doğru yol, Allah’ın yoludur”
Yine onlar kendi aralarında: “Size verilen vahyin, başkalarına da verildiğine
Veya Rabbinizin huzurunda müslümanların karşı delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın” derler.
De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder.
Allah Vâsi ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [57,29]
74 – Rahmetini, nübüvvetini dilediği kuluna has kılar. Allah büyük lütuf ve inâyet sahibidir.”
75 – Ehl-i Kitaptan öylesi vardır ki kendisine yüklerle altın emanet bıraksan onları sana öder.
Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez.
Bunun sebebi, onların: “Ümmîler hakkında ne yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız.” demeleridir.
Onlar bile bile, Allah hakkında yalan uydururlar. [3,14]
“Ümmîler” kelimesi ile onlar burada, Yahudi olmayan ve kendi çevrelerinde bulunan “Araplar”ı kasdediyorlardı.
76 – Hakikat öyle değil, kim ahdini yerine getirir ve haramlardan sakınırsa, bilsin ki Allah da o sakınanları sever.
77 – Önemsiz bir menfaat karşılığında,
Allah’a verdikleri ahdi ve yeminlerini bozanların âhirette hiçbir nasipleri yoktur.
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak.
Onların yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.
Onların hakkı çok acı bir azaptır.
78 – Ehl-i kitaptan bir kısmı da, aslında kitaptan olmadığı halde,
Sizin kitaptan zannetmeniz için,
Okurken ağızlarını dillerini eğip bükerler (bazı kelimelerin telaffuzunu değiştirirler).
Bir şeyler söyleyip “Bu Allah tarafındandır” derler. Halbuki o, Allah tarafından değildir.
Bile bile Allah adına yalan uydururlar. [2,75]
79 – Allah’ın kendisine kitap, hüküm, nübüvvet verdiği hiçbir insanın kalkıp da halka: “Allah’ın yanısıra bana da kul olun” deme yetkisi yoktur.
Lâkin o insanlara: “Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbanî olun” der.
Hüküm: İlim, anlayış gücü, Allah’ın hükmünü infaz etme yetkisi;
Rabbânî: Fakih, âlim, muallim, eğitimci, ilmi ile âmil olan kimse demektir.
81 – Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden
“size kitap ve hikmet vermemden sonra,
Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız”
diye söz almıştır.
Allah: “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” dediğinde onlar: “Kabul ettik” diye kesin söz verince,
Allah Teâla: “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu. [33,7; 7,172]
Yüce Allah bu mîsakı vahy ile almıştır. O, gönderdiği her peygambere, Hz. Muhammed (a.s.) ın vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır. Ayrıca onların da kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir. “Sonra size (…) peygamber geldiğinde” hitabının asıl muhatapları Hz. Peygamberin çağdaşı olan Ehl-i kitaptır.
83 – Göklerde ve yerde bulunan kim varsa, gerek isteyerek, gerek istemeyerek Allah’a itaat ederken,
Hepsi döndürülüp O’na götürülürken,
Onlar kalkıp Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?
84 – De ki: “Biz Allah’a iman ettik.
Bize indirilen vahye, İbrâhim’e, İsmâil’e İshak’a, Yâkub’a ve torunlarına indirilen
keza Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hasılı bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen vahiylere de iman ettik.
(Peygamberlikleri noktasında) onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız ve biz yalnız Allah’a teslim oluruz. [2,136]
86 – Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken,
imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete erdirir mi?
Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz.
Zalimler, iradeleriyle küfrü tercih ettikleri müddetçe, Allah onlara hidâyet vermez. Yahut “Onlar kâfir olarak ölürlerse Allah onları, cennete giden yola koymaz” demektir (Nesefi)
87 – Böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.
89 – Ancak daha sonra tövbe edip nefislerini ıslah edenler, bu hükmün dışındadır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
92 – Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça “fazilet” mertebesine ulaşamazsınız.
Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.
Birr: “fazilet, iyilik, hayır” demektir. Bu vasfı haiz olan kimseye berr (çoğulu: ebrar) denir. Müminin ibadetinin özünde Allah sevgisi olup O’nun rızasını her şeyden üstün tutmalıdır. Ebrar defterine kaydedilmek için, kişinin sevdiği şeyleri Allah yolunda harcaması gerekir. Yoksa takvâ, bazı şeklî tarafları tamamlamakla elde edilmez.
94 – Artık kim bundan sonra Allah adına yalan söylerse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.
95 – Sen: “Sadakallah: Allah sözün doğrusunu söyledi.” de.
Haydi bakalım Allah’ı bir tanıyarak İbrâhimin dinine uyun.
Pek iyi bilirsiniz ki o, asla müşriklerden olmamıştı.
97 – Orada apaçık alametler ve deliller, İbrâhimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur.
Ziyarete gücü yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.
Nankörlük edip bu hakkı tanımayana Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur, o bütün âlemlerden müstağnidir. [29,67; 106,3-4]
Kâbede karşılaşılan birçok işaret ve makbuliyet delili vardır. Verimsiz bir yerde olmasına rağmen, orada rızık sıkıntısı çekilmemesi, her taraftan ziyaretçi gelmesi, bütün Arap yarımadasında 2500 yıl kadar öncesinden beri etrafta anarşi sürerken yılda dört ay Kâbe ve çevresinde tam güvenliğin hakim olması, M.S. 571 yılında Kâbeyi yıkmaya gelen Ebrehe ordusunun perişan olması gibi mûcizevi durumlar hatırlatılıyor.
98 – De ki: Ey Ehl-i Kitap, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. {KM, Yeremya 29,23}
99 – De ki: Ey Ehl-i Kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde, niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
101 – Sizler nasıl küfre dönebilirsiniz ki önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda Allah’ın resulü bulunuyor?
Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru yola konulmuştur. [57,8-9]
102 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının.
Ona lâyık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.
103 – Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.
Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz. [8,63]
İslâm’dan önce Arabistanda insan hayatının hiç değeri kalmamıştı. En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının, kan dâvalarının sonu gelmiyordu. Meselâ Medinedeki Evs ve Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler. İslâm sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.
107 – Yüzü ak olanlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Hem de orada ebedi kalacaklardır.
108 – İşte bunlar Allah’ın âyetleridir ki onları sana hakkı gerçekleştirmen için Biz okuyoruz.
Çünkü şu kesindir ki Allah insanlara zulmetmek istemez.
109 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır, ve bütün işler sonunda O’na raci olur, bütün işleri O hükme bağlar.
110 – Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz:
İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.
Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu.
İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır. [2,143]
Hz. Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. İyilik diye çevirdiğimiz ma’ruf: İslâm’ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı şeydir. Kötülük, yani münker ise: İslâm’ın ve aklın gayri meşrû, kötü saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.
112 – Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna,
onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.
Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.
Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve nahak yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur.
Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.
Yani: Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından kazanılmış değil, başkalarının yardımı sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah’ın hükmüne göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar.
113 – Ehl-i kitabın hepsi bir değildir.
Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki,
Gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar. {KM, Mezmurlar 42,9; 77,3; 134,2. Resullerin işleri 16,25}
114 – Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar.
İşte onlar salihlerdendirler. [3,110]
115 – Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır.
Allah günahlardan korunan takvâ ehlini pek iyi bilir.
116 – Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz.
Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.
117 – O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu,
Kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden
Ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgarın durumuna benzer.
Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Hak dini inkâr eden akımlar değişik de olsalar, batıl olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya – âhiret dengesi üzerinde duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.
119 – İşte siz o kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz,
Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.
Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.
De ki: “Geberin kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.
120 – Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır.
Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.
Şayet siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.
Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.
121 – Hani bir vakit, ey resulüm, sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın.
Allah, semî ve alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).
Buradan itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar, müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine’ye saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi ki Hz. Peygamber (a.s.)ın talimatını unutma ve ganimet peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar yetmiş kadar şehid verdiler. Gâlibiyet ortada kaldı. Allah’ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.
122 – Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Hâlbuki müminlere düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmeleridir.
Bunlar Beni Seleme ile Beni Hârise olup münafıkların başkanı İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz. Peygamber’in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için, gönülsüz olarak Uhud’a çıkmıştı.
123 – Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, Bedir’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti.
O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
Bedir, Medine’nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km, uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî 2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.
126 – Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı.
Nusret ve zafer, ancak (mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4; 3,160]
129 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.
O dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
130 – Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız. [2,275]
Cahiliye döneminde faizli borçlar vâdesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir. (Bkz. 2,275-276, 278)
132 – Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamete nail olasınız.
134 – O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar,
Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler.
Allah da böyle iyi davrananları sever.
135 – O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler.
Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?
Bir de onlar bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. [9,104; 4,110]
140-141 – Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı.
İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri meydana çıkarması,
Sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz.
Allah zalimleri sevmez.
142 – Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırd edip meydana çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? [2,214; 29,2]
144 – Muhammed, sadece resuldür, elçidir.
Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse,
Siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?
Kim geri döner, dinden çıkarsa, bilsin ki Allah’a asla zarar veremez.
Ama Allah hidâyetin kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandıracaktır. [33,40; 57,2; 58,29; 61,6]
Bu âyet Uhud savaşında münâfıkların yıkıcı dedikodularına cevap mahiyetindedir. Savaşta Hz. Peygamber (a.s.) ın öldürüldüğü haberi yayılınca müminler üzüldü, münâfıklar ise çeşitli planlar, dinden dönme vs. düşüncelerine girdiler. Cenab-ı Allah ebedi dâvanın fanî şahıslar üzerine bina edilmediğini hatırlatmak üzere böyle buyurmuştur.
Hz. Peygamber (a.s.) ın vefat ettiği gün, o müthiş üzüntü sırasında Hz. Ebû Bekir (r.a) mescide gelerek ashaba şöyle hitap etti: “Bakın! Kim Muhammede tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez” deyip peşinden bu âyeti okuyunca, ashab bu âyeti âdeta tamamen unutmuş olduklarını hayretle görmüşlerdi.
145 – Allah izin vermedikçe hiç bir kişi ölemez.
Bu, belli bir vakte bağlanmış, takdir edilmiştir.
Her kim dünya mükâfatını isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.
Kim âhiret mükâfatı isterse ona da bundan veririz.
Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz. [35,11; 6,2; 42,20; 17,18-19]
146 – Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber
Kendisini Allah’a adamış birçok rabbanîler savaştı.
Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar,
Zayıflık göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler.
Allah böyle sabırlı insanları sever.
148 – Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de o güzelim âhiret mükâfatını verdi.
Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananları sever.
150 – Bilakis sizin mevlânız Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.
151 – O kâfirler, Allah’ın, tanrılıklarını kabul ettiğine dair hiç bir delil indirmediği bir takım nesneleri Allah’a ortak saydıkları için,
Onların kalplerine korku salacağız.
Onların gidecekleri yer cehennemdir.
Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!
152 – Allah size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi:
O’nun izni ile o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz.
Allah’ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi
Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz.
O esnada kiminiz dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını.
Sonra Allah sizi denemek için, onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız.
Bununla beraber sizin kusurlarınızı bağışladı da!
Zaten Allah müminlere bol lütuf ve inayet sahibidir.
Okçuların Hz. Peygamberin talimatını unutarak yerlerinden ayrılmalarındaki hataya işaret edilmektedir.
153 – O vakit siz savaş meydanından hızla uzaklaşıyor,
Dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz.
Peygamber ise peşinizden sizi çağırıp duruyordu.
Bunun üzerine Allah, keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı.
Allah’ın sizi affetmesi, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelen felakete esef etmemeniz içindir.
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
154 – Sonra o kederin peşinden üzerinize bir güven duygusu indirdi.
Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hali verdi.
Bir kısmınız ise can derdine düşmüş,
Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar:
“Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı.
De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır”
Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları birşeyler saklıyor ve kendi aralarında:
“Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik” diyorlardı.
De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.
Allah, sizin içinizde olanı sınamak
Ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp
Pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi.
Allah sinelerin özünü dahi bilir. [48,12]
Bazı münâfıklar, müslümanlarla birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.
155 – İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya!
İşte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti.
Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, galimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).
156 – Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında:
“Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.
Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı.
Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
157 – Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz,
Bilin ki Allah tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları mallardan daha hayırlıdır.
158 – Sizler ölseniz de, öldürülseniz de, sonunda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159 – İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.
Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.
Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile,
Ve işleri onlarla müşavere et.
Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever. [9,128]
Bu âyet istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hz. Peygamber (a.s.) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp danıştı. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medinede kalarak savunma savaşı yapılmalıydı. Karşı görüş taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhuda çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki danışmada büyük bir hayır ve bereket vardır.
160 – Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse olamaz.
Şayet o sizi yardımsız bırakırsa, artık O’ndan sonra kim size yardım edebilir ki?
Öyleyse müminler yalnız Allah’a güvenmelidirler.
162 – Allah’ın rıza yolunu tutmuş, o yolda koşan kimse, hiç Allah’ın hışmına uğrayan ve son durağı cehennem olan kimse gibi olur mu?
Ne kötü bir yerdir o cehennem! [13,19; 28,61]
163 – Rıza yolunu tutanlar Allah’ın huzurunda derece derecedirler. Allah insanların yaptığı herşeyi görür.
164 – Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,
Onları her türlü kötülüklerden arındırması,
Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla,
müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur.
Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler. [2,129.151; 16,72; 41,6; 25,20; 12, 109]
165 – Hal böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince: “Bu nereden geldi?” mi diyorsunuz?
De ki: “Bu felaket sizin yüzünüzdendir” Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.
Uhud’da müslümanlar yetmiş şehit verdiler. Oysa Bedir’de müşrikler 70 ölü, 70 de esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı, müslümanlarınkinin iki misli olmuştu.
166-167 – İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musîbet Allah’ın izniyle olmuştu.
Bu da O’nun müminleri ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması için idi.
O münafıklara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın size ve ailelerinize saldırmasını önleyin” denildiğinde:
“Biz savaş olacağını bilseydik size katılırdık” dediler.
Doğrusu o gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar, ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pek iyi bilir.
Kureyş ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı öncesinde Hz. Peygamber, ashabı ile istişare etti. Şahsî görüşü, şehir dışına çıkmaksızın savunma yapmaktı. İbn Übeyy de bu görüşte idi. Gençler meydan savaşı isteyip ağır basınca, Hz. Peygamber de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsî fikrini bahane ederek, İbn Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp Medineye döndüler. Müslümanlar yediyüz kişi olarak Medineyi savunmada yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması gereken Yahudiler de, Cumartesine rastlamasını bahane ederek katılmadılar. İbn Übeyy grubuna: “Ahdiniz gereği, gelin Medineyi beraberce savunalım” denilince onlar: “Savaş olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağınızı bilseydik biz de sizinle savaşırdık!” diyerek çekip gittiler.
Münafıklar bu sözleriyle şunu da kasdetmiş olabilirler: “Harp işinde mahir olanlar, sizin yaptığınıza “savaş” demezler. Sizin yaptığınız, kendinizi tehlikeye atmaktır” (Nesefî).
169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. [2,154]
170 – Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere, “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair de müjde vermek isterler.
Hz. Peygamber (a.s.), Uhud şehitlerinin ruhlarının, yeşil kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder ve sonunda: “Keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilse de cihattan çekinmeselerdi” demelerine karşılık, Cenab’ı Allah’ın “Sizden taraf Ben onlara bunu tebliğ ederim” buyurup bu âyeti gönderdiğini bildirir.
171 – Onlar Allah’ın nimeti ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.
172 – Hele o yara aldıktan sonra Allah’ın ve resulünün çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takvâ sahiplerine pek büyük mükâfatlar vardır.
Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir miktar yol aldıktan sonra, müslümanları yerle bir etme fırsatı ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp konseyi topladılar. Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hz. Peygamber de bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un ertesi günü “Kureyşi kovalayalım!” emrini verdi. Müminler bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular ve Medine’den 15 km. kadar uzakta olan Hamra’ul-esed’e kadar gidip düşmâna göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi. Müslümanlar da bir nevi rövanş alarak maneviyatlarını kazandılar. Ayrılırken Ebû Süfyan: “Ertesi sene Küçük Bedir pazarında karşılaşalım” diye söz verdi.
173 – Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir. [6,102; 11,12; 39,62]
174 – Sonra da kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan,
Allah’tan bir âfiyet, selâmet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular.
Allah çok büyük lütuf ve inâyet sahibidir.
176 – İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler.
Allah onlara âhirette nasip vermemek istiyor. Onlara büyük bir azap vardır.
177 – İmana bedel inkârı tercih edenler Allah’ın dînine hiç bir zarar veremezler ve onlar için gayet acı bir azap vardır.
179 – Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır.
Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir.
Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar).
O halde Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır. [72,26-27]
180 – Allah’ın kendilerine lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar, sakın bu hali kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır! Bu, onların hakkında şerdir.
Cimrilik edip vermedikleri malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Kaldı ki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
Mal mülk sahipleri, mallarını bırakacak, toprağa yalnız gireceklerdir. Mal mülk asıl sahibine dönecektir.
181 – “Allah fakirdir biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama Biz onların dedikleri bu sözü
Ve peygamberleri nâhak yere öldürmelerini yazacağız
Ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz. [2,245]
182 – İşte bu sizin ellerinizle işlediğiniz günahların karşılığıdır. Çünkü Allah kullarına haksızlık edecek değildir. [2,95]
183 – Onlar dediler ki: “Allah, ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.”
Onlara cevaben de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mûcizelerin) yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki sözünüzde samimî iseniz, onları niçin öldürdünüz?” [5,27; 2,91] {KM, Levililer 9,23-24; I Kırallar 18,38}
Bu, o Yahudiler tarafından Allah’a iftiradır Tevrat’ta yakılmış kurbanlardan bahsedilmekle beraber (Hakimler, 6,20-21; Levililer 9,24; II Tarihler 7,1-2) bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân itirazlarını ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım: Bu şartınıza uyan Peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela İlyas (a.s.) a yaptıkları: I Krallar, 18 ve 19)
187 – Vaktiyle Allah Ehl-i kitaptan “Kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız,
Onu asla gizlemeyeceksiniz” diye teminat almıştı.
Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler, onu az bir bahaya sattılar.
Bakın ne kötü bir alışveriş!
189 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır ve Allah herşeye kadirdir.
Allah Teâla kullarını; gökleri ve yeri, zaman ve mekânı dolduran kudret, san’at, hikmet harikası sayısız eserlerini tefekküre ve bu şuurla olan ibadete yöneltiyor. Hz. Peygamber bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!”
191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak,
Gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder,
Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:
“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın.
Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz.
Sen bizi o ateş azabından koru!” [4,103; 38, 27] {KM, Tesniye 6,7; 11,19}
195 – Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu:
“Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.
Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin,
Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların,
Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin,
Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel mükâfatlar Allah’ın yanındadır. [2,186; 60,1; 85,8]
198 – Lâkin Rabbine karşı gelmekten sakınanlara
Allah tarafından bir ikram olarak
İçinden ırmaklar akan cennetler var. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah’ın yanında olan mükâfatlar, elbette o hayırlı ve iyi insanlar için daha hayırlıdır.
199 – Ehl-i kitap içinde, Allah’a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır elbet.
Onlar Allah’ın âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar.
İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır.
Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür. [28,52-54; 2,121; 7,159; 3,113]
200 – Ey iman edenler! Sabredin,
Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin,
Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun
Ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulup başarıya eresiniz.
Allah Teâla bu âyette felah (başarı) sırrını özetlemiştir. 1.Sabır (musîbete karşı sabır, taate devamda sabır ve günahlardan uzak durmada sabır). 2.Sabır yarışında düşmanları geçmek. 3.Cihad için devamlı uyanıklık (cemaatle namaz vesilesiyle birbirine bağlanma, Allah’ın dinini koruma ve yayma konusunda daimî gayret, uyanıklık ve İslâm hudutlarını korumada nöbet tutma.) 4.Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmak.
202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler.
Allah hesabı çok çabuk görür.
203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok.
Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.
Sayılı günler: teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.
204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit gösterir.
Halbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.
205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.
206 – O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.
Böylesinin hakkından cehennem gelir.
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.
Allah da kullarına pek merhametlidir.
209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler). {KM, Çıkış 19,18; 34,5; Tesniye 4,12}
211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik!
Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir. [14,28]
212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler.
Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.
213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.
Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi.
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin.
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi.
Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. [10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.
214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.
İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.
Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.
215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.
216 – Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.
De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah’ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,
O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır.
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,
Âhirette de yaptıkları boşa gider.
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.
218 – Onlar ki iman ettiler,
Sonra hicret ettiler
Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler…
İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.
Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır.
Fakat günahları faydalarından daha çoktur.
Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.
De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.
Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}
Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. (5,90,91)
220 – Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.
De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.
Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir.
Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.
Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
221 – Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.
Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.
Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız;
Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten daha hayırlıdır.
Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder
ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye âyetlerini insanlara açıklar. [2,96; 5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}
222 – Bir de sana kadınların ay halini sorarlar.
De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.
Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın.
Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 18,6}
Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.
223 – Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.
Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın.
Allah’ın haram kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!
Sadece şehvet gidermeyi değil, iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin. Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.
224 – Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını engel yapmayın.
Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}
Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”
225 – Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe için fırsat tanır).
226 – Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır.
Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
Cahiliye arap erkekleri, kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı. Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.
227 – Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkiyla işitir ve bilir.
228 – Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler.
Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.
Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler.
Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır.
Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.
Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [4,34; 65,1-4]
229 – Boşama hakkı iki defadır.
Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir.
Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz;
Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır.
Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.
İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Kadının mal karşılığı ayrılma talebinde bulunmasına hul’ veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu. Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu. {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19; I Korintos. 7,10-11}
230 – Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helâl olmaz.
Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur.
İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır.
231 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz.
Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın.
Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.
Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri
Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,
Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin.
Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.
232 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın.
İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır.
Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir.
Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
233 – Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.
Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir.
Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz.
Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.
Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır.
Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur.
Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz,
Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur.
Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 7]
234 – Sizden eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin, evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.
Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.
235 – Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur.
Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir.
Ancak meşrû sözler dışında, onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.
Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin.
Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan sakının.
Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, cezayı çabuklaştırmaz. [27,74; 60,1]
237 – Bir mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir.
Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir).
Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya daha uygun düşer.
Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.
238 – Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû ile Allah’ın divanında durun.
Salat-ı vûstâ hakkında farklı görüşler vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur.
Fakat çoğunluk, ikindi namazı olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.
Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.
239 – Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın.
Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin.
240 – Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar, eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar.
Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
242 – Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar.
243 – Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!
Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti.
Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler.
Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.
244 – Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, herşeyi hakkıyla bilir.
245 – Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır.
Allah rızkı kısar da, bollaştırır da.
Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}
246 – Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat ettin mi?
O vakit onlar aralarındaki Peygambere:
“Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim” demişlerdi.
O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?” deyince
Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki
Vatanlarından çıkarılan biz,
Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.”
Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.
Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM; Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25]
Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)
247 – Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin etti.”
Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!
Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler.
Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi.
Allah hâkimiyeti dilediğine verir.
Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel 9,17; 10,27; 9,2]
249 – Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi:
“Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak;
Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak üzere,
Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.”
Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler.
Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince
O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.
Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler:
“Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM, Hakimler 7,4-7]
251 – Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.
Dâvud Câlut’u öldürdü,
Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti.
Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.
Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir. [KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3]
Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar.
Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır.
252 – İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz.
Sen elbette gönderilen resûllerdensin.
253 – İşte şimdiye kdar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık.
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.
Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.
Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle savaşmazlardı.
Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti.
Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]
255 – Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.
Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.
Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.
O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]
Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.
Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir.
Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet, Allah’ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret”
256 – Dinde zorlama yoktur.
Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur.
Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse,
işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka 19,27; I Korintos 15,25}
Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.
257 – Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler.
İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153; 14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]
258 – Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana!
İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi.
Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, der demez kâfir donakaldı.
Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Tesniye 32,39}
259 – Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı.
Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu.
“Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi.
Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti.
“Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o: “Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.
Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.
İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış.
Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik.
Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”
Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca:
“Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” dedi. {KM, Hezekiel 37,6}
260 – Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti.
Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi.
İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.
Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy.
Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tekvin 15,9-10.17}
261 – Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer.
Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.
262 – Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!
İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır.
Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.
263 – Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.
Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).
264 – Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.
Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.
Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı kayıverir, cascavlak kalır.
Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler.
Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta 6,2.5; II Korintos 9,7}
265 – Allah’ın rızasını kollamak
Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için
Mallarını harcayanların durumu ise,
Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.
Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir.
Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir.
Allah ne yaparsanız hepsini görür.
266 – Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:
Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun:
Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulâtı bulunuyor.
Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var.
Derken… Ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun?
İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]
267 – Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin
Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.
Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.
İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır). [22,37]
268 – Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder.
Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur.
Allahın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.
270 – Harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir.
Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları olmaz.
271 – Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel!
Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız,
Bu sizin için daha hayırlı olur
Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder.
Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır.
Zekâtı açıktan, diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır.
272 – Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır ki dilediğini doğru yola getirir.
Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir.
Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz.
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52; 18,28; 30,38-39; 76,9]
273 – Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir.
Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar.
Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır.
Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın.
Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler.
Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.
Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir.
Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz (a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu.
275 – Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.
Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” demelerindendir.
Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır.
Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.
Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM, Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}
Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir.
Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.
276 – Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır.
Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiç bir kimseyi sevmez.
277 – İman eden, makbul ve güzel işler yapanların, namazı hakkıyla ifa eden, zekât verenlerin…
İşte onların, Rab’leri nezdinde mükâfatları vardır.
Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. [5,100; 8,37; 30,39]
278 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.
279 – Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını biliniz.
Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir.
Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.
281 – Öyle bir günde rüsvaylıktan sakının ki,
O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız,
Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek
Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.
282 – Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin.
Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın.
Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın.
Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın.
Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,
Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın.
İçinizden iki erkek şahit de tutun.
İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.
(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir.
Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar.
Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin.
Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur.
Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.
Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun.
Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin.
Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allah’a itaatsizlikten sakının.
Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir. [8,29; 57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}
Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır.
Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel boyutunun delillerinden biridir.
Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.
283 – Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç karşılığına rehin alırsınız.
Şayet kiminiz kiminize itimad ederse, güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da
Üzerindeki emaneti ödesin.
Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin.
Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.
Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 4,135]
284 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.
Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır.
Doğrusu Allah her şeye kadirdir.
Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı olan “ihsan” maksadını gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.
285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.
“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:
“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.
286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 7,42; 23,62]
Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti. İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salâttır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.” 3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun.”
Âl-i İmran-2 – Allah o İlahtır ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O’dur, kayyûm O’dur. [2,255]
el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi”. el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali olmaksızın kaim olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup yöneten”
4 – Eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir, (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır. [2,53; 5,95; 14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM, Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı Kerimin isimlerinden biridir.
5 – Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
7 – Bu muazzam kitabı sana indiren Odur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir” derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: [13,39; 43,4; 85,22]
9 – “Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez.”
Muhkem: Anlamı açık, kesin, ifade ettiği mâna tek olup, açıklanması için başka delile ihtiyaç olmayan demektir. Müteşabih: Birden fazla mâna ihtimali olduğundan, anlaşılması için başka delile ihtiyaç hissettiren, mânası hakkında kesin bir hüküm verilemeyen âyettir.
Müteşabih, şibh (benzerlik) kökünden gelip mânalar birbirine benzeyip içiçe girdiğinden şüpheye yani değişik ihtimallere yol açmayı ifade eder. İnsanın aklının, duyularının sınırlı olduğunu düşünürsek, bu konumda olan insana hitap eden ilahi kelamın müteşabihler ihtiva etmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça ortaya çıkar. Müteşabih lafızlarla Yüce Allah, insanlara tamamını kavrayamayacakları meseleleri, teşbihlerle,
muayyen bir nisbette, farklı seviyelere göre daha farklı şekilde anlaşılacak tarzda bildirir. Müteşabihlerdeki bu izafî durum, dinin değişmez gerçeklerine zarar vermez. Zira Allah sabit gerçekler olarak, biz yükümlü insanlardan istediği akaid, ibadet, ahlâk ve ahkâma dair esasları muhkem âyetlerde bildirmiştir. Müteşabihlerle ise bazı “nisbi hakîkatleri” bildirmek istemiştir.
Beşeriyetin konumu icabı, dünyada insan hayatında, mutlak hakikatlerden çok nisbî hakikatler daha fazladır. Bir kristal âvizeyi gözönüne alalım. Onun elektrik voltajı, ampullerinin gücü değişmediği halde, etrafında oturanlar, yerlerini hafifçe değiştirince, farklı renkler ve ışınlar alırlar. Bu, âvizenin taşlarının farklı açılar verecek şekilde tıraşlanmasından ileri gelir. İşte Allah Teâla, mahdut lafızlarla, tükenmek bilmeyen mânaları, farklı seviyelerde, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa anlatmak, onları kitabı üzerinde düşündürmek için birçok müteşabih âyet göndermiştir. Bu kaçınılmaz durum, bir zaruretten ileri gelmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki teşabüh ve teşbih ile olan benzetmelerde, benzetilen ile kendisine benzetilen arasında bütün yönlerden bir benzerlik aranmaz. Çeşitli yönlerden sadece biri ile olan bir benzerlik dahi, benzetmenin geçerli sayılması için yeterli sayılır. Demek ki müteşabihler hakikî müteşabih ve izâfî müteşabih kısımlarına ayrılır. Bütün çeşitlerinde, müteşabihler bir çok mânalar ifade ederler. Onun içindir ki tefsirlerde çok mânalar verilmiştir. Fakat kesin mânası, Allah’ın ilmine havale edilir.
10 – Dini inkâr edenlerin ne malları ne de evlatları, müstahak olmaları sebebiyle Allah’ın vereceği cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler. İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar. [2,24]
11 – Tıpkı Firavun’un ve onlardan daha öncekilerin gidişi gibi. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar, Allah da kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak yakaladı. Allah’ın cezası pek şiddetlidir.
13 – Birbiriyle karşılaşan iki toplulukta size büyük bir ibret vardı: Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler. Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak ibret vardır. [8,43]
Burada iki ihtimal vardır: 1. Kâfirler, müminleri kendilerinin iki misli görüyorlardı. 2. Mü’minler kâfirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah böyle yapmakla kâfirlerin müminlerle savaşmalarını önlemek istiyordu. Meali, daha kuvvetli olan birinci tefsire göre verdik.
14 – Kadınlar, oğullar, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah’ın katındadır. [13,29; 38,25. 40.49]
Bu âyette zikredilen sınıflar meşrû nimetlerdir. Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep olma ihtimali vardır. Meşrû durumda bunları süsleyip cazip gösteren Allah Teâladır. Gayri meşrû olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin cehaletidir. Fena sayıp kınama bu itibarladır. Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını devam ettirmek ve geçip Allah’a gitmek için birer araç olarak verilmişken bunları amaç haline getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek, büyük ahmaklıktır. Zira böyle yapanlar hayatlarının önemli bir kısmını o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak geçirirler. Sonra da onlardan ayrılıp mahrum kalmanın acısını çekerler.
15 – De ki: “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedi kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah’ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir. [24,32]
18 – Allah’tan başka tanrı bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır.
Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.
Gerçek şahit, Allah’tır. Ondan başka hiçbir âlim, ne kendisine, ne de başka varlıklara tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde varlıkların kendilerine uygunlukları izafî, eksik ve sadece muayyen bir yöndendir. İnsanın gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten bilebildiği şeyler, Hakk’ın şahitliğini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak sezebildiği yönlerdir. Mesela: “Güneş vardır” diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile şahitlik ettiği güneş arasında Hak Teâlanın koyduğu ölçüye uymaktan başka bir şey yapmış değildir.
19 – Allah katında hak din, İslâmdır.
O Ehl-i kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki,
Allah onların hesabını çabuk görür. [2,112]
İslâm üç anlama gelir:
1. İtaat edip boyun eğmek. 2. Silm’e, yani barışa girmek, selâmete kavuşmak. 3. İbadette tam samimi olmak, ihlas ile hareket etmek.
20 – Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki:
“Ben yüzümü, özümü Allah’a teslim ettim. Bana bağlı olanlar da O’na teslim oldular.”
O Ehl-i kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere) de ki: “Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?”
Eğer hakka teslim olup İslâma girerlerse doğru yolu bulmuş olurlar.
Yok, eğer yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla görür.
Bu âyet, Kur’ân’ın bütün insanlığa hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir. Zira buradaki tasnifin dışında insan topluluğu yoktur. Ehl-i kitap: Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal semâvi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi kitapsız dinlere mensup olanlardır. Ayırım Arap – Arap olmayan tarzında değil, böyle pek kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır.
21 – Allah’ın âyetlerini inkâr edenleri, nâhak yere peygamberleri öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir ceza ile müjdele!
23 – Baksana o kendilerine kitaptan bir pay verilenlere!
Aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına dâvet ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüzçevirerek dönüp gidiyorlar.
Burada şu hâdiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden, soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi. Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri gerekiyordu. Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif bir ceza verir düşüncesiyle dâvayı Hz. Peygamber (a.s.)’a getirince o da recim hükmünü verdi. Kabul etmeyip “Bize göre cezaları yüzlerine kara çalıp dolaştırmaktır” dediler. Hz. Peygamber Tevrat’ı getirip okumalarını istedi. Gerçek ortaya çıkınca Tevrat’a göre recmedildiler.
28 – Müminler, müminleri bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler.
Kim böyle yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur.
Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!
Allah sizi, kendisine isyan etmekten sakındırır.
Dönüş yalnız Allah’adır.
Velî: Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına gelir. Yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak, müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir. Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların aleyhine olmamak şartıyla, kâfirlerle anlaşma imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği yapmalarına mani değildir.
29 – De ki: “İçinizdekini gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah onu bilir.
Bütün göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye kadirdir.” {KM, Vahiy 2,23}
30 – Gün gelecek, her kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak.
Yaptığı kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek.
Allah sizi, Zatına karşı gelmekten sakındırır.
Doğrusu Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.
31 – Ey Resûlüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir).
Allah’ı sevmek, insanın yaratılışının en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslâm’ın insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek gayedir. Bu âyet şu kesin kıyası içeriyor: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullaha uyacaksınız. Ona uyulmazsa demek ki Allah’ı sevmiyorsunuz” Bunun zıddı şudur: “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem. O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem” demektir ki, bu da: “Ben, kendimden başka hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek istemem” demektir.
Bu kâinatı kudret, kemâl ve cemâlinin tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah, elbette onlardan bir teşekkür bekler. Elbette, insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel bir örnek yapar. Böylece ondaki güzelliklerin, öbür insanlara da yansımasını ister.
32 – De ki: “Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz.
Şayet yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” [3,132; 8,1.20.46; 58,13] {KM, Luka 10,16}
33-34 – Gerçek şu ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesi ile İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır.
Allah semî’dir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel tarzda bilir). [2,47; 66,12] {KM, Çıkış 2,1; 6,20; 15,20}
Bu ailelerden maksat, onların neslinden gelen peygamberlerdir.
Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup olan kimseler, “âile, hanedan” demektir. Âl-i İbrâhim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m) dır. İmran ise: Hz. Îsâ’nın anne tarafından dedesi, yani Hz. Meryem’in babasıdır.
36 – Derken onu doğurunca da: “Ya Rabbî, dedi, ben bir kız doğurdum.
-Zaten Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu-, erkek evlat, elbette kız gibi değildir.
Ben onun adını Meryem koydum. Onu da, onun neslinden gelecekleri de o mel’un şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum.”
37 – Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi.
Onu Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi.
Zekeriyya onun yanına Mâbede ne zaman girse beraberinde yiyecekler bulurdu.
“Meryem! Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!” deyince de o: “Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak ki Allah dilediğine sayısız rızıklar verir.” derdi.
Mâbed: Âyette mihrab diye geçer. Mâbedin ön tarafında ibadet esnasında imamın durduğu yere denir. Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir. Burada maksat, mâbedde merdivenle çıkılan bir mahfel olmalıdır. Hz. Meryem’e rızık geldiğini bildiren bu âyet, kerâmetin hak olduğuna delil teşkil etmektedir.
39 – Zekeriyya mihrabta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber olacak olan Yahya’yı müjdeler” dediler. [3,45; 4,171]
Müfessirlerin ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz. Îsâ (a.s.) dır. Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı için böyle denilmiştir. Bununla beraber başka yorumlar da vardır.
40 – O: “Ya Rabbî, dedi, nasıl benim çocuğum olabilir ki ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım ise kısır hale gelmiştir?”
Allah: “Böyle de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu.
42 – Hani Melekler dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün kadınlara üstün kıldı. [7,144] {KM, Hakimler 5,24. Luka 1,42.28}
Onun devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir.
45 – Gün geldi, melekler ona: “Meryem! Allah, Kendisi tarafından bir kelime vereceğini sana müjdeliyor.
Adı Îsâ, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur.
Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah’a en yakın kullardan olacaktır. {KM, Luka 1,26-38; Matta 1,16; Yuhanna 1,41}
Ağızdan çıkan mânalı bir ses veya kitapta yazılı mânalı yazı kelime olduğu gibi, âleme bakıldığı zaman, bakışta seçkinleşen ve gözden gönüle geçip duygu tesiri altında az çok bir mâna telkin eden varlıklar ve görünen yaratıklar da birer kelimedirler ki Hz. Îsâ (a.s.) bunlardan biri idi ve Meryem’e böyle bir te’sir ile gelmişti. Îsâ, Allah’tan bir kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir. Allah’tan bir kelimeye, “Allah’ın bir kelimesi” denebilirse de “Allah” denemez.
47 – Meryem: “Ya Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde nasıl olur da çocuğum olabilir?” deyince, Allah şöyle buyurdu:
“Öyle de olsa, Allah dilediğini yaratır; Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sadece “ol” der, o da derhal oluverir.” [2,117; 3,59; 19,35] {KM, Luka 1,34}
48-49 – (Melekler Hz. Îsâ hakkında Meryem ile konuşurken onun şu sıfatlarını da ilave ettiler:)
“Allah ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncîl’i öğretecektir.
Onu İsrailoğullarına resul olarak gönderecek, o da onlara şöyle diyecektir: “Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle gönderildim:
Ben size çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapar içine üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen kuş oluverir.
Keza ben anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı da bilirim.
Eğer inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için alacak dersler vardır. [5,110] {KM, Markos 7,32-35; Matta 15,30; 8,1-3; Luka 17,12-14}
Burada kitab, “kitabet, yazı yazmak” anlamında masdardır. Demek ki Hz. Îsâ yazı yazmasını bilir bir bilgin idi.
50 – Keza ben, benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek ve size (Mûsâ Şerîatinde) haram kılınan bazı şeyleri mübah kılmak için geldim.
Doğrusu ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim.
Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.” [43,63] {KM, Matta 5,17; 15,20}
Hz. Mûsâ (a.s.) dan sonra gelen Benî İsrail peygamberleri, esas itibariyle onun şeriatını uygularlar. Ancak tâli meselelerde, zamanın ihtiyaçlarını gözönünde bulundururlardı. Hz. Îsâ da böyle yapmıştı.
51 – Şüphe yok ki Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız O’na ibadet edin. İşte doğru yol budur. {KM, Yuhanna 20,17; 4,23-24}
52 – Ne zaman ki Îsâ onların inkârlarında ısrar ettiklerini hissetti, “Allah’a giden yolda bana yardım edecek kim var?” dedi.
Havâriler: “Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz Allah’a iman ettik. Ey Îsâ, bizim müslüman olup Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol!” [5, 111-112; 61,14] {KM, Yuhanna 6,66-71}
Havâri: İnsanın en seçkin, en has dostu, yardımcısı mânasına gelir.
54 – Öbürleri ise hileler yaptılar, komplolar hazırladılar.
Allah da onların hilelerini, komplolarını boşa çıkardı.
Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür. [8,30; 13,42; 27,50; 86,16]
55 – O zaman Allah şöyle buyurmuştu: “Îsâ! seni öldürecek olan, onlar değil Benim.
Seni Kendi nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp temize çıkaracak ve sana tâbi olanları ta kıyamete kadar kâfirlere üstün kılacak olan da Benim.
Sonra hepinizin dönüşü Bana olacak.
Ben de aranızda ihtilaf ettiğiniz konularda hükmümü vereceğim. [4,158; 19,56-57]
57 – İman edip makbul ve güzel işler yapanların ise mükâfatlarını tam tamına ödeyecektir. Allah zalimleri sevmez.
59 – Allah yanında Îsâ’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir.
Allah Âdem’i topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal oluverdi.
61 – Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsâ hakkında tartışmaya girerse de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.”
Bu âyete “mübahele” âyeti denir. Mübahele: “Hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek” demektir. Hicri 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medineye gelip tartışmıştı. Delilden anlamamaları karşısında Hz. Peygamber (a.s.) mübaheleyi teklif edince, düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde baktılar ki O Hüseyin’i kucağına almış, Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua edince siz de “âmin” dersiniz diyor. Hey’et başkanı mübaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara, kendilerine verilen hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname yazdı.
62 – İşte sözün doğrusu budur.
Yoksa Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
Allah hiç şüphesiz azîzdir, hakîmdir. (Mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
63 – Eğer yüz çevirirlerse, muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyle bilir.
64 – De ki: “Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım:
“Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim.
O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah’ın yanında rab edinmesin.”
Eğer bu dâveti reddederlerse: “Bizim, Allah’ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun” deyin.
Bu dâvet, Kur’ân’ın, Hıristiyanlar başta olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır. Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli vicdanların temelli bir vicdanda, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri ve İslâm’ın insanlık âlemine ne kadar geniş, ne kadar açık bir hidâyet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği görülmektedir.
66 – Haydi diyelim ki az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz.
Peki, ne diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz?
Hâlbuki işin doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.
68 – İnsanlar içinde İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir.
Allah müminlerin dostudur.
70 – Ey Ehl-i kitap! Siz de yanınızdaki kitaplarda doğruluğuna tanık olup dururken, Allah’ın âyetlerini ne diye inkâr ediyorsunuz?
73- Ey Resûlüm, de ki: Doğru yol, Allah’ın yoludur”
Yine onlar kendi aralarında: “Size verilen vahyin, başkalarına da verildiğine
Veya Rabbinizin huzurunda müslümanların karşı delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın” derler.
De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder.
Allah Vâsi ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [57,29]
74 – Rahmetini, nübüvvetini dilediği kuluna has kılar. Allah büyük lütuf ve inâyet sahibidir.”
75 – Ehl-i Kitaptan öylesi vardır ki kendisine yüklerle altın emanet bıraksan onları sana öder.
Ama öylesi de vardır ki, bir altın bile versen başında dikilip durmadıkça onu sana geri vermez.
Bunun sebebi, onların: “Ümmîler hakkında ne yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız.” demeleridir.
Onlar bile bile, Allah hakkında yalan uydururlar. [3,14]
“Ümmîler” kelimesi ile onlar burada, Yahudi olmayan ve kendi çevrelerinde bulunan “Araplar”ı kasdediyorlardı.
76 – Hakikat öyle değil, kim ahdini yerine getirir ve haramlardan sakınırsa, bilsin ki Allah da o sakınanları sever.
77 – Önemsiz bir menfaat karşılığında,
Allah’a verdikleri ahdi ve yeminlerini bozanların âhirette hiçbir nasipleri yoktur.
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak.
Onların yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.
Onların hakkı çok acı bir azaptır.
78 – Ehl-i kitaptan bir kısmı da, aslında kitaptan olmadığı halde,
Sizin kitaptan zannetmeniz için,
Okurken ağızlarını dillerini eğip bükerler (bazı kelimelerin telaffuzunu değiştirirler).
Bir şeyler söyleyip “Bu Allah tarafındandır” derler. Halbuki o, Allah tarafından değildir.
Bile bile Allah adına yalan uydururlar. [2,75]
79 – Allah’ın kendisine kitap, hüküm, nübüvvet verdiği hiçbir insanın kalkıp da halka: “Allah’ın yanısıra bana da kul olun” deme yetkisi yoktur.
Lâkin o insanlara: “Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbanî olun” der.
Hüküm: İlim, anlayış gücü, Allah’ın hükmünü infaz etme yetkisi;
Rabbânî: Fakih, âlim, muallim, eğitimci, ilmi ile âmil olan kimse demektir.
81 – Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden
“size kitap ve hikmet vermemden sonra,
Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız” diye söz almıştır.
Allah: “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza aldınız mı?” dediğinde onlar: “Kabul ettik” diye kesin söz verince,
Allah Teâla: “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu. [33,7; 7,172]
Yüce Allah bu mîsakı vahy ile almıştır. O, gönderdiği her peygambere, Hz. Muhammed (a.s.) ın vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır. Ayrıca onların da kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir. “Sonra size (…) peygamber geldiğinde” hitabının asıl muhatapları Hz. Peygamberin çağdaşı olan Ehl-i kitaptır.
83 – Göklerde ve yerde bulunan kim varsa, gerek isteyerek, gerek istemeyerek Allah’a itaat ederken,
Hepsi döndürülüp O’na götürülürken,
Onlar kalkıp Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?
84 – De ki: “Biz Allah’a iman ettik.
Bize indirilen vahye, İbrâhim’e, İsmâil’e İshak’a, Yâkub’a ve torunlarına indirilen
keza Mûsâ’ya, Îsâ’ya, hasılı bütün peygamberlere Rableri tarafından verilen vahiylere de iman ettik.
(Peygamberlikleri noktasında) onlar arasında hiçbir ayrım yapmayız ve biz yalnız Allah’a teslim oluruz. [2,136]
86 – Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, imanlarından sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete erdirir mi?
Yok, yok! Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz, emellerine kavuşturmaz.
Zalimler, iradeleriyle küfrü tercih ettikleri müddetçe, Allah onlara hidâyet vermez. Yahut “Onlar kâfir olarak ölürlerse Allah onları, cennete giden yola koymaz” demektir (Nesefi)
87 – Böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.
89 – Ancak daha sonra tövbe edip nefislerini ıslah edenler, bu hükmün dışındadır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
92 – Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça “fazilet” mertebesine ulaşamazsınız.
Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.
Birr: “fazilet, iyilik, hayır” demektir. Bu vasfı haiz olan kimseye berr (çoğulu: ebrar) denir. Müminin ibadetinin özünde Allah sevgisi olup O’nun rızasını her şeyden üstün tutmalıdır. Ebrar defterine kaydedilmek için, kişinin sevdiği şeyleri Allah yolunda harcaması gerekir. Yoksa takvâ, bazı şeklî tarafları tamamlamakla elde edilmez.
94 – Artık kim bundan sonra Allah adına yalan söylerse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir.
95 – Sen: “Sadakallah: Allah sözün doğrusunu söyledi.” de. Haydi, bakalım Allah’ı bir tanıyarak İbrâhimin dinine uyun. Pek iyi bilirsiniz ki o, asla müşriklerden olmamıştı.
97 – Orada apaçık alametler ve deliller, İbrâhimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur.
Ziyarete gücü yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.
Nankörlük edip bu hakkı tanımayana Allah’ın hiçbir ihtiyacı yoktur, o bütün âlemlerden müstağnidir. [29,67; 106,3-4]
Kâbede karşılaşılan birçok işaret ve makbuliyet delili vardır. Verimsiz bir yerde olmasına rağmen, orada rızık sıkıntısı çekilmemesi, her taraftan ziyaretçi gelmesi, bütün Arap yarımadasında 2500 yıl kadar öncesinden beri etrafta anarşi sürerken yılda dört ay Kâbe ve çevresinde tam güvenliğin hakim olması, M.S. 571 yılında Kâbeyi yıkmaya gelen Ebrehe ordusunun perişan olması gibi mûcizevi durumlar hatırlatılıyor.
98 – De ki: Ey Ehl-i Kitap, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Halbuki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. {KM, Yeremya 29,23}
99 – De ki: Ey Ehl-i Kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde, niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
101 – Sizler nasıl küfre dönebilirsiniz ki önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda Allah’ın resulü bulunuyor?
Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru yola konulmuştur. [57,8-9]
102 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının.
Ona lâyık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.
103 – Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.
Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz.
Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.
Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz. [8,63]
İslâm’dan önce Arabistanda insan hayatının hiç değeri kalmamıştı. En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının, kan dâvalarının sonu gelmiyordu. Meselâ Medinedeki Evs ve Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler. İslâm sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.
107 – Yüzü ak olanlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Hem de orada ebedi kalacaklardır.
108 – İşte bunlar Allah’ın âyetleridir ki onları sana hakkı gerçekleştirmen için Biz okuyoruz.
Çünkü şu kesindir ki Allah insanlara zulmetmek istemez.
109 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır, ve bütün işler sonunda O’na raci olur, bütün işleri O hükme bağlar.
110 – Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz:
İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.
Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu.
İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır. [2,143]
Hz. Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. İyilik diye çevirdiğimiz ma’ruf: İslâm’ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı şeydir. Kötülük, yani münker ise: İslâm’ın ve aklın gayri meşrû, kötü saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.
112 – Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna,
onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.
Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.
Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve nahak yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur.
Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.
Yani: Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından kazanılmış değil, başkalarının yardımı sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah’ın hükmüne göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar.
113 – Ehl-i kitabın hepsi bir değildir.
Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki,
Gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar. {KM, Mezmurlar 42,9; 77,3; 134,2. Resullerin işleri 16,25}
114 – Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar.
İşte onlar salihlerdendirler. [3,110]
115 – Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır.
Allah günahlardan korunan takvâ ehlini pek iyi bilir.
116 – Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz.
Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.
117 – O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu,
Kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden
Ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgarın durumuna benzer.
Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Hak dini inkâr eden akımlar değişik de olsalar, batıl olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya – âhiret dengesi üzerinde duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.
119 – İşte siz o kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz,
Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.
Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.
De ki: “Geberin kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.
120 – Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır.
Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.
Şayet siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.
Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.
121 – Hani bir vakit, ey resulüm, sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın.
Allah, semî ve alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).
Buradan itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar, müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine’ye saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi ki Hz. Peygamber (a.s.)ın talimatını unutma ve ganimet peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar yetmiş kadar şehid verdiler. Gâlibiyet ortada kaldı. Allah’ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.
122 – Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Hâlbuki müminlere düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmeleridir.
Bunlar Beni Seleme ile Beni Hârise olup münafıkların başkanı İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz. Peygamber’in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için, gönülsüz olarak Uhud’a çıkmıştı.
123 – Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, Bedir’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti.
O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.
Bedir, Medine’nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km, uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî 2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.
126 – Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı.
Nusret ve zafer, ancak (mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4; 3,160]
129 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.
O dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
130 – Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız. [2,275]
Cahiliye döneminde faizli borçlar vâdesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir. (Bkz. 2,275-276, 278)
132 – Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamete nail olasınız.
134 – O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar,
Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler.
Allah da böyle iyi davrananları sever.
135 – O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler.
Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?
Bir de onlar bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. [9,104; 4,110]
140-141 – Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı.
İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri meydana çıkarması,
Sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz.
Allah zalimleri sevmez.
142 – Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırd edip meydana çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? [2,214; 29,2]
144 – Muhammed, sadece resuldür, elçidir.
Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse,
Siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?
Kim geri döner, dinden çıkarsa, bilsin ki Allah’a asla zarar veremez.
Ama Allah hidâyetin kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandıracaktır. [33,40; 57,2; 58,29; 61,6]
Bu âyet Uhud savaşında münâfıkların yıkıcı dedikodularına cevap mahiyetindedir. Savaşta Hz. Peygamber (a.s.) ın öldürüldüğü haberi yayılınca müminler üzüldü, münâfıklar ise çeşitli planlar, dinden dönme vs. düşüncelerine girdiler. Cenab-ı Allah ebedi dâvanın fanî şahıslar üzerine bina edilmediğini hatırlatmak üzere böyle buyurmuştur.
Hz. Peygamber (a.s.) ın vefat ettiği gün, o müthiş üzüntü sırasında Hz. Ebû Bekir (r.a) mescide gelerek ashaba şöyle hitap etti: “Bakın! Kim Muhammede tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez” deyip peşinden bu âyeti okuyunca, ashab bu âyeti âdeta tamamen unutmuş olduklarını hayretle görmüşlerdi.
145 – Allah izin vermedikçe hiç bir kişi ölemez.
Bu, belli bir vakte bağlanmış, takdir edilmiştir.
Her kim dünya mükâfatını isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.
Kim âhiret mükâfatı isterse ona da bundan veririz.
Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz. [35,11; 6,2; 42,20; 17,18-19]
146 – Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber
Kendisini Allah’a adamış birçok rabbanîler savaştı.
Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar,
Zayıflık göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler.
Allah böyle sabırlı insanları sever.
148 – Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de o güzelim âhiret mükâfatını verdi.
Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananları sever.
150 – Bilakis sizin mevlânız Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.
151 – O kâfirler, Allah’ın, tanrılıklarını kabul ettiğine dair hiç bir delil indirmediği bir takım nesneleri Allah’a ortak saydıkları için,
Onların kalplerine korku salacağız.
Onların gidecekleri yer cehennemdir.
Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!
152 – Allah size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi:
O’nun izni ile o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz.
Allah’ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi
Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz.
O esnada kiminiz dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını.
Sonra Allah sizi denemek için, onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız.
Bununla beraber sizin kusurlarınızı bağışladı da!
Zaten Allah müminlere bol lütuf ve inayet sahibidir.
Okçuların Hz. Peygamberin talimatını unutarak yerlerinden ayrılmalarındaki hataya işaret edilmektedir.
153 – O vakit siz savaş meydanından hızla uzaklaşıyor,
Dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz.
Peygamber ise peşinizden sizi çağırıp duruyordu.
Bunun üzerine Allah, keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı.
Allah’ın sizi affetmesi, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelen felakete esef etmemeniz içindir.
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
154 – Sonra o kederin peşinden üzerinize bir güven duygusu indirdi.
Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hali verdi.
Bir kısmınız ise can derdine düşmüş,
Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar:
“Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı.
De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır”
Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları birşeyler saklıyor ve kendi aralarında:
“Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik” diyorlardı.
De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.
Allah, sizin içinizde olanı sınamak
Ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp
Pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi.
Allah sinelerin özünü dahi bilir. [48,12]
Bazı münâfıklar, müslümanlarla birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.
155 – İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya!
İşte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti.
Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, galimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).
156 – Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında:
“Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.
Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı.
Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
157 – Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz,
Bilin ki Allah tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları mallardan daha hayırlıdır.
158 – Sizler ölseniz de, öldürülseniz de, sonunda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.
159 – İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.
Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.
Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile,
Ve işleri onlarla müşavere et.
Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever. [9,128]
Bu âyet istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hz. Peygamber (a.s.) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp danıştı. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medinede kalarak savunma savaşı yapılmalıydı. Karşı görüş taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhuda çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki danışmada büyük bir hayır ve bereket vardır.
160 – Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse olamaz.
Şayet o sizi yardımsız bırakırsa, artık O’ndan sonra kim size yardım edebilir ki?
Öyleyse müminler yalnız Allah’a güvenmelidirler.
162 – Allah’ın rıza yolunu tutmuş, o yolda koşan kimse, hiç Allah’ın hışmına uğrayan ve son durağı cehennem olan kimse gibi olur mu? Ne kötü bir yerdir o cehennem! [13,19; 28,61]
163 – Rıza yolunu tutanlar Allah’ın huzurunda derece derecedirler. Allah insanların yaptığı herşeyi görür.
164 – Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,
Onları her türlü kötülüklerden arındırması, Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler. [2,129.151; 16,72; 41,6; 25,20; 12, 109]
165 – Hal böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince: “Bu nereden geldi?” mi diyorsunuz?
De ki: “Bu felaket sizin yüzünüzdendir” Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.
Uhud’da müslümanlar yetmiş şehit verdiler. Oysa Bedir’de müşrikler 70 ölü, 70 de esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı, müslümanlarınkinin iki misli olmuştu.
166-167 – İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musîbet Allah’ın izniyle olmuştu.
Bu da O’nun müminleri ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması için idi.
O münafıklara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın size ve ailelerinize saldırmasını önleyin” denildiğinde:
“Biz savaş olacağını bilseydik size katılırdık” dediler.
Doğrusu o gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar, ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pek iyi bilir.
Kureyş ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı öncesinde Hz. Peygamber, ashabı ile istişare etti. Şahsî görüşü, şehir dışına çıkmaksızın savunma yapmaktı. İbn Übeyy de bu görüşte idi. Gençler meydan savaşı isteyip ağır basınca, Hz. Peygamber de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsî fikrini bahane ederek, İbn Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp Medineye döndüler. Müslümanlar yediyüz kişi olarak Medineyi savunmada yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması gereken Yahudiler de, Cumartesine rastlamasını bahane ederek katılmadılar. İbn Übeyy grubuna: “Ahdiniz gereği, gelin Medineyi beraberce savunalım” denilince onlar: “Savaş olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağınızı bilseydik biz de sizinle savaşırdık!” diyerek çekip gittiler.
Münafıklar bu sözleriyle şunu da kasdetmiş olabilirler: “Harp işinde mahir olanlar, sizin yaptığınıza “savaş” demezler. Sizin yaptığınız, kendinizi tehlikeye atmaktır” (Nesefî).
169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. [2,154]
170 – Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere, “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair de müjde vermek isterler.
Hz. Peygamber (a.s.), Uhud şehitlerinin ruhlarının, yeşil kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder ve sonunda: “Keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilse de cihattan çekinmeselerdi” demelerine karşılık, Cenab’ı Allah’ın “Sizden taraf Ben onlara bunu tebliğ ederim” buyurup bu âyeti gönderdiğini bildirir.
171 – Onlar Allah’ın nimeti ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.
172 – Hele o yara aldıktan sonra Allah’ın ve resulünün çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takvâ sahiplerine pek büyük mükâfatlar vardır.
Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir miktar yol aldıktan sonra, müslümanları yerle bir etme fırsatı ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp konseyi topladılar. Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hz. Peygamber de bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un ertesi günü “Kureyşi kovalayalım!” emrini verdi. Müminler bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular ve Medine’den 15 km. kadar uzakta olan Hamra’ul-esed’e kadar gidip düşmâna göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi. Müslümanlar da bir nevi rövanş alarak maneviyatlarını kazandılar. Ayrılırken Ebû Süfyan: “Ertesi sene Küçük Bedir pazarında karşılaşalım” diye söz verdi.
173 – Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir. [6,102; 11,12; 39,62]
174 – Sonra da kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan,
Allah’tan bir âfiyet, selâmet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular.
Allah çok büyük lütuf ve inâyet sahibidir.
176 – İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler.
Allah onlara âhirette nasip vermemek istiyor. Onlara büyük bir azap vardır.
177 – İmana bedel inkârı tercih edenler Allah’ın dînine hiç bir zarar veremezler ve onlar için gayet acı bir azap vardır.
179 – Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır.
Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir.
Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar).
O halde Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır. [72,26-27]
180 – Allah’ın kendilerine lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar, sakın bu hali kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır! Bu, onların hakkında şerdir.
Cimrilik edip vermedikleri malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.
Kaldı ki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.
Mal mülk sahipleri, mallarını bırakacak, toprağa yalnız gireceklerdir. Mal mülk asıl sahibine dönecektir.
181 – “Allah fakirdir biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama Biz onların dedikleri bu sözü
Ve peygamberleri nâhak yere öldürmelerini yazacağız
Ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz. [2,245]
182 – İşte bu sizin ellerinizle işlediğiniz günahların karşılığıdır. Çünkü Allah kullarına haksızlık edecek değildir. [2,95]
183 – Onlar dediler ki: “Allah, ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.”
Onlara cevaben de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mûcizelerin) yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki sözünüzde samimî iseniz, onları niçin öldürdünüz?” [5,27; 2,91] {KM, Levililer 9,23-24; I Kırallar 18,38}
Bu, o Yahudiler tarafından Allah’a iftiradır Tevrat’ta yakılmış kurbanlardan bahsedilmekle beraber (Hakimler, 6,20-21; Levililer 9,24; II Tarihler 7,1-2) bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân itirazlarını ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım: Bu şartınıza uyan Peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela İlyas (a.s.) a yaptıkları: I Krallar, 18 ve 19)
187 – Vaktiyle Allah Ehl-i kitaptan “Kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız,
Onu asla gizlemeyeceksiniz” diye teminat almıştı.
Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler, onu az bir bahaya sattılar.
Bakın ne kötü bir alışveriş!
189 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır ve Allah herşeye kadirdir.
Allah Teâla kullarını; gökleri ve yeri, zaman ve mekânı dolduran kudret, san’at, hikmet harikası sayısız eserlerini tefekküre ve bu şuurla olan ibadete yöneltiyor. Hz. Peygamber bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!”
191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak,
Gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder,
Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:
“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın.
Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz.
Sen bizi o ateş azabından koru!” [4,103; 38, 27] {KM, Tesniye 6,7; 11,19}
195 – Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu:
“Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.
Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin,
Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların,
Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin,
Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel mükâfatlar Allah’ın yanındadır. [2,186; 60,1; 85,8]
198 – Lâkin Rabbine karşı gelmekten sakınanlara
Allah tarafından bir ikram olarak
İçinden ırmaklar akan cennetler var. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Allah’ın yanında olan mükâfatlar, elbette o hayırlı ve iyi insanlar için daha hayırlıdır.
199 – Ehl-i kitap içinde, Allah’a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır elbet.
Onlar Allah’ın âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar.
İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır.
Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür. [28,52-54; 2,121; 7,159; 3,113]
200 – Ey iman edenler! Sabredin, Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun Ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulup başarıya eresiniz.
Allah Teâla bu âyette felah (başarı) sırrını özetlemiştir. 1.Sabır (musîbete karşı sabır, taate devamda sabır ve günahlardan uzak durmada sabır). 2.Sabır yarışında düşmanları geçmek. 3.Cihad için devamlı uyanıklık (cemaatle namaz vesilesiyle birbirine bağlanma, Allah’ın dinini koruma ve yayma konusunda daimî gayret, uyanıklık ve İslâm hudutlarını korumada nöbet tutma.) 4.Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmak.
Nisa-1 – Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.
Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.
Bütün insanlığın aynı baba ve annede birleşen bir tek aile oluşturduğunu, dolayısıyla insanların bu hukuka uygun davranmaları gerektiğini bildiren bu ilk âyet, sûrenin konuları için en mükemmel bir giriş durumundadır.
5 – Allah’ın sizin maişetinizin başlıca vesilesi kıldığı mallarınızı, aklı ermeyen kimselerin ellerine vermeyin. Bu malları işleterek elde edeceğiniz gelirle onların ihtiyaçlarını sağlayın, giyeceklerini temin edin ve onlara tatlı sözler söyleyin, güzel tavsiyelerde bulunun.
6 – Yetimleri evlenme çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Akılca olgunlaştıklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyünce ellerine alacakları düşüncesiyle o malları israfla tüketmeyin. İhtiyacı olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meşrû sûrette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın. Onlara mallarını teslim ettiğinizde bunu şahitlerle tesbit ettirin. Allah hesab sorandır ve O’nun hesap sorması kâfidir.
9 – Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde, onların halleri nice olur diye endişe edenler, yetimlere haksızlık etmekten de öylece korksunlar da Allah’ın cezalandırmasından sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
11 – Miras konusunda, Allah çocuklarınız hakkında şöyle emreder: Erkeğin hakkı, kadının hissesinin iki mislidir. Şayet kadınların sayısı ikiden fazla ise onlar terikenin üçte ikisini alırlar. Eğer kız evlat tek ise terikenin yarısını alır.
Ana babaya gelince, ölenin çocuğu varsa, onun terikesinden her birine altıda bir hisse vardır. Eğer çocuğu yoksa ve kendisine ana babası varis oluyorsa annesine üçte bir hisse vardır.
Şayet ölenin kardeşleri varsa, ölenin yaptığı vasiyetin ifasından ve borcunun ödenmesinden sonra annenin hissesi altıda birdir.
Ana babanız ile evlatlarınızdan hangisinin size daha faydalı olacağını siz bilemezsiniz. Bunlar Allah’ın koyduğu farzlardır. Allah muhakkak ki alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir).
Mirasta erkek evlat, kızın iki mislini alır. Zira İslâma göre erkek ailesini geçindirmekle yükümlüdür. Kadının böyle bir görevi yoktur. Kadının yükü kocasına ait iken, koca ailesini, çocuklarını, duruma göre anne ve babasının nafakasını yüklenmek zorundadır. Dolayısıyla bu hüküm tam adalettir.
12 – Eşlerinizin çocukları yoksa terikelerinin yarısı siz kocalarındır.
Eğer çocukları varsa dörtte biri size aittir. Bütün bunlar, yaptığı vasiyetin ve üzerindeki borcun ifasından sonradır.
Sizin de çocuğunuz yoksa terikenizin dörtte biri eşlerinizindir.
Eğer çocuğunuz varsa terikenizin sekizde biri onlara aittir.
Bunlar da yapacağınız vasiyetin ve borcunuzun ödenmesinden sonradır.
Eğer miras bırakan erkek veya kadın, çocuğu ve ana babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi de bulunursa, bunlardan her birinin hissesi altıda birdir.
Şayet onların sayısı daha fazla ise, o takdirde onlar üçte bir hisseye ortak olurlar.
Bu da yapılan vasiyet ve borcun ödenmesinden sonradır.
Bütün bunlar, varisler zarara uğratılmaksızın yapılacaktır.
Bu, Allah tarafından size bir buyruktur. Allah alîm ve halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, cezalandırmada aceleci değildir).
13 – İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere ebedî kalmak üzere yerleştirir. İşte en büyük başarı da budur.
14 – Kim de Allah’a ve resulüne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa,
Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azab vardır.
15 – Zina eden kadınlarınız hakkında dört şahit isteyin. Eğer dört kişi şahitlik ederlerse, ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah kendilerine bir yol gösterinceye kadar onları evlerde alıkoyun. [24,2] {KM, Tesniye 22,21; Levililer 19,20; 20,10.14; 21,9; Yuhanna 8,5}
16 – Sizden bir çift fuhuş yaparsa onlara eziyet edin. Eğer tövbe edip hallerini ıslah ederlerse onları cezalandırmaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tevvab ve rahîmdir: (tövbeleri kabul eder ve çok merhametlidir). [17,32; 23,7]
a-Zina cezası olarak Kur’ânda ilk gelen hüküm bu âyetle bildirilen azarlama, bir iki pataklama kabilinden rahatsız etmedir. b-İkinci olarak, bu sûrenin 15. âyeti gelip zinakâr kadını evde hapsetme hükmünü getirmiştir. c-Son olarak ise 24,2 ile gelen yüz değnek cezasıdır. Bu bekârların cezası olup evli zinakârlar recmedilirler. Bazı alimlere göre, bu 16.âyet livata yapan erkeklere ait olup, onlara verilecek tâzir cezasını bildirmektedir.
17 – Allah’ın kabulünü vaad buyurduğu tövbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle işleyip, sonra da çabucak vazgeçerek günahtan dönüş yapacak olanların tövbesidir. İşte Allah’ın, tövbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah alîm ve hakîmdir (herkesin içini dışını hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
19 – Ey iman edenler! Kadınları zorla miras olarak almanız helâl olmaz. Çok belli bir fuhuş işlemedikçe onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını ele geçirmek için onları sıkıştırmanız da size helâl değildir.
Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. [2,228] {KM, Tesniye 5,10}
Cahiliyede ölen bir erkeğin en yakın vârisi onun eşinin üstüne bir bez parçası atınca, onu kendi yönetimi altına geçirmiş olurdu. Sonra ister mehir vermeksizin onu nikâhına alır, ister diğer bir erkeğe nikâhlayıp mehrini kendisi alır, isterse böyle yapmayıp evinde âdeta hapsedip malına el koyardı. Âyet bu âdeti kaldırmaktadır.
Âyetin son kısmı, aile kurumunu ayakta tutmak için çok önemli bir prensip koymaktadır. Evliliğin başında kişinin eşinin, gerek güzellik, gerek ahlâk bakımından eksikleri olabilir. İyi yönlerini ortaya koymasına fırsat vermeden, sohbet ve ünsiyette bulunmadan, boşamaya girişmek doğru değildir.
23 – Ey mümin erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz,
Halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları,
Sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz,
Kayınvalideleriniz, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız.
Fakat zifafa girmediğiniz eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda beis yoktur.
Keza öz oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kızkardeşi nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı.
Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [33,4] {KM, Levililer 18,7-18; Tekvin 29,16-30}
Süt anne ve kardeşlerinde de, nesep (soy) yönünden olan mahremliğin cari olduğu âyette vurgulanmaktadır.
24 – Kocası olan kadınlarla da evlenmeniz haramdır, ancak harp esiri olarak eliniz altında bulunan cariyeler bundan müstesnadır. İşte bütün bunlar Allah’ın kesin hükümleridir.
Bu sayılanlardan başkalarını, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla, mal harcayıp mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır.
Dikkat edin: Evlenerek beraberliklerinden yararlandığınız kadınlara, belirlenmiş olan mehirlerini verin, bu bir haktır. Ama belirledikten sonra, aranızda anlaşarak miktarını arttırıp eksiltmenizde size bir vebal yoktur. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir). [4,4-21]
Bazı milletlerde evlenirken kadın erkeğe hatırı sayılır mal veya para (drahoma) verir. Bu, kendisine rağbet edilme sebeplerinden olur. İslâm’da ise kadının malına değil, kendisine önem verilir. Hatta, verilen değerin bir alâmeti olarak kocası ona biri peşin, öbürü evlendikten sonra verilmek üzere iki mehir verir. Nikâh akdi için mehrin mutlaka belirlenmesi gereklidir.
Fakat mehiri belirledikten sonra, eşlerin karşılıklı rızası ile yaptıkları indirimde veya borçtan kurtarmada bir mahzur yoktur.
25 – Sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, eliniz altında olan mümin cariyelerle evlenebilir.
Allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla bilir. Zaten siz müminler hep aynı aileden sayılırsınız.
Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın.
Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin.
Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır. Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir, yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur). [9,60; 24,33]
26 – Allah size helâl ve haramı açıkça bildirmek, size daha önce geçmiş iyi insanların yollarını göstermek ve yuvanıza dönmenizi sağlayıp günahlarınızı bağışlamak ister. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tesniye 22,21.28-29; Levililer 20,10; Yuhanna 8,5}
Âyetteki sünen (yollar) Nisâ sûresinin başından buraya kadar bildirilen emirler, kültürel ve sosyal düzenlemeler ile Bakara sûresinde daha önce bildirilmiş hükümlerdir. Allah bunları isterken, gelecek âyette bildirildiği üzere müşrikler, münâfıklar ve Yahudiler, Kur’ân’ın bu inkılabları hakkında müminleri şüpheye düşürmek ve ölçü dışına çıkarmak isterlerdi.
27 – Evet Allah sizin yuvanıza dönüş yapıp tövbenizi kabul buyurmak istiyorken,
O şehvetlerinin ardına düşenler ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.
28 – Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister, çünkü insan hilkatçe zayıf yaratılmıştır.
Haramlar, insan hürriyetini engelleme gibi görünür. Fakat unutmayalım ki kendi haline bırakılmış nefis, kötülüğe meyleder. Hem insanın ferdî hayatını koruyup iyileştirmek, hem de toplum içindeki diğer insanların hak ve hürriyetlerini, can, mal ve namuslarını korumak için Allah bu sınırlamaları getirmiştir.
29 – Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda meşrû olmayan yollarla yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan bir ticaret yapmanız ise, elbette meşrûdur.
Sakın haram yiyerek, başkasının hakkını gasbederek kendinizi öldürmeyin. Allah size pek merhametlidir.
Âyette: “kendi kendinizi öldürmeyin!” emri: a-”Birbirinizi öldürmeyin!” veya “intihar etmeyin!” demektir. Veya b-“Haksız yere başkalarının mallarını alanlar toplumun nizamının bozulmasına sebeb olurlar; bu kendilerinin de sonunu hazırlayabilir.” anlamına gelebilir.
30 – Kim sınırları aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa Biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allah’a çok kolaydır.
32 – Bir de Allah’ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır. Çalışın da siz daha hayırlı şeyleri Allah’ın fazlından isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir. {KM, Çıkış 20,17}
33 – Ana ve babanın ve diğer akrabaların ölümlerinden sonra bırakacakları her terike için vârisler belirledik.
Yemin akdinin sizi bağladığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah her şeye şahittir.
Cahiliye döneminde müvalat akdi yapılarak mukaveleli mirasçı belirlenirdi. Bazı fakihlere göre bu veraset şekli, mirası akrabaya tahsis eden 8, 75 âyeti ile kaldırılmıştır. Hanefi mezhebine göre muvalat ile veraset devam edebilir. Şöyle ki: Herhangi bir kişi müslüman olur, varisi de bulunmazsa o bir dindaşına: “Tazminat ödemem gerekirse senin benim âkilemden olman, benim de ölümümden sonra sen bana vâris olman üzere müvalat yapalım” diye anlaşma yaparsa, bu akit geçerlidir.
34 – Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar.
Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir.
O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır.
Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.
Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın.
Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır. {KM, I Timote. 11,12; I Korintos. 11,3; Efes. 5,22}
Kocasına itaatsizlikte direten ve onun haklarını korumayan kadına burada sayılan üç işlem uygulanabilir. Eğer bir uyarma kâfi geliyorsa, gerisini yapmak doğru değildir. Dövmeye izin verilse de bu, yüze yapılmamak ve yara bere bırakacak tarzda olmamak şartıyla caizdir. Hz. Peygamber (a.s.) isteksiz olarak, sırf aile nizamını temine vesile olsun diye dövmeye izin vermiştir. Yani, Hz. Peygamber, âyete getirdiği açıklamada, bu dövme işinin son derece sınırlı olduğunu bildiren çok sayıda talimat vermiştir. Bunlardan biri de: “Darben gayre muberrih” yani “şiddetli olmayan, hafifçe” olmasıdır ki, meali Hz. Peygamberin bu tefsirine göre verdik.
35 – Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin.
İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah alîm ve habîrdir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır).
36 – Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi şerik yapmayın.
Anneye, babaya, akrabalara,
Yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara,
Yol arkadaşına, garip ve yolculara,
Elinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, işçi) lere de
Güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez. [17,23; 31,14]
37 – O cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanlara cimriliği tavsiye eden ve Allah’ın lütf-u fazlından kendilerine verdiği nimetleri gizleyen nankörler yok mu? İşte Biz onları zelil ve perişan edecek bir azap hazırladık. [100,6-7; 80,17]
38 – Mallarını halka gösteriş için harcayıp Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen kimseleri de Allah elbette sevmez.
Şeytan kimin arkadaşı olursa, artık o arkadaşların en kötüsüne düşmüş demektir. [2,264; 37,51; 41,25; 43,36; 50,23]
39 – Allah’a ve âhiret gününe inansalar ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği nimetlerden harcasalardı ne zararları olurdu sanki? Allah onları pek iyi bilmektedir.
40 – Şu kesindir ki Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez.
Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile olsa, onu kat kat artırır ve ayrıca Kendi tarafından büyük bir mükâfat verir. [21,47; 31,16] {KM, Mezmur. 62,13; Vahiy 22,12}
42 – İşte o gün dini inkâr edip resûle isyan edenler, yerin dibine girmek, yerle bir olmak isteyecekler.
Onlar hiçbir sözlerini hiçbir kabahatlerini Allah’tan gizleyemezler. [78,40]
43 – Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi hakkıyla bilmedikçe namaza yaklaşmayın.
Yolculuk dışında cünüp iken de gusletmedikçe namaz kılmayın.
Eğer hasta veya yolculukta iseniz, veya tuvaletten gelmiş yahut hanımlarınızla yatmış olur da gusledecek su bulamazsanız,
O vakit temiz toprağa teyemmüm edin, arınmak niyetiyle yüzünüze ve ellerinize meshedin. Muhakkak ki Allah afüv ve gafurdur (af ve mağfireti boldur). [2,219; 5,90-91]
Sarhoş edici içki içmek, nihaî olarak haram kılınmadan önce bu şekilde iyice kısıtlanmıştı. İçenler ancak yatsı namazını kıldıktan sonra içebiliyorlardı. 5,90-91 ile ise mutlak olarak haram kılındı.
Teyemmüm: Su bulunmaz veya hastalık sebebiyle kullanmaya mani bir durum varsa, abdest veya gusül için, mânen temizlenmek niyeti ile, el temiz toprağa vurulup yüz ve kollar meshedilerek gerçekleştirilir. Bu izin, müslümana en azından bir nizama uyma, itaat edeceği bir mercinin huzurunda olma bilinci verir. Kişinin zihninde, kendisini temizleme ve namazın kutsal olduğu fikrini canlı tutar.
45 – Allah düşmanlarınızı pek iyi bilir. İşlerinizi üstlenen bir veli olarak da, bir yardımcı olarak da elbette Allah yeter!
46 – Yahudilerden bir kısmı, bazı sözleri aslî şeklinden ve mânasından saptırır, mesela: “İşittik” (ama isyan ettik), “işit” (hay işitmez olası!), ve râina derler.
Bu sözleri, ağızlarını eğip bükerek güya vaziyeti kurtarmak ve dinle alay etmek için söylerler.
Halbuki onlar sadece “İşittik ve itaat ettik”, “İşit!” unzurnâ (bizi de gözet), deselerdi kendileri için elbet daha hayırlı ve daha dürüst bir iş olurdu.
Fakat Allah, inkârları yüzünden onları rahmetinden kovdu. Artık onlar pek az iman ederler. [2, 75.104; 3,78]
Onlar parantez içindeki sözleri içlerinden veya ancak yanındaki arkadaşı işitecek şekilde sessizce söylüyorlardı. Müminlerin “raina: bizi gözet, bize himmet et” sözlerini de bahane ederek ağızlarını eğip bükerek, İbrânice’de hakaret ifade eden benzer bir lafza dönüştürüyorlardı.
48 – Şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında effeder.
Kim Allah’a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir.
49 – Baksana o kendini temize çıkaranlara! Onların temiz olduklarını iddia etmeleri neye yarar ki?
Ancak Allah dilediğini temize çıkarır ve onlara kıl kadar olsun haksızlık edilmez.
50 – Bak nasıl da Allah adına yalan uydurup Ona iftira ediyorlar! Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla yeter! [3,24; 2,111; 2,134]
52 – İşte onlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir. Allah’ın lânetlediğini de yardım edip kurtaracak kimse bulamazsın.
54 – Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere karşı haset mi ediyorlar? Evet biz Âl-i İbrâhime de kitap ve hikmet verdik, hem de büyük bir hâkimiyet ve mülk verdik.
56 – Âyetlerimizi inkâr edenleri yarın cehenneme sokacağız.
Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar.
Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
58 – Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir (sözlerinizi de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür).
59 – Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resûlüne ve sizden olan ülülemre de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve resulüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. [16,43; 42,10] {KM, Çıkış 18,13-26; Tesniye 17,8; I Kırallar 3,16-28}
Ülülemr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir. Din alimleri, ülke yöneticileri, onların başında gelirler.
Hadis-i şerife göre: “Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi gerekir.”
Bir başka hadis: “Allah’a isyanda (günah olan bir konuda) başkasına itaat haramdır. İtaat ancak meşrû hususlardadır.”
Bir başka hadis: “Sizin başınızda doğru olduğu gibi yanlışı da uygulayan yöneticiler olacaktır. Böyle bir durumda kim yanlış şeylerden nefret ederse sorumluluktan kurtulacaktır.” Bunun üzerine ashabdan bazıları: “Böyle yöneticilere karşı savaşmayacak mıyız?” diye sorunca Hz. Peygamber (a.s.): “Namazı kıldıkları müddetçe, hayır!” diye cevap vermiştir. (Müslim)
61 – Kendilerine “Haydi Allah’ın indirdiği Kur’ân’ın ve resulün hükmüne gelin!” denildiğinde münafıkların senden iyice geri durduklarını görürsün. [31,21; 24,51]
62 – Fakat işlediklerinin cezası olarak başlarına bir musîbet geldiği zaman ne olur?
Onlar hemen sana gelir, yemin billah ederek “Vallahi maksadımız sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaret idi” derler. [2,95; 5,52]
63 – Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pek iyi biliyor.
Onun için sen onlara aldırma, fakat kendilerine öğüt ver ve onlara kendilerine dair, içlerine işleyecek beliğ sözler söyle.
64 – Biz hiç bir peygamberi, Allah’ın izni ile, kendisine itaat olunmaktan başka bir gaye ile göndermedik.
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah’tan af dileseler, sen de resul olarak onların affedilmelerini isteseydin, elbette Allah’ı tövbeleri kabul eden, pek merhametli bulacaklardı. [3,152; 58,12]
69 – Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır.
Bunlar ne güzel arkadaşlar!
70 – Bu, Allah’tan bir lütuftur. Bu lütfa lâyık olanların kadrini Allah’ın bilmesi yeter de artar!
72 – Aranızda öylesi vardır ki, işi ağırdan alır.
Başınıza bir felâket gelirse der ki: “Neyse ki, Allah bana lutfetti de onlarla beraber çıkmadım.”
73 – Ama Allah’tan size nimet ve inayet erişirse -sanki daha önce kendisiyle sizin aranızda hiç tanışıklık yokmuş gibi-
“Ah! n’olurdu, der, ben de onlarla beraber olaydım da büyük ganimete konaydım!”
74 – O halde, dünya hayatına değil, âhirete talip ve müşteri olanlar Allah yolunda savaşsınlar.
Kim Allah yolunda savaşa girer de öldürülüp şehid olur veya galip gelir gazi olursa,
Her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz.
75 – Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan:
“Ey büyük Rabbimiz! Ahalisi zalim olan şu memleketten bizi kurtarıp çıkar. Tarafından bir sahip gönder, katından bir yardımcı yolla!”
diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?
Bu âyet, Mekke’de veya başka bir yerde müslüman olmuş olup da Medine’ye hicret ederek kendilerini işkenceden kurtaramayan müminlerin feryadını dile getiriyor.
76 – İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar.
Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla muharebe edin.
Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.
77 – Baksana o kimselere ki, savaş zamanı değilken kendilerine: “Savaşa sebebiyet vermeyin, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin!” denilmişti.
Sonra onlara savaşma farz kılınınca, onlardan bir kısmı insanlardan, Allah’tan korkarcasına, hatta daha fazla korkup şöyle diyorlar: “Ya Rabbenâ, niçin bize harbi farz kıldın? Bize biraz daha mühlet verseydin ya!”
Onlara de ki: “Dünya zevki pek azdır, âhiret ise günahlardan sakınanlar için sırf hayırdır ve size kıl kadar olsun haksızlık yapılmaz.” [47,20]
78 – “Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.”
Onlara bir iyilik ulaşınca “Bu, Allah’tandır” derler. Bir fenalık gelince “Bu, senin yüzündendir” derler.
De ki: “Hepsi de Allah tarafındandır.”
Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya bir türlü yanaşmıyorlar? [55,26; 3,185; 21,34; 7,131]
Yaratma bakımından hem iyilik, hem fenalık hem hayır, hem şer Allah’tandır. Fakat şerre sebebiyet veren, dâvet eden insan olması itibariyle şer insana izafe edilir.
79 – Ey insan! sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.
Ey resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik. Allah’ın buna şahit olması yeter de artar! [2,124; 7,113; 8,27; 42,30]
80 – Kim resûlullaha itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.
Kim itaattan yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine bekçi göndermedik ki! {KM, Luka 10,16}
81 – Münâfıklar sana “Baş üstüne!” derler.
Fakat yanından çıkınca, onlardan bir güruh gece karanlığında senin söylediklerinin tersine planlar kurarlar.
Allah onların o gizli planlarını bir bir kaydediyor.
Onun için sen yüzlerine vurmaktan vazgeç de Allah’a havale et, Ona tevekkül et. Sana vekil olarak Allah yeter. [24,47; 4,84]
82 – Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi?
Eğer Kur’ân Allah’tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.
Bu gibi yerlerde münâfıkların ve zayıf inançlı kişilerin hataları dile getirilirken, bu yanlışların kaynağının, Hz. Muhammedin Allah’tan gelen bir Elçi olduğunu, Kur’ân’ın Allah Kitabı olduğu konusunda şüpheleri olduğu bildirilir. Allah Teâla onları Kur’ân’ı iyice incelemeye dâvet ediyor. Gerçekten, iyi düşünen insan şu hakikati anlamakta gecikmez: 23 yıl gibi uzun bir dönemde, çok çeşitli durumlar sebebiyle ve son derece farklı konularda yavaş yavaş tamamlanan bir metnin içinde tutarsızlık olmaması mümkün değildir. Bir insan ne kadar akıllı olursa olsun bunu başaramaz. Öyle ise bu kitap ancak Allah’ın eseri olabilir.
83 – Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde doğru olup olmadığını araştırmadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını danışmadan hemen onu yayarlar.
Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.
Eğer Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız hariç hepiniz şeytana uymuş gitmiştiniz.
84 – Artık Allah yolunda cihad et!
Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de buna teşvik et.
Umulur ki Allah kâfirlerin savletini uzaklaştırır. Allah en güçlü ve cezalandırması da en çetin olandır.
85 – Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten kendisine de bir nasip vardır.
Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da kendisine bir pay düşer. Allah her şey üzerinde kadirdir.
86 – Şayet size selam verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selamı alın, en azından verilen selâmın misli ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyle arar.
Bu ve daha başka âyetlerde emredildiği gibi, müslümanların daima insancıl ve nezaketli davranış göstermeleri gerekir. Mesela: Selam veren kimseye, daha candan, daha güzel, en azından onunki kadar güzel karşılık vermelidir. Zira kaba, nazik olmayan davranışlar insanları uzaklaştırır. İnsanlar arası ilişkilerin gergin olduğu dönemlerde ise bu güzel davranış, kat kat gerekli olur.
87 – Allah, o hak Mabuddur ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur.
Kıyamet günü hepinizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur.
Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir? {KM, II Samuel 7,28; Mezmur 119,160. Yuhanna 17,17}
88 – Yaptıkları bunca cürüm sebebiyle Allah kendilerini başaşağı getirdiği halde,
durum bu kadar belli iken, ne diye münafıklar hakkında hüküm verirken kalkıp birbiriyle çekişen iki fırka haline geliyorsunuz?
Allah’ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Her kimi Allah şaşırtırsa, artık sen ona yol bulamazsın.
Münâfıkların içleri dışlarından başka olduğu ve farklı yerlerde farklı durumlar alabildikleri için, onlar hakkında karar verecek kimseler ihtilaf ederler. O münafıklarla akrabalık, kabile birliği, ticari ortaklık, arkadaşlık gibi bağlar da müminleri etkileyebiliyordu.
Allah onlara Hz. Peygamber (a.s.m), İslâm ve müslümanlarla iç içe olma imkânı verdiği, onlar da zahiren müslüman göründükleri halde, birtakım hesaplarla, kalblerinden eski küfür ve inkârlarına döndükleri için, onlar hakkında “başaşağı, tepetaklak olma” tabiri, hallerini ifade edecek en mükemmel tabirdir.
Bellidir ki Allah onları münafık olarak “başaşağı” yaratmış değildir. Fakat onlar, iman tarafında olmaları için, bunca kuvvetli sebepler varken, irade ve tercihlerini hep inkâr tarafına kullanınca, bütün işleri güçleri, kazandıkları o yönde olunca, kendilerinin ısrarla istedikleri durum meydana gelmiş, varlığa koyduğu kanuna göre de Allah dalaletlerine izin vermiş ve yaratmıştır.
Oysa münâfıkları keşfetmek zor değildir: Uhrevî hayır ile dünyevî çıkarları çatıştığında âhireti bırakıp o çıkarı tercihleri, İslâmiyetleri ile menfaatleri karşı karşıya gelince İslâma hizmet ve fedâkarlık tarafında yer almamaları kesin bir ölçüdür. Allah bu ölçüyü kullanmayı hatırlatıp, münâfıklar yüzünden müminlerin birbirlerine düşmelerini menediyor.
89 – Ne çok isterler ki siz de kendileri gibi küfre düşesiniz de böylece kendileriyle beraber olasınız.
Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin.
Eğer aldırmazlarsa o vakit nerede bulursanız onları yakalayın, öldürün ve sakın onlardan ne veli, ne yardımcı edinmeyin.
90 – Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istemediklerinden göğüsleri daralarak size gelenler bundan müstesnadır.
Eğer Allah dileseydi, bunları size musallat eder ve bunlar da sizinle savaşırlardı.
O halde, onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah onlara saldırmak için size yol vermez. [8,61; 47,35]
92 – Müminin mümini öldürmesi olacak iş değildir, ancak yanlışlıkla olursa başka.
Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse mümin bir esir (köle) âzad etmesi ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak onlar diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka.
Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mümin olmakla birlikte, size düşman bir kavimden ise, öldürenin mümin bir köle âzad etmesi gerekir.
Eğer öldürülen, aranızda anlaşma bulunan bir topluluktan olursa, vârislerine teslim edilecek bir diyet ile mümin bir köle âzad etmesi gerekir.
Bunları yapmaya gücü yetmeyenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için ardarda iki ay oruç tutması gerekir. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Keffaret olarak bir köleyi hürriyetine kavuşturmak Allah’ın hakkı, diyet ödemek de kul hakkını karşılamak içindir. Yanlışlıkla bir hayata son veren kimse, bir köleyi toplum içinde adeta hayata kavuşturma ile o hatasını telâfi etmiş olmaktadır. Ölenin varislerine verilecek diyet Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yüz deve veya onun değeri olarak tesbit edilmiştir. Bu da çok ağır bir tazminat olup, aileye verdiği zararı telafi etme maksadına yöneliktir. Vârisler isterlerse miktarı hafifletebilirler. Köle âzad etme, diyet veya iki ay oruç ceza değil, suçun affedilmesi için birer keffarettir. Onun için katilin ayrıca vicdan azabı, pişmanlık duyup tövbe etmesi lâzımdır. Ceza alması halinde bunlar sözkonusu değildir.
93 – Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [39,53, 4,48]
Kasden adam öldürmenin dünyadaki cezası kısastır. Vârisleri kısastan vazgeçerlerse, diyet alabilirler. İsterlerse bunu da bağışlayabilirler. Âhiretteki cezası, Allah Teâla affetmezse ebedî cehennemdir. 4,48 âyeti, Allah Teâla’nın, şirk dışındaki günahları dilediği takdirde affedeceğini bildirerek bu âyeti takyid etmektedir.
94 – Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, son derece dikkatli davranın.
Size selam verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için: “Sen mümin değilsin” demeyin. Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimetler vardır.
Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz.
Öyleyse iyi anlayın, dinleyin çok dikkatli davranın. Muhakkak ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. [8,26]
Selam, en kapsamlı bir iyi dilek temennisidir. Ayrıca selam veren kimse muhataplarına: “Ben senin cemaatındanım, sana benden zarar gelmez, senin de benim hakkımda iyi düşünmeni beklerim” demek istiyordu. İslâmın başlangıcında, gelen insanı başka türlü ayırd etme imkânı yok iken, selam bir parola yerine de geçiyordu. Düşman kişi, ölüm korkusu sırasında canını kurtarmak için de böyle diyebiliyordu. Bu da müslümanları zor duruma düşürüyordu. Fakat kalplerde olanı bilmek mümkün olmadığından Allah bu emri verdi. Demek ki bir mümini öldürmek ihtimalinden ise, bir kâfiri serbest bırakmak daha uygun görülmektedir.
Kaldı ki müteakip cümle, çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır. İslâm yavaş yavaş yayılıyordu. “İnsanların gönüllerinde ilahî hidâyetin parlaması, İslâm’ın güzelliklerinin anlaşılması pek az bir vakte de sığabilir. “Yakın bir zaman önce siz de onlar gibi değil miydiniz” buyurularak bu gerçek hatırlatılıyor.
95-96 – Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır.
Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vaad etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz kılmıştır. Değil mi ki Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Maksat, farz-ı kifaye olan cihaddan, mazereti sebebiyle ve izinli olarak geri kalan müminlerdir.
97 – İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki: “Ne işte idiniz?”
Onlar da: “Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik” deyince, melekler bu sefer şöyle dediler:
“Peki Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya?”
İşte onların durağı cehennemdir. Ne fena bir dönüş yeridir orası!
Bu âyet indirildiği sırada ve Mekke’nin fethine kadar, müminlerin Medine’ye hicret etmeleri farz idi. Çünkü düşman müşrikler arasında, onların alayları, şüphe vermeleri, baskıları karşısında müminlerin dinlerini korumaları güçtü.
Diğer taraftan müminlerin bir arada İslâm’ın güzelliklerini yaşayıp müslümanca eğitilmeleri önemli idi. Ayrıca müminlerin bir araya gelerek bir kuvvet oluşturmaları, gerektiğinde kendi haklarını savunup kâfirlerin merhametlerine bırakmamaları gerekiyordu.
İşte bu âyette, Asr-ı saadette Medine’ye hicret etmeyip müşrik toplum içinde kalanlar, “kendilerine zulmedenler” diye nitelendirilmektedir. Bunlardan bazıları rahatlarını, alışkanlıklarını, ailelerini, mal ve mülklerini ve diğer çıkarlarını dinlerine tercih ediyorlardı. Onun için “Biz ülkemiz de baskı altında yaşayan kimselerdik” özürleri kabul edilmemiştir. Fecî bir âkıbet, cehennem azabı ile tehdit edilmişlerdir. Bunun yanında gerçekten hicrete gücü yetmeyen yaşlı, güçsüz erkekler, kadınlar ve çocukların mazeretleri 98. âyetle kabul edilmiştir.
Asr-ı saadette Mekke’nin fethi ile hicret mükellefiyeti sona ermiştir. Fakat âyet-i kerime, Mekke dönemi şartlarının bulunması halinde, hicretin yine gerekebileceğine işaret etmektedir.
98-99 – Ancak, her türlü imkândan mahrum ve hicret için yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükmün dışındadırlar. Çünkü bunları Allah’ın affedeceği umulur. Allah gerçekten afüv ve gafurdur (affı ve mağfireti boldur).
100 – Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur.
Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
102 – Ey resulüm! Sen müminlerin içinde olup da onlara namaz kıldıracak olursan, onlardan bir kısmı sana tâbi olarak namaza dursun ve silahlarını yanlarına alsınlar.
Bunlar secdeye vardıklarında, diğer kısım arkanızda beklesinler.
Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, sana tâbi olarak namaz kılsınlar, hem ihtiyatlı bulunsun ve silahlarını da yanlarına alsınlar.
Kâfirler sizi silahsız ve teçhizatsız vaziyette iken kıstırıp, birden baskın yaparak işinizi bitirmek isterler.
Eğer yağmur sebebiyle zahmet çekerseniz yahut hasta düşmüş iseniz, silahlarınızı bırakmanızda bir mahzur yoktur. Bununla beraber yine de tedbiri elden bırakmayın. Muhakkak ki Allah kâfirler için, zelil ve perişan eden bir azap hazırlamıştır.
Yolculuk sırasında dört rekatlı namazlar iki rek’at kılınır ve buna kasr denilir. Düşman korkusu olmasa da 90 km. lik mesafeye gitmekle dinen yolcu sayılıp kasr yapmak gerekir. Hanefi mezhebine göre kasr vacip, Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinde ruhsattır, Sünnet olarak kısaltılır.
Düşmanla savaş devam ettiğinde, bu âyette tarif edilen namaz kılınmaz. Namazlar ertelenir, kazaya bırakılır. Nitekim Hendek savaşında Hz. Peygamber (a.s.) bir günün dört vakit namazını kılamamıştı.
Fakat sıcak çatışma olmayan bir savaş ortamında yahut yangın, sel gibi bir güvensizlik ortamında salat-ı havf (korku halindeki namaz) kılınır. Hz. Peygamber (a.s.) bunu müteaddit defalar uygulamıştır.
Hanefi mezhebine göre şöyle kılınır: Cemaatin bir kısmı düşman karşısında dururken öbür kısmı imama uyar. İki rek’atli namazın ilk rek’atını, üç veya dört rek’atlı bir namazın da ilk iki rek’atını imamla beraber kılar. İkinci secdede, veya birinci ka’dede teşehhütten sonra düşman cephesine gider. Bu defa öbür kısım gelerek imama uyar, onunla beraber geri kalan rek’atları kılar, tekrar düşman karşısına gider. İmam kendi başına selam verir, namazdan çıkar. Birinci kısım döner gelir, namazını kıraatsiz olarak tamamlar, selam verir, düşmana karşı gider. Sonra ikinci kısım gelir, namazını kıraatle tamamlayıp cepheye gider. Bununla beraber, bu zümreler, bulundukları yerde de namazlarını tamamlayabilirler.
103 – Namazı tamamladıktan sonra, gerek ayakta durarak, gerek oturarak ve gerek yanlarınız üzerinde uzanarak hep Allah’ı zikredin.
Derken, korkudan güvene kavuştunuz mu, o vakit namazı tam erkâniyle eda edin.
Çünkü namaz belirli vakitlerde müminlere farz kılınmıştır.
“Namaz dinin direğidir.” “Kulu, Rabbine ulaştıran bir miraçtır.” “Vakitleri belirlenmiş bir farzdır.” İslâm’ın en büyük ibadetidir.
104 – Düşman birliklerini takip edip arkadan sıkıştırmada gevşeklik göstermeyin.
Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da tıpkı sizin gibi acı çekiyorlar. Kaldı ki Siz Allah’tan, onların ümid edemeyecekleri birçok şeyleri umuyorsunuz. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
105 – İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için Biz sana kitabı gerçeğin, hakkın ta kendisi olarak indirdik. Artık hainlerin müdafaacısı (avukatı) olma.
106 – Allah’tan af dile. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
107 – Ve kendi öz canlarına hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah, hainlikte ve günahkârlıkta çok aşırı olanları asla sevmez.
108 – İnsanlardan gizlemeye çalışırlar da, Allah’tan gizlemeyi düşünmezler.
Halbuki onlar Allah’ın razı olmayacağı tezviratı planlarken O hep onların yanında idi. Zaten Allah, onların yaptıkları ve yapacakları her şeyi ilim ve kudretiyle ihata etmiştir.
109 – Haydi diyelim, siz bu dünya hayatı bakımından onları savundunuz, peki yarın kıyamet günü kim Allah’a karşı onları savunacak? Yahut kim onların vekili olacak?
Benî Zafer kabilesinden Tu’me, komşusu Katade’nin zırhını çalmış, bir un dağarcığının içinde götürüp Zeyd adlı bir Yahudinin evine bırakmış. Katade Tu’me’den şüphelendiğini söylemiş. O ise, bilmediğine yemin etmiş, evi de aranmış, zırh bulunamamış. Sonra un izinin Katade’nin evinden Zeyd’in evine gittiği tesbit edilmiş. Zırh Zeyd’de çıkınca, bunu Tu’me’nin bıraktığını söylemiş. Delil Zeyd’in aleyhinde. Bazı Yahudiler Zeyd’in lehinde şahitlik edip suçsuz olduğunu söylemişler.
Benî Zafer konuyu bir aile haysiyeti şeklinde ele alarak Tu’me’ye iftira edildiğini, hırsızın Zeyd olduğunu, zaten delillerin de bunu gösterdiğini öne sürerek davayı Hz. Peygamber (a.s.)a götürdüler. Hz. Peygamber Tu’me’nin yeminine, Benî Zafer gibi müslüman bir kabile mensuplarının tezkiyelerine ve zahiri delillere bakarak Tu’me’nin suçsuz olduğuna temayül eder gibi oldu. Fakat tam hüküm vereceği sırada 105-115. âyetler vahyedildi.
Bu olay, Peygamberin risâletinin gerçekliğine ve Kur’ân’ın evrenselliğine, tarafsız ve Allah katından olduğuna parlak bir delildir. Kur’ân “Biz” den olan koca müslüman bir kabile aleyhine, bir Yahudinin haklılığını ilan etmekten çekinmez.
110 – Kim kötülük eder veya günah işleyerek nefsine zulmeder de sonra Allah’tan af dilerse, Allah’ı gafur ve rahim (affı ve merhameti bol) bulur.
111 – Kim günah kazanırsa, onu sırf kendi aleyhine kazanır. Allah her işi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
113 – Eğer senin üzerinde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir zümre seni bile, hükümde şaşırtmaya yeltenmişlerdi.
Fakat onlar yalnız kendi kendilerini şaşırtırlar, sana hiçbir zarar veremezler.
Nasıl zarar verebilirler ki Allah Sana kitap ve hikmeti indirmekte ve sana bilmediklerini öğretmektedir. Gerçekten Allah’ın senin üzerindeki lütfu pek büyüktür. [42,52-53; 28,86]
114 – Onların kendi aralarında yaptıkları gizli görüşmelerin, fısıldaşmaların çoğunda hayır yoktur.
Bu görüşmelerde hayır olması için onların muhtaçlara yardımı, güzel bir davranışı yahut dargın insanların arasını bulmayı gözetmeleri gerekir.
Kim Allah’ın rızasını arzulayarak bunu yaparsa, Biz de ona çok büyük mükâfat veririz.
116 – Şu kesin ki: Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama dilediği kimse hakkında bunun altındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah’a şirk koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur. [4,48]
118-119 – O şeytana ki: “Ya Rabbî, Senin kullarından mutlaka bir pay edineceğim. Mutlaka onları saptıracağım, onları birtakım temennilerle oyalayacağım. Onlara davarlarının kulaklarını yarmalarını emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler” dedi. Her kim Allah’ın yerine şeytanı dost edinirse, şüphesiz besbelli bir ziyana girmiştir. [5,103; 7,30; 16,63]
Burada Cahiliye araplarının bazı uygulamaları kınanmaktadır. Putlar namına kesilmek üzere adak edilen hayvanların kulaklarını yararlardı. Çocukların başlarında putlar namına bir mikdar saç bırakır, cildi mavi renkle boyar, fıtratı değiştirir, bazı mahlûklara tapınırlardı.
Fakat şuna dikkat etmek gerekir ki, Kur’ân dünyadaki varlıklar üzerinde, münasip biçimde yapılan değişiklikleri reddetmez. Aksi takdirde medeniyetin tümü, şeytanın saptırması olurdu. Oysa medeniyet, Allah tarafından yaratılan şeylerin düzgün bir şekilde kullanılışından başka bir şey değildir. Kur’ân’ın şeytânî değiştirmeler diye reddettiği husus, insan fıtratının ve eşyanın (yani varlıkların) Allah’ın verdiği tâbiî fonksiyonların aksine kullanılması olayıdır.
122 – İman edip makbul ve güzel işler yapanları, ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Bu Allah’ın gerçek vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123 – Allah’ın vaad ettiği bu mükâfat, ne sizin temennileriniz, ne de Ehl-i kitabın temennileri ile elde edilmez.
Kim kötü iş yaparsa onun cezasını bulur ve Allah’tan başka, kendisini o azaptan kurtaracak ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulamaz. [2,80.105.111] {KM, II Tarihler 20,7; İşaya 51,8}
125 – Hep iyiliği şiar edinmiş olarak, yüzünü ve özünü Allah’a teslim edip bir de İbrâhim’in tevhid dinine tâbi olan kimsenin dininden daha güzel din olabilir mi? Bundandır ki Allah İbrâhim’i dost edinmiştir. [46,16; 3,68; 16,123; 53;37; 2,124; 16,120-121]
126 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır. Allah ilmi ve kudreti ile her şeyi kuşatır.
Allah ilmi ve kudreti ile her şeyi kuşattığına göre, O’na isyan eden kimse cezadan kurtulamayacağını iyice kafasına yerleştirmelidir.
127 – Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki hükmü Allah size açıklıyor: Haklarını vermeyerek nikâhlamak istediğiniz yetim kadınlarla küçük, zayıf yetim çocukların haklarına dair hükümler size bu kitapta okunup duruyor.
Yetimlerin haklarını vermekte tam adaleti gözetin. Yaptığınız her iyiliği, Allah mutlaka bilir.
Kadınlar hakkındaki soruya, cevap doğrudan doğruya değil, ilgisi dolayısıyla, yetim kızlara dair bir girişten sonra 128-134. âyetlerde geliyor.
Cahiliye devrinde erkekler yetim kızları himaye ediyorum diye yanlarına alır, mallarına da sahip olurlardı. Erkek güzelliğini beğenirse yetim kızla evlenir, malını yerdi. Çirkin bulur evlenmezse, malından yararlanmak için evlenmesine mani olurdu.
Küçük çocukları ise mirastan mahrum bırakırlar, sadece büyük erkekleri varis yaparlardı.
128 – Eğer bir kadın kocasının ihmalinden ve kendisinden yüzçevirmesinden endişe ederse, Bazı fedakârlıklar göstererek sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Barışma, elbette daha hayırlıdır. Nefisler menfaatlerine düşkün yaratılmıştır.
Ey kocalar! Eğer siz iyi davranıp arayı düzeltir, kadınların hakkını çiğnemekten sakınırsanız unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır. (İyi davranışlarınızın karşılığını size fazlasıyla verecektir).
Kur’ân’ın gönderildiği ortamda, bir erkek, hiç bir sorumsuzluk duymaksızın istediği sayıda kadınla evlenebiliyordu. Nisa sûresinin 3. âyeti bunu en fazla 4 kadın ile sınırladı. Kadınlara mehir hakkı verdi, mirastan pay ayırdı. Eşler arasında titiz bir adaleti şart koştu. Bazı durumlarda bu eşitliği uygulamak çok zor olmaktadır. Mesela: Kadın kısır ise veya hasta ise bu yüzden de cazibesini yitirmişse veya cinsel birleşme için uygun değilse, erkek ikinci bir eşle evlendiğinde bazı problemler çıkmaktadır. Adil davranması zor diye ilk eşini boşaması çare midir, insafa sığar mı? Yahut olur ki, ikinci evlilikten sonra eşi, kocası ile birleşmek istemez, ama kocasının boşamamasına karşılık bazı haklarından feragat etmeye razı olur. Bu takdirde bu, adalet şartına aykırı sayılır mı? İşte bu bölüm bu meseleleri ele alır. Mesela “barışma elbette daha hayırlıdır” diyerek bazı feragatlarla evliliğin devamını teşvik eder. Menfaatları ve kaprisleri kontrol etmek gerektiğine işaret eder. Eşlerden her biri de, koca da hadlerini bilmelidirler.
129 – Ey kocalar! Bütün benliğinizle isteseniz dahi eşleriniz arasında tam adaleti sağlayamazsınız. Öyleyse bir tarafa büsbütün gönlünüzü kaptırıp da öbürünü kocasızmış gibi bir vaziyette bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, işlerinizi iyileştirir ve haksızlıktan sakınırsanız, unutmayın ki Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
İslâm kocaya, eşler arasında adaleti farz kılarken, zahirî haklarda, gün ayırmada eşit davranmayı kasdeder. Yoksa bir erkekten yaşlı ile genç, çirkin ile güzel eşlere aynı sevgiyi istemek fazla bir beklenti olur. Yapması gereken, ihmal etmemek, bir eş gibi davranmak, kocasız bir kadın durumuna düşürmemek, hülasa zahirî hakları yerine getirmektir.
130 – Şayet gösterilen gayretlere rağmen eşler boşanıp birbirinden ayrılacak olurlarsa, Allah her birini lütfu ile müstağni kılar, birini öbürüne muhtaç eylemez. Allah’ın lutfu geniştir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
131 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ın mülküdür. Biz gerçekten, hem sizden önce Ehl-i kitaba, hem de size, Allah’a karşı gelmekten sakınmanızı emrettik.
Eğer inkâra sapıp nankörlük ederseniz bilesiniz ki göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah ganidir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere lâyık olan O’dur).
132 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. O’nun kudreti bütün bunları yönetmeye kâfidir.
133 – Eğer O dilerse, ey insanlar, hepinizi ortadan kaldırır ve başkalarını getirir. Allah’ın kudreti bunu yapmaya elbette yeter. [47,38; 35,16-17]
134 – Kim dünya mutluluğunu isterse bilsin ki dünya mutluluğu da, âhiret saadeti de Allah’ın yanındadır. Allah hakkıyle işitir ve görür. [2,200-202; 42,20; 17,18-21]
135 – Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun.
Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır.
Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [5,8]
“Sizden daha yakındır” şu demektir: Öyleyse zenginin rızasını gözetip onun lehinde olmayın. Fakire de acıyıp onun lehinde hakikatten ayrılmayın. Allah onlara sizden daha yakındır. Şayet onlar hakkında şahitlik etmede fayda olmasaydı, şahitliği meşrû kılmaz, şahitlik müessesesini kurmazdı.
136 – Ey iman edenler! Allah’a, Resûlüne, gerek Resûlüne indirdiği, gerek daha önce indirdiği kitaplara imanınızda sebat edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve âhiret gününü inkâr ederse hakikattan iyice uzaklaşmış, sapıklığın en koyusuna dalmış olur. [7,158; 24,62; 48,9] {KM, Yuhanna 14,1}
Bu âyet-i kerîme iman edenlere hitap edip yine iman etme emri veriyor. Genellikle müfessirler bu emri “İmanınızda sebat ediniz” diye açıklarlar. Buna yakın olarak: “daha ciddî iman ediniz” mânası da anlaşılabilir. “Bütün kalbinizle, zevklerinizi, hayat tarzınızı, dostluk ve düşmanlıklarınızı Allah’a ve Resûlüne olan bu imanınıza göre düzenleyin” demektir. Ehl-i kitaptan olanlara hitap edilip İslâma girmeleri istendiğine dair de rivâyet vardır.
137 – Onlar ki iman ettikten sonra inkâr ettiler. Sonra tekrar iman edip sonra inkâr ettiler. Sonra da inkârlarını artırdılar… İşte onları Allah ne affeder, ne de doğru yola çıkarır.
Bunlar güya müslüman olduğunu söyleyip ikide bir putperestliğe dönen münâfıklardır. Allah’ın onlara hidâyet nasib etmemesi, kendi hareketlerinin neticesidir. Zirâ onların artık küfürden tövbe edip imanda sebat etmeleri beklenemez. Zirâ kalplerine küfür damgası vurulmuş ve irtidada alışmışlardır. İmanı asla ciddiye almadıklarından, imana girip çıkmak, onlar için, dünyanın en kolay işi idi.
139 – O münâfıklar müminlerin dışında kâfirleri dost edinirler.
İzzet ve desteği onların yanında mı arıyorlar? Oysa bütün izzet ve kuvvet Allah’ındır. [35,10; 63,8]
140 – Allah size kitapta şunu da bildirmiştir: “Allah’ın âyetlerinin inkâr ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.”
Böyle yaparsanız siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki Allah münâfıkları da, kâfirleri de cehennemde bir araya getirecektir. [6,68]
Mümin, Allah’ın dini ile alay edilen yerde bunu engellemeye gücü yetmiyorsa, orayı terketmelidir. Ayrılamıyor ve o alayları rahatsız olmaksızın dinliyorsa, o da küfürde pay sahibi olur.
141 – Münâfıklar sizinle ilgili olayları çok yakından izler, devamlı olarak havayı yoklarlar:
Şayet Allah size bir zafer lütfederse:
“Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler.
Eğer kâfirler zaferden yana bir pay elde ederlerse onlara:
“Bizim taraf size galip durumda iken sizi kollamadık mı, müminlerin size karşı savletini içten içe engellemedik mi?” derler.
Kıyamet günü Allah, sizinle onlar arasında hükmünü verecek ve Allah kâfirlere müminler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.
Delil ve ispat bakımından, hakikat açısından küfür, İslâm’a üstünlük sağlayamaz. Allah buna fırsat vermez.
Fakat dünyada Allah’ın tekvînî şeriatının koyduğu kanunlara göre çalışma, sabır, cesaret, teşebbüs, başarı vasıtalarını kullanma hususlarını müslümanlar ihmal ederlerse, o şeriata uygun hareket eden gayr-ı müslimler başarı sağlayabilirler.
Mümin batıl vasıtayı kullanır, mesela tembellik eder dürüst olmazsa, hak vasıtayı kullanıp çalışkan, dürüst olur küfür dünyada ona galip gelebilir. Bu, küfrün imana galibiyeti olmayıp küfürdeki müslüman sıfatın mümindeki kâfir sıfata üstün gelmesidir. Allah, müminleri bütün sıfatlarıyla müslüman kılmak ve saklı kalan bazı kabiliyetleri geliştirmek gibi hikmetler için, kâfirlere fırsat verebilir.
Fakat bu bir yol ve kanun değil ârızî, geçici bir durumdur. Hakkın üstünlüğü, (vasıtalar bakımından değil) zâtî değeri yönünden ve bir de sonuç ve ebedî hayat yönündendir.
142 – Münâfıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar, Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar.
Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah’ı pek az hatırlarlar. [58,18]
Cemaatle namaz, mescide şevkle devam, müminle münâfığı ayıran bir ölçüdür. Hz. Peygamber (a.s.) zamanında cemaate devam etmeyen, İslâm toplumunun üyesi sayılmazdı. Münâfıklar da ister istemez mescide devam ediyorlardı. Fakat isteksiz, üşene üşene geç gelip, namaz biter bitmez hapishaneden çıkar gibi çıkmaları, isteksiz ibadet ettiklerini gösteriyordu.
143 – Onlar müminlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar: Ne onlara bağlanırlar, ne de bunlara.
Her kimi de Allah şaşırtırsa sen ona hiçbir yol bulamazsın. [2,20]
144 – Ey iman edenler! Müminler yerine kâfirleri başınıza getirmeyin.
Böyle yaparak, Allah’a, aleyhinizde kesin bir belge mi vermek istiyorsunuz?
Göz göre göre, Allah’ın hışmını üzerinize çekmek mi istiyorsunuz? [3,28]
Sultan: Kesin belge demektir “Kâfirlere taraftar olmakla münafıklığınızı belgelemiş olursunuz. Zira kâfirlere taraftar olmak münâfıklığın en açık belgesidir.”
Sultan: “Allah’ın cezalandırmasını size musallat edecek bir sebep” mânasına da gelir.
Eturîdûne: “ister misiniz” tâbiri, işin dehşetinin boyutlarını düşündürmek içindir. Yani: “Akıllı olan, bunu istemeyi bile düşünmez, nerde kaldı ki o işi yapsın?” demektir.
146 – Ancak tövbe edip hallerini düzeltenler ve Allah’a sımsıkı sarılanlar ve bütün samimiyetleriyle sırf Allah’a itaat edenler müstesna. İşte bunlar müminlerle beraberdir. Allah müminlere de büyük mükâfat verecektir.
147 – Siz şükredip iman ettikten sonra Allah ne diye sizi cezalandırsın ki? Allah şükredenlerin mükâfatlarını bol bol verir ve her şeyi hakkıyla bilir.
Şâkir: kul hakkında: “Allah’ın verdiği nimetlere şükreden,” Allah’ın vasfı olarak ise: “Kulunun yaptığı hizmetleri, şükürleri kabul eden” anlamına gelir. Genellikle insanlar, öteki insanların yaptıkları hizmetleri takdir etmede cimri davranırlar, hatalarını ise büyütürler. Oysa Allah Teâla faydalı işleri ve hizmetleri cömertçe takdir eder, kat kat ödüllendirir, kusurları ise affeder.
148 – Allah, ağır ve inciten sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez, ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.
149 – Bununla beraber eğer bir iyiliği açıktan yapar veya gizlerseniz veya bir kusuru bağışlarsanız bunu yapın, çünkü Allah da afüvdür, kadirdir (affı çoktur, herşeye kadir olduğu halde yine de affeder).
Kusuru bağışlama: İnsanın, kusur işleyenden, kötülük yapandan hakkını almasına, bir önceki âyet cevaz verse de kusur bağışlamak daha iyidir. Kusur bağışlama işi, açıktan ve gizli yapılan iyiliğe dahil olmakla birlikte, açıkça zikredilmesi, açıklanmaya lâyık olacak önem arzetmesinden ileri gelir, hatta iyiliği açık ve gizli işleme de buna zemin hazırlamak için zikredilmiştir. Keza şartın cevabı olarak “fe innellahe kâne afuvven kadîra” gelmesi de, makbul olan affın, güçlü iken yapılan af olduğunu gösterir.
150– O kimseler ki ne Allah’ı tanırlar ne resullerini, ve o kimseler ki Allah’ı tanıdığını iddia edip resullerini tanımayarak, Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isterler
152 – Allah’a ve resullerine iman edip o resuller arasında hiçbir ayrım yapmayanların mükâfatlarını ise Allah ileride verecektir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [2,285]
153 – Ehl-i kitap senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Bu cahilliklerini çok görme.
Nitekim daha önce Mûsâ’dan bundan da fazlasını istemişlerdi ve: “Allah’ı bize açıktan göster!” demişlerdi.
Bunun üzerine de, zulümleri sebebiyle onları yıldırım çarpmıştı.
Daha sonra kendilerine açık mûcizeler ve deliller gelmesini müteakip bu sefer tuttular buzağıyı tanrı edindiler.
Derken onlar tövbe edince, bunu da bağışladık. Ve Mûsâ’ya da onlar üzerinde âşikâr bir nüfuz ve kudret verdik. [7,143]{KM, Çıkış 33,18}
Medine Yahudilerinin olur olmaz, akıl almaz isteklerine değer vermemeleri konusunda Hz. Peygamber (a.s.) ve müminler uyarılıyorlar. İnanmak istemeyene ne kadar mûcize gösterilse inanmaz. Demek onların inanmaya niyetleri yok. Nitekim Hz. Mûsâ (a.s.)’ın çağdaşı Yahudiler o mûcizelerle beraber yaşamalarına rağmen tutup buzağıya bağlanmışlardı.
155-158-İşte sözleşmelerini bozmaları, Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri nâhak yere öldürmeleri ve “kalplerimiz perdelidir” demeleri
-ki kalbleri perdeli yaratılmış olmayıp, Allah inkârcılıkları sebebiyle kalplerini mühürledi de artık onlar pek az inanırlar-
yine inkârları ve Meryem aleyhinde müthiş bir iftira atmaları ve “Biz Allah’ın resûlü(!) Meryem oğlu Mesih Îsâ’yı katlettik” demeleri yüzünden, onların başlarına belalar vererek cezalandırdık, kalplerini mühürledik
Oysa onlar Îsâ’yı öldüremediler, asamadılar da; öldürülen başkası idi, lâkin kendilerine ona benzer gösterildi.
Îsâ hakkında ihtilafa düşenler de bu hususta şüphe içindedirler. Bu konuda kesin bilgileri yoktur, zanna tâbi olmaktan başka bir şeye dayanmazlar.
Onu kesinlikle öldüremediler. Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [2,88; 41,5; 3,55; 19,30; 3,49] {KM, Levililer 26,41; Tesniye 30,6}
2,88 de o Yahudilerin, Hz. Peygamber (a.s.) ın dâvetini sağır bir kulakla dinledikleri hatta “Siz ne kadar kesin delil getirseniz de, dâvetinizi kabul etmemekte kararlıyız. Zira kalplerimiz size karşı örtülüdür” dedikleri bildirilir.
Hz. Îsâ (a.s.)’ın mûcize olarak çarmıha gerilmekten kurtarılması, onu öldürtmeye çalışan Yahudilerin günahını azaltmaz. Zira onlar işkence ve hakaret ettikleri, astırdıkları şahsın Îsâ olduğunu sanıyorlardı.
Hz. Îsâ hakkında ihtilafa düşenler, Hıristiyanlardır. Zira iyice bilindiği üzere bu konuda farklı inançlar vardır. Bir inanca göre çarmıha gerilen, Hz. Îsâ değil, ona çok benzeyen bir adamdı. Başka bir görüşe göre Hz. Îsâ idi, fakat çarmıhta ölmedi, oradan indirildiğinde yaşıyordu. Bazıları ise çarmıhta öldüğüne, ama daha sonra dirilip havarileri ile görüştüğüne inanırlar. Bazıları onun mukaddes ruh olarak göğe yükseldiğine, bazıları ise maddî vücudu içinde göğe yükseldiğine inanırlar.
Yahudilerin sözünde geçen “Allah’ın resulü” vasfı, onların alay etmek için yaptıkları bir nakilden ibarettir. “Sizin iddianıza göre Allah’ın resulü olan Îsâ” demek istemişlerdir.
160-161 – Hasılı o Yahudilerden taşan bir zulüm, insanları Allah yolundan menetmeleri, kendilerine yasaklanmış olmasına rağmen faizi almaları, halkın mallarını haksızlıkla yemeleri yüzündendir ki Biz, kendilerine daha önce helâl kılınan bazı temiz nimetleri haram kıldık ve içlerinden kâfir kalanlara can yakıcı azap hazırladık. [2,62.275; 3,93] {KM, Tesniye 23,20}
162 – Fakat onlardan geniş ilmi olanlar ile müminler, hem sana indirilen Kur’ân’a, hem de senden önce indirilen kitaplara iman ederler.
O namaz kılanlar, zekât verenler, Allah’a ve âhirete hakkıyla iman edenler var ya! İşte onlara yarın büyük mükâfat vereceğiz.
164 – Durumlarını sana daha önce anlattığımız nice elçiler gönderdik.
Anlatmadığımız nice elçiler de gönderdik.
Allah Mûsâ’ya da hitab ederek konuştu. [40,78] {KM, Sayılar 12,8}
165 – Biz o elçileri rahmetimizin müjdecileri, cezamızın habercileri olarak gönderdik.
Ta ki resûllerden sonra, artık insanların Allah’a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmasın.
Allah aziz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [20,134; 28,47]
166 – Lâkin Allah sana indirdiğine şahitlik eder ki onu kendi ilmiyle indirmiştir.
Melekler de buna tanıklık ederler.
Zaten Allah’ın şahit olması bir şeyin gerçekliği için yeter de artar!
167 – Onlar ki inkâr eder ve başkalarını da Allah yolundan engellerler, işte onlar haktan büsbütün sapmışlardır.
168-169 – İnkâr edip zulmedenleri Allah affedecek değil.
Onları cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil.
Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Bu da Allah’a göre çok kolaydır.
170 – Ey insanlar! Resûlullah Rabbinizden size hakkı getirdi, kendi iyiliğiniz için ona iman edin.
Eğer inkâr ederseniz bilin ki göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [14,8]
171 – Ey Ehl-i kitap! Dininizde haddi aşmayın, taşkınlık yapmayın ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri iddia etmeyin.
Meryemin oğlu Mesih Îsâ sadece Allah’ın resulü, Meryeme ulaştırdığı kelimesidir. Allah tarafından gelen bir ruhtur. Gelin Allah’a ve elçilerine iman getirin, “Tanrı üçtür” demeyin. Kendi iyiliğiniz için bundan vazgeçin.
Allah ancak tek bir İlahdır. O, çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Koruyan ve yöneten olarak Allah yeter. [2,116; 3,39.45.59; 9,31; 5,75; 21,91; 66,12; 43,59; 5,116; 19,88-89]
Allah Teâla bir şeyin var olmasını isteyince “ol!” der o da vücuda gelir [3,82]. Allah’ın emirleri, kelimeleri tükenmez [31,27]. İnsanları, koyduğu bir nizama göre baba ve anneden yaratan Allah, ilk insan Hz. Âdemi annesiz ve babasız yarattığı gibi, kudret ve hikmetinin bir tezahürü olarak Hz. Îsâ’yı da babasız olarak var etmiştir. Böylece iradesinin mutlak olduğunu, Kendisini mahkûm ve esir edecek hiçbir şeyin bulunmadığını göstermiştir. Başlangıçta Hıristiyanlara Hz. Îsâ’nın Allah’ın emri (kelimesi) ile bâkire Meryem’den yaratıldığı söylenmişti. Fakat daha sonra onlar hellenistik dönem filozoflarından Philon felsefesinden etkilendiklerinden kelimeyi “Allah’ın Kelamı” (Logos) anlamında kabul ettiler. Böylece Allah’ın zatını veya kelam sıfatını Hz. Îsânın şahsında izhar ettiğine inanmaya başladılar. Bu durum, sinoptik üç İncîl’e aykırı olan dördüncü Yuhanna İncîlinin başlangıcında görülmektedir.
Allah Hz. Îsâ’yı Ruhu’l-kudüs (kutsal ruh) ile desteklemiştir [2,253]. Yüksek ruhanî değerler taşıdığından burada da “Allah tarafından gelen bir ruh” olarak nitelendirilmiştir. Maksat onun yüksek ahlâkî faziletlere sahip, bütün kötülüklerden uzak kutsal bir ruh ve hakîkat ile ve kuvvetli bir basîret hassası ile donatıldığına dikkat çekmektir. Fakat Yunan felsefesinin etkisi ile “Allah’tan gelen bir ruh” u “Allah’ın Kendi Ruhu” na dönüştürüp onun, Îsâ’ya hulûl ettiğini iddia ederek, ortaya muğlak bir teslis inancı çıkardılar. On sekiz asırdan beri bu muğlak inancı yorumlamaya çalışan sayısız tefsir ve mezhep birbirini itham edip durmaktadır.
172 – Ne Mesih, ne de Allah’a en yakın büyük melekler, Allah’a kul olmaktan kaçınmazlar. Kim O’na kulluktan kaçınır ve kibirlenirse bilsin ki Allah, yarın hepsini huzuruna toplayıp hesaba çekecektir. [19,30] {KM, İşaya 42,1; Matta 12, 18; Yuhanna 8,29}
173 – İman edip iyi ve yararlı işler yapanların mükâfatlarını Allah, tam tamına ödeyecek, hatta lütfundan onlara hak ettiklerinden daha fazlasını da verecektir. Kulluktan kaçınıp kibirlenenleri ise can yakıcı bir azaba sokacak ve onlar Allah’tan gayrı ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır. [40,76]
175 – Allah’a iman edip ona sımsıkı sarılanları ise, O, tarafından bir rahmet ve geniş bir nimet içine yerleştirecek ve onları Kendisine varan doğru yola koyacaktır.
176 – Senden fetva isterler. De ki kelâle’nin yani babası ve çocuğu olmayan kişinin mirası hakkındaki hükmünü Allah şöyle bildiriyor: Çocuğu olmayıp bir kız kardeşini bırakarak ölen bir adamın terikesinin yarısı kız kardeşine aittir.
Eğer kızkardeş çocuk bırakmaksızın ölürse tek varis olan erkek kardeş onun terikesinin tamamını alır. İki kızkardeş kalırsa onlar erkek kardeşlerinin terikesinin üçte ikisini alırlar. Eğer varisler erkek ve kız kardeşlerden oluşursa erkek, kadın hissesinin iki mislini alır. Allah şaşırmamanız için size bunları açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilir. [6,25; 16,15; 21,31; 31,10]
Mâide Suresi=1 – Ey iman edenler! Bağlandığınız ahitleri yerine getiriniz. Haram kılındığı size bildirilenler dışında, davarların eti size helâl edilmiştir. Şu kadar var ki, ihram halinde iken de av avlamak helâl değildir. Allah dilediği şekilde hükmeder. [5,3; 2,27]
Davarlar: deve, sığır, koyun ve keçidir. Başka hayvanları öldürüp yiyerek beslenen etoburlar ile pençeli kuşların etleri haramdır.
İhram: Kâbe’ye belli bir mesafede hac veya umre ibadetine başlama ve bunun bir alameti olarak da iki parça dikişsiz örtüye bürünme halidir. İhram halinde, normal zamanda mübah olan bazı şeyler yapılmaz: tıraş olmak, cinsî ilişki, koku sürme, zararlı haşeratı öldürme, avlanma gibi.
2 – Ey iman edenler! Ne Allah’ın şeairine, ne şehr-i harama, ne Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlık hayvanlara, hele hele gerdanlık takılı kurbanlıklara, ne de Rabbinin lütfunu, ihsan edeceği kazancı ve O’nun rızasını arzulayarak Beyt-i Haram’a yönelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin.
İhramdan çıkınca isterseniz avlanın. Sizin Mescid-i Haram’ı ziyaretinizi engellediler diye birtakım kimselere karşı beslediğiniz kin ve öfke, sakın sizin onlara saldırmanıza yol açmasın.
Siz iyilik etmek, fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir. [2,194. 217; 5,97; 9,13; 22,32]
Şeâir: Bir dini, bir milleti veya bir sistemi temsil eden nişane, amblem demektir. Devlet bayrakları, askerî üniformalar, paralar gibi. Bunlara yapılan hakaret cezalandırılır. Kâbeyi ziyaret için giderken orada kurban edilmek üzere kişinin beraberinde götürdüğü kurbanlıklar da şeairdendir, zira Allah’a kulluğun nişanesidir. Batıl yolda da olsa, dinî şeâire saygısızlık gösterilmesi yasaklanıyor. Bu sûre indirildiğinde müslümanlar Mekke müşrikleri ve çevrelerinde diğer müşriklerle savaş halinde idiler. Müşrikler, asırlık âdetlerine rağmen onların Kâbe ziyaretini engellemişlerdi. Onların lâyık oldukları sert karşılığı vermeme konusunda müslümanlar uyarılıyorlar.
3 – Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak, kumar oynayarak elde edilen etler.
Bütün bunlar itaat dışına çıkıştır. Artık bugün kâfirler dininizi söndürmekten ümitlerini kestiler. Öyleyse onlardan korkmayın, Benden çekinin.
İşte bugün sizin dininizi kemâle erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslâmı beğendim.
Kim günaha meyletmeksizin açlıktan bunalıp çaresiz kalırsa, haram olan etlerden yiyebilir. Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). [6,145; 5,90; 2,173] {KM, Çıkış 20,25; Levililer 11,7; Tesniye 27,5; 14,8; Resullerin işleri 25,20; 21,25; Matta 5,17}
Hayvanın tezkiyesi, yani dine uygun boğazlanması nefes borusu, yemek borusu ile şahdamarları denilen iki kan damarının kesilmesidir. Böylece hayvan kanın akmasına imkân verecek şekilde boğazlanır.
Eğer boynun tamamı koparılır, yahut hayvanın boğazı sıkılarak veya başka şekilde öldürülürse bunlar, uygun boğazlama sayılmaz. Zira bu durumda kan vücutta kalıp pıhtılaşır, ete yapışır.
Burada haram kılınan şeyler: İnanç açısından veya maneviyat ve ahlâk açısından, bir de temizlik açısından haram kılınmıştır. Sırf tıbbî yönden değerlendirmek isabetli olmaz. Böyle olsaydı mesela ilkin zehir ve diğer öldürücü şeyler yasaklanırdı. Oysa böyle bir yasak Kur’ân’da görülmez.
Müşrikler, cansız tanrılarının görüşlerini almak için şöyle bir uygulama yaparlardı: Kâbe’de Hübel putunun yanında yedi fal oku bulunurdu. Kişi, put bakıcısına kurban sunduktan ve bazı merasimlerden sonra oklardan birini çeker, üzerinde ne yazılı ise böylece güya tanrısal irâdeyi öğrenmiş olurdu.
4 – Kendilerine nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar. De ki: “Bütün temiz ve iyi rızıklar size helâl kılınmıştır.
Allah’ın size öğrettiğinden öğrenip eğittiğiniz avcı hayvanların sizin için tutup getirdiklerini yeyiniz ve üzerlerine Allah’ın adını anınız. Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah hesabı çabuk görür.” [6,119; 7,157]
Kur’ân’ın indirildiği çevrede haramlar çok olduğundan o alışkanlıkla Hz. Peygamber (a.s.) dan âdeta bir helâller listesi istediler. Kur’ân aksini yaparak, sadece mahdut haramları bildirerek gerisinin mübah olduğunu bildirmekle bir ınkılap yapmış oluyordu.
6 – Ey iman edenler! Namaza kalkmak istediğinizde yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın.
Başlarınızı meshedip topuklarınızla birlikte ayaklarınızı da yıkayın.
Cünüp iseniz tastamam yıkanın (boy abdesti alın). Eğer hasta veya yolcu iseniz veya tuvaletten gelmişseniz, yahut kadınlarla münasebette bulunmuş olup da su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm edin, (mânen arınma niyeti ile) ondan yüzlerinize ve ellerinize meshedin.
Allah size güçlük çıkarmak istemez, fakat şükredesiniz diye sizi temizleyip arındırmak ve size olan nimetlerini tamama erdirmek ister. [4,43]
Abdest ve guslü bildiren âyet budur. Cinsel temas veya ihtilam sonucu manen kirlenen kişi gusleder. Yıkanmadan namaz, tavaf, mescide girme, Kur’ân okuma gibi ibadetleri yapamaz.
Ruh temizliğine beden temizliği de eklendiğinde hidâyet ve nimet tamamlanmış olur.
7 – Allah’ın size lütfettiği nimeti ve sizin “duyduk ve itaat ettik, baş üstüne!” dediğiniz vakit, sizden aldığı sözünüzü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah sinelerde saklı bütün sırları bilir.
Burada alındığı bildirilen “söz”, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin, ashabından Akabe ve Hudeybiye’de almış olduğu biata işaret etmektedir.
Ayrıca Hz. Muhammed’in resûlullah olduğunu kabul ve ikrar eden her mümin, onun Allah tarafından getirdiği bütün hükümleri kabul ettiğine dair söz vermiş olmaktadır.
8 – Ey iman edenler! Haktan yana olup vargücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet nümunesi şahitler olun.
Bir topluluğa karşı, içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin.
Âdil davranın, takvâya en uygun hareket budur.
Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
9 – Allah iman edip makbul ve güzel işler yapanları affedip kendilerine büyük mükâfat vermeyi vaad etmiştir.
11 – Ey iman edenler! Allah’ın size olan şu nimetini hatırlayın: Hani bir topluluk size el uzatmaya, sizi öldürüp yok etmeye teşebbüs etmişti de O, bunların ellerini size zarar vermekten menetmişti.
Allah’ın hukukuna haksızlık etmekten sakının. Müminler yalnız Allah’a dayansınlar. [48,24]
Bir-i meûne faciasından hemen sonra çok nazik bir ortamda ashabdan Âmir ed-Damrî, kasdî olmaksızın, anlaşmalı Benî Âmir kabilesinden iki kişiyi öldürmüş, gergin bir durum ortaya çıkmıştı. Hz. Peygamber bizzat gidip Benî Nadîr Yahudilerinden diyet ödemede yardım istedi. Aslında onları göreve çağırdı. Zira sözleşme gereği, diyet konusunda yardımlaşma görevleri vardı. Bunlar içlerinden suikast planı hazırlamışlardı. Cibril haber verdi, iş anlaşıldı, Allah resûlünü korudu. Âyet, bu olaya işaret etmektedir.
12 – Allah İsrail oğullarından kesin söz aldı. Biz onlardan (on iki boydan her birinden bir kefil olmak üzere) on iki de kefil tayin etmiştik. Allah buyurdu ki:
“İyi bilin ki Ben sizinle beraberim.
Eğer siz namazı dikkatli bir şekilde tamtamına eda eder, zekâtı verir,
resullerime iman eder, onlara sahip çıkar,
Allah rızası için gerekli yerlere harcayarak Allah’a güzel bir tarzda ödünç verirseniz,
Ben elbette sizin kusurlarınızı örter ve elbette sizi içinden ırmaklar akan cennete yerleştiririm.
Ama kim bundan sonra nankörlük edip küfre saparsa, doğru yoldan sapmış, kendini zayi etmiş olur.”
Tevrat’ta İsrail boylarının reisleri denilerek bunların isimleri yazılır (Sayılar 1,5-15). Kur’ân’ı İngilizceye çeviren Rodwell, Kur’ân’ın bu on iki reisi uydurduğunu iddia ederek cehaletini gösterir.
13 – İşte o Yahudileri, verdikleri kesin sözü bozduklarındandır ki lânetledik, onların kalplerini katılaştırdık.
Böylece onlar kelimeleri yerlerinden oynatarak tahrif ederler.
Kendilerine tebliğ edilen hususlardan pek çoğunu unuttular.
Onların pek azı hariç olmak üzere, onlar tarafından devamlı olarak hainlik görürsün.
Yine de sen onları affet, aldırma. Çünkü Allah iyilik edenleri sever. [2,75; 3,7; 4,46]
14 – “Biz Nasraniyiz, Hırıstiyanız” diyenlerden de kesin söz aldık. Fakat onlar da kendilerine tebliğ olunan derslerden bir çoğunu unuttular.
Bu yüzden Biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek kin ve nefret bıraktık. Allah onların meslek haline getirdikleri bu işleri bir bir yüzlerine çarpacaktır. [2,62] [KM, İşaya 19,2]
Nasâra, nusret kökünden gelip ensar (yardımcılar) demektir [61,14]. Hz. Îsâ’nın memleketi Nasıra ile ilgisi yoktur. Bazı Avrupalılar Kur’ân’ın Hıristiyanları küçümsemek için Nasıraya nisbetle bu ismi kullandığını iddia ederler. Hz. Îsâ’nın havarilerine ilkin Antakyalılar M.S. 43-44 yıllarında Mesihîler adını vermişlerdir. Yoksa kendisi, adına bir din kurup böyle bir isim kullanmamıştır. Ona tâbi olanlar Tevrat’a bağlı Yahudi cemaati ile, Kudüsteki Mabede gitmeye devam etmişlerdir (Resullerin İşleri, 3,1). Daha sonra Pavlos, Tevrat cemaatinden ayrılıp kurtuluş için sadece Mesih’e inanmak gereğini öne sürdü. Cemaat ismi uzun süre oturmadı (kardeşler, müminler, şakirtler denildi). Mesihîler adı, önce düşmanları tarafından kendilerine verilip, sonra mecburen kabullendikleri bir isim oldu. Kur’ân asıl isimlerini kullandığından ona teşekkür yerine tenkid etmeleri çok tuhaftır.
Hıristiyanlar ilk üç asır işkence ve gizliliğe mahkûm oldukları dönemde ortaya çok sayıda İncîl çıktı. Roma İmparatoru Constantin M.S. 324’de Hıristiyanlığı devlet dini olarak kabul ettiğinde çeşitli bölünmeler çoktan başlamış ve din asliyetini kaybetmişti.
15 – Ey Ehl-i kitap! Kitaptan (Tevrat’tan) gizlediklerinizin çoğunu size beyan eden,
bir çoğunu da yüzünüze vurmayarak affeden Resûlümüz size gelmiş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir nûr ve hakikatleri açıklayan bir kitap geldi.
16 – Allah onunla, rızasını izleyenleri selamet yollarına iletir,
Onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.
17 – “Allah, Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.
De ki: “Eğer Allah Meryemin oğlu Mesihi, annesini ve dünyada bulunanların hepsini imha etmek istese, O’na karşı kimin elinden bir şey gelir? Kim O’nu engelleyebilir?
Doğrusu göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıkların hakimiyeti Allah’a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir. [4,171; 9,30]
(Bu konuda 4,171 âyeti ile ilgili açıklamaya bkz.)
18 – Hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar “Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz.” dediler.
De ki: “Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor?”
Hayır, bilakis siz O’nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır.
Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan her şeyin hakimiyeti Allah’ındır.
Dönüş de O’na olacaktır.
19 – Ey Ehl-i kitap! Resullerin gelmesinin kesintiye uğradığı bir sırada,
ileride “bize ne müjdeleyen ne de uyaran hiçbir Peygamber gelmedi” demeyesiniz diye
size, müjdeleyici ve uyarıcı Elçimiz, her şeyi beyan etmek üzere geldi. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinden önce altı yüzyıl boyunca Peygamber gelmemişti. En yakın olan Hz. Îsâ altı yüz yıl kadar önce yaşamıştı.
20 – Bir vakit de Mûsâ kavmine şöyle demişti:” Ey kavmim! Allah’ın size lütfettiği nimetlerini bir düşünün; zira o içinizden peygamberler çıkarttı, sizi hür insanlar yaptı ve devrinizde hiç kimseye vermediğini size verdi. [2,47-122; 45,16; 2,143; 3,110] {KM, Sayılar 13,17; 14,38}
İsrail oğulları Hz. Mûsâ’dan önce de, mesela Hz. Yusuf döneminde ve ondan sonra Mısır’da büyük bir güce sahip olmuşlardı. Uzun süre medenî dünyanın en üstün gücü kalıp paraları Mısırda olduğu gibi, çevresinde de geçerli olmuştu.
21 – Ey kavmim! Haydi Allah’ın size nasib ettiği kutsal ülkeye girin, sakın geri dönüp kaçmayın. Yoksa hüsrana düşerek perişan olursunuz. {KM, Tesniye 7,13; 8,1; Çıkış 3,8}
“Kutsal ülke”, İbrâhim, İshak, Yâkub (a.s.)’ın vatanı olan Filistindir. Mısır’dan ayrıldıklarında Allah onları oraya yöneltmişti. Bu âyetler Hz. Mûsâ’ya tâbi olan o zamanki İsrailoğullarından bahs etmektedir. Dolayısıyla onların âlemlere üstün kılınmaları, o kutsal ülkeye girmeleri o döneme aittir ve Allah yolunda olma, Ona lâyık davranışlarda bulunma ile şartlıdır.
23 – Allah’ın buyruğuna uymamaktan korkan ve Allah’ın kendilerine iman ve yakin nimeti ihsan ettiği iki yiğit çıkıp dediler ki:
“Üzerlerine hücum edin, kapıyı tutun. Kapıyı tutup da dışarıda savaş meydanına çıkmalarını önlediniz mi muhakkak siz galipsinizdir. İmanınızda samimî iseniz yalnız Allah’a dayanın.”
27-28– Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku:
Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti.
Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine: “Seni öldüreceğim” dedi.
O da: “Allah, ancak muttakilerden kabul buyurur, dedi. Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”
31 – Derken Allah, yeri eşen bir karga gönderdi ki kardeşinin cesedini nasıl örteceğini göstersin.
Kabil: “Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar bile olup da kardeşimin cesedini örtemedim!” dedi ve pişmanlığa düşenlerden oldu.
Tevrat’ta Kabil’in cesedi gömme işinden bahsedilmez.
33-34 – Allah ve Resûlüne savaş açanların, (yol keserek terör eylemi yaparak) yeryüzünü ifsad etmek için koşuşanların cezası; öldürülmeleri veya asılmaları yahut sağ elleri ile sol ayaklarının kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmelerinden başka bir şey olmaz.
Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Âhirette ise onlara başkaca müthiş bir ceza vardır.
Ancak kendilerini ele geçirmenizden önce tövbe edenler, bu hükmün dışındadır. Biliniz ki Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). [7,124; 20,71; 26,49]
Bu âyet bir önceki âyetin uygulaması durumundadır. Hayatı korumanın yaptırım gücünü ortaya koymak kabilindedir. Burada harpten maksat, müslüman toplum içinde, gerek kırsal kesimde, gerek şehirlerde yol kesme, terör estirme, can emniyetini ortadan kaldırma veya mal gasp etmedir.
Adam öldürene kısas olarak ölüm cezası uygulanır. Öldürmekle beraber mal alan kimse asılır. İdareciler duruma göre bu cezalardan birini uygulamada muhayyerdirler. Sağ elin kesilmesi, mal gasb etmeleri, sol ayağın kesilmesi ise yol kesme ve terör estirmekle halkın can güvenliğini ortadan kaldırdıkları içindir. Sürülme Hanefî mezhebine göre hapis cezasıdır. Şafiiye göre sürme, başka bir yere sürgün olarak uygulanır.
35 – Ey iman edenler! Allah’ın hukukunu gözetin, onun hukukunu ihlal etmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda mücahede edin ki korktuğunuzdan kurtulup umduğunuza kavuşasınız.
38 – Hırsız erkek ile hırsız kadının irtikâb ettikleri suça bir karşılık ve Allah tarafından insanlara ibret verici bir ukubet olmak üzere ellerini kesiniz. Allah azîz ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tesniye 25,11-12}
Sirkat: sözlükte hırsızlık demek olup terim olarak: “Akil ve baliğ bir kişinin belirli miktarın üstünde olan bir malı veya parayı, konulup korunduğu yani saklandığı yerden, hiçbir hak ve şüphe sözkonusu olmaksızın, gizlice alıp zimmetine geçirmesidir.” Çalındığında el kesme cezası uygulanmayan çok durum vardır: Meyve ve sebzelerin, otlakta otlayan hayvanların, henüz toplanmamış tahılların, eğlence aletlerinin, kamu mallarının vs… Bunlar cezasız bırakılmaz, fakat el kesilmez. O halde hırsıza: a-Aklî dengesi yerinde olup, erginlik çağında bulunması, b-İmam Ebû Hanîfeye göre çalınan malın 10 dirhem (32 gram) gümüş değerinden az olmaması. c-Malın saklandığı yerden çalınması şartı aranır. Ceza sağ elin bilekten kesilmesi şeklinde uygulanır.
39 – Kim yaptığı zulüm ve haksızlıktan sonra tövbe edip halini ve işini düzeltirse Allah tövbesini kabul eder; Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur). {KM, Zekarya 1,3}
Hırsızlık büyük günahlardandır. Hırsız tövbe etmezse âhirette büyük azaba uğratılır. Ancak dünyada cezasını çekerse veya suçu tesbit edilmediği için ceza çekmez ve fakat çaldığı malı sahibine teslim edip tövbe ederse Allah onu affedeceğini bildiriyor.
40 – Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’a aittir.
Dilediğini cezalandırır, dilediğini affeder; Çünkü Allah her şeye kadirdir.
41 – Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik” diyen münafıklarla, Yahudilerden kâfirlikte yarışanlar seni üzmesin.
Zira onlar yalancılık etmek için dinlerler. Senin yanında olmayan bir grup hesabına casusluk için dinlerler.
Kelimeleri konuldukları yerlerden çıkarıp tahrif ederler. “Size şu fetva verilirse onu kabul edin, o verilmezse onu kabul etmekten geri durun” derler.
Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun lehinde Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.
Onlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalplerini arındırmak istememiştir. Onların hakkı dünyada rüsvaylık olduğu gibi, âhirette de müthiş bir cezadır. [2,75; 4,46] {KM, İşaya 29,13. Matta 15,8; Markos 7,6}
Yahudi bilginleri okur yazar olmayan dindaşlarına, Hz. Muhammed’in öğretileri kendilerine uyarsa kabul etmelerini, aksi halde reddetmelerini söylüyorlardı.
Fıtratını iyice değiştirmiş kişinin, arınmaya hiç niyeti yoksa Allah da arındırmaz. Azıcık isteği olanı Allah elbette ihmal etmez.
42 – Yalan dinlemeye çok meraklı, haram yemeye pek düşkündürler. Sana gelirlerse ister aralarında hükmet, istersen hükmetmekten geri dur.
Geri durursan onlar sana asla bir zarar veremezler. Şayet hükmedersen, aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah âdilleri sever. {KM, Çıkış 23,8; Tesniye 16,19; 27,25}
Haram, yani rüşvet yiyenler, rüşvete göre hüküm veren Yahudi hâkim ve fakîhleridir.
Hayber Yahudilerinden soylu bir kadınla erkek zina etmişlerdi. Tevrata göre (Tesniye, 22, 22-24) recim olan cezayı uygulamak istemediklerinden dâvayı Hz. Peygamber (a.s.)’a götürdüler. “Recim derse kabul etmeyin, başka ceza verirse kabul edin” dediler. Hz. Peygamber recme hükmedince itiraz ettiler. Zinanın cezası “yüzüne kara çalıp merkeple dolaştırmaktır” diye, ısrar ettiler. İbn Suriya hariç, hepsi yeminle tekid ettiler. Peygamberimiz çok ağır yemin verdirerek son olarak Tevratın hükmünü sorunca bilginleri İbn Suriya recmi itiraf etti. İşte, bu âyet bu olaya işaret etmektedir.
43 – Kendi kitapları olan ve içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat ellerinde iken nasıl olup da seni hakem tayin ediyorlar?
Sonra ne diye peşinden dönüp senin hükmüne razı olmuyorlar?
Aslında onlar hiç bir şeye iman eden kimseler değildirler.
O Yahudilerin dinde samimi olmadıkları yüzlerine çarpılıyor. Çıkarlarına uymayınca, inandıkları kutsal kitaplarını rafa kaldırıp, keyiflerine uygun fetva verir umuduyla inanmadıkları bir kişinin fetvası peşine düşmüşler. Ne iğrenç samimiyetsizlik! Aslında onlar sadece kendi çıkarlarına tapan insanlar!
44 – İçinde hidâyet ve nûr olan Tevratı biz indirdik. Kendilerini Hakka teslim eden nebîler, Yahudilerle ilgili meselelerde onunla hükmederlerdi.
Âlimler ve mürşitler de Allah’ın kitabını koruma ile görevlendirilmeleri sebebiyle yine onunla hüküm verirlerdi.
Hepsi de kitabın hak olduğunun şahitleri idiler. O halde ey hâkimler, insanlardan korkmayın, Benden korkun.
Âyetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın.
Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam kâfirdirler.
Din bilginlerinin koruma görevleri vardı, fakat Kur’ân bu görevi eksiksiz yaptıklarını bildirmiyor.
Kitabı önemsemeyerek, onu inkâr ederek onunla hükmetmeyenler kâfirdirler.
45 – Hem Tevrat’ta onlara şu hükmü de farz kıldık:
Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş karşılıktır. Hülasa bütün yaralamalar birbirine kısas edilir.
Fakat kim bu kısas hakkından feragat edip bağışlarsa bu, kendi günahları için keffaret olur.
Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam zalimdirler. [2,178] {KM, Çıkış 21,23-25; Levililer 24,17-20; Tesniye 19,21}
Kısas, şeriat sahibinin bir hakkı olarak değil, hayatın dokunulmazlığını temin etmek için meşrû kılınmıştır. Yani can almak için değil, cana dokundurmamak için hükmedilmiştir. Onun içindir ki hak sahibi kişi kısastan vazgeçerse, kısas yapılmaz. Zira kısas, sırf insanlar için vaz’ edilmiştir. (Tevrat’da kısas hükmü için: Levililer, 24, 19-21; Çıkış, 21,23-26])
47 – Ve dedik ki: Ehl-i İncîl de, Allah’ın o kitapta indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ahkâm ile hükmetmezse işte onlar tam fâsıktırlar. [7,157; 5,68]
Burada İncîle ilk muhatap olanlara verilen emir naklediliyor. Kendilerinin uymaları istenen şeylerden biri de Hz. Muhammed’i müjdeleyen hususlardır.
48 – Sana da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de onları denetleyici olarak bu kitabı, gerçeğin ta kendisi olarak indirdik.
O halde bütün Ehl-i kitabın aralarında, Allah’ın sana indirdiği ile hükmet, sana gelen bu hakikati terkedip de onların keyiflerine uyma.
Her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi, hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği farklı şeriatlar dairesinde sizi imtihan etmek istediği için ayrı ayrı ümmetler yaptı.
Öyleyse durmayın, hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.
Zaten hepinizin dönüşü Allah’a olacak, O da hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri size tek tek bildirecektir (haklıyı haksızı iyice belli edecektir). [2,41; 11,118; 17,107-108; 21,25; 16,36; 6,116; 12,103]
Müheymin: Öbür kitaplar üzerinde denetleyici, kontrolcü, şahit demektir. Kur’ân önceki kitaplar bakımından tasdikine başvurulacak bir merci olacaktır.
Kur’ân’dan önce her millete ayrı hidâyet, ayrı şeriat verilmişti. Kur’ân ile bütün hidâyet yolları birleşti; her devrin, her milletin ihtiyacı giderildi.
49 – Ve şu emri indirdik: Aralarında, Allah’ın sana indirdiği ahkâm ile hükmet. Sakın onların keyiflerine uyma ve Allah’ın indirdiği hükümlerin bir kısmından seni caydırmalarından sakın.
Şayet yüz çevirirlerse bil ki Allah onları bazı günahlarından dolayı musîbete uğratmak istiyordur. Zaten insanların birçoğu Allah’ın emrinden dışarı çıkmaktadırlar.
50 – Yoksa Cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar?
Fakat kesin olarak iman eden insanlar için, Allah’tan daha güzel, daha doğru bir hâkim bulunabilir mi?
51 – Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları velî edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin velisidirler. Sizden kim onları velî edinirse o da onlardandır. Allah böylesi zalimleri doğru yola iletmez.
Velî: Yerine göre hâmî, koruyucu, yönetici, işleri deruhte eden ve dost anlamlarına gelir.
52 – Kalbinde nifak hastalığı olanların, içlerinden: “Ne olur ne olmaz, başımıza bir felâket gelebilir, şimdiki durumumuz değişebilir, onun için biz tedbirimizi alalım” diyerek, kâfirlerle dost olmak için onların yanına girip çıktıklarını görürsün.
Umulur ki Allah yakında bir zafer ihsan eder
Veya Kendi tarafından peygamberi vasıtasıyla münafıkların maskelerini düşürme gibi bir başka durum ortaya çıkar da,
Onlar içlerinde gizledikleri bu nifaktan dolayı pişman olurlar.
53 – Onların içyüzlerini ancak o zaman keşfeden müminler de birbirlerine:
“Hayret doğrusu! Onlar değil miydi, siz müminlerle beraber olduklarına dair vargüçleriyle yemin edip duranlar!” Ama sonunda ne oldu? Gösteriş için yaptıkları bütün işleri boşa gitti, dünyada da, âhirette de ziyan edenlerden oldular.
54 – Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse dönsün:
Allah onların yerine öyle bir topluluk getirecek ki, Allah onları sever, onlar Allahı severler.
Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve zorludurlar.
Allah yolunda mücahede eder ve bu hususta dil uzatan hiçbir kimsenin ayıplamasından korkmazlar.
İşte bu, Allah’ın öyle bir lütfudur ki dilediğine verir. Allah vâsi ve alîmdir (ihsanı boldur, her şeyi hakkıyla bilir). [47,38; 4,133; 14,19-20; 48, 29; 58,21-22]
İslâm tarihinin başlangıcında üçü Hz. Peygamber (a.s.)’ın vefatından önce olmak üzere on bir toplu irtidad vak’ası olmuştur. Geriye kalanı Hz. Ebû Bekir (r.a.) devrinde yer almıştır.
Allah’ın dinine sahip çıkacak topluluk kavramı da çok geniştir. Çeşitli zaman ve mekânlarda İslâm tarihi boyunca, bu evsafta topluluklar Allah’ın lütfu ile eksik olmamıştır.
55 – Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir.
56 – Kim Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri dost edinirse bilsin ki, bunların teşkil ettiği Allah tarafı, mutlaka galip gelecektir.
57 – Ey iman edenler! Ne dininizi alay ve eğlence konusu yapan sizden önce, kendilerine kitap verilenleri, ne de diğer kâfirleri dost (ve üzerinize yönetici) edinmeyin.
Mümin iseniz, Allah’ın bu buyruklarına karşı gelmekten sakının. [3,28]
59 – De ki: “Ey Ehl-i kitap! Sizin bizden hoşlanmayışınızın tek sebebi galiba şudur: Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, hem kendimize indirilen kitaba, hem de daha önce indirilen ilâhî kitaplara iman etmekteyiz. Sizin ise ekseriniz yoldan çıkmış fâsıksınız.”
60 – De ki: “Allah katında bir ceza olarak bundan daha beterini bildireyim mi?
O kimseler ki Allah onlara lanet etmiş, gazabına uğratmış, içlerinden bir kısmını maymun, domuz ve tâgut’a tapan kimseler yapmıştır. Yerleri en fena olanlar, doğru yoldan büsbütün sapanlar, işte onlardır.” [2,65; 85,8; 9,74]
İnsanların hayvan haline getirilmesine mesh denir. Bu da surî ve manevî olarak iki türlü olabilir. Manevî olunca ahlâkî düşüklük doğuran bir dönüştürme olur. Surî ve manevî olursa ahlâkî düşüklüğün yanında hayatî düşüklük de gerçekleşir. Bu durumda nesilleri devam etmez. Allah dilediğini yapar.
61 – Sizin yanınıza geldikleri zaman: “Biz mü’miniz” derler. Halbuki gerçekte onlar kâfir olarak girmişler, yine kâfir olarak çıkmışlardır. Onların içlerinde gizledikleri nifakı Allah pek iyi bilir.
64 – Yahudiler: “Allah’ın eli bağlıdır” dediler. Hay kendi elleri bağlanasılar!
Hay dediklerinden dolayı mel’ûn olası adamlar! Hayır, hiç de öyle değil! Allah’ın iki eli de açıktır. Dilediği şekilde infak eder.
Rabbinden sana indirilen âyetler, mutlaka onlardan birçoğunun azgınlığını ve gâvurluğunu artıracaktır. Bununla beraber, Biz onların aralarına, kıyamete kadar sürüp gidecek bir kin ve nefret bıraktık.
Her ne zaman onlar savaş çıkarmak için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü. Sırf fesat çıkarmak için dünyanın her tarafında koşup dururlar. Allah müfsitleri sevmez. [4,53-54; 2,61; 3,112; 14,34; 41,44; 17,82] {KM, Mezmurlar; 104,27; 145,15-16}
Hicretten Sonra Medine’deki Yahudiler iktisâdi sıkıntı ile imtihan edildiklerinde onlardan bir kısmı tarafından, Allah’ın ihsan ve merhametini itham eden böyle bir söz söylenmişti. Hepsi dememiş ise de, diyenlere itiraz etmemek sûretiyle razı olmuş sayıldıklarından, bu söz hepsine izafe edilmiştir.
67 – Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ et!
Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.
Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kâfirleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz. [13,40; 2,272]
Bu âyet, Kur’ân’ın mûcizelerindendir. Risâlet görevini yerine getirme süreci içinde Efendimiz (a.s.m.)’ın düşmanları gittikçe artmıştı. Mekke müşriklerine, hicretten sonra Medine’deki kalabalık Yahudi kabileleri, Hıristiyanlar ve başka kabîleler de eklenmişti. Hele münâfıklar ve onların Yahudilerle işbirliği yaparak kışkırttıkları Medine dışındaki kabileler de hayli fazla idi. Bunca düşmanlıkların ve fiilen defalarca suikast girişimlerinin ona zarar vermemesinin, bu âyette müjdelenen ilahî koruma ile olduğunda hiç şüpheye yer yoktur.
69 – İman edenler, Yahudiler, Sabiîler, Hıristiyanlar…
Bunlar içinden her kim Allah’a ve âhiret gününe iman edip makbul ve güzel işler yaparsa, onlara hiçbir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. [2,62]
71 – Başlarına bir bela gelmeyeceğini sandıkları için, kör ve sağır kesildiler.
Sonra tövbe ettiklerinde Allah da tövbelerini kabul buyurdu.
Sonra içlerinden birçoğu yine kör ve sağır kesildiler. Allah yaptıklarını hakkıyla görüyor.
Eğer bunların âhirete, ve oradaki sorumluluğa imanları olsaydı böyle zannetmeyeceklerdi. Halbuki böyle sandıkları için kör ve sağır kesildiler. Hak delilleri görmez, hak sözü işitmez oldular.
72 – “Allah Meryemin oğlu Îsâ’dır.” diyenler hiç şüphesiz kâfir olmuşlardır. Halbuki Îsâ vaktiyle şöyle demişti:
“Ey İsrail oğulları! Benim de, sizin de Rabbiniz olan tek Allah’a ibadet ediniz. Kim Allah’a eş ortak koşarsa, şu kesindir ki, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer ateştir. Zalimlere yardımcı olan da çıkmaz.” [5,17; 9,31; 19,30-36; 4,48; 7,50; 43,59] {KM, Yuhanna 20, 17; Markos 12,29}
73 – “Allah üç uknumdan biridir” diyenler de kâfir olurlar. Halbuki birtek İlahtan başka ilah yoktur.
Eğer bu batıl iddialarından vazgeçmezlerse içlerinden kâfir kalanlara mutlaka can yakıcı bir azap dokunacaktır. [4,171]
Arapçada sâlisü selâse veya rabi’u erba’a deyiminde üçüncü veya dördüncülük değil, “onlardan biri” mânası vardır.
74 – Hâla Allah’a dönüp O’ndan af dilemeyecekler mi? Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
76 – De ki: Siz Allah’tan başka, size ne zarar, ne de fayda vermeye gücü yetmeyen âciz mahluklara mı ibadet ediyorsunuz? Halbuki hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah’tır. [13,16; 20,89; 25,3] {KM, Baruh 6. bölüm}
80 – Onlardan çoğunun kâfirleri velî edindiklerini görürsün. Bu iş -ki onu bizzat kendileri yapmış ve üzerlerine Allah’ın hışmını çekmiştir- ne kötü bir davranıştır! Onlar cehennem azabında devamlı kalacaklardır.
81 – Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilen vahye imanları olsaydı, kâfirleri velî edinmezlerdi. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.
83-84 – Peygambere indirilen Kur’ân’ı dinledikleri vakit, onda âşinaları olan hakikate kavuşmaları sebebiyle gözlerinin yaşla dolup taştığını görür ve şöyle dediklerini işitirsin:
“İman ettik ya Rabbena! Bizi de hakka şahitlik edenlerle beraber yaz! Bütün isteğimiz ve umudumuz, Rabbimizin bizi salihler arasına dahil etmesi iken, ne diye Allah’a ve bize gelen bu hakikate iman etmeyelim ki?”
Böyle Hıristiyanların başında Hz. Peygamber (a.s.m.)’ın çağdaşı olan Habeş Necaşisi olup hicret eden müslümanları ülkesinde barındırmış, kendisine nota veren Kureyş’in baskılarına kulak asmamış ve Hz. Peygamber (a.s.)’a iman etmişti.
85 – Böyle demelerine mukabil, Allah onları, içinden ırmaklar akan ve ebedi kalacakları cennetlerle ödüllendirdi.
İşte iyi hareket edenlerin mükâfatı böyle olur!
87 – Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı o güzel ve temiz nimetleri kendinize haram kılmayın, haddi aşmayın. Çünkü Allah haddini aşanları asla sevmez. [7,31-32; 25,67]
88 – Allah’ın size rızık olmak üzere yarattığı şeylerden helal ve temiz olarak yeyin.
Kendisine iman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının.
89 – Allah sizi kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz,
ama bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sorumlu tutar.
Böyle bir yemini bozarsanız onun keffâreti, çoluk çocuğunuza yedirdiğiniz orta halli yemek çeşidinden on fakir doyurmak, yahut on fakiri giydirmek veya bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.
Bunlara gücü yetmeyen kimse, üç gün oruç tutsun.
İşte yemin ettiğinizde, yemin bozmanın keffareti budur.
Yeminlerinize sahip çıkın.
Allah işte size âyetlerini böyle açıklıyor, ta ki şükredesiniz.
91 – Şarap ve kumarla şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu habis şeylerden vazgeçtiniz değil mi?
92 – Allah’a itaat edin, Resûlullaha itaat edin ve onlara karşı gelmekten sakının. Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki peygamberimizin görevi sadece tebliğden ibarettir.
93 – İman edip iyi ve yararlı işler yapanlara, bundan böyle Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve imanlarında sebat ile iyi ve yararlı işlerine devam ettikleri,
Sonra takvâları ve imanları tam sağlamlaşıp kökleştiği,
Daha sonra da bu takvâ ile beraber, başkalarına iyilik eden ve her yaptığını güzel yapan ihsan mertebesine erdikleri takdirde,
daha önce yeyip içtiklerinden dolayı kendilerine bir vebal yoktur. Allah da böyle güzel davrananları sever. [7,31]
Âyette takvâ ve iman şartının üç kere tekrarlanması, çeşitli tefsirlere vesile olmuştur. Mesela: ilk cümlede: “Şirkten sakınıp Allah’a iman ettikleri takdirde”, ikinci cümlede “Haramlıktan sonra şarap ve kumardan sakındıkları ve onların haramlığına iman ettikleri takdirde”, üçüncüsünde “Diğer bütün haramlardan sakınıp haramlığına iman ettikleri takdirde” şekillerinde yorumlanmıştır (Nesefî). Veya birincisi şirkten, ikincisi haramlardan, üçüncüsü şüpheli şeylerden korunma diye yorumlanmıştır (Nesefî). Yahut üç mertebe yani başlangıç, orta ve son duruma itibar edilmiş olabilir. Yahut ittika edilen (sakınılan) şeylere itibar edilebilir: Şöyleki: Cehennemden korunmak için haramlardan; haramdan korunmak için şüpheli şeylerden; nefsi düşüklükten korumak için bazı mübahlardan korunmak gerektiğine işarettir. Vallahu a’lem (Ebu’s-Suûd).
94 – Ey iman edenler! Allah, kendisini görmeksizin, gıyabında Kendisini tazim edip haramlardan sakınanları meydana çıkarmak için sizi av nevinden bir şeyle deneyecek. Bir av bolluğu ki elleriniz de yetişebilecek, mızraklarınız da… Kim bundan sonra konulan hududu aşarsa işte ona gayet acı bir azap vardır. [67,12]
95 – Ey iman edenler! Siz ihramlı iken av öldürmeyin. İçinizden kim onu bilerek öldürürse kendisine bir ceza vardır. O ceza da, öldürdüğüne benzer bir davar olup, öldürülenin emsali olduğuna içinizden iki âdil kişinin karar vermesi gerekir.
Ceza, Kâbe’ye ulaşıp orada kesilecek bir kurbanlıktır. Yahut fakirleri doyurmak yahut onun dengi oruç tutmak şeklinde bir keffarettir, ta ki işlediğinin vebalini tatsın.
Allah daha önce işlenen bu tür fiilleri affetti. Fakat kim dönüp tekrar böyle yaparsa Allah ondan, onun intikamını alır; zira Allah azîzdir (mutlak galiptir) ve intikamı vardır. [2,196; 3,4]
Hac esnasında avlanma yasağının önemli hikmetlerinden biri, Harem-i Şerif’in, yani oranın ziyaretçileri hacıların güvenliğini sağlamaktır. Avlananların olması, izdiham ve kazalara yol açabilir. Allah’ın intikamı: Adaletinin gereği olarak, müstahak olanı cezalandırmasıdır.
96 – Ey ihramlılar! Deniz avı ve deniz yiyeceği size helal kılındı ki size ve yolculara bir rızık vesilesi olsun. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram kılındı. Öyleyse huzurunda varıp toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
97 – Allah Kâbe’yi, o hürmete layık mâbedi, insanların din ve dünya hayatları için bir nizam vesilesi kılmıştır; o hürmetli ay’ı da, Kâbeye gönderilen gerdanlıksız veya gerdanlıklı kurbanlıkları da…
Bütün bunlar, Allah’ın göklerde olanı da, yerde olanı da bildiğini ve gerçekten Allah’ın her şeyi bildiğini sizin de bilip anlamanız içindir.
Hac uluslararası düzeyde, dünya çapında yılda bir tekrarlanan bir vakıa olduğu gibi, umre de daha küçük çapta devam eden bir vakıadır. Hac ziyaretinin kültürel, sosyal, ekonomik, turistik fayda ve neticeleri gözle görülmektedir. Fakat daha fazla faydası, ziyaretçilerin manevî hayatlarına yön verip, onları manen beslemesidir. Allah’ın yeryüzünde inşasını emrettiği ilk Mabedi ziyaret etmekle, insanlığın babası Hz. Âdem (a.s.)’dan günümüze kadar gelen bütün insanlarla buluşması, başka kapılarda sürünüp perişan olanların, sıcak aile yuvalarına dönüşü, geçici dünya imtiyazlarının (ırk, asalet, servet, makam, güzellik, gençlik gibi imtiyazların) gerçekten geçici olduğunun ispatlanması, mahşer manzarasından bir enstantanenin dünyada yaşanarak insanların ona göre kendilerine çekidüzen vermeleri gibi nice muazzam gerçekleri yaşar ki bunları düşününce “Kâbe’nin nasıl bir yön ve nizam unsuru” ve yön belirleyen bir pusula olduğunu anlar.
Hürmetli ay (Şehr-i haram) Hac ibadetinin yer aldığı Zilhicce veya hac mevsiminin yer aldığı receb, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır.
98 – Bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir; ama aynı zamanda O, gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
99 – Peygambere düşen sorumluluk, sadece tebliğ etmektir. Allah sizin açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
Bu, “Peygamberin yapacağı başka iş yoktur,” mânasına gelmez. Vahyin tebliği bakımından, sorumluluk yönünden Hz. Peygamberin durumunu bildirmekte, insanlara zorla kabul ettirmenin söz konusu olmadığını belirtmektedir. Yani “Peygamber size, tebliğ görevini fazlasıyla yerine getirdi. Sizin ona itaat etmemede artık hiçbir mezaretiniz olamaz” demektir.
100 – Murdarın çokluğu tuhafına gitse de gitmese de, hatta murdarın çoğu hoşuna gitse de gitmese de, murdar ile temiz bir olmaz.
Öyleyse ey akl-ı selîm sahipleri! Siz az çok demeyip daima temize, helale yönelin. Haram yemekten, Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız.
101 – Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın.
Eğer Kur’ân’ın indirilmesi esnasında onları sorarsanız, size açıklanır.
Hâlbuki Allah onları bağışlamış, sizi onlardan muaf tutmuştur.
Çünkü Allah gafurdur, halimdir (affı ve müsamahası geniştir).
Hz. Peygamber (a.s.m) haccın farz kılındığını tebliğ ettiği sırada ashabından biri: “Her sene mi?” diye sorup tekrarlamıştı. İşi zorlaştıracak soruların yersizliği bildirilerek müminler eğitiliyor.
103 – Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmemiştir.
Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek Ona iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.
Cahiliye arapları putlarına adadıkları hayvanları gruplara ayırmışlardı. Beş kere doğrup beşinci de dişi doğuran deveye bahîra der, kulağını yarıp sütünü sağmaz, putlara bırakırlardı. Bazı hayvanları putlar uğrunda serbest bırakır, sütü yalnız misafirlere ayrılırdı ki bu deveye sâibe derlerdi. Biri erkek diğeri dişi olarak ikiz doğuran koyun veya deveye vasîle der, erkeği putlara kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek deveye hâm deyip onu da putlar için serbest bırakırlardı.
104 – Kendilerine: “Allah’ın indirdiğine ve Resûle (onların hakemliğine) gelin denildiğinde “Atalarımızı ne halde bulmuşsak o bize yeter” derler. “Ataları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı onlara tabi olacaklar?”
Müşriklerin hürafelerinden biri de, deve ve koyun gibi hayvanları, âyette sayılan adlar altında putlara adama, insanların yararlanmasını önleme ve putlara kurban etme idi.
105 – Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan sonra sapanlar size zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. O da yaptıklarınızı size bir bir bildirecek, karşılığını verecektir.
Bu âyet, emr-i mâruf nehy-i münker isteyen âyetlerin hükmünü değiştirmiyor. Ashab zamanında bile böyle anlayanlar olunca Hz. Ebû Bekir (r.a.) minberden şöyle seslenmiştir: “Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor fakat, bundan maksadı, gereğince anlamıyorsunuz. Ben Resûlullah (a.s.m) dan şunu işittim: “İnsanlar bir zalimi görürler de zulmünü engellemezlerse, Allah Teâla hepsine azab eder.” Bu âyeti sırf ferdî bir mânada almamalı, enfusekum’dan ferdi, nefsi ve tümüyle toplumun kendisini içine alan bir mâna anlamalıdır. Yani fert, fert olarak, müslüman toplum da toplum olarak, iyilik ve dürüstlüğünü korumalıdır. Bununla beraber âyet bize asıl şunu gösteriyor ki: kurtuluş ve toplumun hidâyeti de fertlerden başlar. Fertler düzelirse toplum da düzelir. Fertlerde sıhhat ve istikamet olmazsa, sayılarının artması kuvveti artmaz. Bilakis sorunları çoğaltır. Çünkü toplumda vahid-i sahîh olmazsa, toplama ve çarpma, kesirlerin çarpımında olduğu gibi, daha küçük bir neticeye götürür. Tam sayı olarak 3X3=9 ederken, 1/3X1/3=1/9 olur. Onun için önce tam sayı durumunda, kâmil fertler yetiştirmelidir. Toplumu ıslah etmek isteyenler, emr-i mârufu kendilerinden başlatmalıdırlar. Keza sağlıksız bir toplum da, başka toplumları düzeltemez. Müminler, fert ve toplum olarak görevlerini yaparlarsa, başkalarının sapmalarından sorumlu olmazlar.
106 – Ey iman edenler! Sizde ölüm alâmetleri belirdiğinde, vasiyyet edeceğiniz sırada, içinizden iki dürüst kişiyi şahit tutun. Yahut yolculuk esnasında başınıza ölüm musibeti gelmişse, sizden olmayan başka iki kişi şahit olsun.
Eğer şüphe ederseniz, o iki şahidi namazdan sonra tutar ve: “Yeminimizi, akrabalarımızın menfaati de sözkonusu olsa, dünyanın hiç bir şeyine değişmeyeceğiz. Allah’ın üzerimizde bir emanet, bir borç olarak bulunan şahitliğini gizlemeyeceğiz. Yoksa biz kesinlikle günahkâr oluruz” diye Allah’a yemin ettirirsiniz.
107 – Şayet sonradan bu şahitlerin yalan söyleyerek günah işledikleri anlaşılırsa, şahitlerin haklarına tecavüz etmek istedikleri ve ölüye daha yakın olan mirasçılardan iki kişi, öbürlerinin yerine geçerler ve “vallahi bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi takdirde biz elbette zalimlerden oluruz” diye yemin ederler.
108 – Bu usul, şahitliği tam gerektiği şekilde yapmaları, yahut yeminlerinden sonra başka şahitlerin şahitliklerine başvurma sonucunda, yalan söylediklerinin ortaya çıkması sebebiyle, yeminlerinin reddedileceğinden korkmalarını sağlama bakımından en uygun çaredir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın hükmünü dinleyip itaat edin. Allah, din yolundan çıkan fasıklar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz.
Vasiyetin yerine getirilmesi için alınacak tedbirler bu âyetlerle özetlenmiştir. Âyetin son cümlesinden maksat şudur: Siz ittika etmez ve söz dinlemezseniz fasık olursunuz. Allah da fasıklara hidâyet etmez, yani cennet yolunu bulmaya veya “faydaları olan cihete muvaffak etmez, emellerine kavuşturmaz.”
109 – Gün gelecek, Allah peygamberleri bir araya toplayıp:
“Sizin tebliğleriniz ümmetleriniz tarafından nasıl karşılandı, nasıl bir cevap aldınız?” buyuracak.
Onlar da: “Senin, herşeyi hakkiyle bilen ilminin yanında bizim bilgimiz yok.
Zira gayblara vakıf olan, yalnız Sen’sin” diyecekler. [7,6; 15,92-93]
110 – Allah o gün buyuracak ki: “İsa! Hem senin, hem annenin üzerindeki nimetimi iyi düşün!
Düşün ki: Ben Seni Ruhu’l-kudüsle desteklemiştim. Sen beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşmuştun.
Ben sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncili öğretmiştim.
Sen, Ben’im iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyor, ona üflüyordun; o da Ben’im iznimle kuş oluveriyordu.
Düşün ki: Sen Ben’im iznimle anadan doğma âmanın gözünü açıyor, abraşı da iyileştiriyordun.
Düşün ki: Sen Ben’im iznimle ölüleri kabirden diri olarak çıkarıyordun.
Hani Ben İsrailoğullarının şerlerini (öldürme kasıtlarını) senden defetmiştim.
Kendilerine apaçık deliller, mûcizeler getirdiğin zaman da onların kâfirleri: “Bu besbelli bir büyüden başka bir şey değil” demişlerdi. [2,87; 3,46.49; 9,30] {KM, Matta 12,24; Markos 3,22; Luka 11,15}
112 – Bir vakit de Havariler: “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi? dediler.
O da: “Eğer mümin iseniz Allah’tan korkun da edebi aşmayın” diye cevap verdi. {KM, Resullerin işleri 10,9}
Bu isteği iman etmeden önce yapmış olmaları mümkündür. Allah Teâlanın kudretine, Hz. İsa (a.s.) ın nübüvvetinin hakkaniyetine inanarak bunu söylemeleri mümkündür. Bu durumda “gücü yeter mi?” diye Hak Teâlanın kudreti değil de, “indirir mi?” anlamında olarak O’nun fiili süal konusu yapılmaktadır (Ebu’s-suud).
115 – Allah buyurdu ki: “Ben onu yukarıdan size indiririm, fakat bundan sonra her kim nankörlük edip kâfir olursa, onu dünyada hiç kimseye yapmayacağım derecede cezalandırırım.”
116-118 – Hem Allah Teâla: “Ey Meryem oğlu İsa!” Sen mi insanlara “Beni ve annemi Allah’tan gayrı iki tanrı edinin” diye sorguladığı vakit o şöyle diyecek:
“Hâşa! Sen şerikden ve her noksandan münezzehsin Ya Rabbî! Hakkım olmayan bir şeyi söylemem doğru olmaz, bana yakışmaz.
Hem söylediysem malûmundur elbet. Benim varlığımda olan her şeyi Sen bilirsin, ama ben Sen’in Zatında olanı bilemem. Bütün gaybleri hakkıyla bilen ancak Sen’sin.”
“Sen ne emrettinse ben onlara, bundan başka bir şey söylemedim. Dediğim hep şu idi: “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin.”
“Ya Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe onları kolladım. Fakat vakta ki Sen beni aralarından tutup aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın. Sen gerçekten her zaman, her şeye hakkıyla şahitsin.
Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, aziz-u hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin.” [4,172]
Birçok batılı yazarın iddialarının hilafına, Kur’ân-ı Kerim, Meryem’i teslisin bir unsuru saymaz. Yalnız bu âyette onun tanrılaştırıldığını bildirir. Arabistanda ve Suriyede İslam’ın zuhurundan önce Meryem’i tanrılaştıran Collyridiens gibi toplulukların bulunduğunu bir çok müsteşrikin çalışmaları da göstermiştir. Fakat oraya gitmeye gerek yoktur. Katolik mezhebi Meryem hakkında “Tanrının Annesi” (Theotokos) der, onun da ruh ve bedeni ile göğe yükseldiğini, dünyada hazır ve icraatta bulunduğunu, duaların ona yöneltilmesinin yerinde olduğunu kabul eder. Tevhid konusunda çok titiz olan Kur’ân nazarında bunların tanrılaştırma sayılması pek normaldir.
{KM, Matta 4,10; Luka 4,8} İncilin hiçbir yerinde Hz. İsa (a.s.)’ın “Ben Tanrı’yım” şeklinde bir sözü yoktur. Aksine o Allah’ın kulu olmasıyla övünür (Matta 12,18).
119 – Bunlardan sonra Allah buyurur ki: “Bu gün o gündür ki, doğruların doğruluğu kendilerine fayda verir. Onlara içinden ırmaklar akan cennetler var.
Orada daimî kalırlar. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte büyük başarı ve mutluluk budur!”
120 – Göklerin, yerin ve oradaki her şeyin hakimiyeti Allah’ındır! ve O her şeye hakkıyla kadirdir.
En’am-1 – Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar, birtakım putları Rab’lerine eşit sayıyorlar!
Kur’ân’ın birçok âyetinde semâvat ve’l-ard (gökler ve yer) birlikte ve bu sıra ile geçer. Semâ: meleklerin mekânı, duaların kıblesi, temiz ruhların yükseldiği yer ve küresel yapısı ile yerküreyi her tarafından kuşatması, orada Allah’a hiç isyan edilmemesi, cennetin orada bulunması itibariyle ön sırada yer alır. Fakat arz tek başına ve küçük cirmiyle “göklere” denk tutulur. Bu da, Allah Teâlanın dünyaya yerleştirdiği zengin muhtevanın önemini gösterir. Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (aleyhimüsselam) ın burada zuhuru göklere denk tutulması için yeterli bir sebep değil midir? O bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş değil midir? [21,107]
3 – Oysaki göklerde de, yerde de gerçek İlah ancak O’dur. O sizin gizlinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. O hayır ve şer olarak ne kazanacağınızı da bilir.
12-De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” “Allah’ındır” de. O, rahmet etmeyi Kendisine ilke edinmiştir.
14 – De ki: “Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah’tan başkasını mı Tanrı edinecek mişim?” “Doğrusu, bana, Allah’a teslim ve itaat edenlerin ilki olmam emredildi” de, ve “sakın müşriklerden olma!” buyuruldu. [39,64]
17 – Eğer Allah sana bir sıkıntı verirse O’ndan başkası onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse… Zaten O herşeye olduğu gibi, buna da elbette kadirdir. [35,2]
19 – De ki: “Şahit olarak hangi şey daha büyüktür?” “De ki: “Allah! Benimle sizin aranızda o şahit olarak yeter. Şu Kur’ân bana sizi ve kendisine ulaşan herkesi uyarmam için vahyolundu.”
Allah ile beraber başka tanrılar bulunduğuna gerçekten siz mi şahitlik ediyorsunuz?” Ben asla buna şehadet etmem!” de ve şu hakikatı vurgula: “O, ancak tek İlahdır, başka Tanrı yoktur. Sizin şirkinizle de, şeriklerinizle de benim hiç bir ilişiğim yoktur.” [11,17]
Hz. Peygamberin risaletinin asıl ve en büyük şahidi Allah’tır. Onun şahitliği: Ona mûcizeli bir ferman olan Kur’ân’ı vermesi, daha önceki semavî kitaplarda geleceğini haber vermesi, bazı mûcizelerle desteklemesi, onun dâvetinin esası olan vahdaniyetin (Allah’ın var ve bir olmasının) delillerini kâinatın her tarafına yerleştirmesi, insanın yaratılışına bir Allah’a ve ebedî hayata inanma duygusunu yerleştirmesi tarzlarında olmaktadır.
21 – Allah adına yalan uydurandan veya Onun âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki? Şu muhakkak ki o zalimler felah bulamayacak, muratlarına eremeyeceklerdir.
23 – Sonra onların şirklerinin vardığı son nokta, (sığınacakları tek yalancı özrü) “Rabbimiz Allah hakkı için, vallahi biz müşrik değildik!” demekten ibaret olacaktır.
31 – Allah’a kavuşmayı yalan sayanlar, gerçekten en büyük hüsrana uğramışlardır.
Nihayet kıyamet saati kendilerini bastırıverince onlar, günah yüklerini sırtlarına yüklenerek: “Eyvah! Dünyada işlediğimiz kusurlarımızdan dolayı yazıklar olsun bize!” diyecekler. Dikkat edin: Ne fena yükler götürüyorlar!
33 – Ey Resulüm! Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pek iyi biliyoruz.
Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. [35,8; 26,3] {KM, Hezekiel 3,7}
Bu âyet, Allah Teâlanın Hz. Peygamber efendimize verdiği yüce makama delalet eden yerlerden biridir. Zira ona hitaben: “Üzülme! Onlar senin yalan söylediğini iddia etmiyorlar. Onlar Allah’ın âyetlerini yalan sayıyorlar” buyurarak onu sıkıntıdan kurtarıp, yükü Zatının üzerine almaktadır.
Bu teşrif, “yalancı!” iftirasına maruz kalan Efendimizi teselli ettiği gibi, bir gerçeği de dile getiriyordu. Zira müşrikler 40 yaşına kadar içlerinde yaşayıp her halini bildikleri Peygamberimize hep “el-Emîn” (pek dürüst ve güvenli) derlerdi. Elçiliğini açıklayınca onu yalanlamaları, Allah’ın bildirdiklerini kabul etmediklerini gösteriyordu. Nitekim düşman kampın başkanı Ebû Cehil Hz. Peygambere şöyle demişti: “Doğrusu, biz senin yalancı olduğunu söyleyemeyiz, ama senin getirdiğini yalanlıyoruz.”
34 – Senden önce nice peygamberler yalancı sayıldılar da tekzib olunmaya ve her türlü eziyete uğratılmaya karşı sabrettiler. Nihayet kendilerine yardımımız gelip yetişti.
Öyle ya, Allah’ın sabredenlere yardım vaadini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Nitekim o resullerin kıssalarından bazı bölümler sana ulaşmıştır. [37,171-173; 58,21]
35 – Eğer onların hakka sırt çevirmeleri sana pek ağır gelip de kendilerine bambaşka bir mûcize getirmen için yer altında bir geçit veya göğe çıkacak bir merdiven arama peşinde olursan, şunu bil ki: şayet Allah dileseydi onların hepsini elbette doğru yol üzerinde toplardı. O halde sen sakın bunu bilmeyenlerden, fevrî davrananlardan olma. [10,99]
36 – Ancak kulak verenler bu dâveti kabul ederler. Ölüleri ise Allah diriltecek, sonra Onun huzuruna çıkarılacaklardır. [36,70]
37 – “Ona bizim ısrarla istediğimiz bambaşka bir mûcize indirilse ya!” deyip duruyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah öyle bir mûcize göndermeye kadirdir, fakat onların çoğu bunu bilmezler. [10,20; 13,7.27; 17,90-59; 26,4] {KM, Matta 16,1; Markos 8,11}
39 – Âyetlerimizi yalan sayanlar, karanlıklar içinde olan birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola koyar.
40 – De ki: “Söyleyin bakalım, eğer size Allah’ın azabı gelir yahut kıyamet gelip çatarsa Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru kimseler iseniz haydi söyleyin gerçeği!” [2,17-18; 24,40]
45 – Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun ki böylece, zulmedip duran o gürûhun arkası kesildi.
46 – De ki: “Söyleyin bakalım: Eğer Allah işitme ve görme duyunuzu alır, kalplerinizin üstüne bir de mühür vurursa Allah’tan başka hangi tanrı onları size geri getirebilir?”
Bak, âyetlerimizi nasıl türlü türlü açıklıyoruz da, sonra onlar nasıl yüzçeviriyorlar! [67,23; 8,24; 10,31]
47 – De ki! “Söylesenize bana: Eğer Allah’ın azabı, ansızın yahut göz göre göre size gelirse zalim topluluktan başkası mı helâk olacak?” [6,82]
50 – De ki: “Ben, size Allah’ın hazîneleri benim yanımdadır” demiyorum. Yok, “Ben gaybı bilirim.” Yok, “Ben meleğim” de demiyorum.
Bana ne vahyediliyorsa, ben ancak ona tabi olurum” De ki: “Kör, görenle bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz? [13,19]
53 – Biz onlardan kimini kimi ile, neticede “Allah bula bula aramızdan bunları mı lütfuna lâyık gördü?” desinler diye, işte böyle imtihan ettik. Allah kimin şükrettiğini, kimin lütfuna daha lâyık olduğunu bilmez olur mu? [11,27; 46,11; 19,73]
Burada, o kibirli ileri gelenlerin bu lütfa lâyık olmadıkları ima edilmektedir.
56 – De ki: “Allah’tan başka taptığınız şeylere ibadet etmem bana yasak kılındı.” De ki: “Sizin keyfî arzularınıza uymayacağım; yoksa şaşırmış olurum.”
57 – De ki: “Ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanmaktayım. Siz ise, onu yalan saydınız.
Gelmesi için acele ettiğiniz azap da benim elimde değildir. Azabı çabuklaştırmak veya ertelemek hakkındaki hüküm, ancak Allah’ındır.
O doğru haber verir. O doğruyu eğriden ayırt edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”
58 – De ki: “Eğer o acele istediğiniz azap benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızdaki iş çoktan bitmiş olurdu.”
Zalimlere nasıl davranılması gerektiğini Allah pek iyi bilir.
62 – Sonra onlar gerçek efendileri, mevlâları olan Allah’a götürülüp teslim edilirler. İyi bilin ki bütün hüküm yetkisi O’nundur ve O hesaba çekenlerin en süratlisidir. [56,50; 10,32] {KM, Mezmurlar 9,9; 67,5; Yeremya 11,20}
70 – Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren, kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri kendi hallerine bırak.
Sen yalnız Kur’ân ile va’z et ki,
Allah’tan başka yardımcısı ve şefaatçisi bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden helâke teslim edilmesin.
O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp kabul edilmez.
İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler, mahvolanlar, işte bunlardır.
İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır. [74,38-39; 3,91; 10,3; 32,4]
71 – De ki: “Allah’tan başka, bize, yalvarıp ibadet ettiğimiz takdirde fayda, terkettiğimiz takdirde zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım?
Allah bizi doğru yola koyduktan sonra şeytanların kandırıp şaşkın bir halde çöle düşürdükleri, arkadaşlarının ise “Bize gel!” diye doğru yola çağırıp durdukları ahmak gibi, gerisin geriye İslâm’dan şirke mi dönelim?
De ki: “Allah’ın gösterdiği yol, tek doğru yoldur ve bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emrolundu.” [39,37; 16,37]
80 – Kavmi kendisi ile tartışmaya girişti: O dedi ki: “Allah, bana doğru yolu göstermişken, siz hâla benimle O’nun hakkında tartışıyor musunuz? Sizin O’na ortak saydığınız şeylerden ben hiç bir zaman korkmam.
Rabbim ne dilerse o olur. Rabbimin ilmi her şeyi kapsar. Hâla kendinize gelip ders almayacak mısınız?”
81 – “Hem siz, Allah’ın size tanrı oldukları hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Ona ortak saymaktan korkmuyorsunuz da, nasıl ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkarım?”
Şimdi biliyorsanız söyleyin, bu iki taraftan hangisi korkudan emin olmakta haklıdır?” [53,23; 42,21]
Hz. İbrâhim putlara ve yıldızlara tapmanın aklen tutarsız olduğunu ispatlayınca, öyle anlaşılıyor ki, müşrikler bu sefer, onların Allah nezdinde şefaatçi olabileceklerini söylediler. Bu ancak nakil yolu ile bilinecek bir şey olunca Hz. İbrâhim: “Onların şefaatçiliği hakkında Allah’ın hiçbir delil bildirmediğini” söyledi. Son olarak hürafeci müşrikler, “bizim bu gizemli ilahlarımız seni çarparlar” deyip, psikolojik bir yaklaşımla insanın zaaf damarlarından biri olan korkusunu harekete geçirmeye çalıştılar. O da pek kuvvetli ilzamî bir delille onları susturdu: “Allah’ın kudreti ve birliği kesin. Sizin tanrılarınızın ise zihninizden başka yerde varlıkları yok. Allaha şirkiniz sebebiyle, asıl korkması gereken siz iken, benim ise korkacak hiç bir yanlışım yok iken, ne diye ben korkayım? İyi düşünün: güven istiyorsanız, o sadece tevhid inancındadır.”
88 – İşte bu yol Allah’ın hidâyet yoludur ki kullarından dilediğini ona götürür. Eğer onlar Allah’a ortak tanısalardı, bütün yaptıkları, elde ettikleri bütün kazançları heder olmuş gitmişti. [39,65; 43,81; 21,17; 39,4]
90 – İşte onlar Allah’ın hidâyet verdiği kimselerdir. Sen de onların yolundan yürü ve de ki: “Ben risaleti tebliğden dolayı sizden bir ücret beklemiyorum. O, bütün milletler için bir öğütten, irşaddan ibarettir.
91 – Bazı Yahudiler de Allah’ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü “Allah hiçbir insana hiçbir şey indirmemiştir” dediler.
Sen onlara de ki: “Peki, Mûsâ’nın insanlara bir nûr ve rehber olmak üzere getirdiği ve sizin de parça parça kağıtlar haline koyup işinize geleni gösterdiğiniz, fakat çoğunu gizlediğiniz ve sizin de babalarınızın da bilmediğiniz birçok şeyleri sayesinde öğrendiğiniz o kitabı kim indirdi?”
Ey Resulüm sen: “Allah indirdi” de! Sonra bırak daldıkları batıllarında oynaya dursunlar. [10,2; 17,94-95]
93 – Allah adına yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde “Bana da vahyolundu” diyenden, bir de, “Allah’ın indirdiği âyetler gibi ben de indiririm” diye iddia edenden daha zalim kimse olabilir mi?
Ölümün şiddetleri içinde kıvranırken, ölüm meleklerinin de yakalarına yapışıp kendilerine: “Haydi, derhal ruhlarınızı çıkarıp teslim edin! Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız; çünkü Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyordunuz ve çünkü kibirlenerek O’nun âyetlerinden yüzçeviriyordunuz!” diye haykırdıkları sırada sen o zalimlerin halini bir görsen! [8,31.50; 47,27; 66,6] {KM, Hezekiel 13,6-7}
Allah adına yalan şöyle olur: O’nun söylemediği söz O’na mal edilir, şeriki olmadığı halde ortak koşulur veya O’na eksik sıfatlar verilir.
95 – Taneleri ve çekirdekleri çatlatıp yararak (her şeyi gelişme yoluna koyan) Allah’tır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da O’dur.
İşte bunları yapandır gerçek İlah! Artık nasıl oluyor da haktan uzaklaştırılıyorsunuz? [3,27; 36,33-36]
Ölüden diriyi çıkarmak: kuru taneden yeşil bitki, kâfirin neslinden mümin çıkarma; diriden ölü çıkarma ise bunun aksi olarak açıklanır. Canlılar ölü maddeleri yiyerek beslenir. Bebeğin bedeni ölü sütü, canlı ete dönüştürür. Canlı bedenden ölü süt çıkar. Bunun da ötesinde, hayat ve ölüm deveranı, hayatın sırrı ve kâinatın ihtiva ettiği büyük bir mûcizedir. Su, karbondioksit, hidrojen ve topraktaki inorganik tuzlar, güneş ışığı, yeşil bitkiler ve muayyen bakteriler sayesinde, nebat ve hayvandaki hayat maddesini teşkil eden organik maddelere dönüşürler. İkinci durumda ise bu maddeler, canlı artıkları halinde ölüm âlemine dönerler. Böylece Yüce Yaratıcı akıp giden zamanın her anında ölüden hayat, hayattan ölü çıkarır.
100 – Böyle iken tuttular, cinleri Allah’a şerik yaptılar; halbuki bunları da O yaratmıştır. Bundan başka O’na birtakım oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Ne dediklerini bildikleri yok. O, müşriklerin Kendisine isnad ettikleri bu gibi nitelendirmelerden münezzehtir, yücedir. [2,116; 4,117-120; 18,50; 19,44; 36,60-61; 34,41]
102 – Rabbiniz Allah, işte bu vasıflara sahib olan Yüce Zattır.
O’ndan başka tanrı yoktur. Her şeyi yaratan O’dur.
O halde yalnız O’na ibadet edin. Her şeyin yönetimi Onun elindedir. [3,173]
107 – Eğer Allah dileseydi onlar müşrik olmazlardı. Biz seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik. Sen onların işlerini yürütmekle de görevli değilsin. [13,40; 88,21-22]
108 – Onların Allah’tan başka yalvardıkları tanrılarına hakaret etmeyin ki, onlar da cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a hakaret etmesinler.
Böylece her ümmete, yaptıkları işi güzel gösterdik. Sonra dönüşleri yalnız O’na olacak ve O da yaptıklarını kendilerine bir bir bildirip karşılığını verecektir.
Allah Teâla bir önceki âyette, hikmetiyle insanların hak dini seçip seçmemeyi kendi tercihlerine bıraktığını bildirmiştir. Allah dileseydi hiç müşrik ve kâfir kalmazdı, fakat bunu dilememiştir, buyurarak kâfirlere yapılan tebliğ işinde önemli bir metod veriyor. O da onları haktan iyice uzaklaştıracak şeylerden kaçınmak ve onların putlarına, liderlerine ve inançlarına sövüp hakaret etmemektir. Zira sövüp hakaret etmenin tebliğle ilgisi yoktur. Mümine düşen kızmaksızın, telaşsız, soğukkanlı bir tebliğdir.
109 – Kendilerine bambaşka bir mûcize geldiği takdirde mutlaka ona inanacaklarına dair vargüçleriyle Allah’a yemin ettiler.
De ki: “Mûcizeler ancak Allah’ın yanındadır.” O istedikleri mûcize geldiği zaman onların yine de iman etmeyeceklerinin siz farkında değil misiniz? [17,59]
111 – Biz onlara, dedikleri gibi melekleri de indirseydik,
ölüler diriltilip kendileriyle konuşsaydı,
istedikleri her şeyi toplayıp karşılarına koysaydık,
onlar, ihtimali yok, yine iman edecek değillerdi.
Allah dilerse o başka. Fakat onların çoğu bunu bilmezler. [17,92; 6,124; 25,21; 10,96-97]
114 – De ki: “Allah size o kitabı, içinde hak ile batıl birbirinden ayırt edilmiş tarzda açıklanmış olarak indirmişken, sizinle aramızdaki davâyı hükme bağlamak için Allah’tan başka bir hakem mi arayacak mışım?
Kendilerine daha önce kitap verdiğimiz kimseler de bilirler ki bu kitap gerçekten Rabbin tarafından indirilmiştir.
Sakın bundan şüphen olmasın! [10,94]
116 – Eğer dünyada bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.
Onlar sırf zanna uyarlar ve kafadan atarlar. [12,103; 37,71]
118 – Artık, o sapanların sözlerine kulak asmayın da,
-Allah’ın âyetlerini tasdik ediyorsanız-
Kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etini yeyin.
119 – Kesilirken üzerlerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etlerinden niçin yemiyecek mişsiniz?
O, zaten size haram kıldığı etleri açıkça bildirmiştir; ancak çaresiz kalıp da zaruret mikdarı yemeniz müstesnadır.
Evet birçokları, bildiklerinden değil, sırf heva ve hevesleriyle halkı saptırıyorlar.
Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları pek iyi bilmektedir. [2,173]
Nesefî’nin dediğine göre, fe külû (kesilirken üzerine Allah’ın adı anılmış olan hayvanların etini yeyin) emri (âyet:118) 117. âyetteki saptıranlara uymanın yasaklanmasının bir neticesi durumundadır. Zira onlar haramı helâl, helâli ise haram sayıyorlardı. Bu şöyle olmuştu: Müslümanlara diyorlardı ki: “Siz Allah’a kulluk ettiğinizi iddia ediyorsunuz. Öyleyse sizin öldürdüğünüzü yemektense, Allah’ın öldürdüğünü yemeniz gerekmez mi?” Bu âyetle müminlere deniliyor ki: “Siz kesin olarak iman ediyorsanız, öyleyse özellikle kesilirken üzerine Allah’ın adı zikredilen eti yeyin, yoksa onların putlarının adı zikredilerek kesileni veya kendiliğinden öleni yemeyin. Hem Allah adına kesilmiş olanı yemenize ne engel var ki? O, sizin öldürdüğünüz değil, Allah adına kesilen helâl ve hoş rızıktır”
121 – Allah adına kesilmeyen hayvanın etini yemeyin! Bu, Allah yolundan çıkmaktır, isyandır.
Şeytanlar kendi adamlarına sizinle mücadele etmeleri için telkinlerde bulunurlar.
Şayet onlara uyarsanız, siz de düpedüz müşrik olur çıkarsınız. [9,31]
Zebiha konusunda üç türlü içtihad vardır. a-Allah’ın adı zikredilmeksizin boğazlanan hayvanın eti helâl değildir, besmele ister kasden, ister yanılarak terkedilsin (İbn Ömer, Nâfi, İmam Malik, Davud). b-Besmele şart değil, müstehabdır, ister kasden, ister sehven terkedilsin (İbn Abbas, Şafiî, İmam Ahmed). c-Besmeleyi unutarak terketmek zarar vermez, fakat kesen kimse kasden terketmiş ise o hayvanın eti helâl olmaz (Hz. Ali, Hasan el-Basrî, Ebû Hanîfe).
124 – Bir âyet gelip de bu kâfirlere tebliğ edilince “Allah’ın resullerine verilen risaletin benzeri bize verilmedikçe, sana asla iman etmeyiz.” derler. Allah peygamberliği kime vereceğini pek iyi bilir.
Yaptıkları hîleler sebebiyle, suç işleyenlere, Allah tarafından bir zillet ve şiddetli bir azap erişecektir. [25,21; 6,10; 43,31-32; 40,60]
125 – Hasılı Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslâm’a açar.
Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki o kişi gökte yükseliyormuşcasına dar ve tıkanık yapar.
İşte Allah böylece, imana gelmeyenlere rüsvaylık verir. [20,25; 39,22; 49,7] {KM, II Makkabe 1,4; Resullerin işleri 16,14}
İnkâr zihniyeti ile rûhu kirlenmiş kimse Allah’ın birliğinin delillerini düşünmeye dâvet edilince, göğe çıkarcasına zorlanır, göğe yükselen kimsenin nefesinin tıkanması gibi göğsü tıkanır. Mânen böyle olduğu gibi, âyet bunun maddî tezahürüne de işaret etmektedir. Zira yükseğe çıktıkça oksijen azalır ve solunum güçlüğü çekilir. Her yüz metre yükseldikçe hava basıncı bir derece düşer. Basınç düştükçe nefes almak zorlaşır. Çok yüksekte uçan pilotların özel teneffüs cihazları kullanmaları şart olur. Aksi halde o pilotlar nefessizlikten ölürler.
128 – Gün gelecek, Allah onların hepsini huzurunda toplayıp: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan çoğunu yoldan çıkardınız ha!” diyecek.
İnsanlardan onlara uymuş olanlar diyecekler ki: “Ey Ulu Rabbimiz! Kimimiz kimimizden faydalandık ve bize tayin ettiğin müddetin sonuna ulaştık.”
O buyuracak ki: “Meskeniniz ateştir. Allah’ın diledikleri hariç, hepiniz içinde ebedî kalmak üzere oradasınız.” Gerçekten Rabbin hakîmdir, alîmdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkıyla bilir). [36,60-62]
Allah, ilm-i ezelisinde, imana gireceklerini bildiği ve nüzul vaktine göre ileride müslüman olacak olanları istisna etmektedir.
Bir de şöyle diyenler vardır:” Burada istisna, vakit mânasınadır, yani “Allah’ın dilediği vakitler hariç” demektir. Cehennemlikler zaman zaman ateşten, zemherir soğuğuna nakledilirler.”
136 – Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan kendilerince Allah’a bir hisse ayırdılar da kendi batıl iddialarınca: “Şu, Allah’ın” dediler, “Şu da uluhiyette ortakları olan putlarımızın.”
Ortakları için ayırdıkları, Allah’ın hissesine konulmaz, ama Allah’a ait olanlar ortaklarının hissesine aktarılır. Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar! [16,57; 43,15]
Müşrikler hem Allah için, hem de putları için hububat ekiyorlardı. Allah için ektikleri yetişip, put namına ektikleri gelişmezse, Allah adına ekilenin bir kısmını puta ait hisseye devreder ve derlerdi ki: “Allah ganîdir, putlar ise muhtaçtır.” Aksi olur, yani putlara ait ekin gelişir, Allah’a ayırdıkları ekin gelişmezse, oradan bu tarafa bir şey ilave etmez, “Nasılsa Allah ganîdir” derlerdi. Keza davarları da bölüştürürlerdi. Allah’a ayırdıkları hisseden misafirlere yedirir, putların payını ise putlara ait işlerde harcarlardı.
137 – Yine bunun gibi, onların, Allah’a ibadette ortak saydıkları putlarının hizmetçileri, müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi iyi bir iş gösterdiler ki hem onları mahvetsinler, hem de dinlerini bozup karıştırsınlar.
Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları, uydurdukları yalanlarla başbaşa bırak! [16,58-59; 81,8-9]
Şerikler burada, putun kendisi değil, hizmetçileri, bekçileri veya şeytanlardır. Şerik denilmesi, mallarına ortak olmaları veya itaatlerinde onları Allah’a ortak kıldıkları içindir.
Fakirlik endişesi veya kızlar evlendiklerinde yahut esir olduklarında utanma sebebi olabilirler diye kız çocuklarını öldürme âdetinin çirkinliği bildiriliyor. Ayrıca Cahiliye araplarının “Şu kadar oğlum olursa birini kurban edeyim” diye Allah’a yaklaşma zannı ile de böyle yaptıkları olurdu. Âyet çocuk öldürmenin zararının aileye münhasır kalmayıp aynı zamanda millet hakkında da “mahvetme” olduğunu bildirmektedir. Bu da oldukça düşündürücüdür.
138 – Aynı şekilde dediler ki: “Falan davarlarla ekinlere dokunmak yasaktır; onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez. Falan davarların da sırtları haram kılınmıştır”
Birtakım hayvanlar da vardır ki onları keserken Allah’ın adını anmazlar.
Bütün bunları, onlar Allah’a iftira ederek ortaya çıkarmışlardır. Allah iftiraları sebebiyle onları cezalandıracaktır. [4,119; 5,103; 10,59]
140 – Bilgisizlik ve düşüncesizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği rızkı Allah’a iftira ederek haram sayanlar, elbette tam hüsrana uğradılar.
Saptılar bunlar, doğru yolu da bulamadılar!
142 – Davarlardan da çeşit çeşit yarattı: kimi yük taşır, kiminin yününden ve kılından sergi yapılır.
Allah’ın size verdiği rızkından yeyin, fakat şeytanın adımlarını izlemeyin.
Çünkü o sizin besbelli bir düşmanınızdır.
144 – Ve deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?
Yoksa Allah size bu yasaklamayı yaptığında siz orada hazır ve şahit mi idiniz?
İlimsiz olarak insanları saptırmak için uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kimse bulunabilir mi? Allah elbette o zalimler güruhunu muvaffak etmez, emellerine kavuşturmaz.
145 – De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizin, yemek isteyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti, veya Allah yolundan çıkarak Allah’tan başkası adına kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır).
Fakat kim çaresiz kalırsa başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir. Çünkü Rabbin gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur).
Âyetin zahiri, yenilmesi haram olan yiyecekleri leş, akan kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvan eti olarak dört sınıf olarak bildirmektedir. Halbuki haramlar, daha fazladır. Bu güçlüğü gidermek için değişik izahlar yapılmıştır. Bazı âlimlere göre haramlar dörde münhasır olduğundan zaten sorun yoktur. Selef-i Salihîn döneminden beri konu ihtilaflı olduğundan mesele içtihadîdir. Ayrıntılar için geniş tefsirlere bakılmalıdır.
148 – Müşrikler diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız şirk koşmaz, hiçbir şeyi de haram kılmazdık”
Onlardan öncekiler de peygamberlerini yalancı saymışlardı da nihayet Bizim azabımızı tatmışlardı.
De ki: “Sizin elinizde ortaya koyacağınız bir bilgi, bir belge varsa hemen çıkarıp gösterin. Ama gerçek şu ki: Siz sadece kuru bir zannın ardından gidiyorsunuz düpedüz yalan atıyorsunuz.” [43,20; 16,35]
Sanıldığı gibi müşrikler böyle demekle yaptıkları çirkin işten pişmanlık duymuyorlar. Aslında onlar putlarına Allah’a yaklaştırmaları için ibadet ediyorlar ve bunu yerinde bir iş sayıyorlardı. Şu halde onların bu sözden maksatları: Yaptıkları işin meşrûluğuna bir delil öne sürmektir. Allah’ın iradesinin, emriyle birlikte olduğunu ve iradenin rızayı da gerektirdiğini zannediyorlardı. Bir başka deyişle şöyle demek istiyorlardı: “Şirk koşmamız madem ki Allah’ın iradesi ile, yaratması iledir, öyleyse O’nun nezdinde meşrûdur.” Oysa irade edip yaratmak, rızayı gerektirmez.
149 – De ki: En kesin ve mükemmel delil, Allah’ındır. Evet, O dileseydi hepinizi doğru yola koyardı. [6,35; 10,99; 11,118-119]
150 – “Haydi” de, Allah’ın bunu haram kıldığına dair tanıklık edecek şahitlerinizi getirin!” Eğer onlar yalan yere şahitlik ederlerse, sakın sen onlarla birlikte tanıklık etme.
Âyetlerimizi yalan sayanların ve âhireti tasdik etmeyenlerin keyiflerine uyma.
Nasıl uyarsın ki onlar başkalarını, kendilerinin Rabbi olan Allah’a eşit tutmaktadırlar.
151 – De ki: “Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını ben okuyup açıklayayım:
O’na hiçbir şeyi ortak yapmayın, anneye babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin, çünkü sizin de onların da rızkını veren Biz’iz.
Kötülüklerin, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın.
Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın.
İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları emrediyor. [4,48; 17,23; 31,14-15; 2,83; 17,31; 7,33; 6,120] {KM, Çıkış 20}
Fuhşiyat (fevahiş) çirkinliği meydanda olan her türlü kötü davranışı kapsar. Kur’ân; zina, eşcinsellik, edep yerlerini açma, üvey anne ile evlenme gibi davranışları, fuhşiyattan sayar. Hadislerde hırsızlık, sarhoş edici içki içme hakkında da bu tabir kullanılır. (Krş. Tevrat, Çıkış, 20, 3-17; Matta İncîli, 5,17-33)
152 – Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına en güzel şeklin dışında bir sûrette yaklaşmayın.
Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru yapın. Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz.
Hakkında konuştuğunuz kimse, akrabanız bile olsa, yine doğruyu söyleyin.
Allah’a verdiğiniz ahdi tutun. İşte düşünüp tutasınız diye Allah size bunları emretti. [5,8; 7, 85; 11,85; 17,35; 83,1-6] {KM, Levililer 19,35-36; Tesniye 25,13-16; Hezekiel 45;10}
Müşrikler kendi zanlarına göre “şu haram, bu meşrû” diye iddialaşıyorlardı. Bu ortamda Kur’ân üslûb-i hakîm san’atını kullanarak, onları kısır tartışmalardan vazgeçirip asıl kendilerine hayat verecek güzel davranışlara yöneltmek için 151-152. âyetlerindeki on prensibi bildirmiştir. Bunlar diğer semâvi şeriatlerde de emredilip yürürlükten kaldırılmayan hükümlerdir.
157 – Yahut: “Eğer bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha başarılı olurduk” dememeniz içindir.
İşte size de Rabbinizden açık bir delil, hidâyet ve rahmet geldi. Allah’ın âyetlerini yalan sayıp insanları ona yönelmekten alıkoyandan daha zalim kim olabilir?
Âyetlerimizden yüzçevirerek engelleyenleri bu engellemeleri sebebiyle yaman bir azapla cezalandıracağız.
159 – Dinlerini parça parça edip fırka fırka olanlar yok mu, senin onlarla hiç bir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah, onların yaptıklarını ileride bir bir onlara bildirip cezalarını verecektir.
Müşriklerin durumu bildirildikten sonra 154. âyetten itibaren Yahudi ve Hıristiyanların dini gruplaşmalarına işaret ediliyor. Bu âyeti gayr-i müslimler hakkında düşünen âlimler yanında, müslümanlar arasında çıkan bid’at fırkalarını kapsayacağını düşünenler de vardır. Âyet, dinin hükümlerinin bir kısmına inanmayan ve böyle bir parçalanmadan ileri gelen fırkalara da şamildir. Fakat dinin kesin hükümlerini inkâr etmeyen muteber içtihad, fıkhî mezhep, tasavvufî meşreb veya uygulamada ortaya çıkan dini hizmet gruplarını bu âyeti ileri sürerek mahkûm etmek, bu âyeti yanlış anlamak olur. Onun için müfessir İbn Kesir: “Zahir olan odur ki âyet; Allah’ın dininden ayrılan ve ona muhalif olanlar hakkındadır” diye uyarmaktadır.
162-163 – De ki: “Benim namazım da, her türlü ibadetlerim de, hayatım da ölümüm de hep Rabbülalemin olan Allah’a aittir. Eşi ortağı yoktur O’nun. Bana verilen emir budur. O’na ilk teslim olan da benim. [21,25; 10,72; 2,130-132; 12, 101; 10,84]
164 – De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir rab mı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hep dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecektir. [1,5; 11,123; 17,15; 35,8; 67,29; 73,9] [KM, Romalılara 14,12; Galatyalılara 6,5}
A’raf-26 – “Ey Âdem’in evlatları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi, süsleneceğiniz elbise indirdik.
Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takvâ elbisesidir.
İşte bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar”. [57,25]
Elbiseden de önemli olan, takvâ duygusu ve haya hissidir. Örtülmesi gereken yerleri örtmek, namusu korumanın ilk şartıdır. Çıplaklık, övünülecek bir ilerilik değil, ilkellik ve Cahiliyeye dönüştür, irticadır. Cahiliye dönemi arapları, erkeği kadını, birlikte olarak Kâbe’yi çırıl çıplak tavaf ediyorlar, bunu faziletli bir iş tarzında yapıyorlardı.
Çıplaklığı yaymak şeytanın teşviki ile olunca, Allah Teâla, örtünmenin ve elbisenin insanın maddî ve manevî süsü olduğunu, şeytana uyup mahrem yerlerini açmamak gerektiğini hatırlatıyor.
Allah’ın hikmeti, diğer birçok canlı mahlûkun fıtratına, haya ve örtünme duygusu koymayıp sağlam, güzel ve tâbiî bir elbise vermiştir. Haya duygusu verdiği insanı, yalnız onu çıplak yaratmıştır. Böylece insan, hem örtünme emrini tutmanın sevabına ermekte, hem de dünyadaki halifelik görevini ispatlamaktadır. Çünkü bütün yeryüzüne yayılan hayvan ve bitkilerden ve diğer maddelerden elde ettiği giyecekleri yapıp giymekle, bütün yaratıklar üzerindeki tasarruf ve yönetme gücünü, halifeliğinin tezahürlerinden birini göstermektedir.
28 – Onlar çirkin bir iş yaptıklarında: “Babalarımızı bu yolda bulduk, esasen Allah böyle yapmamızı emretti.” derler. De ki: “Allah Teâla kötü olan şeyi asla emretmez. Ne o, yoksa siz Allah’ın söylediğini bilmediğiniz birtakım sözleri O’na iftira ederek Allah’a mı mal ediyorsunuz?
Âyetin sonundaki bu istifham-ı inkârî üslûbu, onların ne büyük bir vebal yüklendiklerini, zarif bir tarzda anlatıyor. Şöyle ki: “Allah Teâla’nın herhangi bir şeyi emrettiği, kesin olarak bilinmiyorsa, O’nun hakkında “Allah falan şeyi emretti” demek asla caiz olamaz. Durum bu iken, bir de Allah’ın emretmediğini bile bile “Allah bunu emretti” demek, şiddetle reddedilmesi gereken çirkin bir iş, katmerli bir iftiradır” mânası kasdedilmektedir.
30 – Bir kısmına hidâyet buyurdu, bir kısmına da dalâlet müstehak oldu; çünkü bunlar Allah’tan başka şeytanları dost edindiler. Bir de kendilerini doğru yolda zannediyorlar! [18,104]
Allah itidali, yani ifrat ve tefritten uzak durup ölçülü olmayı emreder. (Bkz. 1,4)
32 – De ki: “Allah’ın kulları için yaratıp ortaya çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları haram kılmak kimin haddine?”
De ki: “Onlar, dünya hayatında iman etmeyenlerle birlikte, iman edenlerindir.
Kıyamet günü ise yalnız müminlere mahsustur. İşte Biz, bilip anlayan kimseler için, âyetleri bu şekilde açıklıyoruz. [22,30]
Bu âyetin açıkça gösterdiği gibi Allah dünyadaki bütün nimetleri kullarının istifadesi için yaratmıştır. Şükrünü yerine getirerek meşrû olan her şeyden yararlanmak mümkündür.
33 – De ki: “Rabbim o güzel şeyleri değil, açığı ile gizlisi ile, bütün fuhşiyatı haram kılmıştır. Keza her türlü günahı, haksız tecavüzü ve kendisine tapılması hakkında Allah’ın herhangi bir delil bildirmediği bir nesneyi Allah’a şerik yapmanızı, bir de Allah’ın emretmediği birtakım şeyleri iftira ederek O’na mal etmenizi haram kılmıştır.”
Burada müşriklerin tutarsızlıkları ifade edilmektedir. Allah’tan başka elbette bir tanrı yoktur. Ama faraza böyle bir şey yani Yüce Yaratıcının yanında, O’nun kendisine yetki verdiği birinin şerik olması sözkonusu ise, Allah’tan gelen bir yetki belgesi olması gerekmez mi? O’nun verdiği böyle bir belge olmadıkça, kimin haddine O’na birini ortak kılmak?
37 – İftira ederek, Allah’ın söylemediği bir sözü O’na mâl eden, yahut Allah’ın âyetlerini yalan sayan kimseden daha zalim biri olabilir mi?
Kaderden nasipleri ne ise, onlara erişecektir. Nihayet elçilerimiz (ölüm melekleri) gelip canlarını alırken: “Hani nerede o Allah’tan başka taptıklarınız?” dediklerinde “Onlar bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular” derler. Böylece kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik ederler. [10,69-70; 31,23-24]
43 – Öyle bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarırız, önlerinden ırmaklar akar.
“Hamdolsun bizi bu cennete eriştiren Allah’a!
Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı kendiliğimizden biz yol bulamazdık.
Rabbimizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmıştır” derler.
Kendilerine de: “İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhteşem cennete varis kılındınız, buyurun!” diye nida edilir.
Cennetliklerin bu başarıyı kendilerinden değil, sırf Allah’ın lütfundan bilerek hamdetmelerinden sonra Allah tarafından onların bu başarılarına dünyadaki güzel davranışlarının vesile olduğunun bildirilmesinde pek latif bir durum vardır. Hem kulluk âdabı öğretiliyor, hem de Allah’ın, az ameli büyük bir takdir ve teşekkürle karşılamasındaki ilahî lütfu tecelli ediyor. Şu halde insan çalışmalı, fakat işlerine güvenmeyip daima ilahî hidâyete sığınmalıdır. Amel cennete girmeye sebep olur, fakat Allah’ın yardımı ile!
Âyetteki varis kılınma kavramını, Peygamberimiz (a.s.m) şu hadisle açıklamıştır: “Cehenneme girenlerin her biri iman etmiş olması halinde, cennette kendisine ayrılan konağı görecek ve diyecek ki: “Keşke Allah bizi hidâyet etseydi!” Böylece bu görmeleri onlar için pişmanlık olur. Cennete girenlerden her biri de iman etmemiş olması halinde cehennemde varacağı yeri görüp diyecek ki: “Allah bizi hidâyet etmemiş olsaydı halimiz ne olurdu! İşte bu da onların şükürleri olur.”
44-45 – Cennetlikler cehennemliklere: “Biz, Rabbimizin bize vaad ettiği şeylerin gerçek olduğunu gördük; siz de Rabbinizin size vaad ettiklerinin gerçekleştiğini gördünüz mü?” deyince onlar: “Evet” diye cevap verirler.
Derken bir görevli aralarında: “Allah’ın lâneti o zalimlere olsun ki onlar insanları Allah yolundan uzaklaştırır, onu eğri büğrü göstermek isterlerdi ve onlar âhireti de inkâr ederlerdi” diye nida eder. [37,54-59; 52,14-16]
Geçmiş asırlarda cennet ile cehennem arasında çok uzun mesafe olması itibariyle sesin nasıl gideceği sorusu sorulmuştur. 20. asırdaki iletişim keşifleri on binlerce km. ötesi ile konuşmayı çocuklar için bile günlük iş haline getirmiştir.
49 –O cennetlikleri göstererek “Sahi, şunlar “Allah, bunları asla lütfuna nail etmez” diye yeminler edip hor gördüğünüz kimseler değil miydi?
İşte onların ne yüce mevkide olduklarını şimdi anladınız değil mi? derler ve sonra o cennetliklere dönerek:
“Buyurun girin cennete, derler, size korku ve endişe olmadığı gibi, siz asla üzüntü de görmeyeceksiniz.”
50 – Cehennemlikler cennetliklere: “Ne olur, lütfen suyunuzdan, Allah’ın size nasib ettiği nimetlerden biraz da bize gönderin!” diye seslenirler.
Onlar da: “Allah bunları kâfirlere haram etmiştir, bunlar kâfirlere yasaktır.” diye cevap verirler. {KM, Luka 16,19-26}
54 – Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra da arşa istiva buyurdu. O Allah ki geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürür. Güneş, ay ve bütün yıldızlar hep O’nun buyruğu ile hareket ederler. İyi bilesiniz ki yaratmak da, emretmek yetkisi de O’na mahsustur. Evet o Rabbülâlemin olan Allah ne yücedir! [10,3; 11,7; 25,59; 71(tamamı) 36,37-40] {KM, Tekvin 2,2-3}
İstiva: Sözlükte istikrar etmek, yani karar kılmak, kurulmak, yükselmek gibi mânalara gelebilir. Arş ise hükümdarların oturdukları taht demektir.
Selef-i Salihin böylesi müteşabih âyetleri tevil etmeksizin olduğu gibi kabul eder, yalnız Allahı mahlûklara benzetmekten, o kelimelerin kullar hakkında ifade ettiği noksan sıfatlardan tenzih ederler. Müteahhirun ise, avam benzetme tehlikesine düşmesin diye muhkem âyetlerin ışığında tevil edip hakimiyet, istîla, mülk anlamına alırlar. Bu âyet Allah’ın kâinattaki sınırsız icraatlarını gökleri ve yeri altı günde yaratmasını, güneşi ayı, yıldızları çekip çevirmesini anlatırken, kâinatı yönetmede O’nun rububiyet mertebesini, bir sultanın saltanat tahtında durup etrafa emirler yağdırmasını, böylece işleri düzenlemesini bu tarzda beyan buyurmuştur. Arşa çıkıp hükmetmek ekseriya bu mânada kullanılır. Müteahhir alimlerin bu izahları makbul olmakla beraber, selefin tutumu daha eslem bir yol sayılır.
56 – Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsad etmeyin. Hem endişe, hem de ümit ile O’na yalvarın. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyi kimselere yakındır. [7,156]
59 – Celalim hakkı için, Biz Nûh’u resul olarak halkına gönderdik.
“Ey halkım! dedi, Yalnız Allaha ibadet edin. Ondan başka tanrınız yoktur.
Bunu yapmazsanız, korkarım ki müthiş bir günün azabı tepenize inecektir.”
Eski Yunan, Mısır, Hint, Çin ve Babil edebiyatlarında da Hz. Nuh (a.s.) kıssasına benzer kıssalar vardır. Hatta Avustralya, Yeni Gine, Malaya, Burma, Amerika’nın çeşitli yerlerinde de benzeri anlatımlar vardır. Bütün bunlar bu anlatımların, Hz. Âdem’in çocuklarının dağılmadan önceki ortak taraflarını dile getirmiş olabileceğini gösterir. Olayın aslı vardır, fakat her yer, kendi tasavvur ve tahayyüllerini ortaya koymaktadır.
62- Size Rabbimin mesajlarını tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından gelen vahiy sayesinde, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri biliyorum.”
65 – Âd halkına da kardeşleri Hûd’u elçi olarak gönderdik.
“Ey benim halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet edin, O’ndan başka tanrınız yoktur.
Hâla ona karşı gelmekten sakınmayacak mısınız? [53,50; 89,6-8]
Âd kavmi, Güney Arabistandan başlayarak Doğu Arabistanda Iraka kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada hüküm süren bir devlet kurmuştu. Hz. Hud (a.s.)’a ait olduğu söylenen bir kabir Hadramut tarafında bulunmaktadır. 19. asrın ortalarında bulunan kitabelerde Hz. Hud’dan bahseden metinler bulunmuştur. İlk Âd kavminin soyunun kuruduğu, Hz. Hud’a inananların ise felaketten kurtulup Âd adı ile devam ettiği anlaşılıyor. M.Ö. 1800 yıllarında yer almış bir kitabede Hz. Hud’un bağlılarından bahsedilmektedir.
69 – Sizi başınıza gelebilecek tehlikeler hakkında uyarmak için sizden birine Rabbiniz tarafından bir tebliğ gelmesine hayret mi ediyorsunuz?
Hatırlayın ki, O sizi Nuh kavminden sonra onların yerine geçirdi ve sizi bedenen güçlü kuvvetli, gösterişli kıldı.
O halde Allah’ın nimetlerini unutmayıp zikredin ki felah bulasınız.”
70 – “Yâ!” dediler “Sen bize yalnız Allah’a ibadet edelim, atalarımızın taptıklarını ise bırakalım diye mi geldin?
Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi, bizi tehdit edip durduğun o felaketi başımıza getir de görelim!”
71 – “İşte! dedi, “üzerinize Rabbinizden bir azap fırtınası ve bir hışım indi.
Siz, sizin ve atalarınızın uydurduğu ve zaten tanrılaştırılmalarına dair Allah’ın da hiçbir delil göndermediği birtakım boş isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz?
Gözleyin öyleyse azabın gelişini!
Ben de sizinle beraber gözlüyorum.”
73 – Semud halkına da içlerinden biri olan kardeşleri Salih’i gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “yalnız Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
İşte size Rabbinizden açık bir delil, bir mûcize geldi.
İşte Allah’ın devesi de size bir âyet!
Onu kendi haline bırakın, Allah’ın diyarında otlasın, sakın ona bir fenalık yapmayın.
Yoksa sizi acı veren bir azap yakalayıverir. [11,64; 17,59; 26,155; 54,27-28]
Semud, Âd kavminden sonra Arabistanda en yaygın halktır. Eski Arap şiirinde olduğu gibi, Eski Yunan ve Rum tarihçi ve coğrafyacıları da Semud halkından bahsederler. Bu kavim Kuzeybatı Arabistanda Hicr denilen bölgede otururdu. Başkentleri şimdi, Medayin Salih adı ile anılmaktadır. Bu halkın tepelerde oydukları taş evler, bu güne bile ulaşmıştır.
Kur’ân’ın geldiği sırada Mekkeliler Şam’a ticaret için giderken, Hicr kalıntılarının yanından geçiyorlardı. Bir defasında Hz. Peygamber (a.s.) ashabı ile oradan geçerken: “Burası Allah’ın gazabı ile helâk olan bir halkın diyarı idi. Siz de buradan tiksinerek geçin. Burası eğlenecek değil, hüzünlenecek bir yerdir” deyip oradan çabuk ayrılmayı tavsiye etmiştir.
74 – Bir de düşünün ki Allah sizi Âd halkına halef yaptı ve dünya üzerinde size imkânlar bahşetti.
Arzın düzlüklerinde saraylar kurup, dağlarını yontarak evler yapıyorsunuz. Allah’ın nimetlerini düşünün de, bozgunculuk yaparak dünyada karışıklık çıkarmayın.” [26,149; 53,50]
85 – Medyen ahalisine de içlerinden biri olan Şuayb’ı gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “yalnız Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
İşte size Rabbinizden açık delil geldi.”
“Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların haklarını eksiltmeyin, halka haksızlık etmeyin, ülkede düzen sağlanmışken fesat çıkarıp huzuru bozmayın.
Bana inanıp bu dediklerimi yapmanız sizin için elbette hayırlıdır.” [83,1-6] {KM, Çıkış 3,1; 2,18; Sayılar 10,29}
86 – “Hem öyle tehditler savurarak, yol başlarını tutup,
Allah’a iman edenleri Allah’ın yolundan çevirmeyin
ve bu yolun eğri büğrü olduğuna dair, şüpheler verip halkı yanıltmayın.”
“Hem düşünün ki bir zaman siz sayıca pek az idiniz. Öyle iken Allah sizi çoğalttı.
Ülkeyi bozan o müfsitlerin sonunun nasıl olduğuna bakın da ibret alın!”
87 – “Eğer benimle gönderilen gerçeğe içinizden bir kısmı inanıyor, bir kısmınız inanmıyorsanız, eh ne diyeyim, o halde, aramızda Allah hükmünü verinceye kadar bekleyin.
Zaten hüküm verenlerin en iyisi O’dur.”
89 – “Allah bizi sizin o batıl dininizden kurtardıktan sonra kalkıp tekrar dininize dönecek olursak Allah’a büyük bir iftira atmış oluruz.
Allah göstermesin, sizin inancınıza dönmemiz kesinlikle mümkün değil! Rabbimizin ilmi her şeyi kapsar.
Biz yalnız Allah’a dayanırız.
Ey bizim Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasında Sen âdil hükmünü ver, haklı haksız açığa çıksın. Sen elbette hüküm verenlerin en iyisisin!” [26,118]
99 – Yoksa onlar Allah’ın anzısın kendilerini azapla bastırmasından emin mi oldular?
Fakat şu muhakkak ki, kendilerine yazık eden kimselerden başkası, Allah’ın anzısın bastırıvermesinden emin olamaz.
101 – İşte o ülkelerin haberlerinden bir kısmını sana böylece anlatıyoruz. Oraların halklarına peygamberlerimiz açık deliller, mûcizeler getirdiler.
Fakat onlar iman etmediler. Çünkü ondan önce tekzip ve inkâr etmeyi âdet haline getirmişlerdi. Allah kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler! [17,15; 11,101-102]
105 – “Başta gelen görevim, Allah Teâla hakkında, gerçek dışı bir şey söylemememdir.
Gerçekten size Rabbinizden çok açık bir belge getirdim.
Artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder.”
Hz. Yusuf (a.s.) kuyudan çıkarılıp satılınca Mısırda Vezirin sarayında kalmış, daha sonra da Mısırın Maliye bakanı olmuştu. Babası Hz. Yâkubu (a.s.), dâvet etmiş, o da ailesi ve İsrailoğulları ile Filistinden beraberce gelip Mısır’a yerleşmişlerdi. Zamanla, Mısır Firavunları onlara parya, hizmetçi muamelesi yapmış, ağır işlerde çalıştırmaya gitmişlerdi. Onlara zulüm ve işkence uygulamışlardı. Mûsâ (a.s.) onlardan, muvahhit bir ümmet teşkil etmek için Firavunlara esir olmaktan kurtarıp, hür olarak, vatanları Filistin’e yerleştirmek istemişti.
128 – Mûsâ kavmine şöyle dedi: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin.
Muhakkak ki dünya Allah’ın mülküdür; kullarından dilediğini oraya varis kılar.
Güzel âkıbet, elbette müttakilerindir.”
131 – Onlara iyilik, bolluk geldiğinde: “Hâ işte bu bizim hakkımız! Kendi becerimizle bunu elde ettik” derlerdi.
Eğer kendilerine bir kötülük gelirse onu, Mûsa ile beraberindeki müminlerin uğursuzluklarına verirlerdi.
Dikkat edin, iyiliği olduğu gibi kötülüğü de yaratmak, ancak Allah’ın kudretiyledir fakat onların çoğu bilmezler.
140- Hem Allah size bunca lütufta bulunup öteki insanlara üstün kılmış olduğu halde, hiç ben sizin için O’ndan başka bir Tanrı arar mıyım?” [2,47]
158 – De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim.
O ki, göklerin ve yerin hakimiyeti O’na aittir.
O’ndan başka ilah yoktur. Hayatı veren de, ölümü yaratan da O’dur.
Öyleyse siz de Allah’a ve O’nun bütün kelimelerine iman eden o ümmî nebîye, o resule inanın.
Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız. [6,19; 11,17; 3,20]
164 – Hani onlardan bir cemaat: “Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?” demişti.
O salih kişiler de: “Rabbinize mazeret arzedebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur ki Allah’a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz” diye cevap verdiler.
169 – Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki bunlar kitaba (Tevrat’a) vâris oldular,
ama âyetleri tahrif etme karşılığında şu değersiz dünya metâını alıp “Nasılsa affa nail oluruz!” düşüncesiyle hareket ettiler.
Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû bir metâ, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar.
Peki onlardan, Allah hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair kitapta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı?
Ve kitabın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı?
Halbuki ebedî âhiret yurdu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için elbette daha hayırlıdır.
Hâla aklınızı başınıza almayacak mısınız?
178 – Allah kime hidâyet ederse işte doğru yolu bulan odur; kimi de şaşırtırsa işte onlar da kaybedenlerin ta kendileridir.
180 – En güzel isimler Allah’ındır, o halde bu isimlerle O’na dua edin. O’nun isimleri konusunda haktan sapanları terkedin. Onlar işlediklerinin cezasını çekeceklerdir. [17,110; 20,8]
Allah Teâla sayılamayacak kadar fazla güzel fiilleri ve eserleri ile Kendisini tanıtmaktadır. Bu fiillerin kaynağı O’nun güzel isimleri, isimlerin kaynağı da zatî ve sübûtî sıfatlarıdır. Allah Kendisini nasıl tanıtıyorsa insanın da öyle tanıması gerekir. Yoksa insan kendi sınırlı akıl ve duyuları ile Allah’ı tavsif etmeye kalkarsa ciddî eksiklikler ve yanlışlar yapabilir. Kur’ân, Allah’ı ulûhiyetin nihayetsiz hususiyetlerini ortaya koyacak en güzel isimlerle tanıtır. Bu ilahî isimler vasıtasıyla insan, yaşayışının her türlü durumunda Allah ile bir bağ kurma imkânına kavuşur. Esma-yı hüsnanın en önemli işlevi Allah ile insan, insan ile Allah arasında münasebetleri en ideal bir seviyede gerçekleştirmektir. Kur’ân, insanlığa indirdiği esma-yı hüsna bağları ile, şirkin ayrı ayrı tanrılara dağıttığı birçok kavramı, Allah ile münasebete koyar. Böylece bu isimler, insanlık için mümkün olan en yüksek seviyede bir marifetullahı gerçekleştirirler. Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları bellerse, bunlarla Allah’ı zikrederse cennete girer.” Alimlerin çoğuna göre, esma-yı hüsna tevkifîdir, yani dinde hangileri bildirilmiş ise yalnız onlar kullanılır. Mesela: “Allah alîmdir”, denir, ama aynı mânaya geliyor diye “Allah âriftir, fatîndir, bilgedir” denilmez. Allah’a yaraşmayan isimler vermek, veya vasfettiği bazı isimleri O’na vermemek, O’nun isimlerini putlar hakkında kullanmak, yahut o isimleri te’villerle gerçeğinden saptırmak tarzlarında olur. Mezkûr yanlışlardan her biri, Allah’ın isimleri konusunda “haktan sapma” ya girer.
185 – Hiç düşünmezler mi göklerin ve yerin hükümranlığını, o muazzam saltanatı?
Düşünmezler mi Allah’ın yarattığı herhangi bir mahlûktaki ilahî düzenlemeyi?
Onu da düşünmezlerse bari ecellerinin yaklaşmış olabileceği ihtimalini?
O halde buna iman etmedikten sonra, daha hangi söze inanırlar?
186 – Allah kimi şaşırtırsa onu doğru yola getirecek yoktur. Allah onları azgınlıkları içinde bırakır, körükörüne yuvarlanır giderler. [5,41; 10,101]
187 – Sana kıyametin ne zaman geleceğini sorarlar.
De ki: “Onun ne zaman geleceğine dair bilgi yalnız Rabbimin nezdindedir. Vaktini O’ndan başkası açıklayamaz.
O kıyamet öyle bir meseledir ki, ne göklerde ve ne de yerde ona tahammül edecek hiç kimse yoktur!”
O size ansızın gelecektir. Sen sanki onu biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar.
De ki: “Ona dair gerçek bilgi yalnız Allah’ın nezdindedir; ama insanların çoğu bunu bilmezler.” [21,38; 42,18; 79; 42] {KM, Matta 24,3; Markos 13,32}
188 – De ki: “Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim:
Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim.
Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı.
Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” [72,26]
Bu iki âyet, hak din olan İslâm’ın başlıca delillerini pek güzel özetlemiştir.
1. Hz. Muhammed (a.s.) gibi son derece akıllı, son derece dürüst, güvenilir, güzel ahlâkın her bölümünde mükemmel bir şahsiyetin onu tebliğ edip yaşamasında tatbik etmesi.
2. Göklerin, yerin ve her bir yaratığın iyice incelenmesi, o mükemmel nizamın, her şeye kadir mükemmel bir yaratıcısının mutlaka bulunduğu.
3. Âciz ve fanî olan insanın, diğer bütün insanlar gibi dünyadan ayrılacağı gerçeği. Bütün hayatları emanet veren, onları istisnasız geri alıyor. Şimdiye kadar gerçeği anlamadıysa, bari imtihan vakti dolmak üzere iken fırsatı değerlendirip, Hakka dönmeli. Hasılı, bu üç küllî delilden de anlamayan insanın, gerçeği bulmasına yol kalmamıştır.
189 – O’dur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini inşa etti.
Erkek eşini sarıp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi, hamile kaldı. Onu bir müddet taşıdı.
Hamileliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri olan Allah’a yönelip “Eğer bize sağlıklı, kusursuz bir evlat verirsen mutlaka Sana şükreden kullarından oluruz” diye yalvardılar. [4,1; 49,13; 30,21] {KM, Tekvin 2,21-22}
190 – Fakat Allah kendilerine kusursuz bir çocuk verince, annesi de babası da ölçüyü kaçırıp verdiği çocuk sebebiyle şirke bulaştılar.
Tuttular, Allah’a birtakım şerikler yakıştırdılar. Halbuki Allah onların yakıştırdıkları her türlü ortaktan münezzehtir.
194- Allah’tan başka dua ve ibadet ettiğiniz bütün putlar, sizin gibi kullardır.
Onların tanrılığı hakkındaki iddianız yerinde ise, haydi bakalım onları çağırın da size cevap versinler bakalım!
196 – Zira benim mevlam, o kitabı indiren Allah’tır ve O bütün iyi kulların koruyucusu olup onları korur. [11,54-56; 26,75-78; 43,26-28]
200 – Her ne zaman şeytandan sana bir vesvese gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü o duaları işitip icabet eder ve her şeyi bilir.
Allah’ın emirlerine ve rızasına aykırı tarafa çeken, içten içe dürten herhangi bir vesvese gelirse, müminin Allah’a sığınması, istiaze kalesine girmesi emrolunuyor. İnanç esasları, ibadetler, haramlar, insanlara karşı davranışlar, hülasa insanın hayatında karşılaşacağı her türlü durumda vesveseye mâruz kalınca Allah’a yönelmek, O’nun korumasına girmek gerekir. Âyetin muhatabı zahiren Hz. Peygamber görünmekle beraber, aslında bu hitabı işiten bütün insanlardır.
Enfal-1 – Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar. De ki: “Onun taksimi Allah’a ve Resulüne aittir.
Onun için siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.
2 – Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki yanlarında Allah zikredilince kalpleri ürperir, kendilerine O’nun âyetleri okununca bu, onların imanlarını artırır ve yalnız Rab’lerine güvenip dayanırlar. [3,135; 39,23; 9,124]
7- Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vaad ettiğinde siz silahsız olan topluluğun (kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz.
10 – Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye yaptı.
Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır, başkasından değil!
Çünkü Allah, azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3,140-160; 9,14; 28,43]
13 – Evet böyle! Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı çıktılar.
Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası çetindir.
16 – Her kim böyle bir günde, -savaş icabı dönüp hücum etmek için bir tarafa çekilmek veya diğer bir birliğe katılmak gibi taktik bir maksat dışında-
düşmana arka çevirirse, Allah’tan bir gazaba uğrar;
onun varacağı yer cehennemdir, o ne kötü bir âkıbettir!
17 – Siz savaşta onları kendi kuvvetinizle öldürmediniz, lâkin Allah öldürdü.
(Ey Resulüm) Attığın vakit sen atmadın, lâkin Allah attı.
Ve bunu, Allah müminleri güzel bir imtihana tâbi tutmak için yaptı. Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitir ve bilir. [3,123; 9,25; 2,249]
İki taraf savaşa başlayınca Hz. Peygamber (a.s.) bir avuç çakıl alıp “yüzleri kurusun!” diye düşman tarafına attı. Her müşriğin gözüne bir avuç çakıl girmiş gibi gözleri ile meşgul olmaya başladılar. Bozgunları başladı. Savaştan sonra “şöyle kestim, böyle vurdum!” diye övünen müslümanları irşad için bu hatırlatma yapıldı.
18 – İşte Allah size böyle yaptı. Çünkü Allah kâfirlerin tedbirini zayıflatır.
19 – Ey müşrikler! Siz zafer mi istiyordunuz? İşte zafer geldi!
Siz müminlere hücumdan vazgeçerseniz bu, sizin için daha iyi olur;
yok döner yine savaşa başlarsanız, Biz de başlarız!
Askeriniz çok da olsa size hiç fayda vermez, çünkü Allah müminlerle beraberdir.
20 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin,
Kur’ân’ı ve Resulullahın öğütlerini işitip dururken ondan yüzçevirmeyin.
22 – Çünkü Allah katında yerde gezinen canlıların en kötüsü, o düşünmeyen sağır ve dilsizlerdir. [7,179; 2,171]
23 – Şayet Allah onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara işittirirdi.
Fakat onlara hak sözü işittirirse bile onlar yine yüz çevirir ve döner giderlerdi.
24 – Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icabet edin.
Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler)
ve siz dönüp O’nun huzurunda toplanacaksınız.
25 – Bir de öyle bir fitneden sakının ki o içinizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur.
Biliniz ki Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.
27 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne hıyanet etmeyin,
bile bile aranızdaki emanetlerinize de hıyanet etmeyin.
28 – Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah nezdindedir. [64,15; 21,35; 63,9]
29 – Ey iman edenler! Siz Allah’ı sayar haramlardan sakınırsanız,
Allah size hakkı batıldan ayırd edecek bir anlayış kuvveti verir, sizin günahlarınızı örter, sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir. [57,28]
30 – Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar yahut öldürsünler mi, yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı.
Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Allah tuzak kurmaz. Sadece tuzak kuran olursa, tuzağı boşa çıkarması anlamında, müşakele babından, bu fiil O’na isnad edilir. Müşakele: Muhatabın lafzını kullanarak, farklı bir mâna kasdetmektir. Mesela itaatsizlik edip sırıtan çocuğuna babası: “Sen gül bakalım, ben de sana gülerim!” derken, babanın gülmesi gibi. Müşakele üslubunda olmaksızın Allah Teâla hakkında tuzak, istihza, hud’a vb. kavramları kullanmak caiz değildir.
33 – Halbuki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz; eğer onlar istiğfar ederlerse Allah bu takdirde de onlara azab etmez. [29,53; 38,16; 70,1-3; 26,87]
Burada “azaba uğratmaktan” maksat, onları kökten imha edecek bir azap gönderilmesidir. Hz. Peygamber (a.s.) aralarında iken, Allah Teâla böyle bir azap göndermeyeceğini bildiriyor.
İstiğfardan maksat ise: ya müşriklerle aynı memlekette kalan müminlerin istiğfarları, yahud kendilerinin Allah’tan mağfiret dilemeleridir.
34 – Allah ne diye onları cezalandırmasın ki onlar kendileri Mescid-i Haramı yönetmeye layık olmadıkları halde, üstelik orayı ziyaret etmek isteyen müminleri de geri çeviriyorlar?
Oranın hizmet ve yönetimine asıl ehil olanlar, Allah’ı sayıp O’na şerik koşmaktan sakınanlardır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.
36 – Kâfirler, insanları Allah yolundan uzaklaştırmak için mallarını harcıyorlar.
Daha da harcayacaklar!
Ama gayelerine ulaşamayacaklarından bu, onlara yürek acısı olacak,
sonra da mağlup edilecekler.
İnkârlarında ısrar edenler toplanıp cehenneme sevkedilecekler, oraya sürülecekler.
37 – Sürüklenecekler ki Allah murdarı temizden ayırsın ve murdarları birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya yığsın
ve topunu birden cehenneme doldursun. İşte herşeylerini kaybedenler bunlardır. [10,28; 30,14; 36,59]
39 – Dünyada fitne kalmayıp din, tamamen Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın.
Eğer fitneden vazgeçerlerse, onları bırakın.
Allah zaten onların yaptıklarını hakkıyla görmektedir. [9,5-11]
Fitne’nin tefsiri için Bakara, 191 âyetine bkz.
40 – Yok eğer yüz çevirirlerse biliniz ki Allah sizin mevlanız! O ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır!
41 – Bir de malumunuz olsun ki savaşta elde ettiğiniz ganimetin beşte biri Allah’ındır. Yani Resulullaha, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara (gariplere) aittir.
Eğer Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı,
hak ile batılın iyice açığa çıktığı o Bedir günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız,
bu hükmü böylece kabul edeceksiniz. Allah her şeye kadirdir. [3,161; 59,6-10] {KM, Tekvin 34,25-29; Tesniye 13,17; 20,10-14}
Ganimetin beşte biri Allah yolunda harcanmak üzere ayrılır, beşte dördü ise gazilere dağıtılır. Beşte birlik kısım ise, bu âyette açıklanan beş gruba taksim edilir. Bu konudaki içtihatların ayrıntıları, fıkıh kitaplarında yer alır. Peygamberimizin hissesini muhtaçlara dağıttığı bilinmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.)’ın zekât alması haram olan yakın akrabalarına ganimetten pay verilmekle durum dengelenmektedir.
42 – Hani Bedir savaşı günü ey müslümanlar siz vaadinin yakın kenarında idiniz, onlar da uzak tarafında idiler.
Kervan ise sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) idi.
Eğer sözleşmiş olsaydınız dahi, sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız.
Fakat Allah, takdir ettiği bir işi yerine getirmek için, sizi böyle buluşturdu ki
helâk olan, bir delile göre helâk olsun, yaşayan da bir delile göre yaşasın.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. [6,122]
43 – O vakit Allah sana müşrik askerlerini rüyanda az göstermişti.
Eğer onları çok gösterseydi paniğe kapılır, emir ve kumanda konusunda ihtilafa düşerdiniz.
Fakat Allah sizi bundan kurtardı. Çünkü O bütün sinelerin gizlediklerini pek iyi bilir.
44 – Karşılaştığınız zaman Allah sizin gözlerinizde onları az gösteriyor,
sizi de onlara az gösteriyordu ki
Allah takdir ettiği bir işi yerine getirsin.
Bütün işler sonuçta Allah’a raci olur (nihaî karar ve yürütme O’na aittir.) [3,13]
45 – Ey iman edenler! Savaş esnasında karşı karşıya geldiğiniz düşman birliğine karşı dayanın,
sebat edin ve Allah’ı çok zikredin ki felah bulasınız.
46 – Allah’a ve Resulüne itaat edin, sakın birbirinizle ihtilaf etmeyin; sonra korkuya kapılıp za’fa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz) gider.
Bir de tam mânasıyla sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
Bu âyet, müminler arasında ihtilaf ve tefrikanın pek büyük bir zarar olduğunu, ehl-i hakkın ittifaklarının ise tevfik-i ilahînin, yani Allah’ın muvaffakiyet vermesinin başlıca vesilesi olduğunu bildirmektedir.
47 – Memleketlerinden savaşa çalım satarak, halka gösteriş yaparak çıkan
ve Allah yolundan insanları uzaklaştıranlar gibi olmayın.
Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.
Ne yaptılar, ne yapmadılarsa Allah hepsini ilmiyle ve kudretiyle kuşatmıştır. Onların iyi veya kötü hiçbir işleri yoktur ki Ona ulaşmasın, Onun hakimiyeti alanına girmesin, taltif veya cezasına sebep olmasın.
48 – Hani şeytan onlara yaptıkları işi güzel gösterip şöyle demişti:
“Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de yanınızdayım.”
Fakat iki ordu birbirini görecek hale gelip karşılaşınca gerisin geri dönüverdi ve:
“Ben, dedi, sizden uzağım, ben sizin göremediğiniz şeyleri görüyorum, ben Allah’tan korkarım. Öyle ya, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.” [59,16; 14,22]
49 – O zaman münafıklar ve kalplerinde şüphe bulunanlar diyorlardı ki: “Bu müslümanları dinleri aldatmış, (çünkü kendilerinden çok üstün bir ordu ile savaşa girişiyorlar.)”
Hâlbuki kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona yeter. Şüphe yok ki Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
51 – “İşte bu, sizin ellerinizin işleyip öne sürdüğü işlerin karşılığıdır; yoksa Allah asla kullarına zulmetmez.”
52 – Bunların tutumu ve gidişi, tıpkı Firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin tutumu gibi oldu:
Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler, Allah da günahları sebebiyle onları bastırıverdi.
Çünkü Allah pek kuvvetli, azabı da çok şiddetlidir. {KM, Çıkış 14. bölüm}
53 – Bu cezanın sebebi şudur: Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.
Bir de şundan ki: Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir (dolayısıyla herkese neye lâyıksa onu verir).
55 – Allah indinde bütün canlı mahlûkat içinde en kötü olanlar, inkârcılıkta ısrar edenlerdir ki onlar imana gelmezler.
58 – Seninle sözleşme yapan bir millette sözleşmeye aykırı bir hainlik alameti tesbit edersen, savaş açmadan önce anlaşmanın artık geçersiz kaldığını ilan et ki bunu bilme hususunda iki taraf da eşit olsun.
Çünkü Allah hainleri asla sevmez.
Bu âyet İslâmın uluslararası ilişkilerde çok önemli bir prensibini vermektedir. Herhangi bir tarafla anlaşma yapan kimse, süre bitinceye kadar anlaşmaya bağlı kalacaktır. Eğer ahdi bozmak için sebepler ortaya çıkmışsa, anlaşma ancak karşı tarafa haber verdikten sonra bozulabilir. Halbuki Cahiliye döneminde, karşı tarafa haber vermeden tek taraflı bozma olduğu gibi 20. asırda da bunun çok örneği vardır. Mesela ikinci dünya savaşında Almanya bir açıklama yapmadan Rusya’ya saldırmış. Aynı şekilde İngiltere ve Rusya İran’a karşı askeri harekâta başlamışlardı.
60 – Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.
Savaş atları yetiştirin ki bu hazırlıkla Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı
ve onların ötesinde sizin bilemeyip de, ancak Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutup yıldırasınız.
Allah yolunda her ne harcarsanız, onun karşılığı size eksiksiz ödenir, size asla haksızlık yapılmaz. [29,4; 24,57; 3,196-197; 9,101; 2,261]
Burada kuvvet kavramı son derecede kapsamlı bırakılmıştır. Maksat, düşmana karşı üstünlük vesilesi olacak her türlü hazırlıktır. Âyet, daha sonra, Kur’ân’ın indiği ortamda en önemli savaş vasıtalarından olan at yetiştirmeyi misal vermektedir.
61 – Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven. Çünkü Allah semîdir, alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir ve bilir). [4,90; 47,35]
62-63 – Eğer birtakım hilelerle seni aldatmak isterlerse, hiç endişe etme. Allah sana yeter.
O dur ki seni nusratıyla ve bir de müminlerle destekledi.
Müminlerin kalplerini birbirine ısındırıp bir araya getirdi.
Şayet sen dünyada bulunan her şeyi sarf etseydin bile yine de onların kalplerini birleştiremezdin, fakat Allah onları birleştirdi. Çünkü O azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3, 103]
Bu âyet-i kerime, aralarında düşmanlık olan, birbirlerinin kanlarını akıtan çeşitli kabilelerin, İslâm sayesinde kaynaşmalarına işaret etmektedir. Allah’ın bu lütfunun en bariz örneklerinden biri, 120 yıl öncesinden beri sürekli olarak birbirini kırıp geçiren, hatta âyetin inişinden daha birkaç sene önce Bu’as savaşını yapan Evs ve Hazrec kabilelerinin birbirleriyle kardeş haline gelmesidir.
64 – Ey Peygamber! Allah sana ve seninle beraber olan müminlere yeter.
66 – Ama şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizde savaşma konusunda bir zayıflık olduğunu müşahede etti.
O halde sizden sabırlı yüz kişi, Allah’ın izniyle onlardan iki yüz kâfire üstün gelir
ve eğer sizden bin kişi olursa, onlardan iki bin kişiye galip gelir.
Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
67 – Bir Peygamberin, dünyada zafer kazanıp küfrü zelil kılmadıkça,
esirler edinip onları fidye karşılığında serbest bırakması uygun düşmez.
Siz dünya metâını istiyorsunuz. Allah ise âhireti kazanmanızı istiyor.
Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [47,4]
Bu âyet, Bedir gazvesinde alınan esirlerden fidye alınıp salıverilmelerinden sonra, indirildi. Âyet-i kerime yapılan işin hatalı olduğunu bildirerek başlıyor. Hemen arkasından 69. âyet o uygulamayı kabul edip, bundan dolayı gönülleri ferahlatarak şüpheye yer bırakmıyor. Hatta hatalı olduğu bildirilen bu uygulama, bundan böyle, benzeri durumlarda bir kural haline getiriliyor. Kur’ân Hz. Peygamber (a.s.)’ın sözü olsaydı, bu sözün baş tarafını söyleyen biri olarak, sonunu da söylemesi tasavvur edilemezdi. Zira aynı anda iki zıt rûhî durum mümkün değildir. Sonki ruh hali galip geldiği takdirde, zaten hatalı olan öncekini silmiş olması gerekirdi. Artık kendisini küçük düşürecek olan o isabetsizliği zikretmezdi. Psikoloji bilginleri, burada iki ayrı şahsiyet bulunduğunu ve sözün şöyle diyen bir hâkim’e ait olduğunu söylerler: “Yaptığın iş pek doğru değil, bununla beraber seni affettim, bu hususta sana izin verdim, artık böyle yapabilirsin.”
68 – Eğer yanılma neticesi verilen hükümlerden ötürü azap etmeyeceğine dair Allah’ın Levh-i Mahfuzda yazdığı daha önceki bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. {KM, Tesniye 20,10-14; 13,13-18}
69 – (Ama bundan böyle fidyeyi ve ganimeti size mübah kıldım) artık aldığınız ganimetleri helâl ve hoş olarak yeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
70 – Ey Peygamber! Ellerinizdeki esirlere de ki
“Eğer Allah sizin kalplerinizde hayır yani iyi niyet, iman ve ihlas istidadı bulursa,
sizden alınan fidyelerden daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar.
Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Peygamberimizin amcası Abbas, Bedir savaşında esir edilmiş, hürriyetine kavuşmak için hem kendisinin, hem de yeğenleri Akîl ile Nevfel’in fidyelerini vermesi istenmişti. O da imkânı olmadığını ifade etmişti. Oysa Mekke ordusunun iaşesini üstüne alan on Kureyşli zenginden biri idi ve harcama sırası kendisine gelmeden savaş sonuçlanmıştı. Peygamberimiz bu maksatla harcayacağı parayı kendisine bırakmayacağını ifade etti. O: “Geri kalan ömrüm boyunca Kureyşin eline mi bakayım?” diye acındırmak isteyince Peygamberimiz: “Savaşa çıkarken hanımın Ümmü’l-Fadl’a teslim ettiğin altınlar var” deyince “Hiç kimsenin bilmediği bu olay karşısında, mûcizeyi ve Peygamberimizin risaletini içinden kabul etmişti.
Sonra serveti iyice artmış olan Hz. Abbas (r.a) şöyle demiştir: Allah’ın, alınandan daha fazlasını verme vaadi gerçekleşti. Umarım affı da gerçekleşir.”
71 – Eğer sana hıyanet etmek isterlerse unutmasınlar ki
daha önce de onlar Allah’a hıyanet etmişlerdi de, Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti,
onları senin eline düşürmüştü. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
72 – İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya,
işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin varisidirler).
İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasda onlara hiçbir velayet yoktur.
Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse
sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla,
onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. [9,100-117; 59,8-9]
Müminlerin Medine’ye 622’de hicret etmelerinin hemen akabinde, Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (a.s.) kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti. Birbirlerine varis oluyorlardı. Bazı tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız akrabalar arasında geçerli olacağını bildirmektedir.
Tevbe-1 – Allah ve Resulünden, kendileriyle anlaşma yaptığınız müşriklere son ihtar!
Hicretin 9. yılında Hz. Peygamber (a.s.) müslümanları Hz. Ebû Bekr (r.a)’ın emirliği altında hacca göndermişti. O esnada bu âyet indirilince Hz. Peygamber bu buyruğu hacda toplanan insanlara tebliğ etmek için Hz. Ali (r.a)’ı, görevlendirdi. Bayramın birinci günü Akabe cemresi yanında hacılara hitab edip sûrenin başından 30 kadar âyeti tebliğ ederek özellikle şu dört şeyi vurguladı: 1. Bu yıldan sonra Kâbeye hiç bir müşrik giremeyecek. 2. Hiç kimse çıplak olarak Kâbe’yi ziyaret etmeyecek. 3. Müminlerden başkası cennete giremeyecek. 4. Müşrik kabîleler tarafından bozulmamış sözleşmeler, anlaşma süresinin sonuna kadar yürürlükte kalacak.
2 – Bu günden itibaren yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın ve şunu bilin ki siz Allah’ın elinden hiçbir şekilde kaçıp kurtulamazsınız ve Allah kâfirleri rüsvay edecektir. [6,134]
3 – Haccın en büyük günü, Allah ve Resulünden insanlara şunu ilan edin ki: “Allah da, Resulü de müşriklerden beridir. Şayet şirkten tövbe edip tevhide yönelirseniz bu elbette sizin için daha hayırlı olur. İyi biliniz ki siz Allah’ın elinden kurtulamazsınız. Kâfirleri pek acı bir azapla müjdele. [2,196]
4 – Ancak kendileriyle anlaşma yapmanızdan sonra, şartları hiç bir şey eksiltmeksizin tamamen yerine getiren ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye destek vermeyen müşrikler, bu hükmün dışındadırlar.
Bunlarla sözleşmenin müddeti tamamlanıncaya kadar antlaşma şartlarına riayet edin. Allah, Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
5 – O halde, hürmetli aylar çıkınca artık öbür müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp esir edin, onların geçebileceği bütün geçit başlarını tutun.
Eğer tövbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse onları serbest bırakın. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur). [2, 191; 9, 29-73; 66,9; 69,9]
6 – Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki Allah’ın kelamını dinlesin, düşünsün. Sonra şayet müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte hissedeceği yere (vatanına) ulaştır.
Öyle! (Bu sığınma ve gönderme işlemini yapmalı), zira onlar İslâm’ın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur.
7 – O müşriklerin Allah yanında, Resulü yanında nasıl olup da bir ahitleri olabilir ki! (olamaz, zira onlar daima hainlik edip verdikleri sözden dönerler).
Mescid-i Haram’ın yanında anlaşma yaptıklarınız bundan müstesna olup, onlar size karşı dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın.
Allah, Kendisine karşı gelmekten, özellikle ahdi bozmaktan sakınanları sever.
8 – Evet, onların nasıl ahitleri olabilir ki, eğer size galip gelecek olurlarsa sizin hakkınızda ne ahit, ne yemin, ne hukuk, hiç bir şey gözetmezler.
Ağızlarıyla güya sizin gönlünüzü alırlar, kalpleri ise nefret duyup kaçınır. Çünkü onların ekserisi Allah’ın yolundan çıkmış fâsıklardır.
9 – Onlar Allah’ın âyetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da Allah’ın yolundan insanları alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!
13 – Ahitlerini ve yeminlerini bozup
Peygamberi vatanından sürmeye teşebbüs eden bir toplulukla savaşmayacak mısınız ki,
aslında savaşı size karşı ilk başlatanlar da onlar olmuşlardı.
Ne o, yoksa onlardan korkuyor musunuz?
Ama eğer mümin iseniz, asıl Allah’tan çekinmeniz gerekir. [60,1; 8,30; 17,76]
14-15 – Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın, kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin.
Allah Teâlâ dilediğine tövbe de nasib eder. Allah alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Nitekim küfrün önde gelenlerinden Ebû Süfyan bin Harb, Safvan İbn Ümeyye, İkrime İbn Ebû Cehil, Süheyl İbn Amr gibi reisler, Mekke’nin fethinden sonra tövbe edip, İslâmı kabul etmişlerdir.
16 – Yoksa siz, Allah sizden mücahede edenlerle Allah’tan, Resulünden ve müminlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri iyice ortaya çıkarmadan, kendi halinize bırakılacağınızı mı zannettiniz?
Halbuki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. [29,2 – 3; 3,142 – 179]
Âyetteki “ve lemmâ ya’lem” tabirinden maksat: “Allah sizden mücahede edenler ve müminler dışında sırdaş edinmeme imtihanını kazanacak halis müminleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakmaz.” demektir.
17 – Müşrikler, kendilerinin kâfirliğine bizzat kendileri şahit iken, Allah’ın mescidlerini mâmur etmeleri kabil değildir.
Çünkü onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ateşte daimi kalacaklardır.
Mâmur etmek: Bina etmek, bir de oralarda ibadete devam ederek şenlendirmek şeklinde olur. Bu âyette mesacid, tekil mânada Mescid-i Haram diye tefsir edilir. Zira orası bütün mescitlerin kıblesidir, imamıdır. Ayrıca oranın her tarafı mesciddir; halbuki diğer mescitlerde bu özellik yoktur.
Burada nefyedilen durum, müşriklerin oraya girme liyakatlerini reddetmektir. Yoksa bu işin fiilen varlığı ayrı konudur.
18 – Allah’ın mescitlerini ancak Allah’ı ve âhireti tasdik eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden çekinmeyen müminler bina edip şenlendirir.
İşte onlar cennete ve diğer ümitlerine kavuşmayı umabilirler.
19 – Siz hacca gelenlere su dağıtma ve Mescid-i Haramı mâmur etme işini,
Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden müminin işi ile bir mi tutuyorsunuz?
Bunlar Allah indinde eşit olmazlar. Allah o zalimler gürûhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Onlar ısrarla inkâr ve zulümlerine devam ederken Allah onları zorla hidâyete erdirmez. Keza onları, kötü emellerine nail etmez.
20 – İman edip hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah indinde daha yüksek derecelere sahiptirler ve işte onlardır umduklarına nail olanlar.
22 – Onlar o cennetlerde ebediyyen kalacaklardır.
Muhakkak ki en büyük mükâfat Allah’ın yanındadır.
24 – De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise…
o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin!
Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez. {KM, Matta 10,37; Luka 14,26}
Gerçek müslüman servet, ticaret, mal, mülk sahibi olabilir. Güzel konaklarda oturabilir. Fakat bunları hiçbir zaman kalbine yerleştirmez. Hele hele Allah’tan, Allah yolundan ve O’nun yolunda cihad etmekten daha önemli hale getirmez.
Bununla beraber Ebussuûd Efendinin dediği gibi bu âyette öyle bir tehdit vardır ki: Allah’ın hususi lutfuna mazhar olmayan hiç kimse bundan kurtulamaz.
25 – Şu kesindir ki Allah size birçok savaş yerlerinde yardım etti, Huneyn günü de… O gün ki sayıca çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti.
Olanca genişliğine rağmen, dünya başınıza dar gelmişti.
Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız.
26 – Sonra Allah, Resulünün ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı.
İşte kâfirlerin cezası budur! [2,248]
27 – Sonra Allah, bu savaşın peşinden, onlardan dilediği kimseleri küfürden dönüş yapmaya muvaffak eder. Zira Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
28 – Ey iman edenler! Müşrikler bir pislikten ibarettir. Onun için, bu yıldan sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar.
Eğer yoksulluktan endişe ederseniz, Allah dilerse, sizi lütfundan zenginleştirir. Çünkü Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Müşrikler bedenleri itibariyle, maddî varlıklar yönünden değil, batıl inançları, ahlâkî telakki ve davranışları bakımından necis sayılmaktadırlar. Mescid-i Harama girmeleri bundan dolayı yasaklanmıştır.
29 – Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde, Allah’a da, âhiret gününe de iman etmeyen,
Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan, hak dinini din olarak benimsemeyen kimselerle zelil bir vaziyette tam bir itaatle, cizye verinceye kadar savaşın.
Dinu’l-hakk izafeti “Hak dini” demek olup “hak din” den daha kuvvetlidir. İslâmın hakka teslimiyet esasına dayandığını Allah’ın hakkını, bütün hakların temeli saydığını, hakların kutsallığını ifade eder. (Geniş bilgi için: M. H. Yazır’ın “Hak Dini” tefsirine bkz.)
Bu âyet, Ehl-i kitabın Allah’a ve âhirete gereğince iman etmediklerini, gerçek dini kabul etmediklerini bildiriyor: Çünkü onlar Allah’ı kemal sıfatlarıyla muttasıf ve eksiklerden münezzeh olarak tanımıyorlar, âhiretin gerçek mahiyetini anlayamıyorlardı.
Bunlarla savaşmak için, evvela onların saldırmaları şarttır (2, 190). Hz. Peygamber (a.s.) müşrik araplarla ancak İslâmı imha etmek için silaha sarıldıklarında harbetti. Hıristiyanlar da Müslümanları ortadan kaldırmak için, İslâm devletine karşı kuvvet hazırlayıp hücum ettikleri zaman onlara karşı hazırlandı ve karşı tarafın saldırmaya hazır olmamasını fırsat bilerek baskın yapmadı. Aksine, harbetmeden geri döndü.
Cihadın gayesi gayri müslimleri kuvvet kullanarak İslâma sokmak değil, İslâma karşı çıkan kuvvet kalmamasını sağlamaktır. Cizye, İslâm devletinin, gayri müslim vatandaşlarından aldığı cüz’î bir vergidir. Müslümanların verdiği zekât nisbetinden fazla değildir. Devletin sunduğu hizmetler karşılığı olarak alınır.
30 – Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih, Allah’ın oğludur” dediler.
Bu onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir.
Onlar, sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Hay Allah kahredesiler! Nasıl da haktan batıla döndürülüyorlar?
“Allah’ın evlatları” tabiri Kitab-ı Mukaddes’te “mü’minler” hakkında kullanılır: Tekvin 6,2; Çıkış 4,22; Tesniye 14,1. Matta 26, 63; Luka 3,38. Hz. Îsâ hakkında: Matta 16,16.
Üzeyr, muhtemelen İsrailoğullarının peygamberlerinden Ezra’dır. M.Ö. 5. asırda yaşamış olup, mevcut şekliyle Tevrat metni onun tarafından tesbit edilmiştir. Yahudiler, Allah’ın kırk gün boyunca Tevratı ona ilham edip yazdırdığına inanırlar. Yahudiliğin dinî, millî ve siyasî tarihinde böyle merkezî bir rolü olan bu zâtın çok yüceltildiği ve Yemen’de yaşayan Sadûkiyye Yahudilerinin ona “Allah’ın oğlu” dedikleri bilinmektedir. Kur’ân bunu Yahudilerin hepsine mal etmemektedir. Âyetin son kısmı bu semavî dinlerin, eski Mısır, Yunan, Roma, Pers ve Hindistan gibi yerlerde vaktiyle yaşamış şirk inançlarından etkilendiklerini ifade ediyor.
31 – Yahudiler hahamlarını, Hıristiyanlar rahiplerini ve Meryemin oğlu Mesihi Allah’tan başka Rab edindiler.
Halbuki onlara bir tek İlâha ibadet etmeleri emr olunmuştu. Ondan başka İlah yoktur.
O, onların ortak koştukları şirkten münezzehtir.
Rab edinme, onlara secde etme mânasında değil, din adamlarının haram ve helâl kılma yetkilerine inanmaları, onları hatasız kabul etmeleri anlamındadır.
32 – Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek isterler.
Allah ise, nûrunu tam parlatmaktan başka bir şeye razı olmaz.
Kâfirler isterse hoşlanmasınlar! [8,8]
Allah’ın nûrundan maksat, İslâm veya Kur’ân-ı Kerimdir.
34 – Ey iman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin çoğu halkın mallarını haksız yollardan yerler ve insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar.
Altını, gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele!
36 – Doğrusu, Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü kesin hükmünde, ayların sayısı on iki ay olup bunlardan dördü hürmetlidir.
İşte doğru hesap budur.
O halde bilhassa bunlarda, nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın ve bilin ki Allah, ilahî sınırlara saygılı olup fenalıklardan sakınanlarla beraberdir. [22,25; 2,191-194]
37 – Hürmetli ayların yerlerini değiştirip ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir.
Öyle yapmakla, kâfirler büsbütün şaşırtılırlar.
Allah’ın hürmetli kıldığı sayıya denk getirmek üzere onu bir yıl helâl, bir yıl hürmetli sayarlar ve böylece Allah’ın haram kıldığını helâl kabul ederler.
Kötü işleri kendilerine süslenip güzel gösterildi.
Allah kâfirler güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Nesî uygulamasının gayesi, peş peşe gelen hürmetli aylar arasına boşluk koymak ve hac mevsimini devamlı sûrette aynı zamana denk getirmekti. Zira bu aylardaki savaş ve yağma yasağı ve ibadet uygulanması kendilerine ağır geliyordu. Ay yılı ile Güneş yılını denk getirmek için, yıla bir ay daha ekliyorlardı. Böylece hac 33 yıl boyunca gerçek tarihinin dışında yapılıyor, ancak 34. yılda gerçek Zilhıcce’de ifa edilebiliyordu. Hz. Peygamber (a.s.)’ın veda haccı, gerçek hac mevsimine denk gelmişti. Hicri 9. yıldaki veda haccından beri hac günleri gerçek tarihinde yapılmaktadır. Oysa nesî uygulaması, ibadetleri farklı mevsimlerde uygulatmayı dileyen, ilahî hikmete aykırı idi.
Kâfir, iradesini hep küfür yolunda ısrar etmeye sarfederse, Allah zorla onu hidâyete erdirmez. Bundan, şu mâna da kasdedilebilir: “Allah o kâfirleri, emellerine nail etmez, onlara muvaffakıyet yollarını göstermez.”
38 – Ey iman edenler! Size ne oldu ki “Allah yolunda seferber olunuz!” emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız?
Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz?
Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin yanında pek az bir şeydir!
39 – Eğer topyekün seferber olmazsanız,
Allah sizi acı bir azaba uğratır ve sizin yerinize başka bir topluluk getirir de siz savaşa çıkmamakla Onun dinine zerrece zarar veremezsiniz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. [47,38]
40 – Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız,
Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım eder.
Hani kâfirler onu Mekke’den çıkardıklarında, iki kişiden biri olarak mağarada iken arkadaşına: “Sen hiç tasalanma, zira Allah bizimle beraberdir” diyordu.
Derken Allah onun üzerine sekinetini, huzur ve güven duygusunu indirdi ve onu, görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfirlerin dâvasını alçalttı.
Allah’ın dini ise zaten yücedir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Hz. Peygamber (a.s.m)’ın Hz. Ebû Bekir (r.a) ile hicret ettiği sırada, Mekke’nin güneyindeki Sevr mağarasında üç gün kalmalarına işarettir.
41 – Ey müminler! Sizler gerek hafif, gerek ağırlıklı olarak hep birlikte seferber olunuz,
Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad ediniz.
Eğer anlıyorsanız, sizin için hayırlı olan budur.
Hifafen ve sikalen: Hangi halde olursanız olunuz: Kolaylık veya güçlük, sağlık veya hastalık; zenginlik veya fakirlik, çoluk çocuğun azlığı veya çokluğu, piyade veya süvari, genç veya ihtiyar mânalarına gelir.
42 – Eğer dâvet olundukları seferde peşin bir ganimet bulunsa ve orta yollu bir mesafe olsaydı, mutlaka senin peşinden gelirlerdi; fakat meşakkatli yol onlara pek uzak geldi.
Bununla beraber “Eğer gücümüz yetseydi muhakkak sizinle beraber sefere çıkardık” diye yemin edeceklerdir.
Onlar bu yalanlarıyla kendilerini mahvediyorlar. Çünkü Allah onların yalancı olduklarını kesinlikle bilmektedir.
Tebük seferi, hicri 9. yılda, çok güçlü olan Bizans İmparatorluğuna karşı olacaktı. Yolculuk çok uzun, mevsim kavurucu yaz sıcaklarının olduğu mevsim idi. Bu durum, münâfıklığın ortaya çıkmasına vesile oldu.
43 – Hay Allah seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münafıklara izin verdin?
44 – Allah’ı ve âhireti tasdik edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihada katılmama hususunda senden izin istemezler. Allah, o takvâ ehlini pek iyi bilir.
45 – Senden katılmamak için izin isteyenler sadece Allah’ı ve âhireti tasdik etmeyenler, kalpleri şüphe ile çalkalanıp şüpheleri içinde bocalayıp duranlardır.
46 – Eğer onlar gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, elbette onun için hazırlık yaparlardı.
Fakat Allah onların davranışlarını hoş görmeyip kendilerini engelledi ve kendilerine: “Oturun, oturanlarla beraber!” dedi.
47 – Şayet sizinle çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka bir faydaları olmazdı.
Fesat ve fenalığı artırmaktan başka bir iş yapmazlardı.
Sizi fitneye düşürmek arzusuyla aranıza sokulup entrikalar çevirirlerdi.
Aranızda onlara kulak verenler de vardır. Allah o zalimleri pek iyi bilir.
48 – Gerçekten bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve işleri tersyüz ederek seni yanıltmaya çalışmışlardı.
Nihayet, onlar hoşlanmasa da hakikat ortaya çıkmış ve Allah’ın emri galebe çalmıştı.
51 – De ki: “Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yazmışsa başımıza ancak o gelir.
Mevlamız, sahibimiz O’dur.
Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.”
52 – Münafıklara de ki: “Bizim hakkımızda bekleyip gözlediğiniz, iki güzel şeyden, yani zafer veya şehid olmaktan başka bir şey midir?
Biz ise Allah’ın, ya kendi tarafından veya bizim ellerimizle sizi azaba uğratmasını bekliyoruz.
Bekleyin bakalım, biz de bekliyoruz!
53 – De ki: “Allah yolunda, ister gönül rızasıyla verin, ister gönülsüz infak edin, verdikleriniz sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir.
Çünkü siz, hak yoldan çıkmış fâsıklar güruhusunuz.”
Bu âyet, nifaklarını gizlemek için bazı maddî katkılarda bulunmak isteyen münâfıklara sert bir uyarıdır.
54 – Bu teberrûlarının kabul edilmemesinin tek sebebi şudur:
Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı inkâr ve nankörlük içindedirler.
Namaza ancak üşene üşene gelirler.
Yardımda bulunurken de istemeye istemeye, gönülsüz verirler.
55 – Onların ne mallarının ne de çocuklarının çokluğu seni imrendirmesin.
O hiç de önemli değil! Çünkü Allah bunlar sebebiyle dünya hayatında onlara sıkıntı çektirmeyi
ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [20,131; 23 – 55-56]
Nifaklarının şiddeti, kalplerinde samimî imana yer bırakmamaktadır. Kendileri bunu istedikleri için, Allah da böyle dilemiştir.
56 – O münafıklar yanınızda Allah’a yemin ederek sizden olduklarını ileri sürerler.
Aslında onlar sizden değildirler.
Doğrusu onlar kâfirlerin mâruz kaldıkları durumdan endişe etmeleri sebebiyle ödleri kopan bir topluluktur.
59 – Eğer onlar Allah’ın ve Resûlünün kendilerine verdiklerine razı olsalar ve: “Allah’ın lütfu bize yeter. Allah bize lütfundan yine verir, Resûlü de. Bizim isteğimiz sadece Allah’ın rızasıdır!” deselerdi, kendileri için elbette daha iyi olurdu.
60 – Zekâtlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslâma ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara,
Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur.
Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyuruldu. Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [2,177.215]
Zekât fonu bu sekiz sınıfa dağıtılır. Hz. Peygamberin ve yakın akrabaları Hâşimoğullarının zekât almaları haramdır. Zekât ahkâmının ayrıntıları fıkıh kitaplarında yer alır. Hz. Ömer (r. a)’ın nasdaki delâleti farkedip bildirmesi üzerine Hz. Ebû Bekir (r. a)’ın halifeliği sırasında, İslâma ısındırılacak olanların hisselerinin düştüğü hususunda ashab ittifak etti. Hanefî, Malikî ve Şafiî mezhepleri de bu icmaı aldılar. Müslümanların güçsüz olması halinde bu hissenin yine işletileceğini bu mezhep fakihleri bildirirler.“Allah yoluna” kısmına, sadece savaş giderleri değil, Allah’ın dinini yaymak için yapılan her türlü faaliyet dahildir.
61 – Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki:
“Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir,
Allah’a inanır, müminlere güvenir.
İman edenleriniz için bir rahmettir O!”
İşte böylesi bir Allah Resulünü incitenler yok mu? En acı azap onlara olacaktır.
62 – Sizin yanınıza gelir, gönlünüzü hoş etmek için Allah’a yeminler ederler,
Halbuki eğer bunlar mümin iseler, herşeyden önce Allah’ın ve Resûlünün rızasını düşünmeleri gerekirdi.
63 – Hâla şunu anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve Resûlüne karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi var, hem de devamlı olarak orada kalacaktır.
İşte en büyük zillet, en feci rezalet!
64 – Münafıklar, kalplerinde gizledikleri küfrü yüzlerine vuracak bir sûrenin tepelerine inmesinden çekinirler (bir yandan da sizinle alay ederler). De ki: “Eğlenin bakalım. Allah sizin o çekinip endişe ettiğiniz şeyleri meydana çıkaracaktır!” [58,8; 47,29 – 30]
Münafıklar içyüzlerini, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve müslümanlar hakkında içlerinde sakladıkları gerçek düşüncelerini açıklayacak vahyin, ha geldi ha gelecek korkusu içinde idiler. Kur’ân’ın Allah’ın buyruğu olduğuna tam inanmasalar da, Resûlullahın birçok gizli halleri ortaya çıkardığına dair yeterli tecrübeleri olduğundan, bu korku onları hiç terketmiyordu.
65 – Eğer kendilerine ettikleri alay hakkında soracak olursan, yaptıklarını gizler ve:
“Ciddi bir şey konuşmuyorduk, sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk!” derler.
Sen onlara kanmayıp, suçlarını itiraf etmişlercesine de ki:
“Demek, siz Allah ile, O’nun âyetleri ile ve Onun Resûlü ile eğleniyordunuz ha!”
Tebük seferine hazırlanan müslümanların, müthiş Bizans orduları karşısında ne hallere düşeceğine dair senaryolar üretip kulis yaparak müminlerin de cesaretlerini kırmaya girişiyorlardı. Âyet onların maskelerini indiriyor.
67 – Münafık erkeklerle münafık kadınlar size değil, birbirlerine benzerler:
Kötülüğü teşvik edip iyiliği menederler
ve cimriliklerinden dolayı ellerini sımsıkı tutarlar.
Onlar Allah’ı unutup terkettiler, Allah da onları terketti. Şüphesiz ki münafıklar, hep itaat dışına çıkan fâsık kimselerdir. [45,34]
68 – Allah gerek münafık erkeklere, gerek münafık kadınlara, gerekse bütün kâfirlere, ebedî kalmak üzere girecekleri cehennem ateşini vaad etmiştir.
O onlara yeter! Allah onları rahmetinden uzaklaştırdı. Onlara devamlı bir azap vardır.
70 – Kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerin başlarına gelen olaylara dair haber onlara ulaşmadı mı?
Nuh kavminden, Âd, Semud ve İbrâhim kavminden, Medyen halkından ve şehirleri yerle bir edilen toplumdan haberdar olmadılar mı?
Onlara peygamberleri açık deliller getirdi ama inanmadılar, bundan dolayı Allah’ın gazabına uğradılar.
Ama onlara Allah zulmetmedi, lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Şehirleri yerle bir edilen toplum Lut halkıdır.
71 – Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır.
Onlar iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler.
Namazı hakkıyla yerine getirir, zekâtı verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler.
İşte onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir.
Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [3,104]
72 – Allah mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vaad etti.
Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar!
Hepsinden âlası ise Allah’ın kendilerinden razı olmasıdır.
İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur. [10,26; 48,5; 57,12] {KM, I Pier 3,7; Tekvin 2,8-10}
74 – Onlar Allah’a yemin ederek, olumsuz bir şey söylemediklerini ileri sürerler.
Hâlbuki küfür sözünü söylediler, İslâm’a girdikten sonra inkâr ettiler, başaramadıkları, netice alamadıkları birtakım cinayetlere yeltendiler.
Münafıkların Peygamber’e ve müminlere kin beslemelerinin tek sebebi, Allah ve Resulünün Kendi lütfu ile müminlerin ihtiyaçlarını gidermesiydi.
Onlar tövbe ederlerse, haklarında hayırlı olur. Yok, yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada da âhirette de acı bir azaba uğratır.
Onlara bütün bir dünyada, ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulunamaz.
Küfür sözleri münafıklardan eksik olmuyordu. Meselâ: Tebük seferinde Hz. Peygamberin (a.s.m) develerinden biri kaybolunca müslümanlar onu aramaya koyuldular. Münafıklar sinsi sinsi: “Şu adamın peygamberliğine bakın: Gökten haber alıyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilemiyor!” dediler.
Öte yandan münafıklar, Hz. Peygamberin ordusunun Bizans tarafından hezimete uğratılmasına kesin gözüyle baktıklarından, Abdullah İbn Übeyy’i Medine’ye kral yapma hazırlıklarına başlamışlardı.
75 – Onlardan kimi de Allah’a şöyle kesin söz vermişlerdi:
“Eğer Allah bize lütfundan verirse, biz de mutlaka zekât ve teberrûda bulunacak ve elbette iyi insanlardan olacağız.”
77 – Allah’a verdikleri sözden dönmeleri ve yalan söylemeyi âdet edinmeleri sebebiyle,
Allah da bu işlerinin neticesini, kalplerinde kıyamet gününe kadar sürecek bir münafıklık kıldı.
78 – O münafıklar hâla anlamadılar mı ki Allah onların sözlerini de, fısıldaşmalarını da bilir
hem Allah bütün gaybleri tam tamına bilir.
79 – Müminlerden gâh farz zekât dışında ayrıca gönlünden koparak bağışta bulunanları, gâh ancak çalışıp didinerek ele geçirdikleri malları bağışlayanları dillerine dolayıp alaya alanlar var ya, işte Allah onları alay konusu yapıp maskara etmiştir ve onlara gayet acı bir azap vardır.
Münafıkların sırf olumsuz tipler olduğunu âyet ne güzel tasvir ediyor! Kendileri zengin oldukları halde, kamu hizmeti için vermiyorlar. Elinden geldiği kadar çok verenleri ise gösteriş yapmakla suçluyorlar. Fakir olduğu için az verenler hakkında: “Şunlara bakın: Bizans İmparatorluğunun kaleleri bunların sadakalarıyla fethedilecekmiş!” diyorlar.
80 – Onlar için sen ister Allah’tan af dile, ister dileme.
Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir.
Evet, böyle! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Matta 18,22}
Fısk, her türlü hususta diretmek ve hududun dışına çıkmak demektir. “Lâ yehdî’l-kavme’l-fâsikîn” demek, Allah onları emellerine ulaştırmaz demektir. Zira bu tekvin ve teşri çarkının üzerinde döndüğü hikmete aykırıdır. Hidâyeti, “matlub olan hidâyete ulaştıran yolu gösterme” mânasına alırsak, bellidir ki, bu hidâyet gerçekleşmiştir. Fakat fâsıklar, kendi kötü tercihleri ile bu hidâyeti kabul etmeyip düştükleri çukura düşmüşlerdi. Bu son kısım, ön tarafındaki hükmü te’kid eden bir tezyildir. Zira kâfirin affedilmesi, her şeyden önce küfründen vazgeçmesi ve hakka yönelmesine bağlıdır. Ama küfre dadanan, küfre dalan, kendisini küfürle damgalayan, bu aftan uzaktır.
Keza burada, Hz. Peygamber’in onlar için af dilemesindeki özrüne de dikkat çekilmektedir. O da, onların imana gelmelerinden me’yus olmamasıdır. Çünkü onların, sonuna kadar küfürde kalacaklarını bilmiyordu. Zira, ancak akibetlerini kesin bilmeden sonra onlar hakkında istiğfar yasak olurdu (Ebussuûd).
81 – Savaşa çıkmayıp Resûlullahtan ayrılarak geride kalanlar, oturmalarından memnun olup sevince garkoldular.
Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmayıp “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler.
De ki: “Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl dayanacasınız?
Bunu bir bilip anlasalardı! [70,15-16, 22,19, 22; 4,56]
83 – Eğer Allah seni bu seferden (Tebük’ten) döndürür de, sen onlardan bir toplulukla karşılaşırsan ve onlar başka bir gazaya çıkmak için senden izin isterlerse onlara de ki:
“Benimle beraber asla sefere çıkmayacaksınız, asla benim maiyetimde düşmanla savaşmayacaksınız. Madem ki önce oturup seferden geri kaldınız, haydi şimdi de geri kalanlarla birlikte oturun!”
84 – Onlardan ölen hiçbir kimsenin cenaze namazını kılma ve kabri başında dua etmek üzere durma.
Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.
İbn Übey öldüğünde, halis bir müslüman olan oğlu Abdullah Hz. Peygamber’e gelerek cenaze namazını kıldırmasını rica etti. Pek şefkatli olan Efendimiz (a.s.m) o tarafa doğru kalkınca Hz. Ömer 80. âyeti hatırlattı. Hz. Peygamber: “Demek Allah izin verdi, ben de yetmişten daha fazla istiğfar ederim” dedi. Bunun üzerine bu âyet indirilip kesin hükmü bildirdi.
85 – Onların ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin.
Çünkü Allah bunlarla onlara dünyada sıkıntı ve azap çektirmek istemekte ve canlarının kâfir olarak çıkmasını dilemektedir. [9,55]
86 – “Allah’a iman edin ve Resulü ile birlikte cihada gidin.” diye bir sûre indiği zaman,
onlardan servet ve imkân sahibi kimseler senden sefere katılmamak için izin istediler
ve “Bırak, biz de evlerinde oturan kadınlar ve özürlülerle birlikte oturalım” dediler.
89 – Allah onlara, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı.
Onlar oraya ebediyyen kalmak üzere gireceklerdir.
İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!
90 – Bedevîlerden savaşa katılmamak için özürler uyduranlar, hiç değilse kendilerine izin verilsin diye geldiler.
Allah’a ve Resulüne bağlılık iddiasında yalancı olanlar ise oturdular. Ne geldiler, ne de özür dilediler.
O bedevîlerden kâfir olanlar, gayet acı bir azaba mâruz kalacaklardır.
91 – Allah ve Resulüne sadık kalmak, onlar hakkında iyi düşünceler taşımak şartıyla zayıflara, hastalara
ve savaşta harcama imkânı bulamadığından dolayı savaşa katılamayanlara sorumluluk yoktur.
Zira onlar, geri kalmakla beraber, memleketlerinde iyilik ediyorlar.
İyilik edenlere diyecek bir şey yoktur.
Gerçekten Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur).
93 – Ayıplamak gerekirse, zengin ve imkânlı olmalarına rağmen
savaşa katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır.
İşte onlar geride kalan güçsüz kadınlarla beraber kalmaya razı oldular.
Allah da onların kalblerini mühürledi. Artık onlar işlerin gerçek mahiyetini bilemezler.
94 – Savaş dönüşü kendileriyle karşılaşınca, katılmamaları hakkında mazeretler, bahaneler ileri sürerler.
De ki: “Boşuna özür dilemeyin, zira size inanmayacağız.
Çünkü sizin aleyhimizde çevirdiğiniz hîlelerden bir kısmını Allah bize bildirdi.
Bundan böyle de, yapacağınız her şeyi Allah da, Resulü de görüp değerlendirecek, daha sonra da, gizli olsun açık olsun, herşeyi bilen Allah’ın huzuruna götürüleceksiniz.
O da bütün yaptıklarınızı bir bir önünüze koyacaktır.”
95 – Dönüp yanlarına vardığınız zaman, kendilerini affetmeniz için Allah’a yeminler edeceklerdir.
Siz onlardan yüzçevirin. Onlara muhatap bile olmayın.
Çünkü onlar o kadar murdar kimseler ki, hesap sormak ve azarlamakla yola gelmezler.
İşleyip durdukları günahlar sebebiyle onların konutları cehennem olacaktır.
96 – Kendilerinden razı olasınız diye, size karşı Allah’a nice yeminler edecekler…
Bilesiniz ki siz onlardan hoşnut olsanız bile, o yoldan çıkmış, o pis güruhtan Allah asla razı olmaz.
97 – Bedevîler inkâr ve münafıklıkta şehirlilerden daha şiddetli;
Allah’ın, Resulüne indirdiği hükümleri tanımamaya daha yatkındırlar.
Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [12,109]
Bedevî (a’rabî) çölde yaşayan göçebe araplara denir. Her bedevî değil, fakat genelde bedevîler, yaşadıkları çöl hayatının gereği olarak kaba ve sert huyludurlar. Böyle olunca küfür ve nifakları da daha beterdir.
98 – Kimi bedevîler, Allah yolunda harcamasını angarya ve ziyan sayar; bundan kurtulmak için başınıza türlü türlü belalar gelmesini gözler.
O belalar kendi başlarına olsun!
Allah, her şey gibi, onların söylediklerini de işitir, bütün hallerini bilir.
Müslümanlar hissedilir bir kuvvet olunca bedevîler, çıkarcı bir tutumla İslâm’a girmeye koyuldular. Gerçek imana sahip olanlarının nisbeti azdı. Göçebe olduklarından İslâm’ın cihad, savaş, zekât, namaz vs. yükümlülüklerinden uzak durup ganimet ve menfaat sırasında pay almak işlerine geliyordu.
99 – Kimi bedevîler de Allah’ı ve âhireti tasdik eder;
Allah yolunda harcamasını, Allah’a yakın olmaya ve Resulünün dualarını almaya vesile sayar.
İyi bilin ki bu, onlar için Allah’a yakınlık vesilesidir.
Allah onları rahmet diyarı olan cennete yerleştirecektir.
Çünkü Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
100 – İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu?
Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı oldular.
Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı.
Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı! [5,119; 59,9]
102 – Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar.
Onlar tövbe ederlerse umulur ki Allah da onların tövbelerini kabul buyurur.
Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
Bunlar daha önceki seferlere katıldıkları halde son Tebük seferine gelmemişlerdi.
103 – Onların mallarından zekât al ki, bununla onları temizleyesin ve arındırasın.
Onlar için dua da et.
Çünkü senin onlar lehine duan, onlar için büyük bir huzur ve tatmin kaynağıdır.
Allah her şeyi hakkıyla işitir, bilir. [2,43] {KM, Kohale 3,30; Lukan 11,41}
104 – Bilmediler mi ki: ancak Allah, kullarının tövbelerini kabul eder, zekât ve bağışlarını alır.
Tevvab ve rahîm (tövbeleri kabul buyuran ve pek merhametli) olan da ancak Allah’tır.
105 – Ve de ki: “Çalışın: Yaptıklarınızı Allah da, Resulü de, müminler de görecekler.
Sonra gizli ve açık her şeyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız.
O da yaptığınız her şeyi bir bir sizin önünüze çıkaracak, karşılığını verecektir.
106 – Sefere katılmayan bazı kişilerin akıbetleri de Allah’ın emrine kalmıştır:
Allah ister onları cezalandırır, ister merhamet eder.
Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Belli münafıklardan başka, müminlerin haklarında karar vermekte zorluk çektikleri kimseler de vardı. Onların gerçek durumunu Allah elbet biliyordu. Fakat Allah zanna değil, bilinçli muhakemeye dayanan kesin bilgilere dayanmaksızın hiç kimseyi mahkûm etmemek gerektiğini müslümanlara öğretmek istemektedir.
107 – Bir de şunlar var ki: müminlere zarar vermek için, küfür ve küfranı yaymak için, müminlerin arasına ayrılık sokmak için ve daha önce Allah ve Resulüne savaş açmış adamı buyur etmek için, tuttular bir mescid yaptılar.
Bütün bunlardan sonra onlar: “Bundan, iyilikten başka maksat gütmedik” diye yemin edeceklerdir.
Allah şahit ki bunlar kesinlikle yalancıdırlar.
Bu savaş açan kişi Hazreç kabilesinden Ebû Âmir’dir. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden önce hıristiyan rahibi olmuştu. Peygamberimizi kendisine rakîp gördü ve düşman kesildi. İslâm aleyhinde kampanya için kabileleri dolaştı.
İslâm’ın güçlenmesini önleyemeyince, son olarak Bizans İmparatorunu harekete geçirmeye çalıştı. Tebük seferine sebep de Bizansın savaş hazırlığı olmuştu. Medine münafıkları Ebû Amir’le işbirliği içinde idiler. Ebû Amir’le, bir üs olarak kullanmak üzere cami yapmada mutabık kaldılar. Aslında Medine’de cami ihtiyacı yoktu. İhtiyaç göstererek yaptıkları mescidde, ilk namazı kıldırmasını Hz. Peygamber’den istirham ettiler. Tebük seferinin hazırlığını öne sürerek Hz. Peygamber (a.s.m) meşgul olduğunu söyledi. Burayı kötü planlar için kullanmaya başladılar. Tebük dönüşünde Peygamberimiz orayı yaktırdı.
108 – O Mescid-i dırarda hiç bir zaman namaz kılma!
Ta ilk günden, temeli takvâ üzere kurulan mescidde namaza durman daha münasiptir.
Orada, maddî ve manevî kirlerden arınmayı seven kimseler vardır.
Allah da temizlenenleri sever.
109 – Binasını, Allah’a karşı gelmekten sakınma ve Onun rızasını kazanma temelleri üzerine kuran kimse mi hayırlıdır;
yoksa yapısını, yıkılmak üzere olan bir uçurum kenarına kurarak onunla beraber cehenneme yuvarlanan mı?
Allah zalimler gürûhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.
Münafıklıklarına bir ceza olarak onları hayra ve felaha erdirmez.
110 – Yaptıkları bina, kendileri geberip de kalpleri parçalanıncaya kadar, içlerinde hep bir ukde olarak kalacak.
Allah alîmdir, hakîmdir (her şeyi çok iyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
111 – Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.
Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler.
Bu Allah’ın Tevratta da, İncîl’de de, Kur’ân’da da üstlendiği gerçek bir vaaddir.
Verdiği sözde Allah’tan daha sadık kim olabilir?
O halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinin ey müminler!
Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk, işte en büyük başarı! [35,29; 39,29; 61,10] {KM, Tesniye 20. bölüm. Matta 10,34}
112 – O tövbe edenler, o ibadet edenler, o hamd edenler, Allah’ın rızası için sefer edenler, oruç tutanlar, o rükû edenler, o secdeye kapananlar, iyilikleri yayanlar, kötülükleri önleyenler ve Allah’ın hudutlarını bekleyip koruyanlar yok mu?
İşte o müminleri müjdele! [66,5; 4,24]
“Allah rızası için sefer” kavramına: İslâm’ı anlatmak, cihad, yerine göre hicret, ilim elde etmek, insanları eğitmek, çalışıp helâl kazanç sağlamak gibi birçok alan girer. Allah’ın hudutlarını korumaya: İmanın gerekleri, ibadetler, İslâm ahlâkına uygun davranışlar, İslâm’ın her alandaki hükümleri dâhildir.
114 – İbrâhim’in, babası için af dilemesi ise, sırf ona yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu.
Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti.
Gerçekten İbrâhim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi. [19,47-48; 60,4]
115 – Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine bildirmedikçe, onları dalâlete sürüklemez.
Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Bu âyet, müşrikler için af dilemenin yasaklığı bildirilmeden önce bunu yapanların ve haram kılınmadan önce haramları işleyenlerin sorumlu olmayacaklarını ifade etmektedir.
116 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Dirilten ve öldüren O’dur. Sizin Allah’tan başka ne hâminiz, ne yardımcınız yoktur.
117 – Allah, Peygamberini savaşa katılmayanlara izin verdiğinden ötürü affettiği gibi, içlerinden bir kısmının kalpleri kaymaya yüz tut-muşken, o güçlük anında, Peygambere tâbi olan Muhacirlerle Ensarı da tövbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tövbelerini kabul etti.
Çünkü O, onlara karşı raûfdur, rahîmdir (pek şefkatli ve pek merhametlidir).
Başlangıçta kritik bir anda savaşa çıkmaya pek arzulu olmadıkları halde, nefislerinde gerçekleştirdikleri mücahede sonucunda, zaaflarını aşan sahabîlere işaret edilmektedir.
118 – Allah, savaştan geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tövbelerini kabul buyurdu.
Çünkü onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine rağmen başlarına dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıktıkça sıktı.
Nihayet, Allah’ın cezasından, yine Allah’ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığnı anladılar da, bundan sonra, önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onları tövbeye muvaffak kıldı.
Çünkü Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri çok kabul eder, tövbe edenleri sever ve pek merhametlidir).
Bu üç halis müslüman Kâ’b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve Mürâre (r.anhüm) adlı sahabîlerdi. Güçlü bir şair olan Kâ’b’ın bu kıssayı uzunca anlatımı okunmaya değer. Hz. Kâ’b’ın bu anlatımı, başta Buharî’nin Sahîh’i olmak üzere birçok kaynakta bulunmaktadır. Bu üç zat gerçek mümin olduklarından Hz. Peygamber bunları dışladı. Müslümanları onlarla konuşmaktan menetti. Elli gün süren, kendilerine ise ellibin sene gibi gelen, büyük bir imtihan geçirdiler. Sadakatlerini ispatladıklarından Allah da onların tövbelerini kabul etti.
119 – Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve dürüst insanlarla beraber olun.
120 – Ne Medine halkının, ne de etrafındaki bedevîlerin, Allahın Resulünden geri kalmaları ve ona ihtimam göstermeyip kendi canlarının derdine düşmeleri olacak şey değildir. (Bunu yapacak bir tek kişi bile çıkmasın)
Bu böyledir, çünkü onların Allah yolunda uğrayacakları hiçbir susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirecek tarzda bir yere ayak basıp ele geçirmeleri ve düşmana karşı başarı kazanmaları yoktur ki, mutlaka o sebeple kendilerine güzel bir iş ve sevap yazılmış olmasın. Çünkü Allah iyi davrananların mükâfatlarını zayi etmez. [18,30]
121 – Onlar Allah yolunda, az olsun çok olsun, hiçbir harcama yapmazlar, hak yolda katettikleri hiçbir vaadi olmaz ki,
Allah, işledikleri bu iyilikleri en güzel tarzda ödüllendirmek için, onların hesaplarına yazılmış olmasın!
123 – Ey müminler! Size mekân bakımından yakın olan kâfirlerle savaşın, onlar sizde bir ciddiyet ve üstün gayret görsünler.
İyi bilin ki Allah, fenalıklardan sakınan müttakilerle beraberdir. [5,54; 48,29; 9,73; 66,9]
127 – Aleyhlerinde bir sûre indirilince göz kırpıp alay ederek birbirlerine bakar, sonra “Acaba bizi gören biri var mı?” diye endişe ile bakınır, gören biri yoksa hemen sıvışır giderler.
Anlamaz bir topluluk olduklarından,
onlar nasıl iman ve Kur’ân meclisinden uzaklaşıp gidiyorlarsa,
Allah da onları imandan uzaklaştırır. [74, 49 – 51; 70, 36-37; 61, 5]
Kur’ân’dan indirilen yeni bölümleri Hz. Peygamber (a.s.) bir hutbe tarzında müminleri toplayıp okurdu. Münafıklar, zevahiri kurtarmak için toplantıda bulunduklarından, sıkılarak otururlar, geldiklerini ispatladıktan sonra sıvışıp gitme yolları ararlardı.
Önlerine konan bu devletin, bu muazzam feyiz kaynağının kıymetini bilmediklerinden, Allah da onları bu hidâyetten mahrum bıraktı.
129 – Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Resulüm! de ki:
“Allah bana yeter. O’ndan başka tanrı yoktur.
Ben yalnız O’na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş’ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.”
Yunus-3 – Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan,
sonra da Arşı üzerinde hükümrân olan, her işi yerli yerince çekip çeviren Allah’tır.
Kendisinden izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir şefaatçi iş bitiremez.
İşte Rabbiniz, bu vasıflara sahib olan Allah’tır. Öyleyse O’nu bir tanıyarak, yalnız O’na ibadet ediniz. Hâla gerçekleri düşünmeyecek misiniz? [34,3; 11,6; 6,59; 2,255; 53,26; 34,23; 43,87]
4 – Hepinizin dönüşü O’nadır. Bu, Allah’ın gerçek olarak verdiği sözdür.
Mahlûkları ilkin O yaratır.
Yoktan yaratan yaratıcı, öldükten sonra onları haydi haydi diriltir.
Diriltir ki iman edip makbul ve güzel işler yapanları, adaletleri sebebiyle ödüllendirsin.
Kâfirlere ise, dini inkâr ettikleri için, içecek olarak kaynar su ve gayet acı bir azap vardır. [30,27; 38,56-58; 56,42-43; 55,43-44]
5 – O dur ki güneşi bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.
Allah, bunları boş yere değil, ancak hikmet uyarınca, sabit bir gerçek olarak yaratmıştır.
Bilip anlayacak kimselere Allah âyetleri böylece açıklar. [2,189; 36,40; 6,96; 38,27; 23,115-116] {KM, Tek-vin 1,14}
6 – Gece ve gündüzün sürelerinin değişerek peşpeşe gelmesinde,
Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bunca varlıklarda,
elbette Allah’ı sayıp kötülüklerden sakınacak kimseler için nice deliller vardır. [3,190; 10, 101; 11,6]
10 – Onların orada duaları, “Sübhansın Allah’ım! Her türlü noksandan münezzeh ve yücesin!” demek, birbirlerine iyi dilek ve temennileri ise hep “selam!” dır.
Duaları “El-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin” “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” diye sona erer. [33,44; 56,25 – 26; 36,58; 13,23-24; 18,1; 6,1]
11 – Eğer Allah insanların faydalarına olan şeyleri çabucak elde etmek istemelerinde verdiği gibi, müstehak oldukları şerri de çarçabuk verseydi derhal sonları gelir, helâk edilirlerdi.
Fakat Biz, huzurumuza çıkmayı arzu edip ummayanları, kendi hallerine bırakırız, azgınlıkları içinde bocalar, dururlar. [17,11]
16 – De ki: “Eğer Allah dileseydi ben Kur’ân’ı size okuyamazdım,
hiç bir suretle de size onu bildirmezdi.
Bilirsiniz ki, daha önce, bir ömür boyu aranızda yaşadım, böylesi bir iddiada bulunmadım.
Aklınızı kullanıp bunu anlamaz mısınız?
17 – Hem yalandan bir söz uydurup onu Allah’a mal eden
veya Allah’ın âyetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir?
Gerçek şu ki mücrimler iflah olmazlar.
18 – Onlar, Allah’tan başka kendilerine ne zarar ne de fayda veremeyen birtakım nesnelere ibadet ediyor ve “Onlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” diyorlar.
De ki: Böyle bir şey olacak da Allah bilmeyecek ha!
Ne o, yoksa siz Allah’a göklerde ve yerde olup da bilmediği şeylerin varlığını mı haber vereceğinizi iddia ediyorsunuz?
Hâşâ! O, onların iddia ettikleri her türlü ortaktan münezzehtir, yücedir. [13,33]
Gerek bu âyette, gerekse başka bir çok âyette yer alan min dûnillah ibaresi bazı meallerde “Allah’ı bırakıp…” diye tercüme edilmiş. Ebussuud burada der ki: “Onlar Allah’ın dışında birtakım nesnelere de ibadet ederler” demektir. Yoksa onlar Allah’a ibadeti büsbütün terketmiş değildirler. Bilakis maksat, o ibadetle yetinmediklerini ifade etmek ve nazm-ı kerimin siyakının ortaya koyduğu üzere, o ibadeti putlara ibadete makrun kılmak, yani o ibadeti putlara ibadetle birlikte yaptıklarını bildirmektir.”
20 – Bir de kalkmış: “O Peygambere Rabbi tarafından bambaşka bir mûcize indirilse ya!” diyorlar.
Sen de ki: “Gayb âlemi ancak Allah’ındır. Gaybı bilmek O’na mahsustur.
O halde bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekliyorum. [6,37; 17,59; 10,96-97; 15,14-15]
21 – İnsanlara uğradıkları bir dertten sonra bir nimet ve âfiyet tattıracak olursak, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında yine birtakım kötü düşüncelere sapmışlar!
De ki: “Allah’ın o tuzakların hakkından gelmesi, daha da çabuk gerçekleşir.
Haberiniz olsun: meleklerimiz bütün o kötü düşüncelerinizi kaydedip duruyorlar.”
22 – Sizi karada olsun, denizde olsun gezdirip dolaştıran O’dur.
Gemide olduğunuz zamanı düşünün:
Gemiler, tatlı bir rüzgarla içindeki yolcuları alıp götürdüğü
ve yolcular da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada,
birden gemiye şiddetli bir fırtına gelir, dalgalar her taraftan onları sarar
ve artık kendilerinin tamamen kuşatılıp bir daha kurtulamayacaklarını zannedince,
bütün niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah’a tahsis edip gönülden O’na yalvarırlar:
“Ahdimiz olsun ki, eğer bizi bu felaketten kurtarırsan, mutlaka şükreden kullarından olacağız!” derler. [2,139] {KM, Mezmurlar 107,23-30}
25 – Allah insanları esenlik ve mutluluk ülkesine dâvet eder ve dilediği kimseleri doğru yola iletir. [6,127]
27 – Kötülük işleyenler ise, yaptıkları kötülük kadar ceza görürler. Kendilerini bir zillettir kaplayacak…
Onları Allah’ın bu cezasından koruyup kurtaracak bir kimse yoktur. Yüzleri sanki kapkaranlık gece parçalarıyla kaplanmıştır.
İşte onlar cehennemliktir.
Hem de orada ebedi kalacaklardır. [42,45; 14,42-44; 75,10-12; 3,106-107]
28-29 – Gün gelir, onların hepsini bir araya toplayıp sonra Allah’a şirk koşanlara:
“Siz de, taptığınız şerikleriniz de yerlerinize!” deriz. Artık onları putlarından tamamen ayırmışızdır.
Şerikleri: “Siz dünyada bize tapmıyordunuz. Bizimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.
Doğrusu, sizin bize taptığınızdan hiç mi hiç haberimiz yoktu” derler. [18,47; 30,14-43; 19, 82; 46,5-6]
30 – İşte orada her kişi önce göndermiş olduğu işlerin tadını anlar:
Hepsi, gerçek sahipleri ve efendileri olan Allah’ın huzuruna götürülür
ve uydurdukları bütün şerikler onlardan ayrılıp ortalıkta görünmez olur. [86,9; 75,13; 17,13-14]
31 – De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran?
Kimdir kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan?
Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran.
Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten.
“Allah!” diyecekler, duraksamadan:
De ki: “O halde sakınmaz mısınız O’nun cezasından?” [3,27; 80,27-31; 67,21]
32 – İşte bunları yapan Allah’tır sizin gerçek Rabbiniz.
Gerçeğin ötesinde, dalâletten başka ne kalır?
Nasıl olur da haktan vazgeçersiniz?
34 – De ki: “Sizin Allah’a ortak saydığınız şeriklerden
mahlûkatı yaratıp onları ölümlerinden sonra da diriltebilen var mıdır?”
De ki: “Ancak Allah ilkin yaratıp sonra diriltmeye kadirdir.
Öyleyse nasıl oluyor da bu hakikatten vazgeçiriliyorsunuz?”
35 – De ki: “O şeriklerinizden hakikate götürecek var mı?
De ki: “Gerçeğe ancak Allah hidâyet eder.”
Şimdi söyleyin bakalım; gerçeğe ulaştıran mı tâbi olunmaya lâyıktır,
yoksa elinden tutulup doğru yola götürülmedikçe kendisi yol bulamayan kimseler mi?
Ne oluyor size! Nasıl böyle yanlış hükmediyorsunuz?”
Mahlûkların ortak özelliği, yaratılmış ve âciz olmaktır. Aciz, âciz olanın derdine çare olamaz, mutlak hakikate ulaştıramaz, kalbine hidâyet veremez. Şuursuz putlar bunu zaten yapamadığı gibi, bu hususta şuurlu varlıklar bile fayda sağlayamazlar.
Akıl bile Allah hidâyet etmedikçe kendiliğinden bir ilim keşfedemez, kendi başına doğruyu bulamazken, mabudluk, mutlak hâdi (hidâyet veren, doğruya ulaştıran) olan Allah Teâla’dan başka kimin hakkı olabilir?
Burada hidâyetten maksat, bizzat ve bilfiil olan hidâyettir, vasıtalı, mecazî hidâyet değildir. Peygamberler ve doğru yolu bildiren âlimlerin vesile olma şeklindeki rehberliklerine illa en yuhda istisnası ile işaret edilmiştir. Yani Allah onları hidâyet ettiği için, onlar da vesile olabilirler. Fakat bu da hidâyeti kalpte yaratma şeklinde bizzat ve bilfiil olan hidâyet değildir.
36 – Onların çoğu sadece zanna uyarlar.
Halbuki zan asla gerçeğin yerini tutamaz.
Allah onların bütün yaptıklarını hakkıyla bilir.
37 – Bu Kur’ân’ın Allah’tan başkası tarafından uydurulması asla mümkün değildir.
Lâkin daha önce indirilen kitapları tasdik eder
ve farzedilen hüküm ve hakikatleri açıklar.
Onda şüphe edilecek hiçbir taraf yoktur.
Rabbülâlemin tarafından gönderilmiştir. [3,7; 2,41]
38 – Yoksa “Onu kendisi uydurmuş” mu diyorlar?
De ki: “Öyleyse, iddianızda tutarlı iseniz haydi onunkine benzer bir sûre ortaya koyun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa hepsini de yardımınıza çağırın.” [17,88; 2,24; 11,13]
44 – Allah insanlara asla zulmetmez. Lâkin insanlar kendi kendilerine zulmederler.
45 – Kıyamet günü Allah hepsini biraraya toplayacak.
Dünyada, gündüzün ancak bir saati kadar zaman yaşamış gibi gelecek kendilerine. O şekilde ki sadece tanışacak ve birbirlerini görünce tanıyacakları kadar yaşadıklarını sanacaklar.
Allah’a kavuşmayı yalan sayıp da doğru yolu tutmamış olanlar, en büyük kayba uğramışlardır. [79,46; 20,104; 70,11-15; 23,101; 77-15]
46 – Onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana göstersek, yahut seni vefat ettirsek, nasıl olsa sonunda onlar bize döneceklerdir.
Elbette Allah, kendilerinin ne yapacaklarına şahittir.
49 – De ki: “Ben kendi kendime bile, Allah’ın dilediğinden başka ne bir zararı savma, ne de bir fayda sağlama imkânına sahip değilim.
Her ümmetin belirlenmiş bir ömür süresi vardır.
Artık o vaadeleri gelince, onu ne bir saat ileri, ne de bir saat geri alamazlar.” [7,34.188; 63,11]
55 – İyi bilin ki göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ındır.
İyi bilin ki Allah’ın vaadi gerçektir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
58 – De ki: “Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle, evet sadece bununla ferahlanın!
Çünkü bu, onların dünya malı olarak topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.”
59 – De ki: “Peki, Allah’ın size ihsan ettiği rızıklardan, bir kısmını helâl, bir kısmını haram yapmanıza ne dersiniz?”
De: “Allah mı sizin böyle yapmanıza izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”
60 – Uydurdukları yalanı Allah’a mâl edenler kıyamet gününü ne zannediyorlar?
Gerçekten Allah insanlara karşı büyük lütuf sahibidir.
Fakat insanların çoğu bu nimete şükretmezler.
62 – İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.
64 – Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara.
Allah’ın hükümlerinde olsun, verdiği sözlerde olsun, asla değişiklik olmaz.
İşte bu müjdeler en büyük mutluluktur. [41,30-32; 21,103; 57,12]
65 – O inkârcıların sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet ve üstünlük Allah’ındır. O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
66 – İyi bilesiniz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi Allah’ın kuludur,
Onun hükmü altındadır.
Allah’tan başka birtakım şeriklere ibadet edenler de gerçekte o putlarına tâbi olmazlar.
Onlar sadece birtakım zanlara uymakta ve sırf kafadan atmaktadırlar.
68 – Müşrikler “Allah evlat edindi” dediler.
Haşâ! O bundan münezzehtir. O her şeyden olduğu gibi evladı olmaktan da müstağnidir.
Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur.
Buna dair, ey müşrikler, hiçbir deliliniz yoktur.
Ne o, Allah hakkında kesin bilgi sahibi olmadan konuşuyor,
rastgele şeyleri mi O’na isnad ediyorsunuz? [19,88-95]
69 – De ki: “Allah hakkında böyle yalan uydurup O’na mal edenler asla iflah olmazlar.”
71 – Onlara Nuh hakkındaki haberi oku: O halkına:
“Ey benim halkım, dedi, eğer benim aranızda bulunmam ve Allah’ın âyetlerini hatırlatmam size ağır geldiyse, şunu bilin ki ben yalnız Allah’a dayanıp güvendim.
Siz de şerik koştuklarınızla beraber toplanıp işinizi kararlaştırın ki tasasını çektiğiniz bir dert olup kalmasın.
Sonra da bana hiç mühlet vermeden hakkımdaki hükmünüzü uygulayın. [3,128; 11,55-57]
72 – Eğer bu tebliğimden yüz çevirirseniz benim kaybedeceğim bir şey yok!
Çünkü ben sizden ücret beklemiyorum ki!
Benim ücretimi siz veremezsiniz. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir ve bana, O’na teslim olanlardan olmam emredilmiştir. [11,29; 34,47]
81-82 – Onlar iplerini ve değneklerini atınca Mûsâ şöyle dedi:
“Yaptığınız şey, sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır.
Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.
Mücrimler hoşlanmasa da, Allah sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır.” [8,8]
84 – Mûsâ: “Ey kavmim, dedi, Siz Allah’a iman ettiniz, O’na tam bir teslimiyetle bağlandınızsa, öyleyse yalnız O’na dayanıp güvenin!” [67,29; 73,9; 11,123]
85-Onlar da şöyle cevap verdiler: “Biz de Allah’a dayanıp güvendik.
95 – Eğer, faraza, sana indirdiğimiz hususlardan herhangi birinde şüphe edersen, senden önce kitap okuyanlara sor.
Celalim hakkı için, sana Rabbin tarafından gerçek gelmiştir, bundan en ufak bir tereddüdün olmasın! Sakın Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun. [7,157]
Kur’ân, Resulullahın Tevrat ve İncîl’de müjdelendiğini bildirir. Ehl-i kitabın, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi onu tanıdıklarını söyler. Bu âyetten maksat, Kur’ân’ın ve Hz. Peygamberin nübüvvetinin doğruluğuna dair bilgiyi te’kit etmektir. Yani:
“Olmaz ya, faraza onlarda bu bilginin olduğuna dair içine bir şüphe gelecek olursa şüpheye düşenin yapacağı iş, hemen deliller aramak ve ilim adamlarıyla görüşmektir. Sen de öyle yap, Ehl-i kitap bilginlerine sor, zira onlar bu konuda yeterli bilgi sahibidirler.” Şu halde bu âyetten maksat: “Yahudi bilginlerinin Resulullahın nübüvvetini ne derece kuvvetle bildiklerini anlatmaktır, yoksa Hz. Peygamberin şüpheye düştüğünü bildirmek değildir.”
100 – Allah’ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.
(O, akıl ve iradelerini iman tarafına kullananlara iman nasib eder).
Fakat akıllarını çalıştırmayanlara ise şeytanı musallat eder, o pislikte bırakır. [11,118-119; 13,31; 88,21-22; 28,56]
104-106 – De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimden şüphede iseniz,
iyi bilin ki, ben sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylere asla ibadet etmem; lâkin sadece ve sadece, sizin ruhunuzu teslim alacak olan Allah’a ibadet ederim.
Bana müminlerden olmam emredildi ve “yüzünü, özünü Allah’ı bir tanıyarak dine ver ve sakın müşriklerden olma.”
“Sakın Allah’tan başka, sana ne fayda ne zarar vermeyecek olan putlara yalvarma,
şayet böyle yaparsan, o takdirde kesinlikle zalimlerden olursun”
diye talimat verildi.
107 – Eğer Allah sana bir sıkıntı, bir zarar dokundurursa, onu yine O’ndan başka giderecek yoktur.
Şayet sana hayır dilerse, o durumda O’nun bu lütfunu engelleyebilecek de yoktur.
O lütfunu ihsanını kullarından dilediğine eriştirir. O, öyle gafur, öyle rahîmdir! (aff, merhamet ve ihsanı boldur).
109 – Sana Rabbinden ne vahyolunursa ona tâbi ol ve “Allah hükmünü izhar edinceye kadar sabret. Çünkü hâkimlerin en hayırlısı, en güzel hüküm vereni ancak O’dur.
Hûd-2 – Bundan maksat, Allah’tan başkasına ibadet etmemenizdir.
Gerçek şu ki: Ben sizi cennetle müjdelemek ve cehennemle uyarmak için O’nun tarafından gönderilmiş bulunuyorum.
4 – Zaten hepinizin toptan döneceği yer, O’nun huzurudur. O da istediği her şeyi yapmaya kadirdir.
6 – Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki onun rızkı Allah’a ait olmasın.
Allah her canlının hayatını geçirdiği yeri de, öleceği yeri de bilir. Bütün bunlar apaçık bir kitaptadır.
Allah onun müstekarrını da, müstevdaını da bilir, yani yerleştiği yeri de, emaneten bulunduğu yeri de bilir. Durduğu, oturduğu yeri de, gezdiği ve dolaştığı yeri de bilir. Babasının sulbündeki durumunu da, ana rahmindeki durumunu da bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri veya öleceği vakti de bilir. Bütün bunları bilir de ona göre rızkını verir. Bütün o kımıldayan canlılar, onların rızıkları, müstekarları ve müstevda’ları takdir olunup Levh-i Mahfuz’a yazılmış, Allah’ın ilminden yaratılış alanına çıkarılmıştır ki bu Kitabı görebilen melekler oradaki yazıyı açıktan okur ve anlarlar.
İşte Allah’ın ilim ve kudreti öyle geniş ve fazl-ı keremi ile rububiyeti de böyle kapsamlıdır. Şu halde insan rızkını Allah’tan istemeli. Fakat rızık için değil, Allah için çalışmalıdır. Rızık meselesi o kadar endişe edecek bir şey değildir. Allah’tan başkasından rızık beklemek boşunadır.
12 – İmdi, senin de muhatap olduğun imtihan icabı ey Resûlüm, o müşriklerin:
“Ona bir hazine indirilse ya!” veya “beraberinde bir melek gelse ya!” demelerinden ötürü,
belki de göğsün daralarak sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun.
Fakat sen böyle yapmazsın ve yapma! Zira sen sadece uyaran bir elçisin.
Bütün işleri düzenleyen, herkese lâyık olduğu neticeyi verecek olan ise Allah Teâladır.
13 – Yoksa “Kur’ân’ı kendisi uydurmuş” mu diyorlar.
De ki: “İddianızda tutarlı iseniz, haydi belagatta onunkine benzer on sûre getirin,
isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardımınıza çağırın!
Kur’ân, önce Kur’ân ayarında bir söz, bir eser ortaya koymalarını isteyerek insanlara, meydan okudu. Bunu yapamayınca, belagat ve tesirde onun ayarında, bari on sûre miktarında bir nazire istedi. “Söylenen şeylerin gerçek olması da şart değil, uydurma, rastgele şeyler dahi söyleyebilirsiniz” diye serbestlik tanıdı. Bunu da yapamadılar (10,38-39). Bu hem arap ediplerinin en mahir oldukları alandaki aczlerini, hem de putlarının aczlerini ortaya koymuş oluyor, böylece Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu kesinleşiyordu.
14 – Eğer bu dâvetinizi kabul etmezlerse, bilin ki o ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka ilah yoktur.
Nasıl, artık hakka teslim olup müslüman oluyorsunuz değil mi?
18 – Uydurduğu bir yalanı Allah’a isnad edenden daha zalim kim olabilir?
Onlar Rab’lerinin huzuruna getirilecek ve şahitler de: “İşte Rab’leri hakkında yalan uyduranlar! İyi biliniz ki Allah’ın lâneti zalimlerin üzerinedir” diyeceklerdir.
19 – O zalimler ki insanları Allah yolundan çevirirler ve onu eğri göstermek isterler. Âhireti de inkâr ederler.
20 – Allah onları azaba uğratmak isterse, onlar dünyadan kaçıp Allah’ın hükmünden kurtulamazlar.
Allah’tan başka kendilerini koruyacak hâmiler de bulamazlar. Onların azabı kat kat olur.
Çünkü hakkı işitmeye tahammül edemiyorlardı. Hem de gerçeği görmüyorlardı.
25-26 – Gerçekten Biz vaktiyle, Nuh’u kendi halkına gönderdik, şunu ilan etsin diye:
“Bilesiniz ki ben sizi açıkça uyarmaya geldim. Sakın Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.
Doğrusu, bu gidişle, ben sizin canınızı yakacak, gayet acı bir günün azabına uğramanızdan endişe ederim.”
29 – “Hem ey halkım! Bu tebliğimden ötürü sizden maddî bir karşılık istiyor değilim.
Benim mükâfatımı verecek olan yalnız Allah Teâladır.
Ben o iman edenleri kovacak da değilim. Elbette onlar Rab’lerine kavuşacaklar (O da onları imanlarından dolayı ödüllendirecektir). Ama ben sizin cehalet içinde yuvarlanan bir toplum olduğunuzu görüyorum.”
30 – “Hem ey milletim! Ben onları kovacak olsam
Allah indinde bu sorumluluktan beni kim kurtarabilir,
Kim bana yardım edebilir? Artık bir düşünmez misiniz?
31 – Ben size: “Allah’ın hazineleri benim elimdedir”
yok: “Ben gaybı bilirim”
yok: “Ben bir meleğim” demiyorum.
Hor gördüğünüz müminlere “Allah hiçbir hayır, hiçbir meziyet vermez” de demem. Allah onların içlerinde olanı pek iyi bilir.
Böyle bir şey yaptığım takdirde ben elbette zalimlerden olurum.”
33 – Nuh cevap verip dedi ki: “Onu, dilerse ancak Allah getirir ve O’nun elinden siz asla kaçıp kurtulamazsınız.”
34 – Allah sizin helâkinizi dilemişse, ben sizin iyiliğinizi arzu etsem bile,
size öğüt verip iyiliğinizi istemem size fayda etmez.
Rabbiniz O’dur ve siz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.”
Hûd-41 – Nuh dedi ki “Binin gemiye! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır.
Gerçekten Rabbim gafurdur, rahîmdir” (affı, rahmet ve ihsanı pek boldur).
43 – O: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” dedi.
Nuh ise: “Bugün Allah’ın helâk emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur” derdemez, birden aralarına dalga girdi, ve oğlu boğulanlardan oldu.
50 – Âd kavmine de, kardeşleri Hûd’u peygamber olarak gönderdik.
O da: “Ey benim halkım! Yalnız Allah’a ibadet edin, zaten sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur. Siz şirk koşmakla iftira etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz!”
54-56 – “Galiba tanrılarımızdan biri seni pek fena çarpmış!” demekten başka bir şey söyleyemeyiz.
Hûd dedi ki: “Ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahid olun ki: ben sizin Allah’a şerik koştuklarınızdan hiç birini tanımıyorum.
Artık hepiniz toplanın, bana istediğiniz tuzağı kurun, hiç göz açtırmayın, hiç süre tanımayın.
Ben benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayanıp güvendim.
Hiç bir canlı yoktur ki mukadderatı Onun elinde olmasın. Rabbim elbette tam istikamet üzeredir.”
Allah’ın yaptığı her iş doğrudur, güzeldir. Onun rızası hakta, doğruluk ve adalettedir. O, dürüstlüğün hâmisi, doğruların yardımcısıdır.
61 – Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i elçi olarak gönderdik.
“Ey benim halkım!” dedi, “Yalnız Allah’a ibadet edin, çünkü sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.
Sizi topraktan yetiştirip yaratan, sizi orada yaşatan O’dur.
O halde O’ndan mağfiret dileyin, yine O’na dönün, tövbe edin.
Çünkü Rabbim kullarına çok yakın ve onların tövbe ve dualarını kabul edendir.
Şirke yer veren inanç sistemlerinde, Allah’a ancak bazı aracılar vasıtasıyla ulaşmanın şart olduğu vurgulanır. Hz. Salih (a.s.), insanların Rab’lerine perdesiz ve aracısız yönelip niyaz edebileceğini bildiriyor.
63-64 – Salih: “Ey benim milletim!” dedi, “Şimdi söyleyin bakayım:
Şayet ben Rabbimden gelen kesin delile dayanıyorsam ve O bana tarafından bir nübüvvet lütfetmişse?
Peki bu durumda ben kalkıp Allah’a isyan edersem, O’nun cezasından kim beni kurtarabilir?
Sizin bana hiçbir faydanız olamaz, olsa olsa ziyanımı artırırsınız.
Hem Ey milletim! İşte size mûcize olarak Allah’ın devesi!
Bırakın onu Allah’ın mülkünde yayılsın, yesin içsin.
Sakın kötü bir maksatla ona el sürmeyin, yoksa çok geçmez sizi bir azap kıstırıverir.”
73 – Elçi melekler: “Sen, dediler, Allah’ın emrine mi şaşırıyorsun?
Ey ehl-i beyt! Allah’ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun.
O gerçekten her türlü hamde lâyıktır, hayır ve ihsanı boldur.”
78 – Esasen kötü işler yapagelen halkı, kötü niyetle koşa koşa Lût’a geldiler,
Lût: “Ey milletim! dedi, işte kızlarım! Onlar sizin için nikâh akdi ile, daha temiz, şaibeden daha uzaktır.
Öyle ise Allah’tan korkun, emirlerini, çiğnemekten sakının da bari misafirlerimin yanında beni rüsvay etmeyin, yok mu içinizde aklı başında bir adam?
Peygamber ümmetinin babası durumunda olduğundan halkının kızları hakkında böyle söylemiştir. Onları nikâhlayıp aile düzeni kurmalarını istemiştir. Aynı şeyi bizzat kendi kızları için de söylemiş olmasına mani yoktur.
84 – Medyen halkına da kardeşleri Şuaybı gönderdik. O da onlara:
“Ey milletim! dedi, yalnız Allah’a ibadet edin, çünkü sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Hem ölçü ve tartıyı eksik tutmayın.
Ben sizin bolluk içinde olduğunuzu görüyorum.
Ama böyle devam edecek olursanız, sizi azapla kuşatacak olan bir günden korkuyorum
Medyen, Hz. İbrâhim (a.s.)’ın bu ismi taşıyan oğlunun soyundan gelen bir toplum olup, Kızıldenizde Akabe körfezinin doğu tarafında otururlardı. Hz. Mûsâ Şuayb (a.s.)’a hizmet etmiş, ve onun damadı olmuştur. Şuayb (a.s.)’ın öğrettiklerine dikkat edilirse, zamanımız medeniyetinin genel ahlâk anlayışını özellikle ilgilendiren çok dersler bulunur.
86 – Eğer mümin iseniz, Allah’ın helâlinden bıraktığı kâr, sizin için daha hayırlıdır.
Ben sadece sizin iyiliğinizi düşünerek öğüt veriyorum, yoksa sizin üzerinizde bir bekçi değilim.”
88 – Şuayb: “Ey halkım! Dedi, ya ben Rabbimden gelen açık delile dayanıyorsam ve O, kendi katından bana güzel bir nasip lutfetmişse?
O’na nankörlük etmem doğru olur mu?
Hem ben sizi birtakım şeylerden menederek kendim onları işlemek istemiyorum ki!
İstediğim tek şey, gücüm yettiğince ortamı düzeltmektir.
Muvaffak olmam sadece Allah’ın yardımı ile olur. Onun için ben de yalnız O’na dayanıyorum, O’na yöneliyorum.
92 – Şuayb: “Ey milletim, demek akrabam sizin nazarınızda Allah Teâladan daha mı kıymetli ki siz O’nun buyruklarını arkanıza atıverdiniz.
Ama şunu hiç unutmayın ki Rabbim, yaptığınız bütün şeyleri ilmi ile ihata etmektedir.
101 – Biz onlara zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Rabbinin azap emri gelince Allah’tan başka taptıkları tanrılar kendilerine hiçbir fayda vermedi.
Hatta onların ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
115 – Sabret, zira Allah iyi davrananların mükâfatını zayi etmez.
123 – Bununla beraber, göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur.
Bütün işler hükmetmesi için O’na götürülür.
Öyleyse sen yalnız O’na ibadet et, yalnız O’na dayan, O’na güven.
Rabbin yaptıklarınızdan asla habersiz değildir.
Yusuf-18 – Onlar Yusuf’un gömleğine sahte kan bulaştırarak getirmişlerdi.
Babaları Yâkub: “Hayır! dedi, nefisleriniz sizi aldatmış, bu işe sevketmiş.”
Artık bana düşen, ümitvar olarak güzelce sabretmektir.
Ne diyeyim, sizin bu anlattıklarınız karşısında, Allah’tan başka yardım edebilecek hiç kimse olamaz!”
Sabrun Cemil: Feryatsız, şikâyetsiz, soğukkanlı ve mütevekkil bir şekilde belayı karşılamak demektir. Mevcut Tevrat metni, Hz. Yâkub (a.s.) ın tepkisini ve yas tutmasını, bir Peygamber teslimiyetine yaraşmayacak tarzda tasvir eder.
19 – (Gelelim Yusuf’a) Öteden bir kafile gelmiş, sucularını kuyuya göndermişlerdi.
Saka vardı, kovasını sarkıttı.
“A müjde! müjde! işte bir civan!” dedi.
Sucu ile yanındakiler, onu ticaret malı olarak satmak niyetiyle, kafilede olanlara onu bildirmeyip gizlediler.
Ama Allah Teâla, onların ne yapacaklarını pek iyi biliyordu!
21 – Mısır’da Yusuf’u satın alan vezir hanımına:
“Ona güzel bak!” dedi,
“Belki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz!”
Böylece Yusuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık, ona imkân verdik
ve bu cümleden olarak, ona rüyaların yorumunu öğrettik.
Allah Teâla iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Tevrat ve Talmud’a göre onu satınalan Kraliyet muhafız alay komutanı idi. Hanımının adı Talmud’a göre Zeliha idi. İleride Hz. Yusuf ile evlenmesi şeklindeki bilginin, ne Kur’ân’da, ne İsrail rivayetlerinde esası yoktur ve bir Peygamberin ahlâksızlık eden biri ile evlenmesi düşünülemez.
Yusuf’un aileden gelen eğitim ve dindarlığı olmakla birlikte ilahî hikmet, medeniyetin en ileri olduğu bir ülkede, en seçkin bir ailenin evladı olarak, ona iyi bir öğrenim imkânı verdi.
23 – Derken, bulunduğu evin hanımı, Yusuf’u kendisine bağlamak, onun nefsinden murad almak istedi
ve kapıları kapatarak “Haydi yaklaş bana!” dedi.
O: “Allah’a sığınırım!” dedi. “Doğrusu, senin kocan olan benim efendim, bana çok iyi davranıyor.
Hıyanet ederek zalim olanlar iflah olmazlar.”
31 – Hanım o kadınların kendisi aleyhindeki bu dedikodularını işitince onları konağına dâvet etmek üzere dâvetçi gönderdi.
Onlar için dayalı döşeli bir sofra hazırlattı. Sofrada, ikram edilen meyveleri soyup kesmek gayesiyle, her misafir için bir de bıçak koydurmuştu.
Onlar meyvelerini soyup kesmekle meşgul oldukları sırada, beriden de Yusufa:
“Onların içine çık!” dedi. Kadınlar onu görünce hayran kaldılar,
onun güzelliğine dalıp gittiklerinden, farkında olmadan kendi ellerini kestiler
ve: “Hâşâ! Allah için, bu bir insan olamaz, bu pek kıymetli bir melek! Başka bir şey olamaz!” dediler.
37-38 – Yusuf: “Yiyeceğiniz yemek size henüz gelmeden, herbirinizin rüyasının tabirini size bildirmiş olurum. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir.
Ama, önce biraz beni dinleyin: Ben Allah’a iman etmeyen,
âhireti de inkâr eden bir halkın dinini terkedip,
atalarım İbrâhim, İshak ve Yâkub’un dinine girdim. Allah’a herhangi bir şeyi şerik saymak bizim için asla doğru olmaz.
Bu tevhid inancı, Allah’ın hem bize, hem de insanlara olan ihsanıdır.
Ama ne yazık ki insanların çoğu bu nimete şükretmezler.”
39 – “Ey hapishane arkadaşlarım, bir düşünün, sizin için müteaddit rablere ibadet etmek mi,
yoksa tek mutlak hakim olan Allah’a ibadet etmek mi iyidir?
40 – Sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz tanrılar, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım boş isimlerden ibarettir. Allah onların tanrı olduklarına dair hiçbir delil indirmemiştir.
Hüküm yetkisi yalnız Allah’ındır. O ise, başkasına değil, yalnız Kendisine ibadet etmemizi emir buyurmuştur.
İşte dosdoğru din! Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”
Hz. Yusuf (a.s.)’ın esas hizmeti olan bu nübüvvet tebligatı da ne Tekvin, ne de Talmud’da yer almaz. Bu hitabe ve Hz. Yusuf’un güzel tutumu, hizmet insanlarına örneklerle doludur.
51 – Hükümdar o kadınları toplayıp: “Ne idi sizin Yusuf’la dâvanız?” Siz Yusuf’u elde etmeye çalıştığınızda durum ne idi, Yusuf nasıl davrandı? diye sordu. Onlar da: “Hâşa! Allah için söylemek gerekirse, onun yaptığı hiç bir kötülük bilmiş, görmüş değiliz” dediler.
İşte o sırada vezirin eşi: “Şimdi hak meydana çıktı. Ondan kâm almak isteyen bendim. O ise tam sadık ve dürüst insanlardandır” diye itiraf etti.
52- Ve devamla şöyle dedi: Bunu böylece söylüyorum ki eşim vezir de (Yusuf’a sahib olmaya yeltenmemle beraber) kendisinden gizli olarak ona (fiilen) hiyanet etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini iflah etmeyeceğini bilsin.
64 – Yâkub dedi ki: “Daha önce onun kardeşini size inanıp güvendiğim gibi bunu da size inanıp emânet edeyim, öyle mi?
Ben size değil sadece Allah’a ısmarlarım.
Çünkü en iyi koruyan Allah’tır ve O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
66 – Yâkub şöyle cevap verdi: “Siz kendiniz helâk olmadıkça, onu bana getireceğinize dair
Allah’ın huzurunda sağlam bir söz vermeden ben asla onu sizinle göndermem.”
Onlar kendisine kesin söz verince de dedi ki: “Allah Teâla da bu söylediklerimize şahittir, gözeticidir.”
67 – Ve “evlatlarım!” diye ilave etti:
“Şehre aynı kapıdan değil de, ayrı ayrı kapılardan girin.
Gerçi ben ne yapsam, Allah’tan gelecek takdiri önleyemem.
Zira hüküm yetkisi, yalnız Allah’ındır. Onun içindir ki ben ancak O’na dayanır, O’na güvenirim.
Tevekkül edenler de yalnız O’na dayanıp güvenmelidirler.”
O zamanki yönetimin kalabalık yabancı gruplara kuşku ile bakması sebebiyle böyle bir tedbir düşünmüş olabilir.
68 – Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girerek onun emrini yerine getirdiler.
Ama bu tedbir, Allah’ın kendileri hakkındaki takdiri karşısında hiç bir fayda sağlamadı.
Sadece Yâkub’un içindeki bir dileği açığa çıkarmış oldu.
O, kendisine Biz öğrettiğimizden ötürü ilim sahibi idi. (Bunun içindir ki “Allah’tan gelecek takdiri önleyemem” demişti.) Fakat insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.
73 – “Allah’a yemin olsun ki, biz ülkede fesat çıkarmak, nizamı bozmak için gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız, hiç değiliz!” dediler.
76 – Yusuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin yüklerini aratmaya başladı.
Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkarttı.
İşte Biz Yusuf’a, kardeşini alıkoyması için böyle bir plan öğrettik.
Yoksa, Allah dilemedikçe Hükümdarın kanununa göre, kardeşini alması uygun olmazdı.
Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen bulunur.
77 – Onlar: “Eğer o çalmışsa, zaten daha önce onun kardeşi de hırsızlık etmişti” dediler.
Yusuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi.
İçinden de dedi ki: “Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiaların gerçek yönünü Allah pek iyi biliyor ya, o yeter!”
79 – Yusuf: “Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız.
Başkasını tutmaktan Allah’a sığınırım.
Çünkü biz öyle yaparsak zalimler arasına girmiş oluruz!”
80 – Vakta ki Yusuf’un onu vermesinden ümitlerini kestiler. Bir yana çekilip aralarında fısıldaşarak şöyle konuşmaya başladılar. Ağabeyleri dedi ki:
“Allah’ı şahit tutarak babanıza kesin söz verdiğinizi ve daha önce Yusuf hakkında da işlediğiniz kusuru nasıl olur da bilmezlikten gelebilirsiniz? Ne yüzle döneceksiniz?
Ben katiyyen buradan bir adım atmam, ayrılmam; ancak babam bana izin verirse yahut hüküm verenlerin en hayırlısı olan Allah hükmünü bildirirse, o başka!”
83 – Ama babaları Yâkub: “Hayır, hayır! Korkarım yine nefisleriniz size bir işi cazip gösterip ayağınızı kaydırmıştır.
Ne yapayım? Bu hale karşı sükûnet ve ümit içinde sabretmekten başka yapacak şey yok.
Ümidim var ki Allah bütün kaybettiklerimi bana lütfedecektir.
Çünkü O alîmdir, hakîmdir (benim de onların da hallerini bilir ve beni elbette hikmetini ortaya koymak için, bu imtihana tâbi tutmuştur)”
85 – Oğulları şöyle dediler: “Ömrün geçti gitti, hâla Yusuf’u dilinden düşürmüyorsun.
Vallahi “Yusuf!” diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin”
86 – “Ben, dedi sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a arzediyorum.
Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allah tarafından vahiy yolu ile biliyorum.”
87 – “Evlatlarım, haydi gidiniz, bütün duyularınızı, hislerinizi kullanarak vargücünüzle Yusuf ve kardeşi hakkında bilgi edinmeye çalışınız.
Allah’ın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz.
Çünkü kâfirler güruhu dışında hiç kimse Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.”
88 – Onlar Mısır’a varıp Yusuf’un huzuruna girerek “Aziz vezir! dediler, bizi de, çoluk çocuğumuzu da kıtlık bastı, biz bu sefer pek az bir meblağ getirebildik.
Lütfen bize tahsisatımızı tam ölçek ver de,
parasını veremediğimiz kısmı da sadakanız olsun.
Şüphesiz ki Allah tasadduk edenleri fazlasıyla ödüllendirir.”
90 – “Aa! Sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler.
O da: “Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim!
Gerçekten Allah bizi lütfuna mazhar etti.
Şu kesindir ki kim Allah’ı sayıp haramlardan sakınır, itaatlara devam ve imtihanlara sabrederse,
Allah da böyle güzel hareket edenlerin mükâfatını asla zayi etmez.”
91 – Kardeşleri de şöyle dediler: “Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik!”
92 – Yusuf şöyle cevap verdi: “Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak değilim!
Ben hakkımı helâl ettim Allah da sizi affetsin.
Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur.”
95 – Oradakiler: “Vallahi, dediler, sen hâla, o eski saflığında devam etmektesin.”
96 – Müjdeci gelip de gömleği Yâkub’un yüzüne sürünce gözleri açıldı ve:
“Ben sizin bilmediklerinizi Allah tarafından vahiy yolu ile bilirim dememiş miydim?” dedi.
99 – Yâkub ailesi Mısır’a gelip Yusuf’un yanına girdiklerinde Yusuf annesi ile babasını kucakladı ve: “Allah’ın dilemesiyle Mısır’a emin olarak girin” dedi.
106 – Onların ekserisi, şirk koşmaksızın Allah’a iman etmezler.
107 – Acaba onlar, farkında olmadıkları bir sırada Allah’ın azabına uğrayıp azabın kendilerini kaplamasından,
yahut ansızın kıyametin kopmasından emin midirler?
108 – Ey Resulüm de ki: “İşte benim yolum budur! Ben insanları Allah’ın yoluna, düşünmeksizin, taklit yolu ile değil, delile dayanarak, idrâklerine hitab ederek dâvet ediyorum.
Ben de, bana tâbi olanlar da böyleyiz. Allah’ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Ben asla müşriklerden değilim.”
Ra’d-2 – Allah Odur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükseltti. Sonra da Arşı üzerinde istiva etti.
Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin emrinize verdi. Bunlardan her biri belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır.
Bütün işleri O yönetir. Âyetleri size açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza iman edesiniz.
İstiva etti: Arşının üstünde kuruldu, onları hakimiyeti altına aldı ve onlar üzerinde hükmünü yürütmeye başladı demektir. İstiva’nın mânası için bkz. 7,53.
Göklerin yükseltilmesi cümlesi iki şekilde anlaşılmaya müsaittir. Birincisini mealde yazdık. İkincisi: Allah gökleri, sizin göremediğiniz birtakım direklerle yükseltti. Bu anlama göre, gök cisimleri arasındaki çekim kuvvetine işaret ettiği söylenebilir.
8 – İşte O Allah’tır ki her bir dişinin neye gebe olduğunu, karnında ne taşıdığını ve rahimlerin neleri eksik bırakıp, artırdığını bilir. Doğrusu O’nun katında herşey bir ölçü iledir.
Rahimlerin kazanıp artırması. Mesela beden bakımından kimin tam cüsseli, kimin kısa boylu olacağını bilir. Mâ mevsûle olup, yumurtanın dölyatağına tutunmasından doğum vaktine kadarki dönem kasdedilmiştir; yoksa sadece, hilkatın tamamlanmasından sonraki durum sözkonusu değildir. Yani Allah Teâla rahimdeki varlıkların erkek mi dişi mi normal mi, sağlıklı mı, eksik mi, güzel mi çirkin mi, uzun mu, kısa mı vs. olacağını bilir, demektir. Mâ masdariyye de olabilir.
11 – O insanın önünde ve ardında devamlı sûretle nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar, Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.
Bir toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o toplumda olan hali değiştirmez.
Allah bir toplum için de kötülük irade buyurdu mu, onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Artık Allah’ın dışında onları himaye edecek kimse olamaz.
Görevli melekler, insan günah işleyince onun için mühlet isterler, mağfiret dilerler, yahut onu tehlikelerden korurlar veya Allah’ın emri sebebiyle insanın hallerini denetlerler.
13 – Gök gürlemesi hamd ile O’nu takdis ve tenzih eder.
Melekler de duydukları saygıdan ötürü O’nu takdis ve tenzih ederler.
O yıldırımlar gönderir, onlarla dilediği kimseleri çarpar.
Durum bu iken onlar hâlâ Allah hakkında birbirleriyle tartışıp, ileri geri konuşurlar. Halbuki O’nun cezası pek çetindir.
15 – Halbuki göklerde olsun, yerde olsun kim varsa isteyerek veya istemeyerek, hem kendileri hem gölgeleri hepsi sabah akşam Allah’a secde ederler.
16 – “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” de! Onların da kabul ettiği gerçeği sen açıkla! “Allah’tır!” de!
Ama siz kalkmış, O’nun dışında, ne kendilerine gelen bir belayı uzaklaştırmaya ve ne de kendilerine bir fayda sağlamaya gücü yetmeyen birtakım tanrılar edinmişsiniz.
De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahut karanlıklarla aydınlık bir olur mu?
Yoksa Allah’ın yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratma işi kendilerine şüpheli mi geldi?” De ki: “Allah’tır herşeyin yaratıcısı. O tektir, her şeyin üstünde mutlak hâkimdir.”
17 – O gökten yağmur indirir de vâdiler, dereler kendi ölçülerince dolup sel olur akar.
Sel, suların üstünde kabaran köpüğü alıp götürür.
İnsanların zinet veya bazı eşyalar yapmak için ateşte erittikleri madenlerin de buna benzer köpüğü olur.
İşte Allah hak ile batılı, böyle bir temsil ile anlatır: Köpük yok olup gider, insanlara faydası olan cevher kısmı ise dipte kalır. Allah işte böylece misaller verir.
20 – Verdikleri sözde duranlar ve misakı bozmayanlar da işte onlardır.
21 – Rabbin tarafından sana gönderilenin hak ve gerçek olduğunu bilip, Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler.
Rableri olan Allah’tan çekinirler ve pek çetin bir hesaptan endişe ederler.
25 – Ama Allah’a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar
ve Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri terkedenler
ve yeryüzünde fesat çıkarıp nizamı bozanlar yok mu?
İşte onlara sadece lânet vardır.
En kötü yurt olan cehennem vardır.
26 – Allah dilediği kimsenin rızkını bollaştırır, dilediği kimsenin rızkını ise daraltır.
O inkârcılar, sadece dünya hayatıyla sevinirler.
Halbuki dünya hayatı, âhiretin yanında geçici, değersiz bir metadan başka bir şey değildir.
27-28 – Yine o inkâr edenler diyorlar ki: “Peygambere Rabbi tarafından bir mûcize verilmeli değil miydi?”
De ki: “Allah dilediğini bu tür iddiaları sebebiyle saptırır. Kendisine yöneleni de hidâyete erdirir.
İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir.
İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”
Akıllı insanların üzerinde derinden derine düşünecekleri bunca harika eserler, Hz. Muhammed (a.s.)’ın peygamberliğine dair Allah tarafından bunca âyet ve delil varken, bunları delil saymıyorlar da, kimsenin karşı koyamayacağı bir musîbeti, bir belayı isteyip duruyorlar. Halbuki bu cebir ve zorlama, ilahî hikmete aykırıdır. Yukarıda geçen bu sözlerin bir daha tekrarlanması, kâfirlerin bu isteklerini inatla sürdürdüklerini göstermektedir. Demek Peygamberimize mûcize verilmemiş değildir. Âyet onların keyiflerine göre teklif ettikleri olağanüstü şeyleri reddetmektedir.
31 – Eğer dağları yürütecek, yeri param parça edecek, ölüleri bile konuşturacak bir kitap olsaydı, işte o, bu Kur’ân olurdu!
Ne var ki Allah böyle yapmadı. Bu mevcut durumu takdir buyurdu. Çünkü emir ve hüküm yalnız O’nundur.
Bu müminler hala öğrenmediler mi ki Allah dileseydi bütün insanları hidâyet eder, doğru yola koyardı.
O kâfirlerin kendi yaptıkları işler sebebiyle başlarına durmadan bela inecek veya ülkelerinin hemen yanıbaşına düşecek ve bu hal Allah’ın vaad ettiği kıyamet gelinceye dek sürecek. Allah asla sözünden caymaz.
Bu âyette bel edatının ifade ettiği idrab mânası, işlerin yalnız Allah Teâlaya ait olmasına müteveccih değil, aksine onun neticesine, yani mevcut olan duruma yöneliktir. Yani Allah Teâlanın hikmetinin, insanların yükümlülüklerini kendi seçimlerine bina etmesine işaret etmektedir. Âyette şart cümlesinin karşılığı bulunmadığından “İşte o, bu Kur’ân olurdu!” diye takdir edilir. Bazı müfessirler ise: “Onlar yine de iman etmezlerdi” diye düşünürler.
33 – Tek tek her insanın ne işlediğini görüp gözeten Allah, hiç bunu yapmaktan âciz olan gibi olur mu?
Bununla beraber, tutmuşlar Allah’a ortak koşuyorlar. De ki “Haydi tavsif edin, adlandırın bakayım onları! Kimdirler, necidirler, hangi işleri gerçekleştirmişler?
Ne o, yoksa Allah’a kendi mülkünde var olup da bilmediği bir şeyi mi bildireceksiniz. Veya hiçbir gerçeğe tekabül etmeksizin sırf boş laf mı edeceksiniz?”
Doğrusu kurdukları tuzaklar o kâfirlere hoş gösterildi, hoşlandılar bundan ve hak yoldan menedildiler.
Her kimi de Allah saptırırsa artık onu yola getirecek yoktur.
34 – Onlara dünya hayatında bir azap vardır âhiret azabı ise daha çok çetindir. Onları Allah’ın elinden kurtaracak kimse de yoktur.
36 – Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilen Kur’ân’dan memnun olurlar. Ama onlardan aleyhteki bazı gruplar, onun bir kısmını inkâr ederler.
De ki: “Bana yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şerik koşmamam emredildi. Sadece O’na dâvet eder ve ancak O’na yönelirim.”
37 – Böylece biz Kur’ân’ı Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik. Şayet, sana gelen bunca ilimden sonra o muhaliflerin keyiflerine uyacak olursan, Allah’ın cezasından seni koruyacak ne bir dost, ne bir hâmi bulamazsın.
38 – Senden önce bir çok peygamber göndermiş, onlara da eşler ve evlatlar vermiştik. Bunlar peygamberliğe aykırı değil ki? Mûcize iddialarına gelince Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir resul mûcize gösteremezdi. Her devrin bir hükmü vardır. Her işin bir vâdesi vardır.
İşte, yaratılışta böyle olduğu gibi, teşrî hususunda da durum böyledir. Allah Teâla, bir süre yürürlükte tuttuğu bir şer’î hükmü, sonra yürürlükten kaldırabilir, neshedebilir (Bkz. 2,106). Çünkü kitaplar, şeriatlar dünya ve âhiret mutluluğunu elde etmek için uyulması gereken kurallardır. Devirlerin değişmesi ile ihtiyaçlara göre hükümlerin değişmesi, ilahî hikmetin gereğidir. Bundan dolayı Kur’ân’, Tevrat ve İncîl’in temel ilkelerini destekleyerek Ehl-i kitabın hepsini sevindirirken, o kitaplarda insanlığın olgunluk dönemine uygun düşmeyen birtakım hükümleri de nesheder. Ve bundan dolayıdır ki Kur’ân’, bütün kitaplar üzerinde müheymin (denetçi, hakem) bir kitaptır.
39 – Allah, dilediği hükmü iptal eder, dilediğini sabit bırakır. Ana kitap O’nun yanındadır.
Hiçbir sûrette değişmeyecek olan ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır. Değişecek ve değişmeyecek olan her şey orada kayıtlıdır. Bundan ötürü, şeriatlar arasında, hatta aynı kitapta dinin temel ilkelerinden olmayan bazı fer’i hükümlerin neshedilmesi, bedâ mânasına gelmez, yani Allah Teâlanın önce bilmediği bir şeyin sonradan farkına varması anlamına gelmez. Tekvin ve teşrîde mahv ve isbat (iptal ve ibka) cereyan ettiği halde, ana kitaptaki hüküm değişmez. Dolayısıyla, Tevrat ve İncîl’i ana kitap zannedip nesih kabul etmez diye iddia eden inkârcı Ehl-i kitap gruplarının inat ve inkârları pek boş bir hevestir. Halbuki tarihî bir gerçektir ki Kur’ân’dan önceki semavi kitaplar sadece nesihten değil, tahriften bile uzak kalamamışlardır.
41 – Bizim arzı (yeri) alıp onu uçlarından nasıl eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Allah öyle hükmeder ki onun hükmünü denetleyecek hiç bir merci yoktur. O, hesabı çabuk görür.
Yani Bizim mahvimizi ve isbatımızı kabul etmek istemeyen o inkârcılar, baksalar ya, yukarıda açıklandığı üzere, önce rahmet ve kudretimizle yaymış ve ayaklarının altına sermiş olduğumuz yeri aynı durumda bırakıyor muyuz? O serili yeri, üzerinde yaşadıkları o geniş toprakları, etrafından kudretimizle sarıp sıkıştırmıyor, onu eksiltmiyor muyuz? Daraltmıyor muyuz? O ilk medde karşılık onda cezirler yapmıyor muyuz? Veya çeşitli yeryüzü olayları ile onu aşındırıp parçalamıyor muyuz? Veya o kâfirlerin vatanlarını peyder pey çevresinden eksiltip durmuyor muyuz? Nüfuslarını, topluluklarını kırarak, dağıtarak, feyiz ve bereketlerini azaltarak, arazilerini, yurtlarını daraltarak, güçlerini ezikliğe, kemallerini noksana dönüştürmüyor muyuz? Yerdeki bu değişikliği veya vatanlarındaki bu daralmayı, bu sıkışmayı görmüyorlar mı?
42 – Kendilerinden önce geçenler de tuzaklar kurdular. Fakat bütün tuzaklar Allah’ındır (Allah’ın tedbiri, onların tuzaklarını boşa çıkarır). O, her insanın ne işlediğini pek iyi bilir. Yarın kâfirler de bu dünyanın sonunun kimin olduğunu anlayacaklardır.
43 – Dini inkâr edenler: “Sen Peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de nezdinde kitap ilmi bulunanlar.”
Kitap ilmine vakıf olanlar Kur’ân-ı Kerimi lâyıkıyla anlayanlardır. Kur’ân’ı tanıyanlar, onun beşer sözü olmasının mümkün olmayıp ancak Rabbülâleminin sözü olduğunu, dolayısıyla Hz. Muhammed’in de O’nun elçisi olduğunu anlarlar. Ve hatta daha önceki kitaplarda ezcümle Tevrat ve İncîl’de O’nun peygamberliğini haber veren, belge niteliğinde cümleler vardır. Bunları hakkıyla bilen ve taassup göstermeyen insaflı Ehl-i kitap âlimleri de buna şahitlik ederler.
İbrahim-2-3-Bu, Rab’lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, azîz ve hamîd (üstün kudret sahibi ve her işi övgüye lâyık olan) Allah’ın yoluna, göklerde ve yerdeki her şeyin sahibinin yoluna
insanları çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
Kendilerini bekleyen o çetin azaptan ötürü vay o inkârcıların hallerine!
Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile dünyayı âhirete tercih ederler.
İnsanları Allah yolundan çevirir de o yolu eğri büğrü göstermek isterler.
İşte onlar haktan, doğru yoldan çok uzak bir sapıklık içindedirler.
Kâfirler, Allah’ın rızasına tâbi olmayıp, Allah’ın dininin kendilerine tâbi olmasını isterler. Bu din, bütün örf, âdet, gelenek ve alışkanlıklarını doğrulasın, ama hoşlanmadıkları bir tek inanç ve ibadeti bile şart koşmasın. Ancak bu hale getirdikten sonra dini kabul ederlermiş!
4 – Biz her peygamberi, kendi milletinin lisanı ile gönderdik, ta ki onlara hakikatleri iyice açıklasın.
Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir. O azîzdir, hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Allah hangi millete peygamber gönderirse, mesajını o milletin dili ile gönderir. Maksat, onların iyice anlamalarıdır. Bu sebeple bu âyet, kitabın mânalarının diğer dillere çevrilmesini de gerektirir. Fakat mesajı anlamak, kabulü gerektirmez. Bu, insanın tercihinden sonra Allah’ın takdirine bağlıdır.
5 – Bu cümleden olarak, Mûsâ’yı da “halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın önemli günlerini hatırlat” diye Mûsâ’yı âyetlerimizle gönderdik. Elbette bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice ibretler vardır.
6 – Bir vakit Mûsâ, kavmine: “Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın:
Çünkü O sizi, size en kötü bir işkence uygulayan,
doğan erkek çocuklarınızı öldürüp kızlarınızı perişan bir hayata zorlayan
Firavun’un hâkimiyetinden kurtarmıştı.
Gerçekten bunda, Rabbinizden size büyük bir imtihan vardı.
Mûsâ (a.s.)’ın bu kabil tavsiyeleri geniş olarak Tevrat, Tesniye, 4,6,8,10,11 ve 28. bölümlerinde yer almaktadır.
8 – Sözüne devam ederek: “Eğer dedi Mûsâ, siz ve dünyada bulunan herkes kâfir olsa,
bilesiniz ki, Allah’ın hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü övgüye lâyıktır.”
9 – Sizden önce gelip geçmiş ümmetlerin, Nuh, Âd ve Semûd halklarının
ve onlardan sonra gelip de Allah’tan başkasının tamtamına bilemeyeceği halkların başlarından geçen olaylardan haberdar olmadınız mı?
Elçileri kendilerine delil ve mûcizeler getirdiler de onlar ellerini ağızlarına götürüp:
“Biz, dediler, sizinle gönderilen talimatları kabul etmiyoruz. Çünkü biz, bize yaptığınız dâvetin mahiyetinden derin bir kuşku içindeyiz”
“Eli ağzına götürmek” hayret, red veya tahkir ifadesi olmalıdır. Red ve alaylarını göstermek amacıyla ıslık çalmak için olabileceği gibi, susmaya dâvet için de yapmış olabilirler.
10 – Peygamberleri onlara: “Hiç gökleri ve yeri yaratan yüce Yaratıcı hakkında şüphe edilebilir mi?
O günahlarınızı affetmeye çağırıyor ve muayyen bir süreye kadar size müsaade ediyor, mühlet veriyor” dediler.
Onlarsa “Siz, dediler, bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz.
Siz bizi atalarımızın ibadet ettiği tanrılardan vazgeçirmek istiyorsunuz. O halde bize açık delil getirin.”
19-20 – Görüp anlamadın mı ki Allah gökleri ve yeri, hikmetle ve ciddî bir maksat için yaratmıştır.
Eğer dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir. Allah’a göre bu, sözü edilecek bir şey değildir.
Hitap görünüşte Hz. Peygamber (a.s.)’a, gerçekte ise bütün insanlaradır.
21 – Bir de bakarsın kıyamet gününde hepsi toplanarak Allah’ın huzuruna çıkmışlar.
Zayıflar büyüklük taslayanlara: “Biz, diyecekler, sizlere tâbi idik. Şimdi siz, bize fayda sağlayıp da Allah’ın azabından zerrece bir şey uzaklaştırabiliyor musunuz?”
Büyüklük taslayanlar: “Ne yapalım? diyecekler, Allah bize yol gösterseydi biz de size gösterirdik.
Şimdi bizler sabretsek de, sızlansak da sonuç değişmez.
Anlaşıldı: Bizim için kaçıp sığınacağımız bir yer yok!”
22 – Hesaplar görülüp iş tamamlanınca Şeytan onlara şöyle diyecek: “Allah size doğru vaadde bulundu. Ben de size bir şeyler vaad ettim, ama sözümden caydım.
Doğrusu, benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm yoktu.
Sadece ben sizi dâvet ettim, siz de çağrımı kabul ettiniz. O halde beni ayıplamayın, kendi kendinizi kınayın.
Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz.
Ben, sizin daha önce beni Allah’a şerik yapmanızı da reddetmiştim.”
Elbette, böyle zalimlerin hakkı gayet acı bir azaptır.
Allah’ın hükmü herkes hakkında kesinleşip, cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girmeye hazırlandığı zaman Şeytan bu nutkunu irad edecektir.
24-25 – Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı:
Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki
Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir.
Düşünüp ders çıkarsınlar diye Allah insanlara böyle temsiller getirir.
Burada iman, güzel ağaca benzetilmiştir. Bir ağacın damarları, gövdesi, dalları, meyveleri vardır. İman ağacının damarları ilim, marifet ve yakindir. Gövdesi ihlastır. Dalları iyi işler ve davranışlar, meyveleri ise güzel işlerin gerektirdiği temiz huylar, güzel hasletlerdir. Bir ağacın canlılığını sürdürmesi için sulanıp bakılması gerektiği gibi iman ağacı da ilim, iyi işler, tefekkür ile gözetilmezse, o da kuruma tehlikesine mâruz kalır. Bir hadiste Hz. Peygamber (a.s.): “Elbise nasıl yıpranırsa, kalpteki iman da öylece yıpranıp eskir. O halde, imanınızı daima tazeleyin” buyurmuştur. İbadetlere vakti vaktine devam, bu bakımı sağlar.
27 – Allah iman edenleri hem dünyada hem âhirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar. Zalimleri ise şaşırtır. Allah elbette dilediğini yapar.
28-29 – Allah’ın nimetine bedel, inkâr ve nankörlüğü tercih edenleri, ayrıca kendi halklarını da helâk yurduna, cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? Onların hepsi oraya girecekler. Ne kötü bir yerleşim yeridir cehennem!
30 – İnsanları Allah’ın yolundan saptırmak için birtakım ortaklar uydurdular.
De ki: “Azıcık yararlanın bakalım nasılsa sonunda gideceğiniz yer ateştir!”
32 – Allah gökleri ve yeri yaratandır.
Gökten yağmur indirip size rızık olsun diye, onunla türlü türlü meyveler, ürünler çıkarandır.
İzni ile denizde dolaşmak üzere gemileri size râm eden, akan suları da, ırmakları da sizin hizmetinize verendir.
34 – Hâsılı O, Kendisinden dilediğiniz her şeyi verdi. Öyle ki Allah’ın size verdiği nimetleri birer birer saymaya kalkarsanız, mümkün değil, onları toptan olarak bile sayamazsınız. Gerçekten insan zalim ve nankördür.
39 – “Hamd olsun Allah’a ki, hayli yaşlı olmama rağmen, bu ihtiyarlık halimde İsmâil ve İshak’ı bana ihsan etti. Şüphesiz ki Rabbim duayı kabul buyurur.”
42 – Sen, o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme!
O, sadece onların, dehşetinden gözlerinin donup kalacağı bir güne ertelemektedir.
46 – Onlar tuzaklar kurdular, ama Allah nezdinde de onlara tuzak var, isterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak olsun!
47 – Sakın Allah’ın, peygamberlerine yaptığı vaadden cayacağını zannetme! Allah elbette mutlak galiptir, intikam sahibidir.
48 – Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir.
Bütün insanlar kabirlerinden kalkıp tek hâkim olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
Tebdil ya özde olan bir değişiklik [4,56] veya vasıfta olan bir değişiklik [25,70] anlamlarına gelebilir. Bundan ötürü gerek eski, gerek yakın dönemde yaşamış müfessirler ve kelam alimleri her iki mânaya göre de tefsir etmişlerdir.
51 – Allah her insana kazandığının karşılığını vermek için (diriltir). Allah, hesabı çok çabuk görür.
Hıcr-29 – “Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun için secdeye kapanınız.”
Allah’ın isimlerinin insanda böyle tecelli etmesidir ki insanı arzda halife kılmış ve bütün mahlûkat üzerine çıkarmıştır.
96 – Onlar Allah’tan başka tanrı uyduruyorlar ama yaptıklarının sonucunu yakında öğrenecekler!
Nahl-1 – Allah’ın emri ha geldi ha gelecek! Artık onun gelmesini çabuklaştırmak istemeyin. Allah müşriklerin koştuğu ortaklardan münezzehtir, yücedir.
9 – Doğru yolu bildirmek Allah’a aittir. Kimi yol ise eğridir. Şayet O dileseydi, hepinizi toptan doğru yola getirirdi.
İnsanın maddî hayatını sürdürebilmesi için sayısız nimetler yaratıp insanın emrine veren Allah’ın, onun manevî hayatını düzenleyen yolu göstermemesi imkânsızdır. O bu yolu göstermekle beraber, insanı o yola girmeye mecbur etmemiş, insanı eğitip kemale erdirmek kasdıyla, onun kendi iradesi ile doğru yola yönelmesini istemiştir.
18 – Halbuki Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, mümkün değil, sayamazsınız. Gerçekten Rabbin gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Sûrenin 3. âyetinden buraya kadar olan kısmı, keza ileride gelecek 65 – 83 bölümü, kâinat kitabının değişik sayfalarını ve manzaralarını göstererek insanı bunlar üzerinde düşünmeye, bu muazzam nizamı kurup yöneten Allah’ın kudreti önünde eğilmeye, O’nun nimetlerinden yararlanıp Ona şükretmeye teşvik etmektedir.
19 – Allah sizin neleri gizleyip neleri açığa vurduğunuzu pek iyi bilir.
20– O müşriklerin Allah’tan başka ibadet edip yalvardıkları sahte tanrılar ise,
Hiçbir şey yaratamazlar. Zaten kendileri yaratılmaktadırlar.
23 – Hiç şüphe yok ki Allah, onların neleri gizleyip, neleri açığa vurduklarını pek iyi bilir ve şu kesindir ki kibirlenenleri hiç sevmez.
26 – Kendilerinden önceki kâfirler de peygamberler için hileler, tuzaklar kurmuşlardı.
Ama neticede Allah onların binalarını ta temellerinden yıktı da üstlerindeki tavan tepelerine çöktü.
Hem de bu azap onlara hiç farkedemedikleri bir yerden gelmişti.
28– Kendi öz canlarına zulmederlerken meleklerin canlarını aldıkları kimseler azabı görünce:
“Biz, bir kötülük olsun diye yapmıyorduk!” diye başlarını öne eğerler.
İman ilmine sahip olanlar da:
“Hayır, hayır! Allah yaptığınız işi ne maksatla yaptığınızı pek iyi biliyor!
31 – Adn cennetleri, oraya girecek onlar…
Zemininden ırmaklar akar.
Onlara orada ne isterlerse var…
İşte Allah müttakilere böyle mükâfat eder!
33– Dini inkâr edenler ille kendilerine meleklerin gelmesini, yahut Rabbinin azap emrinin gelmesini mi bekliyorlar?
Onlardan öncekiler de böyle yaptılar.
Allah zulmetmedi onlara, kendi canlarına zulmediyordu onlar!
35 – Bir de müşrikler dediler ki: “Eğer Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız,
Kendisinden başkasına ibadet etmez.
Onun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık.”
Bunlardan öncekiler de böyle söylemiş, böyle yapmışlardı.
O halde, peygamberlere açık bir tebliğden başka bir vazife düşer mi?
36 – Biz her millete bir peygamber gönderdik.
O da “Allah’a ibadet edin, tağuttan uzak durun!” dedi.
Sonra onlardan bir kısmına Allah hidâyet nasib etti, bir kısmı hakkında da sapacaklarına dair hüküm kesinleşti.
İşte gezin dolaşın dünyayı da peygamberleri yalancı sayanların akıbetlerinin ne olduğunu görün!
Bu âyette, küfür ve dalâleti tercih edenleri Allah’ın dalâlette bıraktığı, Dünyada da ceza olarak Allah’ın onları imha edip, diyarlarını boşalttığı bildiriliyor. Müteakip âyette ise Kureyş’in inadı, Resûlullah (a.s.)ın ise onların yola gelmelerine ne derece düşkün olduğu hatırlatılıp, üzülmemesi, zira onların, haklarında dalâlet kararının kesinleştiği kısımdan oldukları bildiriliyor.
37 – Sen onların hidâyete gelmelerine ne kadar düşkün olsan da,
şunu bil ki: Allah dalâlette bıraktığı kimselere hidâyet vermez.
Onlara yardım eden de bulunmaz.
Âyetin mânası şudur: Bir insan, iradesini kötüye kullanıp dalâleti tercih eder, hep orada kalmakta ısrar ederse Allah onun kalbinde dalâleti yaratır. Böyle birini, kendi isteği rağmına, zorla hidâyete getirmez (Âlûsî).
38 – Onlar vargüçleriyle yemin ederek: “Allah, ölen kimseyi diriltmez!” dediler.
Hayır, diriltecek!
Bu Onun verdiği kesin bir sözdür, fakat insanların ekserisi bunu bilmezler.
41 – Zulme mâruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri, elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz.
Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi!
Hicretten ötürü yapılan bu vaad, kısa zamanda gerçekleşmiş, Medineden itibaren müslümanlar teşkil ettikleri sağlam toplum ile hakkı yaymışlardır.
45- Şer planları hazırlayanlar, emin mi oldular: Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmesinden yahut hiç ummadıkları bir yerden azabın gelmesinden yahut gezip dolaşırlarken Allah’ın kendilerini kıskıvrak yakalamasından?
48 – Görmüyorlar mı ki Allah’ın yarattığı şeylerin gölgeleri bile nasıl sağdan soldan sürünüp Allah’a secde ederek dönmektedir?
49 – Hem göklerde ve yerde ne varsa hepsi, herhangi bir canlı olsun, melaike olsun hepsi Allah’a secde eder, asla kibirlenmezler.
51 – Allah buyurdu ki: “İki tanrı edinmeyin. O ancak tek Tanrıdır. O halde yalnız Benden korkun!”
52 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur.
İtaat daima O’nadır.
Öyle iken Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?
53 – Hem sizde nimet namına ne varsa hepsi Allah’tandır.
Kaldı ki size bir sıkıntı dokunduğunda da yalnız O’na yalvarırsınız.
56 – Bir de kendilerine nasib ettiğimiz nimetlerimizden, tutuyor gerçek yüzünü kendilerinin de bilmedikleri o bilinçsiz putlara pay ayırıyorlar.
Allah hakkı için, uydurduğunuz bu iftiraların mutlaka hesabı sorulacaktır.
57 – Allah’ın kızları olduğunu iddia ediyorlar. O, çocuğu olmaktan münezzehtir.
Hoşlandıkları erkek çocuklarını ise kendilerine yakıştırırlar.
60 – Âhirete inanmayanların böylesine kötü sıfatları vardır.
En yüce sıfatlar ise Allah’ındır.
Aziz O’dur, hâkim O! (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
61 – Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandıracak olsaydı dünyada tek canlı bile bırakmazdı.
Fakat onları takdir ettiği bir vaadeye kadar bekletir. Vaadeleri gelince ne bir an öne alabilir, ne bir an geriye bırakabilirler.
62 – Hem utanmadan, kendilerinin beğenmedikleri şeyleri Allah’a yakıştırıyor,
O’nun dinini, peygamberini hafife alıyorlar, hem de en güzel akıbetin kendilerini beklediği yalanını uyduruyorlar.
Beklesinler bakalım!
Onlara olsa olsa ateş vardır!
Hem de oraya gireceklerin önünde olacaklardır.
63 – Allah hakkı için, Biz senden önce birçok ümmete kendilerini irşad etmeleri için resuller gönderdik, fakat Şeytan onların batıl işlerini kendilerine güzel gösterdi. Bu yüzden peygamberlerini yalancı saydılar.
İşte Şeytan dünyada olduğu gibi, bu gün de onların dostudur. Onlara gayet acı bir azap vardır.
65 – Allah gökten yağmur indirip onunla ölmüş olan yeryüzüne hayat verir.
Elbette bunda gerçeğe kulak verecek kimseler için ibret ve delil vardır.
70 – Sizi Allah yarattı. Sonra da sizi O öldürecek.
İçinizden kimi bilgi sahibi olmasından sonra çocuk gibi, bir şey bilmesin diye-
ömrün en fena devrine vardırılır.
Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeye kadirdir. [30,54]
71 – Allah sizi, maişet ve rızık hususunda kiminizi kiminize üstün kıldı.
Nasipleri bol olanlar kendi nasiplerini,
kendileriyle eşit seviyeye inecek derecede,
yanlarında çalıştırdıkları köle, ve hizmetçilere vermezler.
O halde nasıl olur da Allah’ın nimetini, Allah’ın kendilerinin üzerindeki hakkını bile bile inkâr ederler? [30,28] {KM, Çıkış 21,2; I Korintos. 12,13}
72 – Allah kendilerinizden, insan kardeşlerinizden size eşler yarattı.
Eşlerinizden size oğullar, torunlar verdi ve sizleri hoş, güzel gıdalarla besledi.
Böyle iken onlar batıla inanıyor da Allah’ın bunca nimetlerini inkâr mı ediyorlar?
73 – Allah’tan başka, kendilerine, ne göklerden, ne yerden zerre miktar rızık verme gücü olmayan ve bunu yapma ihtimali de bulunmayan birtakım nesnelere tapıyorlar.
74 – Artık birtakım benzetmelerle, temsillerle Allah’a benzerler icad etmeyin.
Çünkü Allah benzeri olmadığını bilir, ama siz bu gerçekleri bilmezsiniz.
Allah’ı başka varlıklara kıyas etmeyin. O’nu muhafızlar, nöbetçiler, sekreterler aracılığı ile kendine ulaşılan dünya krallarına kıyas etmeyin. Herkes doğrudan doğruya O’nun huzuruna girebilir.
75 – Allah size bir temsil getiriyor:
Bir tarafta bir şahsın kölesi olup hiçbir güç ve yetkisi olmayan aciz bir adam,
öbür tarafta kendisine tarafımızdan bol bol rızık ve imkân nasib ettiğimiz bir zat ki
o maldan gizli – açık dilediği gibi harcayıp kullanıyor.
Hiç bu ikisi eşit tutulabilir mi?
Bütün hamdler, övgüye vesile olan herşey, Allah’a aittir.
Ne var ki onların çoğu bunu bilmezler.
76 – Allah bir de şu temsili getiriyor:
İki kişi var. Birisi dilsiz, hiçbir şey beceremez, efendisine sadece bir yük!
Ne tarafa gönderse hiçbir işe yaramaz!
Şimdi hiç bu zavallı ile, hakkı hakikati bilen, adaleti dile getirip gerçekleştiren, dosdoğru yol üzere ilerleyen bir insan eşit tutulabilir mi?
77 – Bütün göklerin ve yerin gaybını bilmek de Allah’a mahsus!
Kıyametin oluş işi ise, başka değil, ancak göz açıp kapama yahut daha da kısa bir anda olup biter.
Şüphe yok ki Allah her şeye kadir! [54,50; 31,28] {KM, I Korintos. 15,52}
78 – Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiçbir şey bilmiyordunuz.
Öyle iken size kulaklar, gözler, kalpler verdi ki şükredesiniz. [67,23-24]
79 – Gökyüzünün genişliğinde Allah’ın emrine râm olarak uçan kuşları görmezler mi?
Bunları orada Allah’tan başkası tutmuyor.
Elbette bunda iman edecek kimseler için çok deliller, çok işaretler vardır. [67,19]
80 – Allah evlerinizi sizin için bir huzur ocağı yaptı.
Davarların derilerinden de, gerek göçtüğünüz, gerek konakladığınız günlerde sizin için taşınması kolay evler (çadırlar, portatif evler) nasib etti.
O davarların yünlerinden, tüylerinden veya kıllarından bir süreye kadar faydalanacağınız giyilecek, döşenecek ve kullanılacak eşyalar yapma imkânı verdi.
81 – Allah yarattığı şeylerin bir kısmında size gölgelikler, dağlarda da sizin için barınaklar yaptı.
Sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar var etti.
Böylece Allah üzerinizdeki nimetlerini tamamlar ki O’na teslimiyetle itaat edesiniz.
83 – Müşrikler Allah’ın nimetini bilmekle beraber, bunları kendilerine veren Allah’tan başkasına ibadet etmekle bu nimetleri inkâr ederler.
Onların çoğu işte böyle nankördürler!
87 – Ve o gün zalimler Allah’ın hükmüne teslim olur, uydurdukları tanrılar da kendilerini bırakıp ortalıkta görünmez olurlar.
88 – Onlar ki kendileri kâfir oldukları gibi başkalarını da Allah yolundan çevirirler…
İşte başka insanları da ifsad ettikleri için, onların cezalarını kat kat artırırız.
90 – Allah başkalarına adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder.
Hayâsızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.
Bu âyet, iyiliğin ve fenalığın çeşitli derecelerini göstererek sağlıklı bir toplumun başlıca dayanaklarını zihinlere yerleştirmektedir. Dolayısıyla Cuma namazında hutbenin sonunda okunup bu esasların hatırlatılması pek isabetlidir.
91 – Bir de sözleşme yaptığınızda Allah’ın huzurunda verdiğiniz sözü yerine getirin.
Allah’ı kefil ederek bağlandığınız yeminleri te’kid ettikten sonra bozmayın.
Hiç şüphe yok ki Allah yaptığınız her şeyi bilir.
92 – Bir topluluk, diğer bir topluluktan sayıca, nüfuzca veya malca daha çok olduğu için, yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve işi bozma sebebi kılıp da ipliğini sağlamca büküp eğirdikten sonra çözen, böylece bütün emeğini boşa çıkaran ahmak kadının durumuna düşmeyin.
Gerçekten Allah sizi bununla (sözünüzü yerine getirmekle veya nüfuz ve servet çokluğu ile) imtihan eder.
Kıyamet günü de hakkında ihtilafa düşmüş olduğunuz şeyleri size açıklayacaktır.
93 – Allah dileseydi sizin hepinizi bir tek ümmet yapardı.
Lâkin O, dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir.
Şu kesin ki sizler bütün yaptıklarınızdan sorguya çekileceksiniz.
Diğer dinleri yok etmeyi mübah saymak yanlıştır. Zira aksi halde Allah, insanlara seçme hürriyeti vermez, hepsini mümin ve itaatli yaratırdı. Allah kullarını imtihan etmektedir.
94 – Yeminlerinizi aranızda bir aldatma ve fesat aleti yapmayın ki sonra ayağınız sapasağlam bastıktan sonra kayabilir, insanları Allah yolundan alıkoymanız sebebiyle kötülüğün cezasını tadarsınız, âhirette de size pek büyük bir azap olur.
95 – Allah’a verdiğiniz sözü değersiz bir menfaat karşılığında satmayın.
Zira âhirette Allah nezdinde olan nimet, eğer bilirseniz, sizin için elbette daha hayırlıdır.
96 – Sizin elinizdekiler tükenir, ama Allah’ın elinde olanlar bakidir.
Biz sabredenleri, işledikleri en güzel işleri esas alarak ödüllendirecek, kötülüklerini bağışlayacağız.
98 – İmdi, Kur’ân okuyacağın zaman, o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.
Kur’ân okumaya başlarken şeytandan Allah’a sığınmak yetmeyip tilavet boyunca da onun vesveselerinden sığınıp korunmaya çalışmak gerekir. Şeytanın, insanı Kur’ân hidâyetinden alıkoymak için çalıştığını unutmamalıdır.
101 – Biz bir âyetin yerine onun hükmünü neshedecek başka bir âyet getirdiğimiz zaman
-ki Allah göndereceği âyetleri pek iyi bilmektedir-
onlar: “Sen iftiracının tekisin!” dediler.
Hayır, hiç de öyle değil! Onların çoğu işin gerçeğini bilmiyorlar.
Bu âyeti nesih delili sayanlar vardır. Fakat bazı alimler neshin Mekke döneminde sözkonusu olmadığını söyleyerek âyeti şöyle anlarlar: Kur’ân aynı konuyu farklı yerlerde yeniden ele alır, yeni ayrıntılar ekler. Yahut aynı konuyu değişik yerlerde farklı örneklerle açıklar. Yahut vahyi safha safha gönderir. İnsanlara açıklamak için değişik üslup, yol ve metodlar izler.
104 – Allah’ın âyetlerine iman etmeyenler var ya (onlar inkârı, tercih ettikleri müddetçe)
Allah onları hidâyete erdirmez.
Onlara gayet acı bir azap vardır.
105 – Allah’ın âyetlerine iman etmeyenlerdir ki uydurdukları yalanı Allah’a mal ederler!
İşte yalancıların ta kendileri onlardır.
106 – Kalbi imanla dolu olarak mutmain iken, dini inkâr etmeye mecbur bırakılıp da yalnız dilleriyle inkâr sözünü söyleyenler hariç, kim imanından sonra Allah’ı inkâr ederek gönlünü inkâra açar, göğsüne küfrü yerleştirirse, onlara Allah tarafından bir gazap, hem de müthiş bir azap vardır.
Kureyş, Yasir ailesini dinden dönmeye zorladılar. Kabul etmeyince Yasir ile Sümeyye’yi develerle parçalattılar. Babası ile annesinin bu durumunu gören Ammar (r.a.) dili ile onların istediğini söyledi. Peygamberimiz (a.s.) onun ruhsatı (izni) kullandığını bildirdi. Âyet bu ruhsatı beyan buyurmak üzere indirilmiştir.
107 – Bunun sebebi şudur: Çünkü onlar dünya hayatını âhirete üstün tutmuşlar, âhiretlerini dünyalarına feda etmişlerdir ve çünkü onlar inkârı tercih ettikleri müddetçe Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.
108 – Bunlar o kimselerdir ki Allah onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir.
İşte hakkı göremeyen gafiller onlardır.
112 – Allah şöyle bir temsil getirir:
Bir şehir halkı vardı: Güvenlik ve huzur içinde idi, rızıkları her yandan bol bol, rahatça geliyordu.
Derken Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler,
Allah da halkının işlediği suçlar sebebiyle o şehre açlığı ve korkuyu tattırdı, açlık ve korku elbise gibi kaplayıverdi bütün vücudlarını.
114 – Onun için siz Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl ve hoş olarak yeyin.
Yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız Onun nimetlerine şükredin.
115 – Allah size sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı.
Ama kim çaresiz kalırsa zaruret miktarını aşmayarak ve başkasının hakkına da tecavüz etmeyerek, haram kılınan şeyden yerse bunda günah yoktur.
Şüphesiz Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.
116 – Kendi dillerinizin yalan yanlış nitelendirmesiyle uydurduğunuz yalanı Allah’a mal ederek “bu helâldir, şu haramdır” demeyin.
Çünkü Allah adına yalan söyleyenler asla iflah olmazlar.
120 – Gerçekten İbrâhim, hak dine yönelen, Allah’a itaat üzere bulunan tek başına bir ümmet, bütün hayırlı halleri kendinde toplayan bir önder idi. Hiçbir zaman müşriklerden olmadı O.
Yaşadığı dönemde dünyada tevhid sancağını taşıyan tek müslüman idi. Normalde bir ümmet tarafından yürütülen bir görevi yaptığı için, bir ümmet sayılırdı.
127 – Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir.
Kâfirlerin yüz çevirmesinden mahzun olma, yaptıkları hilelerden dolayı da telaş edip darlanma.
128 – Çünkü Allah fenalıktan korunanlar ve hep güzel davrananlarla beraberdir.
İsrâ-22 – Sakın Allah ile beraber başka tanrı edinme, yoksa yerilmiş, bir kenara itilmiş vaziyette kalırsın.
33 – Haklı bir gerekçe olmaksızın Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse onun velisine (mirasçısına) bir yetki vermişizdir; artık o da kısas hususunda aşırı davranmasın, meşrû hakla yetinsin. Zaten kendisine yetki verilmekle gerekli destek sağlanmıştır.
Öldürme yasağına insanın kendisi de dahildir. Onun için intihar da adam öldürme gibi haramdır. Âyette yetkiden maksat kısas, veya diyet olup uygulama işi yönetime aittir.
39 – İşte bunlar Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah’ın yanı sıra başka bir tanrı uydurma, yoksa yerilmiş, rahmetten kovulmuş olarak cehenneme fırlatılırsın.
92 – Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü parçalayıp üzerimize kısım kısım düşüresin, ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getiresin de onlar senin söylediklerine şahitlik etsinler.
94 – Zaten, insanların ekserisinin, kendilerine hidâyet geldiği halde iman etmemelerinin başlıca sebebi:
“Allah bula bula bir insan mı seçip halka elçi gönderdi?” demeleridir.
96 – De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter! Doğrusu O kullarının bütün hallerini bilip görmektedir.”
97 – Allah kimi doğru yola iletirse işte odur doğru yolda olan.
Kimi şaşırtırsa, artık Allah’tan başka ona hâmi ve yardımcı bulamazsın.
Kıyamet günü onları kör, sağır ve dilsiz olarak yüzü koyun haşrederiz.
Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi zayıfladıkça onlara çılgın alevi artırırız.
99 – Görüp düşünmüyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerini yaratmaya elbette kadirdir?
O, kendileri için asla, şüphe götürmeyecek bir vaade belirlemiştir.
Ama zalimlerin işleri güçleri inkârdan ibaret!
111 – Her türlü hamd O Allah’a mahsustur ki, asla evlad edinmemiştir. “Hakimiyetinde hiç bir ortağı yoktur.
Acze düşüp de bir desteğe muhtaç olmamıştır” de ve tekbir getirerek O’nun büyüklüğünü ilan et.
Kehf-1 – Hamd O Allah’a mahsustur ki kuluna kitabı indirdi ve onun içine tutarsız hiçbir şey koymadı.
4 –Makbul ve güzel işler yapan müminleri de ebediyyen içinde kalacakları güzel bir mükâfatla müjdelesin ve ta ki “Allah evlat edindi” diyenleri uyarsın.
15 – “Şu bizim halkımız var ya, işte onlar tuttular O’ndan başka tanrılar edindiler.
Onların tanrı olduklarına dair açık delil getirmeleri gerekmez miydi?
Uydurduğu yalanı Allah’a mal edenden daha zalim kim olabilir ki?”
16 – “Madem ki onları ve onların Allah’tan başka taptıkları putları terkettiniz, haydi öyleyse mağaraya çekilin ki Rabbiniz rahmetini üzerinize yaysın, işinizde size kolaylık ve fayda ihsan etsin.”
17 – Onlara baksaydın görürdün ki güneş doğunca mağaralarının sağından dolaşır, batarken de sol taraftan onları makaslardı.
Onlar da mağaranın genişçe dehlizinde bulunuyorlardı.
İşte onların böylece uyumaları Allah’ın alâmetlerindendir.
Allah kime hidâyet verirse odur doğru yolda olan; kimi de hidâyetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkânı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın.
Mağaranın kapısının tam kuzeye baktığı anlaşılıyor. İşte bundan ötürü mağaraya güneş ışığı girmiyor ve yanından geçen biri içeride ne olduğunu göremiyordu.
21 – Fakat Bizim takdirimiz başka idi. Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa, aynı şekilde öbür kullarımızı da Ashab-ı kehfin durumundan haberdar ettik ki,
Allah’ın haşir vaadinin gerçeğin ta kendisi olup hakkında hiçbir şüphe olmayacağını onlar da anlasınlar.
Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya giriştiler.
Bazıları: “Onların anısına bir anıt dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık, onların Rabbi hallerini pek iyi bilir” derken,
görüşleri ağır basan müminler ise: “Mutlaka onların yanıbaşlarına bir mescid yapacağız” dediler.
Rivayete göre, şehre gönderdikleri arkadaşları üç asır önce müşrik Decius devrinin parası, o zamanın kıyafeti ve konuşma tarzı ile dikkat çekti. Onu görenler, hazine bulduğu zannı ile kendisini yöneticilere götürdüler. İfadesini alınca, halkın çoğu da onların dinini benimsediğinden kitle halinde mağaraya vardılar. Ashab-ı kehf din kardeşlerini selamlayıp ruhlarını o sırada teslim ettiler. Böylece haşrin ispatına canlı bir delil teşkil ettiler.
Müfessirlerin çoğunluğu oraya mescit yapma fikrinin müminlere ait olduğunu söylerken, Mevdudî tam tersine, bu fikrin şirk uygulamasını devam ettirmek isteyen müşriklere ait olduğunu ileri sürer. Fakat mescid, bu önemli hadiseyi ebedileştirme vesilesi olup şirke yer vermemesi itibariyle, ekseriyetin haklı olduğunu düşünebiliriz.
23-24 – Hiçbir konuda: Allah’ın dilemesine bağlamaksızın, “Ben yarın mutlaka şöyle şöyle yapacağım” deme!
Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı zikret ve: “Umarım ki Rabbim, doğru olma yönünden beni daha isabetli davranışa muvaffak kılar” de.
26 – Sen şöyle söyle: “Ne kadar kaldıklarını asıl Allah bilir.
Zira göklerin ve yerin gaybını bilmek O’na mahsustur.
O öyle güzel görür, öyle güzel işitir ki!
Oysa onların O’ndan başka hâmileri yoktur.
O, kendi hükmüne kimseyi ortak yapmaz.” de.
38 –Fakat sen inkâr etsen de şunu bil ki benim Rabbim Allah’tır. Rabbime hiç bir şeyi ortak saymam.”
39 – “Benim servetimin ve çoluk çocuğumun sayısının seninkinden daha az olduğunu düşündüğüne göre, bağına girdiğinde:
“Maşaallah! Allah ne güzel dilemiş ve yapmış!
Ondan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur.” demeli değil miydin?
43 – Hasılı o, Allah’tan başka kendisine sahip çıkacak bir topluluk da bulamadı, kendi kendini de kurtaramadı.
44 – Öyle bir yerde himaye ve yardım, sadece hak ve hakikatin ta kendisi alan Allah’a mahsustur.
En iyi mükâfatı da, en güzel âkıbeti de veren O’dur.
45 – Dünya hayatı hakkında onlara şu misali ver: Dünya hayatının durumu şuna benzer:
Gökten yağmur indiririz, onun sayesinde yeryüzünde bitkiler yeşerip gürleşir, çok geçmeden kurur, rüzgarın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
69 – “İnşaallah” dedi Mûsâ, “beni sabırlı bulacaksın ve senin hiç bir emrine karşı koymayacağım.”
Meryem-30 – Derken bebek: “Ben Allah’ın kuluyum, dedi, O bana kitap verdi, beni peygamber olarak görevlendirdi.
35 – Allah’ın evlat edinmesi olacak iş değildir.
O bundan münezzehtir! Bir işi yapmak istedi mi, “şöyle olsun” demesi kâfidir.
36 – “İyi bilin ki Allah benim de Rabbim, sizlerin de Rabbidir. Öyleyse yalnız Ona ibadet ediniz. Doğru yol budur”
48 – “İşte sizi de, sizin Allah’tan başka ibadet ve dua ettiğiniz tanrılarınızı da terkediyorum.
Rabbime niyaz edip yalvarıyorum. Rabbime niyaz etmem sayesinde mahrum ve perişan olmayacağımı umuyorum.
Yani: “Olurki O sana tövbe ve iman etmeyi nasib eder.” Zira kâfir için istiğfar etmenin (af dilemenin) mânası budur.
49 – Onları ve onların Allah’tan başka taptıkları putları terkedip (Şam’a yerleşince) Biz O’na İshak ile Yâkubu hediye ettik. Onların her birine peygamberlik verdik.
Rivâyete göre: Hz. İbrâhim Şam tarafına hicret ettiğinde önce Harran’a geldi. Orada Sâre ile evlendi. Ondan İshak, İshak’tan da bilahere Yâkub dünyaya geldi.
58 – İşte bunlar Allah’ın nimetine mazhar olmuş olan bu zatlar,
Âdem neslinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın evlatlarından, İbrâhim ve İsrailin nesillerinden ve hidâyete erdirip seçtiğimiz kimselerdendir.
Onlar Rahman’ın âyetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.
Bu zatlar Hz. Zekeriya ile Hz. İdris arasında zikredilen peygamberlerdir. Bu âyet, Tilavet secdesini gerektiren âyetlerdendir.
76 – Allah hidâyeti kabul edip doğru yola gelenlerin ise feyizlerini artırır.
Baki kalacak dürüst ve yararlı işler, Rabbinin nazarında hem mükâfat bakımından daha üstün, hem de âkıbet yönünden daha iyidir.
81 – Kendilerine kalsa izzet ve kuvvet vesilesi olsun diye, Allah’tan başka bir takım tanrılar edindiler.
Dünyevî varlığa ve iktidara nerdeyse dinî bir vecd ile “tapınan” ve dünyevî başarının bu tezahürlerine tanrısal nitelikler yakıştıran insanlardan bahsediliyor.
Tâ Hâ-8 – O’dur Allah. O’ndan başka yoktur ilah.
En güzel isimler ve vasıflar O’nundur.
14 – Muhakkak ki Benim gerçek İlah.
Benden başka yoktur ilah.
O halde sen de yalnız Bana ibadet et.
Beni anmak için namaz eda et.
61 – Mûsâ onlara: “Yazık size!” dedi, “Allah hakkında yalan uydurmayın,
yoksa O size öyle bir azap gönderir ki kökünüzü keser.”
“İftira eden, muhakkak perişan olur.”
73 – “Biz Rabbimize iman ettik. Onun günahlarımızı, özellikle bizi yapmaya zorladığın sihir günahını affedeceğini umuyoruz.
Allah elbette daha hayırlı ve O’nun mükâfatı daha devamlıdır.”
98 – Sizin İlahınız yalnız Allah. Ondan başka yoktur ilah. O herşeyi ilmi ile ihata etmiştir.
114 – Demek ki gerçek Hükümdar olan Allah çok Yücedir.
Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi ile Kur’ân’ı okumada acele etme ve: “Ya Rabbi! benim ilmimi artır” de.
Vahyin başlangıcında Peygamber Efendimiz, vahyedilen âyetleri unutmamak için gayri ihtiyari içinden dilini kıpırdatarak tekrarlıyordu. Bu, müteakip âyetleri de bellemesine engel olabilirdi. Allah Teâla Kıyame, 16-18 âyetleriyle unutturmama garantisi verince, Hz. Peygamber rahatladı.
Allah, Resul-i Ekremine ilmini artırmasından başka bir şey artırmayı istemesini emretmemiştir. İbn Mes’ud (r.a) bu âyeti okuduğunda: “Ya Rabbî, benim ilmimi, imanımı ve yakinimi (kesin inancımı) artır” diye dua ederdi.
Enbiyâ-22 – Halbuki gökte ve yerde, Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı oraların nizamı bozulurdu.
Demek ki o yüce Arş ve hükümranlığın sahibi Allah, onların zanlarından, onların Allah’a reva gördükleri vasıflardan münezzehtir, yücedir!
Kâinatta kemal sıfatları ile muttasıf, yani ilim, kudret, iradesi mutlak ve sınırsız olan birden fazla ilah bulunsaydı, farazî olarak şu ihtimaller olabilirdi: 1. Onlardan yalnız birinin hükmü yürüseydi diğerleri âciz ve noksan olurlardı ki bu ilah olmakla bağdaştırılamaz. 2. Her biri eşit kudret ve hâkimiyete sahip olsalardı, ayrı ayrı nizamların bulunması gerekirdi. O takdirde de, mevcut olan bu nizam bulunmazdı. 3. İlahların fazla değil, sadece iki tane olup bunların bir tek nizam kurup birleştikleri varsayılırsa iki etkenin (illetin) bir nesne (malül) üzerinde çekişmesi sonucu ortaya çıkar, nizamın devamı imkânsız olurdu. 4. Birbirleriyle anlaşmazlık halinde olsalardı zaten baştan beri nizam kurulamazdı.
Bu âyet-i kerime Kelam ilminde, tevhidin ispatında en önemli kaynak teşkil eden esaslardan biridir. Kelamda buna bürhan-ı temânu adı verilir.
57 – Ve içinden: “Allah’a yemin ederim ki, siz dönüp gittikten sonra mutlaka bu putlarınızın başına bir çorap öreceğim!” diye ekledi.
66-67 – “O halde, dedi, Allah’tan başka, size ne fayda ne de zarar veremeyecek şeylere mi tapıyorsunuz! Yuh size de Allah’tan başka o taptıklarınıza da! Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”
98 – “Hem siz, hem de Allah’tan başka taptığınız tanrılar,
hepiniz cehennem odunusunuz,
siz hep beraber cehenneme gireceksiniz.”
Hacc-2 – Onu göreceğiniz gün… Çocuğunu emziren anne, dehşetten çocuğunu unutup terkeder. Hâmile olan her kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş olmuş görürsün, halbuki gerçekte onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah’ın azabı pek çetindir.
3 – Öyle insanlar vardır ki, hiç bir bilgiye dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur, her azgın ve hayâsız şeytanın peşine takılır.
Hak din dışındaki inanç grupları Allah’ın dini hakkında çeşitli iddialar ileri sürerler. “Melekler Allah’ın kızlarıdır”, “Kur’ân geçmiş insanların düzmesidir”, “Çürümüş toz toprak olmuş insanlar diriltilemez” gibi. Hülasa âyet din konusunda, heva ve hevesine uyarak cahilce tartışma yapan herkesi kapsar.
Kendisine tâbi olanları din dışına çıkmaya çağıran insan şeytanları, kâfir reisler yahut İblis ve askerleri kasdedilmiş olabilir.
6 – Bütün bunlar böyle cereyan etmektedir.
Çünkü Allah hakkın, gerçeğin ta kendisidir
ve çünkü ölüleri dirilten de O’dur. Her şeye hakkıyla kadir olan da O’dur. [41,39; 36,82]
el-Hakk: Allah’ın güzel isimlerinden olup mânası: “Varlığı ve ilahlığı kesin olan, hakkı ve gerçeği izhar eden, son derece âdil, vaadinde doğru olan” demektir. İlah kavramı felsefi bir tasavvur olmayıp kudreti, iradesi, hikmeti ile her şeyi yöneten bir Fail-i muhtardır el-Hak ismi bu mânayı ifade eder.
7 – Ve şunu da bilin ki o kıyamet saati kesinlikle gelecek ve Allah kabirlerde olanları diriltecektir. [36,78-80; 51]
8 – Hal böyleyken öyle insanlar vardır ki hiç bir bilgiye, hiç bir delile ve hiç bir aydınlatıcı kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır durur. [38-39; 4,61; 63,5; 31,20]
9 – Allah yolundan saptırmak için kibirle kabararak tartışmasını sürdürür.
Onun hakkı dünyada bir rüsvaylık olduğu gibi, kıyamet günü de ona can yakıcı azap tattıracağız.
Bu âyetlerde, ilmin başlıca üç vesilesi önem kazanır: 1. Vahiy (aydınlatıcı bir kitap) 2. İlim, yani direkt olarak gözlem ve deney sonucu kazanılan bilgi. 3. Gerçeği bildiren rehber.
10 – O vakit kendisine: “İşte bu, dünyada işlediklerinin cezasıdır. Yoksa Allah kullarına en ufak bir haksızlık bile yapmaz” denilir. [44,47-50]
11 – Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen,
imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana mâruz kalırsa yüzüstü dönüverir.
Dünyayı da âhireti de kaybeder. İşte besbelli olan hüsran budur.
Bu âyet dine tam bir güvenle değil de, kuşkulu ve menfaatine bağlı olarak pamuk ipliği ile bağlananları temsilî olarak anlatır. Bunlar ordunun bir kıyısında durur gibidirler. Ganimet elde edilirse işin içine dalarlar, tehlike belirir belirmez kaçarlar.
12 – Allah’tan başka, kendisine ne zarar ne de yarar sağlamayacak şeylere yalvarır. İşte besbelli sapıklık budur.
14 – Gerçek şu ki: Allah iman edip makbul ve güzel işler işleyenleri, zemininden ırmaklar akan cennetine yerleştirecektir. Elbette Allah dilediğini yapar.
15 – Kim Allah’ın, Resulünü dünyada ve âhirette desteklemeyeceğini zannederse, haydi öfkesinden bir ip alıp tavandan uzatsın, boğazından geçirsin. Sonra nefesini kessin de bir baksın, bulduğu bu tedbiri, bu çırpınışları öfke duyduğu şeyi, Allah’ın Resulüne yardımını engelleyecek mi?
Dine karşı olan, Hz. Peygamberin dininin yücelmesini bir türlü çekemez, kıskanır. Oysa Allah’ın Peygamberine yardımı o derece kesindir ki, o düşmanın yapacağı tek şey, kahrından kendini boğmaktır. Kendini asmakla beraber, âhiretten bakabilirse baksın bakalım: Din galip gelmesin diye başvurduğu bu çare, Allah’ın dinine yardımına sanki mani olacak mı olmayacak mı?
16 – İşte Biz Kur’ân’ı, böyle açık âyetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah, dilediği kimseyi doğru yola iletir.
17 – (Kâmil ve makbul şekliyle) iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecûsiler ve Müşrikler… Allah kıyamet günkü büyük duruşmada onlar arasındaki kesin hükmünü verecektir. Çünkü Allah her şeye hakkıyla şahittir. [2,62; 5,69]
Bu âyette altı din sayılmış olup yalnız birincisine iman vasfı verilmiştir. Ötekilerinde de şirk bulaşığı olmakla birlikte yalnız altıncı grubun müşrik olarak nitelendirilmesi, sırf şirk inancı olup tevhidin tam karşısında olması sebebiyledir. Hıristiyanlar, Mecûsiler, Sâbiîler Allah’tan başka varlıklara da tanrısal nitelikler yakıştırsalar da bu varlıkları esasta tek Tanrının tecessümü gördüklerinden kendilerinin Tek Tanrıya ibadet ettiklerini düşünmektedirler.
Kur’ân, Yahudilerden şirke düşen bir gruptan bahseder. Bu hepsini kapsamasa da, tek tanrıcılığa bağlı olmakla birlikte dini kendi ırklarına tahsis etmeleri, âhiret inancını reddetmeleri gibi sebeplerle Hz. Mûsâ’nın dininden uzaklaşmış olmaları sebebiyle hak din dışında sayılmışlardır. Sâbiîler: merkezleri Harran’da olup Kuzey Irakta yerleşmiş, kendilerinin Hz. Yahya (a.s.)’a mensup olduklarını söyleyen cemaat yahut Şit ve İdris (a.s.)’a mensup olduklarını söyleyip “unsurlar gezegenler, gezegenler de melekler tarafından yönetilir” deyip yıldızlara ibadet eden topluluktur. Mecusîler ise biri hayır, diğeri şer tanrısı olarak iki ilaha inanırlar. Aslında Yezdan tek İlah olup, Ehriman dünyadaki zahiri şerlerin izahı için geliştirilmiş görünüyor.
18 – Bilmez misin ki göklerde ve yerde bulunan kimseler, hatta güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar bütün canlılar ve insanların da birçoğu Allah’ın yüceliğine secde ediyorlar.
İnsanların çoğu hakkında ise azap hükmü kesinleşmiştir. Allah’ın zelil kıldığını aziz edecek kuvvet yoktur. Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar. [16,48; 17,44; 41,38]
Rü’yet burada bilmek anlamındadır. Mâlumun son derece zahir olduğunu belirtmek için “görmek” tabiri kullanılmıştır.
Âyetin esas maksadı, bütün kâinatın Allah’a inkiyad secdesi halinde olduğunu, yani O’na tam boyun eğdiklerini bildirmektir. O’nun hükümranlığı, isteseler de istemeseler de insanları da kapsamaktadır. Zira inanmayan insanlar da O’nun koyduğu hayat kanunlarına tam boyun eğmektedirler. Âyetin baş tarafında “yerde bulunan kimseler” in secdelerinden maksat, ihtiyarî olmayan bir itaat secdesidir.” İnsanların çoğunun secdesi” nden maksat ise, müminlerin yaptıkları ihtiyarî ibadet olup mükâfatı gerektiren de bu tarzda olan itaattir.
23 – İman edip makbul ve güzel işler yapanları ise Allah, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir.
Orada altın bilezikler ve incilerle bezenirler. Orada giyim kuşamları da ipekten olacak.
Kırallar ve zenginler altın ve kıymetli taşlardan yapılmış zinetler takınırlardı. Bu âyet, bu tasvirle, cennetliklere verilecek büyük ödülü, insanlara anlatma gayesine yöneliktir.
25 – Kendileri dini inkâr edenler, üstelik insanları Allahın yolundan ve gerek şehirli, gerek taşralı bütün insanlara müsavi olmak üzere kıble ve ibadet yeri yaptığımız Mescid-i Haramdan engelleyip uzaklaştıranlar bilsinler ki kim orada böyle zulüm ile haktan ve adaletten sapmak isterse ona can yakıcı bir azap tattırırız.
Mekke’de arazi ve ev satmanın hükmü, keza evleri, kiraya vermenin hükmü, bu âyet vesilesi ile fakîhler arasında farklı içtihadlara konu teşkîl etmiştir. İmam Ebû Hanife gibi bazı imamlar, hac mevsiminde kiralamayı mekruh saymışlardır. Evinde yer olan Mekkelilerin, hacıları misafir etmesi gerektiğini söylemişlerdir. Tafsilat için tefsirlere ve fıkıh kitaplarına bakılabilir.
28 –Hem bütün insanları hacca dâvet et ki gerek yaya, gerek uzak yollardan gelen yorgun argın develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler de bunun kendilerine sağlayacağı çeşitli faydaları görsünler ve Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği kurbanlık hayvanları, belirli günlerde Allah’ın adını anarak kurban etsinler. Siz de onların etinden hem kendiniz yeyin, hem de yoksula ve fakire yedirin.
Hac veya umre niyetiyle mîkatlarla belirlenen Hareme yani kutsal bölgeye ihramsız girilmesi haramdır. Fakat Kâbeyi ziyaret gayesiyle gelmeyenler hakkında farklı görüşler vardır. Ebû Hanife’ye göre mîkat sınırları içinde oturanlar Mekke’yi ihramsız ziyaret edebilir. Fakat dışardan gelenler ihramsız giremezler.
Kurban kesilecek günler, eyyam-ı nahr denilen Zilhicce ayının 10, 11 ve 12. (kurban bayramının 1, 2 ve 3.) günleridir. Haccın dünyevi faydaları: Hacıların kendi şehirlerini temsilen, dünyanın diğer yörelerinden gelen temsilcileri ile birlikte Rabbülalemin’e yaptıkları küllî ibadet, orada yaşadıkları küçük bir mahşer uygulaması, dünyadaki servet, nüfuz, asalet vb. bütün ayrıcalıkların silinip bütün insanların Allah huzurundaki eşitliklerinin tescili ve dünya çapında çarpıcı bir şekilde gösterilmesi, hacının kalbinde ve şuurunda meydana gelen güzel duygular, ahlâkının daha da güzelleşmesi yönünde aldığı etkiler, dünyanın en ücra yerlerinden gelmiş müminlerle yaptıkları temas ve görüşmeler gibi faydalarıdır. Uhrevî faydalar Allah’ın rızasına ve cennetine nail olmalarıdır. Hac sırasında kesilen kurbanın etinden yemek mendup, muhtaçlara vermek ise vaciptir. Ebû Hanife’ye göre ise hem yemek hem vermek caiz, fakat vacip değildir. Emir sîgası her zaman vücup ifade etmez. “Fakiri doyurun” emri, zenginlere verilmeyeceği mânasına gelmez. Zira ashab kurban etini zengin, fakir komşu ve akrabalarına da verirlerdi. Cahiliyede kişinin kendi kurbanından yemesi yasaktı. Onun için kurban kesenin biraz yemesi mendubtur.
30 – İşte durum bundan ibaret. Artık kim Allah’ın hürmet edilmesini emrettiği şeyleri tazim ederse bu, Rabbinin nezdinde kendisi için sırf hayırdır. Yenilmesi haram kılınanlar dışında, bütün davarlar size helâl edilmiştir. O halde Allah’ın yasakladığı her şeyden, özellikle pis putlardan ve yalan sözden kaçının.
Hz. Peygamber (a.s.m): “Yalan yere şahitlik etmek, Allah’a şirk koşmak gibidir” buyurmuştur. Yalancı şahitler, fakîhlere göre halkın önünde yargılanıp, gerekirse cezalandırılırlar. Günümüzde bu gaye, yalancı şahidi basın yolu ile ilan etmek tarzında gerçekleştirilebilir.
31 – Allah’a ortak tanımayan halis muvahhidlerden olun. Çünkü bilin ki Allah’a şirk koşan kimse, gökten düşüveren ve kuşların didik didik edip kapıştığı birine yahut rüzgârın uzak ve ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer.
32 – Bu böyledir. Artık kim Allah’ın şeairini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır.
Allah’ın şeairi, O’nun, kendisine ibadete vesile olmak üzere haklarında saygı göstermeye, kulluk vazifelerini onlar vesilesiyle yapmaya insanları dâvet ettiği eserlerdir. Bunlara gösterilen saygı da, onlar hakkında gösterilen kusur da, Allah’a karşı yapılmış sayılır. Onlar müminlerin varlıklarıyla öyle kaynaşmışlardır ki kalplerini kesip parçalamadıkça kendilerinden ayrılmazlar: Kur’ân, Kâbe, Peygamber, namaz, ezan gibi.
34 – Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki
Allah’ın kendilerine erzak olarak verdiği hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar.
Şunu unutmayın ki hepinizin ilahı bir tek İlahtır.
Öyleyse yalnız O’na teslim olun. Sen ey Resulüm: O alçak gönüllü, samimi ve ihlaslı olanları müjdele!
Bu âyet kurban keserken besmele çekmenin vacib olduğuna delildir. Kurban sadece hacılara değil, bütün müslümanların ittifakiyle müslüman olan herkese şamildir. Fark sadece bazı müçtehidlerin vacip görmeyip, müekked sünnet saymalarındadır.
35 – Onlar ki; yanlarında Allah anıldığında kalpleri saygı ile ürperir. Başlarına gelen dertlere sabrederler. Namazlarını hakkıyla ifa eder, Allah’ın kendilerine nasib ettiği nimetlerden, Onun rızasında harcayıp dururlar.
36 – Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah’ın dininin şeâirinden kıldık.
Onlarda sizin için hayır vardır.
Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken onları kestiğiniz zaman Allah’ın adını anın.
Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yeyin, hem kanaat gösterip istemeyene, hem de isteyen fakire yedirin. İşte böylece onları size âmâde kıldık ki şükredesiniz.
37 – Fakat unutmayın ki ne onların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir.
Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalblerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır.
O bu hayvanları size âmâde kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele!
İbadetlerin, hayır ve hasenatın kabulünün başta gelen şartı ihlastır. Allah’ın rızasını gözetmek gerekir. Zira bunların mükâfatını vermek yalnız Allah’ın yetkisindedir. O halde sadece Onu razı etmeye çalışmalıdır. “İşlerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ve maksadı ne ise, eline geçecek olan da odur.” hadis-i şerifi de bu gerçeği beyan etmektedir.
Âyetteki tasvir ise kanların ve etlerin Allah’a yükselmeyeceği imajı ile, kurbanın gayesini küçük çocuklara bile mükemmel tarzda anlatmaktadır.
38 – Muhakkak ki Allah iman edenleri koruyup müdafaa eder. Çünkü Allah hain ve nankör olan hiçbir kimseyi sevmez.
39 – Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi.
Çünkü onlar zulme mâruz kaldılar.
Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.
Cihada ait emirler şöyle bir sıra dahilinde olmuştur: Hz. Peygamber (a.s.) tebliğ görevini yürütürken ilkin müşriklerden yüz çevirmesi emredildi [15,94]. Sonra güzel mücadele, tatlı münakaşa talimatı verildi [16,125]. Derken bu âyetle zulme karşı savunma savaşına izin verildi. Bundan sonra da düşmanların hücum ve taarruzları şartına bağlı olarak mukabele etme emri verildi.
Daha sonra hürmetli aylar (eşhur-i hurum) geçmek şartıyla cihad kabul edildi
En nihayet mutlak surette cihad farz kılındı. (Reddu’l-Muhtar’dan.)
40 – O müminler ki tamamen haksız yere, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dediklerinden ötürü yerlerinden yurtlarından kovulmuşlardı.
Eğer Allah insanların bir kısmının zararını diğer bir kısmı ile savmasaydı mânastırlar, kiliseler, havralar ve Allah’ın adının çok anıldığı mescidler yıkılır giderdi.
Dinine yardım edene Allah da elbette yardım edecektir. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.
41 – Onlar öyle mükemmel insanlardır ki şayet kendilerine dünyada hakimiyet nasib edersek namazlarını hakkıyla ifa eder, zekâtlarını verir,
iyi ve meşrû olanı yayar, kötülüğü önlerler.
Bütün işlerin âkıbeti elbette Allah’a aittir.
Bu âyet, özellikle iktidarı ellerinde bulunduran müslümanların yaşayışlarında intizam ve istikametin gerekliliğini ifade etmektedir. Namaz ve zekât görevlerinin hemen ardından iyiliği yayma, kötülükleri önleme görevine yer verilmesi, toplumun ahlâk ve nizamını koruyup geliştiren yöneticilerin üstün değerlerini ifade etmektedir.
52 – Senden önce hiç bir resul veya nebî göndermedik ki, halkının hidâyetini umarak gayret gösterdiğinde,
Şeytan onun temennisi hakkında bir vesvese vermek, ümidini kırmak istemesin.
Ama Allah, Şeytanın attığı o vesveseyi giderir,
sonra da âyetlerini sapasağlam, muhkem kılar.
Zira Allah alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
Âyette geçen “temennâ” fiilinin ilk ve meşhur anlamı “arzu ve temenni etmek, ummak” dır. Bu kökten “ümniyye” ise isim olarak temenni edilen şey mânasına gelir. Âyette her iki kelime de bu mânalarda kullanılmışlardır. Her peygamber gibi Hz. Peygamber (a.s.) da halkının hidâyete tâbi olup dünya ve âhiret mutluluğuna erişmelerini arzu ediyordu. Şeytan ise, Hz. Peygamberi ümitsizliğe düşürmek için, ins şeytanlarından dostlarına da onun önüne engeller koymak için vesvese veriyordu.
Risaletin başlangıcında müminler çok az ve işkenceye mâruz olunca, şeytan diğer insanlara da vesvese verip: “Bu din gerçek olsaydı, genel kabule mazhar olurdu. Demek ki Allah da bundan razı değil ki öbür taraf daha fazla” diye vesvese veriyordu. Böylece herkes bir imtihanla karşı karşıya kalıyordu.
Din, zaten aslında bir imtihandır. Mücahede ve aklî muhakeme ile batılı terkedip hakka sarılmakla insan bir değer kazanır. Şeytanın bu vesvesesine karşı, Allah, Resulünün ve müminlerin sebatlarına mükâfat olarak onları teyid edip Peygamberinin tebligatının gerçek olduğunu izhar eder. Hz. Peygamber bile ilk anda vesveseye mâruz kalsa da, “İsmet (Allah’ın risaletini koruması)” vasfı ona karşı çıkıp boşa çıkarır.
Âyetin mânası bu iken, bazıları “temennâ”nın ender kullanılan okuma mânasını almış, Necm suresi ve Garanik uydurma kıssası ile, nesh konusu ile irtibatlandırıp garip bir senaryo ortaya çıkarmışlardır ki Allah da, Resulü de Kur’ân da bundan münezzehtirler.
54 – Ve yine, ilimden nasibi olanların bu Kur’ân’ın senin Rabbin tarafından gönderilen gerçeğin ta kendisi olduğunu iyice anlayıp da
onu bütün kalpleriyle tasdik edip gönülden tazim ederek bağlanmaları içindir.
Elbette Allah iman edenleri dosdoğru yola, isabetli tutuma yöneltir.
56 – O gün hâkimiyet yalnız Allah’ındır.
İnsanlar hakkındaki hükmünü verir.
İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Naim cennetindedirler.
58 – Allah yolunda hicret edenleri,
sonra da bu uğurda öldürülenleri veya ölenleri ise
Allah pek güzel bir tarzda nimetlerine mazhar edecektir.
Allah elbette nimet verenlerin en iyisidir.
59 – O, mutlaka onları memnun olacakları yere yerleştirecektir.
Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, hilim ve şefkati boldur.
60 – İşte böyle… Kim kendisine yapılan haksızlığa karşı misliyle karşılık verdikten sonra yine tecavüze uğrarsa, elbette Allah ona yardım edecektir.
Çünkü Allah afüvdür, gafurdur (affı ve mağfireti boldur).
Kur’ân, şahısların kendilerine karşı yapılan kusurları affetmenin büyük bir fazilet olduğunu bildirir (3, 134). Bunu takvâ sahibi olmanın başlıca şartlarından sayar. Fakat bu âyet, haksızlığa mâruz kalan kimsenin, isterse karşılık verme hakkını da kabul etmektedir. Yalnız bunu, kötülük edene, ettiği kadarıyla karşılık vermenin cevazı ile sınırlamış, daha fazla bir cezaya izin vermemiştir.
61 – Bu böyle… Çünkü Allah öyle sınırsız kudret sahibidir ki gâh gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, gâh geceyi kısaltarak gündüzü uzatır ve çünkü Allah semîdir, basîrdir (her şeyi hakkıyla işitip görmektedir).
“Gecenin karanlığından gündüzün aydınlığını çıkaran Allah, Cahiliye ve inkâr karanlığından adalet aydınlığını da çıkarmaya kadirdir.” Âyette, açık olmasa da, bu mânaya bir ima sezilmektedir.
62 – Bu böyle… Çünkü Allah hakkın, gerçeğin ta kendisidir.
Müşriklerin O’ndan başka yalvardıkları tanrılar ise batılın ta kendisidir ve tam anlamıyla yüce ve büyük olan da ancak Allah’tır.
63 – Görmedin mi ki Allah gökten yağmur indirir de yer yemyeşil oluverir. Alah latiftir, habîrdir (lütfu boldur, her şeyden haberdardır).
Latîf: Letâfet’ten “gizliliklere nüfuz eden”, lutf’dan ise “lütuf ve ihsanda bulunan” anlamına gelir. Latîf isminin tecellisiyle Allah öyle işler takdir eder ki bunlar gerçekleşip gözle görülünceye kadar, hiç kimsenin anlayamayacağı bir gizlilik ve incelikle cereyan eder.
64 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hep O’nundur ve muhakkak ki Allah ganîdir, hamîddir (hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere lâyıktır).
65 – Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi
ve kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi?
Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor.
Gök ancak O’nun izniyle düşebilir.
Çünkü Allah raûfdur, rahîmdir (insanlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir).
Bütün hayvanları, bitkileri, madenleri ve bütün varlıkları Allah insanların hizmetine vermiştir.
68 – Eğer seninle mücadele ederlerse de ki: “Allah sizin yaptıklarınızı pek iyi bilmektedir.”
69 – O büyük duruşma günü, hakkında ihtilaf ettiğiniz konularda aranızdaki nihaî hükmü Allah verecektir.
70 – Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde olan bütün şeyleri bilir?
Bunların hepsi bir kitapta mevcuttur.
Bütün bunlar Allah’a göre pek kolaydır.
71 – Müşrikler Allah’tan başka,
Onun, tanrılıklarına dair hiç bir delil göndermediği
ve kendilerinin de ibadet edilmelerinin cevazı hakkında kesin bilgi sahibi olmadıkları bir takım nesnelere ibadet ediyorlar.
İşte o zalimlerin hiç bir yardımcısı olmayacaktır.
72 – Âyetlerimiz karşılarında açık açık birer delil olarak okunduğunda kâfirlerin yüzündeki inkârcı tavrı hemen farkedebilirsin.
Öyle ki, nerdeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracak olurlar.
De ki: Sizi bundan da beter kızdıracak olan şeyi de bildireyim de görün:
“İşte cehennem! Allah onu kâfirlere vaad etmiş bulunuyor.
Ne kötü bir sondur o!”
73 – Ey insanlar! İşte size bir misal veriliyor, ona iyi kulak verin: Sizin Allah’tan başka yalvardığınız bütün sahte tanrılar güç birliği yapsalar da, bir sinek bile yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapsa, onu dahi kurtarıp geri alamazlar. İsteyen de, kendinden istenilen de, kaçan da kovalayan da ne kadar güçsüz!
Heykel şeklindeki putlar; üzerlerine bulaşan bir yiyeceği almak için konan bir sineğin konmasını bile önleyemezler. Sinek kendilerinden bir şey kapıp götürse onu geri alamazlar. En âciz ve küçük görülen canlılardan birine bile söz ve güç geçiremeyen nesneler nasıl olur da, eşref-i mahlûkat olan insanın ilahı olabilir? Bu, tefsir kitaplarında özetle anlatılan mânadır.
Fakat âyet bir başka yöne daha işaret etmektedir. Allah kâinatı öyle bir sistem halinde yaratmıştır ki, en küçük şey, en büyük şeyle irtibatlıdır. Güneş sistemini kim yaratmış ve yönetiyorsa bir sineği, sineğin vücudundaki gözünü yaratıp o sistem içinde dolaşıp görmesinin ortamını yaratan da O’dur. Mesela bir sineği küçük görerek sistem dışında yaratmaya teşebbüs edenler, onun bedenini dünyanın dört bir yanına dağılmış unsurlardan özel ve hassas terazilerle toplamaya mecbur kalırlar. Kaldı ki o cansız zerreleri toplamak yetmez. Zira sineğin vücudundaki bütün hücreler canlı bir organizma teşkil edip her biri onun yaratılış gayesine göre ayarlı olarak çalışırlar. Maddî sebepler bu neticeyi elde edip o cansız zerrelerden böyle hayat dolu ve kâinat sisteminin bütün unsurlarıyla ilişkilerini ayarlamasını bilen, programlayabilen bir sineği yaratmaları mümkün değildir. İşte Kur’ân bu âyetle: “Bütün maddî sebepler toplansa, onların iradeleri de olsa, bir tek sineğin vücudunu ve o vücudu, cihazlarını, sistemlerini özel bir terazi ile ölçü ile toplayamazlar. Toplasalar da o vücudun gerekli mikdarında durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerreleri, hücreleri düzenli tarzda çalıştıramazlar. Öyleyse bütün güvenilen maddî sebepler, bir sineğe sahip çıkamazlar”
74 – Allah’ı lâyık olduğu tarzda bilemediler. Muhakkak ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.
75 – Allah meleklerden de insanlardan da elçiler seçer. Allah elbette semî ve basîrdir (her şeyi hakkıyla işitir ve görür).
76 – O onların yaptıklarını da yapacaklarını da, olanı da olacağı da bilir. Bütün işler yalnız Allah’a raci olur, onlar hakkındaki nihaî hükmü O verir.
78 – Allah yolunda gereği gibi cihad edin. Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen Odur. Din konusunda, size hiçbir zorluk da yüklemedi. Haydin öyleyse babanız İbrâhim’in milletine ve yoluna! Bundan önce de, bu Kur’ân’da da, size müslüman adını veren O’dur. Ta ki Resul size şahid olsun, siz de diğer insanlar nezdinde Hakkın şahitleri olasınız. Haydi namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O sizin biricik mevlanız, efendinizdir. Ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır O!
Cihad, düşmana karşı bütün gücünü harcamak demek olup üç kısımdır. Birincisi; açıkça kendisini belli etmiş düşman ile yapılan cihad. İkincisi; Şeytan ile yapılan cihad. Üçüncüsü; Nefisle yapılan cihad. Buradaki emir bu üç kısmı da kapsamaktadır. Zira âyette mücahede tabiri kullanılmış olup mukatele (savaşmak) kavramından daha geneldir.
Allah’ın elçisi yeryüzünde Hakkın şahididir. Rabbine olan muazzam iman ve güveni, adalet, takvâ, mükemmel ahlâk örneği olması, yaşayan bir Kur’ân olması ile Allah’ın rızasının tecessüm etmiş şeklidir. Onu gören Hakkı görmüş gibi olur. Kendisinden sonra da müminler bu hususta onu örnek almalıdırlar. Müminlerin hallerine davranışlarına bakanlar, bunda Allah’ın varlığının delillerini, müminlerin de O’nun varlığına ve birliğine şahitliklerini okumalıdırlar. Hülasa hakkıyla cihad yapmanın, dine uymanın ve müslümanlığı yaşamanın nasıl olacağını Peygamber size bizzat gösterip öğretsin. Hakkın şahidi, peşinden gidilecek bir örnek olsun. Siz de ona uymak sûretiyle, bütün insanlar için, Hakkın örnek tutulacak birer şahitleri olasınız.
Mü’minûn-14 – Sonra nutfeyi alakaya (yapışkan döllenmiş hücreye), alakayı mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allahın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün!
23 – Bir zaman, halkını irşad etmesi gayesiyle Nûhu gönderdik de:
“Ey halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet ediniz.
Zira sizin Ondan başka ilahınız yoktur. Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?”
24– Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu, dediler, sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hâkim olmak istiyor.”
“Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, böyle sizin gibi birini göndermez, melaike indirirdi.
28 – “Sen ve beraberinde olanlar gemiye yerleşince de ki: “Bizi o zalim toplumun elinden kurtaran Allah’a hamd-u senalar olsun!”
32 – Onların içinden “Yalnız bir Allah’a ibadet ediniz, zira sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.
Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?” diyen bir Peygamber gönderdik.
38 – “Bu adam, uydurduğu yalanı Allah’a mal eden bir iftiracıdan başkası değildir ve biz hiçbir surette ona inanmayız!”
85 – Elbette: “Allah’ındır” diyeceklerdir. Öyleyse, sen de ki: “Neden aklınızı başınıza almıyorsunuz?” [39,3]
87 – Elbette, “Allah’tır”, diyeceklerdir.
Öyleyse, sen de ki: “İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
89 – Elbette, “Allah’tır” diyecekler.
Sen de ki: Öyleyse nasıl oluyor da büyülenip gerçekten uzaklaşıyorsunuz?”
Cahiliye arapları, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorlardı. Fakat Kur’âna, Hz. Peygamber (a.s.)’a ve âhirete inanmıyorlardı.
91 – “Allah asla evlat edinmedi. O’nun yanısıra hiçbir tanrı da yoktur.
Öyle olsaydı her tanrı kendi yarattıklarını yanına alır ve onlardan biri diğerine üstün gelmeye çalışırdı.
Allah o müşriklerin isnat ve nitelendirmelerinden münezzehtir.”
Öyle olsaydı, öbür tanrıların hâkimiyetlerini menetmeye çalışırdı. Bu yüzden aralarında savaşırlardı.
116 – “Öyleyse artık şu gerçeği bilin ki Allah yüceler yücesidir.
Gerçek hükümran O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur.
Pek değerli Arşın Rabbidir”
117 – O halde, kim tanrılığını ispat edecek hiç bir delili olmamasına rağmen,
Allah’ın yanısıra başka bir tanrıya taparsa, âhirette Rabbinin huzurunda hesabını verecek, cezasını çekecektir.
Şurası muhakkak ki kâfirler asla iflah olmazlar.
Nûr-2 – İmdi, zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, Allah’ın hükmünü uygulama işinde sakın acıma hissi sizi etkisi altına alıp da uygulamayı engellemesin. Hem onların bu cezalandırılmalarında müminlerden bir cemaat da bulunup şahid olsun.
İslâm hukukuna göre, bu ceza, bekârlara ait olup, evli zinakârlara recim uygulanır. Değnek diye çevirilen celde, cild kökünden gelip cilde tesir eden, ete geçmeyecek şekilde vurmadır. Ceza uygulanırken kürk, palto gibi kaba elbiseler çıkarılır, fakat gömlek gibi giyecekler çıkarılmaz.
Cezanın uygulanması, esnasında en az dört kişi bulunmalıdır.
5 – Ama bu iftira suçundan sonra tövbe edip halini düzeltenler bu fâsıklık damgasından kurtulurlar. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir.
6-7 – Kendi eşlerini zina etmekle suçlayıp da buna dair kendileri dışında şahit bulamayan kocalar ise, kendilerinin doğru söylediklerine dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin eder, şahitlik eder, beşinci kere ise, yalancı olması halinde, Allah’ın lânetinin kendi üzerine gelmesini isterler.
8-9 – Hanımının ise, kocasının bu suçlamasında yalancı olduğuna dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşincide ise kocasının doğru söylemesi halinde, Allah’ın gazabının kendi üzerine çökmesini dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır.
10 – Allah’ın sizin hakkınızda lütuf ve merhameti olmasaydı, eğer O Allah, tövbeleri kabul buyuran, yaptığı her iş, verdiği her hüküm hikmetli olan bir zat olmasaydı, müstahak olduğunuz bütün cezaları hemen verir, sizi perişan ederdi.
13 – O iftiracılar dört şahit getirselerdi ya!
Şahitlerini getirmediklerine göre, onlar Allah katında yalancıların ta kendileri olarak tescil edileceklerdir.
14 – Hem dünyada, hem de âhirette Allah’ın lütuf ve merhameti sizinle olmasaydı, daldığınız bu yaygaradan dolayı mutlaka başınıza müthiş bir ceza gelirdi.
15 – O sırada siz o iftirayı dilden dile birbirinize aktarıyor, işin aslına dair hiç bilginiz olmayan sözleri ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz ve bunu basit, önemsiz bir şey sanıyordunuz.
Hâlbuki o, Allah’ın nazarında pek büyük bir vebaldi!
17 – Eğer mümin iseniz, Allah böylesi bir şeyi tekrarlamaktan sizi kesinlikle sakındırıp yasaklıyor.
18 – Ve Allah âyetleri size açık açık bildiriyor. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
19 – Müminler arasında çirkinliklerin yayılmasını arzu eden kimseler için, dünyada da âhirette de gayet acı bir azap vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz.
20 – Eğer Allah’ın sizin üzerinizdeki lütfu ve inayeti olmasaydı
ve eğer Allah pek şefkatli ve merhametli olmasaydı, başınıza müthiş bir azap gelirdi.
21 – Ey iman edenler! Sakın şeytanın izinden gitmeyin.
Her kim şeytanın peşinden giderse bilsin ki o kendisinden hep fena, çirkin ve meşrû olmayan şeyleri yapmasını ister.
Eğer Allah’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı.
Ancak Allah dilediğini temizleyip arındırır.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi kemaliyle bilir.
22 – İçinizden fazilet ve imkân sahibi olanlar, akrabalara, fakirlere, Allah yolunda hicret etmiş olanlara sadaka vermeme hususunda yemin etmesinler.
Affedip müsamaha göstersinler.
Siz de Allah’ın sizi affedip müsamaha göstermesini arzu etmez misiniz?
Allah gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
25 – O gün Allah onlara hak ettikleri karşılığı tam tamına verecek
ve onlar da Allah’ın, gerçeği açıklayan, hakkın ta kendisi olduğunu anlayacaklardır.
28 – Şayet orada hiçbir kimse bulamazsanız size izin verilmeden oraya girmeyiniz.
Eğer size: “Müsait değiliz, geri dönün” denirse dönün.
Bu sizin için daha nezih, daha münasiptir.
Allah yaptığınız her şeyi tamamen bilir.
29 – İçinde oturulmayan fakat sizin faydalanma hakkınız bulunan evlere girmenizde mahzur yoktur.
Ama hiç unutmayın ki Allah açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şeyi bilir.
30 – Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve zinadan korumalarını söyle.
Bu, onlar için en uygun olan davranıştır.
Allah yaptıkları her şeyden hakkıyla haberdardır.
Âyette kısma anlamına gelen “gadd” kelimesi, kısmilik ifade eden “min” edatı ile kullanılmıştır. Kısıtlanan şey erkeklerin kadınlara bakmaları, insanların birbirlerinin edep yerlerine bakmaları veya müstehcen görüntülere bakmalarıdır.
Bir hadis meali: “Namahreme ilk bakış sana ait olup, sorumluluğu yoktur. Ama ikincisi yani bakışı devam ettirmen senin aleyhindedir.” Bakmanın caiz olduğu yerlerden biri: Evlenme niyetiyle birbirini görme sırasında olur. Erkeğin örtmesi farz olan yeri, göbeği ile diz kapağı arasıdır. Kadınınki ise, elleri ve yüzü hariç, baştan aşağı bütün vücududur. Şafîî gibi birçok müçtehide göre yüzü de örtünme yerine dâhildir.
31 – Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini günahtan korumalarını söyle.
Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.
Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler.
Zinet takılan yerlerini kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, mümin kadınlar, ellerinin altında bulunanlar (köleler), erkeklikten kesilip kadınlara ihtiyaç duymayan hizmetçiler veya henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocukları dışında kimseye göstermesinler.
Saklı zinetlerine dikkat çekmek için, ayaklarını da vurmasınlar.
Ey müminler! Hepiniz toptan Allah’a tövbe ediniz ki felaha eresiniz.
Zinetlerden maksat, ya kolye, küpe, bilezik gibi zinetlerin yerleri yahut bizzat zinet eşyalarıdır. Birinci görüş daha ağır basar. Örtülecek yerlerden istisna el, yüz ve ayaklardır. Yüz ile ayakların örtülmesinin farz olduğunu söyleyen âlimler de vardır.
32 – İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden evlenmeye müsait olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderir. Çünkü Allah’ın lütfu geniştir. Her şeyi hakkıyla bilir (ihtiyaçları ve lütfa lâyık olanları da bilir).
Âyetteki emir kipinin farziyet ifade etmediğine karineler vardır. Kesin olan, evlenmenin şahsî bir tasarruf olduğudur. Ancak burada emir, akrabalar, yakını olmayanlar için düşünülür ise yöneticilerin evlendirme konusunda yardımcı olmasının mendup olduğunu gösterir.
33 – Evlenme imkânı bulamayanlar ise, Allah lütfu ile onların ihtiyaçlarını giderinceye kadar iffetli kalmaya çalışsınlar.
Eliniz altındaki köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak isteyenler olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe yapınız. Allah’ın size ihsan ettiği maldan siz de onlara veriniz. Mecburî hizmet bedellerini ödemelerine yardım ediniz.
Dünya hayatının geçici metâını elde etmek için, sakın cariyelerinizi -hele iffetli olmak isterlerse- fuhşa zorlamayın. Her kim onları fuhşa zorlarsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra, Allah kendileri hakkında gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Köle veya cariye efendisine başvurup hürriyetini satın almak istediğini söylerse, efendisi ona ödemesi gereken meblağı bildirip bunu ödemesi halinde hür olacağına dair onunla bir akit imzalar. Bu akde, “mükâtebe” denilir. Bu durumda çalışıp para kazanma imkânı bulması için efendisi ona vakit imkânı da verir. Zekât fonunun sarfedileceği sekiz bölümden biri de “rikab” adı ile bu bölüm olduğundan mükâtibler bu yardımdan da yararlanırlar.
Öte yandan bu âyet, Cahiliye dönemine ait fuhuş evleri işletmesini de kesinlikle ilga etmiştir.
35 – Allah göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun misali, tıpkı içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Lamba bir sırça (cam) içinde, o sırça da sanki parlayan incimsi bir yıldız!
Bu lamba, ne yalnız doğuya, ne de yalnız batıya mensup olmayan kutlu, pek bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur. Bu öyle bereketli bir ağaç ki, nerdeyse ateş değmeden de yağ ışık verir. Işığı pırıl pırıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna iletir. Gerçeği anlamaları için insanlara böyle temsiller getirir. Allah her şeyi bilir.
Nur: “Görmeye vesile olan ışık” veya “Işık kaynağı” anlamına gelir. Bu anlamı ile nur yaratılmış olduğundan, âyetin ilk cümlesi: “Allah, güneş vb. ışık saçan cisimleri yaratmak sûretiyle gökleri ve yeri aydınlatan” veya “Göklerde ve yerde olanları sapıklıktan kurtaran, hidâyete erdiren, aydınlığa çıkaran” diye tefsir edilir. Başka geniş tefsirler de vardır. Hülasa nûr ismi, Allah Teâla hakkında bazı alimlerce mecazî, bazılarınca da hakikî mânada değerlendirilir. Birçok çağdaş müfessir, bu âyetin devamında, başka bazı gerçekler arasında, bir de elektrik ampülüne işaret edildiği kanaatindedirler.
36-37 – O nûra, Allah’ın yükseltilmesine ve içlerinde kutlu isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde (mescidlerde) kavuşulur. Oralarda, sabah akşam O’nun şanını yücelterek tenzih eden öyle yiğitler vardır ki, ne ticaretler, ne alım ve satımlar onları Allah’ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.
Âyetteki “evler” mescitler olarak tefsir edilmekle beraber aynı zamanda “müminlerin evleri” diye de tefsir edilir. Hatta bazı müfessirler bu ikinci izahın ağır bastığı kanaatini taşırlar (Tefhimu’l-Kur’ân). Zira İslâmda ibadet mâbedlerle ve ruhban sınıfı ile sınırlı değildir.
38 – Allah Teâla onlara yaptıklarına karşılık en güzel mükâfatı verecek, onların mükâfatlarını kendi lütfundan artıracaktır.
Allah dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır.
39 – Dini inkâr edenlere gelince:
Onların işleri düz, ıssız bir çöldeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder.
Nihayet onun yanına varınca su namına hiçbir şey bulamaz… Fakat Allah’ı bulur.
O da onun hesabını tam tamına görür. Zira Allah hesabı pek çabuk görür.
40 – Yahut o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları derin bir denizdeki yoğun karanlıklara benzer.
Öyle bir deniz ki onu, dalga üstüne dalga kaplıyor…
Üstünde de koyu bulut.
Üst üste binmiş karanlıklar…
İçinde bulunan insan, elini uzatsa nerdeyse kendi elini bile göremiyor.
Öyle ya, Allah birine nûr vermezse artık onun hiçbir nûru olamaz.
41 – Baksana göklerde olan, yerde olan herkes, kanatlarını çarparak uçan dizi dizi kuşlar, hep Allah’ı tesbih ederler.
Onlardan her biri kendi duasını ve tesbihini pek iyi bellemiştir. Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilir.
42 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Bütün işler O’na götürülür, hüküm O’nun kapısından çıkar.
43 – Baksana, Allah bulutları sevkediyor, sonra onları bir araya getirip üst üste yığıyor.
İşte görüyorsun ki bunların arasından yağmur çıkıyor.
O gökten, oradaki dağlar büyüklüğünde bulutlardan dolu indirir de onunla dilediğini vurur, dilediğini de ondan korur.
Bu bulutların şimşeğinin parıltısı nerdeyse gözleri alıverecek!
44 – Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürüyor, sürelerini uzatıp kısaltıyor. Elbette bunda görebilenler için alınacak bir ders vardır.
45 – Allah her canlıyı sudan yarattı. Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür.
Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah her şeye kadirdir.
46 – Gerçekten Biz hükümlerimizi açıklayan âyetler indirdik.
Allah dilediği kimseyi doğru yola hidâyet eder.
47 – Çünkü niceleri: “Biz Allah’a ve Resulüne inandık ve itaat ettik” derler de sonra onlardan bir kısmı, buna rağmen geri dönerler. İşte bunlar mümin değildirler.
48 – Aralarında hükmetmesi için Allah’ın ve Resulünün hükmüne dâvet edildiklerinde, bir de bakarsın onlardan bir kısmı yüz çeviriyor!
50 – Sahi, kalplerinde bir inkâr hastalığı mı var bunların?
Yoksa imanda şüpheye mi düştüler yahut Allah’ın ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe ediyorlar?
Doğrusu, asıl zalimler hem de kendi kendilerine haksızlık edenler, onların ta kendileridir!
51 – Haklarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Resulüne dâvet edilen müminlerin söyledikleri tek söz:
“Hay hay! Başüstüne!” demek olmuştur. İşte felaha erenler onlar olacaklardır.
Gerçek müminin başlıca özelliği, karşı karşıya kaldığı her durumda Allah’ın rızasını gözetmek,
Allah ve Resulünün Kur’ân ve hadislerde varid olan hükümlerine gönül rızası ile uymaktır.
Aksine davranış münafıkların vasfıdır.
52 – Kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’ı tazim edip O’na karşı gelmekten sakınırsa,
işte ebedî başarı ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.
53 – Senin kendilerine emretmen halinde hicret etmeye veya savaşa çıkacaklarına dair vargüçleriyle yemin billâh ettiler.
“Yemine ne hacet!” de, “Yemin etmeyin, sizden istenen makul bir itaattır.
Elbette Allah yaptığınız ve yapacağınız her şeyi bilir”
54 – De ki: “Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin.
Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden,
siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz.
Ama ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.
Yoksa, peygamberin görevi, açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.”
55 – Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak vaad buyurur ki:
Daha önce müminleri dünyada hâkim kıldığı gibi kendilerini de hâkim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir.
Çünkü onlar, yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi Bana şerik yapmazlar.
Artık bundan sonra kim küfrana saparsa, işte onlar yoldan çıkıp Allah’a karşı gelmiş olurlar.
58 – Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle ve hizmetçileriniz ile
içinizden henüz bülûğa ermemiş çocuklarınız,
odanıza girmek için şu üç vakitte sizden izin istesinler:
Sabah namazından önce, öğle vakti istirahat için elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve bir de yatsı namazından sonra.
İşte bu üç vakit, mahremiyet vakitlerinizdir.
Ama bunların dışında izinsiz girmelerinde ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur.
Çünkü sizin birbirinizin yanına girip çıkmanız kaçınılmazdır.
İşte Allah size âyetlerini böylece açıklar.
Gerçekten Allah, alim ve hakîmdir (her şeyi kemaliyle bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
59 – Çocuklarınız büluğa erdiklerinde ise, kendilerinden büyük olanları nasıl izin istiyorlardı ise,
odanıza girmek için her vakitte izin istesinler.
İşte Allah size âyetlerini böylece açıklar.
Çünkü Allah her şeyi kemaliyle bilir, her hükmü yerinde açıklar.
60 – Evlenme arzu ve ümidi kalmamış olan ihtiyar kadınların, zinet yerlerini teşhir etmeksizin, dış giysilerini çıkarmaları, günah değildir.
Bununla beraber sakınmaları, kendileri yönünden daha iyidir.
Allah her şeyi işitir, gizli âşikâr her şeyi mükemmelen bilir.
61 – Görme özürlü, topal veya hasta gibi özürlülerin
sizin evlerinizden yemek yemelerinde mahzur olmadığı gibi,
sizin de eşlerinize yahut çocuklarınıza ait evlerinizden,
babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden,
erkek kardeşlerinizin, kız kardeşlerinizin evlerinden,
amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden
yahut anahtarları size bırakılmış sahip çıkmanız istenen yerlerden
veya arkadaşlarınızın evlerinden yemek yemenizde mahzur yoktur.
İster toplu, ister ayrı ayrı yemenizde de sakınca yoktur.
Evlerinize girdiğiniz zaman Allah katından kutlu, feyizli ve bereketli bir iyi dilek temennisi olarak birbirinize selam verin.
İşte Allah size âyetlerini böylece açıklıyor.
Umulur ki düşünüp hikmetini anlarsınız.
Sefere çıkanlar, savaş gazilerine, yaralılara ve özürlü fakir kimselere evlerine sahip çıkmaları için evlerini teslim ederlerdi. Bunlar da çekindiklerinden dolayı, o evlerden yiyip içmezlerdi. Bunun mübahlığı böylece kesinleştirilmiş olmaktadır.
62 – Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki
Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler.
Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.
İslâm toplumunu ilgilendiren önemli meselelerin görüşüldüğü yere gitmek ve oradaki yetkilinin izni olmadıkça ayrılmamak bir vecibedir. Hayatî bir mazeret olmadıkça izin taleb etmek caiz görülmediği gibi mazereti kabul edip etmemek de Hz. Paygamber (a.s.) ile İslâm toplumunun yöneticilerinin takdirindedir.
63 – Resulullahın sizi çağırmasını, sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın.
Allah elbette sizden birbirini siper edinerek sıvışıp gidenleri bilir.
Öyleyse Peygamberin emrine aykırı hareket edenler başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gayet acı bir azap gelmesinden korkup çekinsinler.
Resulullahın çağrısına uymak farzdır. Onun duasına Allah Teâla icabet buyurur. Dolayısıyla ihtimamla itaat gerekir. Âyet aynı zamanda şunu da ifade eder: Müminler, Hz. Peygambere hitab eder veya ondan bahsederken sadece ismini zikretmekle kalmayıp onun nübüvvet makamını ifade eden “Resulullah”, “Resul-i Ekrem”, “Peygamber Efendimiz” gibi bir vasfını söylemelidirler. Ayrıca ona salat-ü selam getirmelidirler.
64 – Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. O şu anda içinde bulunduğunuz durumu da pek iyi biliyor. İnsanların kendi huzuruna götürülecekleri büyük duruşma günü, yapmış oldukları şeyleri tek tek kendilerine bildirip karşılığını verecektir. Allah her şeyi pek iyi bilir.
Furkan-17 – Gün gelir, Allah müşriklerle, onların Allah’tan başka ibadet ettikleri putları diriltip bir araya toplar ve:
“Siz mi, der, saptırdınız bu kullarımı, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?”
41 – Seni gördüklerinde mutlaka seni alaya alır ve:
“Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu şahıs mı imiş!
Bula bula bunu mu bulmuş?” derler.
55 – Buna rağmen bir kısım insanlar, kendilerine, tapmaları halinde fayda, tapmamaları halinde zarar veremeyen birtakım şeyleri tanrılaştırıp, Allah’tan başka onlara ibadet ettiler.
Zaten kâfir, Rabbine karşı hep batıla arka çıkar.
68 – Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.
Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler.
Zina etmezler.
Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.
70 – Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır.
Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.
Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
71 – Kim Allah’a tövbe edip, güzel ve makbul işler yaparsa, gereğince tövbe eden işte odur.
Şuarâ-89 – O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allah’a teslim ettiği selim bir gönül olur.
93 – Ve onlara: “Nerede o, Allah’tan başka taptıklarınız?
97-“Vallahi de, tallahi de biz besbelli bir sapıklık içinde imişiz!”
108 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
110 – Haydi öyleyse! Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.”
126 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
131 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
144 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
150 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
163 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
179 – Öyleyse Allah’a karşı gelmekten sakının da bana itaat edin.
213 – Öyleyse sakın, Allah ile beraber başka tanrıya yalvarma, sonra azaba mâruz kalanlardan olursun.
217 – Sen o aziz-u rahîm olan Allah’a (o mutlak galip ve geniş rahmet sahibine) güvenip dayan.
Neml-8 – Oraya varır varmaz birden şöyle nida edildi. “Ateş mahallinde ve çevresinde bulunan kimselere feyiz ve bereket verildi. Âlemlerin Rabbi olan Allah yüceler yücesidir, bütün noksanlardan münezzehtir.”
Nidanın tamamlanmasından sonra son “Sübhanallah” cümlesi, olayın büyüklüğüne hayret uyandırmakla beraber, Allah hakkında benzetme hatasına düşmemek içindir.
9 – “Dinle Mûsâ! Ben, her şeye kadir, mutlak galip, her işi hikmetle dolu olan gerçek İlah olan Allah’ım.
15 – Biz Davud’a ve Süleyman’a ilim verdik. Onlar da: “Bizi mümin kullarının çoğuna üstün kılan Allah’a hamd olsun” dediler.
24 – Ne var ki onun da halkının da Allah’ı bırakıp güneşe ibadet ettiklerini gördüm.
Anlaşılan şeytan yaptıkları bu kötü işleri kendilerine güzel göstermiş ve onları yoldan çıkarmış, bu yüzden de hak yolu bulamıyorlar.
25 – Hâlbuki göklerde ve yerde gizli olan her şeyi açığa çıkaran, sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bilen Allah’a secde ve ibadet etmeleri gerekmez mi?
26 – Hâlbuki o en geniş hükümranlığın ve o en büyük Arşın Rabbi olan Allah’tan başka ilah yoktur.
36 – Elçi Süleyman’a gelince o, elçiye: “Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Oysa Allah’ın bana verdiği nimetler sizin verdiğinizden daha hayırlıdır. Ama siz hediyenizle böbürlenirsiniz” dedi.
Allah’ın verdiği şeyler sadece dünyevî servet olmayıp, ona ilaveten iman, ilim, hikmet gibi faziletlerdir.
43 – Öteden beri Allah’tan başka taptığı putlar, tevhid dinine girmesini engellemişti. Çünkü o kâfir bir millete mensup idi.
44 – Kıraliçeye: “Buyurun, saraya girin” denildi. Sarayın eyvanını görünce, zemininde engin ve duru su olduğunu zannedip eteğini yukarı çekti. Süleyman: “Bu, sırçadan yapılmış şeffaf bir saraydır.” Kraliçe:
“Ya Rabbî, dedi, Ben Sen’den başkasına ibadet etmekle kendime zulmetmişim,
şimdi ise Süleymanla birlikte alemlerin Rabbine teslim oluyorum.”
45 – Bir vakit Biz Semud halkına da, yalnız Allah’a ibadet edin diye çağrıda bulunmak için kardeşleri Salih’i gönderdik.
Çok geçmeden onlar birbiriyle çekişen iki bölük oluverdiler.
46 – “Ey halkım!” dedi, “İyiliği bırakıp da neden kötülüğün çarçabuk gelmesini istiyorsunuz.
Niçin, merhametine nail olmak ümidiyle Allah’tan af dilemiyorsunuz?”
47 – “Biz” dediler, “senin ve sana bağlı olanların yüzünden uğursuzluğa uğradık.”
Salih: “Uğursuzluk dediğiniz şey Allah katında takdir edilmiştir.
Doğrusu siz imtihana tutulan bir toplumsunuz” diye cevap verdi.
49 – Allah’a yemin ederek aralarında şöyle anlaştılar:
“Geceleyin ona ve yakınlarına baskın yapıp hepsini öldürür,
Sonra da sahip çıkan akrabalarına yakınlarının öldürülmesi esnasında hazır bulunmadığımızı bildirir ve biz gerçekten doğru söylüyoruz deriz.”
59 – De ki: “Hamd olsun Allah’a, selam olsun seçtiği kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa Ona ortak saydıkları şeyler mi?
Burada Lût’un (a.s.) ikinci hitabesi başlıyor. Önce müminlere ilahî görgü kurallarından biri öğretilmek üzere, önemli konuşmalarına Allah’a hamd ve seçkin kullarına selam vererek başlamaları öğretiliyor.
Hz. Peygamber (a.s.) bu ayetin son cümlesini okuduktan sonra cevap olmak üzere: “Hayır, Allah hayırlıdır, bakidir, yücedir ve uludur” derdi.
60 – O nesneler mi üstün, yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gökten sizin için su indiren mi?
Öyle bir su ki Biz onun sayesinde gözleri gönülleri açan pek güzel bahçeler bitirmekteyiz.
Hâlbuki siz onun bir tek ağacını bile bitiremezdiniz.
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette olmaz! Ama onlar haktan sapan bir gürûhtur.
61 – O nesneler mi üstün, yoksa yeri oturmaya elverişli kılan,
içinden yer yer ırmaklar akıtan ve oraya sağlam dağlar yerleştiren
ve iki denizin arasına bir engel koyan Allah mı?
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette olmaz! Ama onların çoğu bu gerçeği anlamıyorlar.
62 – O nesneler mi üstün yoksa, çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın duasını kabul edip sıkıntısını gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı?
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette olmaz! Ne de az düşünüyorsunuz!
63 – O nesneler mi üstün yoksa size karanın ve denizin karanlıklarında yol gösteren ve rahmetinin müjdecisi olarak rüzgarları gönderen mi?
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette olmaz! Allah, müşriklerin şirk koşmalarından münezzehtir.
64 – O nesneler mi üstün yoksa mahlûkları ilkin yaratan, sonra da tekrar hayat veren
ve sizi gerek gökten gerek yerden rızıklandıran mı?
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur?
Elbette olmaz! De ki: “Şerik iddianızda samimi iseniz delilinizi gösteriniz”
Bu son bölümdeki ayetler sadece müşriklerin batıl inançlarını çürütmekle kalmıyor. Allah’ı inkâr edenlerin de iddialarını çürütüyor. Bulutların teşkil edilmesi, yağmurun damla damla ihtiyaç miktarı gönderilmesi, aynı toprak ve su ile beslenen ve esas yapıları aynı maddelerden oluşan tohum ve çekirdeklerden çok değişik binlerce çeşit bitkinin çıkarılması, onların çiçekleri, renkleri, desenleri, meyveleri, kokuları ile sergiledikleri ilim, hikmet, kudret ve san’at; yaratılışın, başlangıcından beri makrokozmoz ve mikrokozmoz evrendeki sistemlerde devam eden aksaksız nizam, azıcık aklı olanlara dahi bu nizamın sahibi tek Allah’ı tanıtmaktadır. Ayetler, insanı bu kabil tefekküre yöneltmektedir.
65 – De ki: “gerek göklerde gerek yerde olanlardan hiç kimse gaybı bilemez, gaybı yalnız Allah bilir.”
Dolayısıyla, onlar ne zaman diriltileceklerini de bilemezler.
79 – O halde yalnız Allah’a güven, çünkü tuttuğun yol gerçekliği meydanda olan hak yoludur.
87 – Gün gelecek sûra üflenecek, Allah’ın dilediği dışında, göklerde ve yerde olan herkes müthiş bir korkuya kapılacak.
Hepsi boynu bükük vaziyette O’nun huzuruna varacaklar.
88 – Bir de o dağları görür, donuk ve hareketsiz sanırsın;
Oysa onlar bulutun yürüdüğü gibi yürümektedirler.
İşte bu, her şeyi muhkem ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır.
Muhakkak ki O, sizin yaptığınız her şeyden haberdardır.
93 – De ki: “Hamd O Allah’a olsun ki size er geç alametlerini gösterecek
siz de onları tanıyacaksınız. Senin Rabbin, sizin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
Kasas-13 – Böylece onu annesine kavuşturduk ki gözü aydın olsun, tasalanmasın ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu, fakat insanların çoğunun bunu anlamadıklarını öğrensin.
27 – Babaları ona: “Kızlarımdan birini seninle evlendirmek istiyorum.
Buna karşılık sen de sekiz yıl yanımda çalışırsın; şayet süreyi on yıla çıkarırsan, o da senin ikramın olur. Ben seni zahmete sokmak istemem. İnşaallah benim dürüst bir insan olduğumu göreceksin.”
28 – Mûsa: “Bu seninle benim aramızdaki bir sözleşmedir.
Bu iki müddetten hangisini yerine getirirsem buna itiraz edilemez.
Yaptığımız bu sözleşmeye Allah da şahit olsun.” dedi.
30 – Oraya varınca kutlu mekândaki vâdinin sağ tarafında bulunan ağaçtan şöyle nida edildi:
“Ey Mûsa! Rabbülalemin olan Allah Ben’im.”
49 – De ki: Bu iddianızda tutarlı iseniz, bu iki kitaptan daha doğru, daha mûteber olup, Allah tarafından gelmiş olan başka bir kitap gösterin ona tâbi olayım!”
50 – Eğer senin bu dâvetini kabul etmezlerse, bil ki onlar sadece heva ve heveslerine uymaktadırlar. Halbuki Allah tarafından bir delil olmaksızın kendi heva ve hevesine tâbi olandan daha şaşkın ve sapkın kimse olabilir mi?Allah, zulmü kendine meslek edinen kimseleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.
56 – Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin, lâkin ancak Allah dilediğini doğruya ulaştırırO, hidâyete gelecek olanları pekiyi bilir.
60 – Size verilen nimetler, geçici dünya metâı, dünyanın süsüdür. Allah’ın size sakladığı âhiret mükâfatı ise daha hayırlı, daha devamlıdır. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?
68 – Senin Rabbin dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların ise seçme hakları yoktur. Allah, onların uydurdukları şeriklerden münezzehtir, yücedir.
Müfessirlerin ekserisi böyle anlarken, Taberî ile Zemahserî söyle mâna verirler: “Senin Rabbin diledigini yaratir ve insanlar için en iyi olani seçer.”
70 – O’dur Allah. O’ndan başka yoktur İlah.Başta da sonda da, dünyada da âhirette de bütün hamdler, güzel övgüler O’nadır.Hüküm yetkisi O’nundur.Sonunda varacağınız yer de O’nun huzurudur.
71 – De ki: “Söyleyin bakalım, eğer Allah geceyi ebedî olarak uzatıp kıyamete kadar karanlık yapsa, Allah’tan başka size gündüzü getirecek tanrı var mıdır? Hâlâ dinleyip kabul etmeyecek misiniz?”
72 – De ki: “Söyleyin bakalım! Gündüzü ebedî olarak uzatıp kıyamete kadar gündüz yapsa, Allah’tan başka, koynunda istirahat edip sükûnet bulacağınız geceyi getirecek tanrı var mıdır? Hâlâ gerçeği görmeyecek misiniz?”
75 – O gün her ümmetten birer şahit çıkarırız. Resulleri yalancı sayanlara da:“Haydi bakalım, varsa delilinizi ortaya koyun!” deriz. O zaman onlar, hak ve hakikatin Allah’a ait olduğunu kesinlikle anlar ve uydurdukları tanrılar ise ortada görünmez olur.
76 – Yoldan sapanlardan biri olan Karun da Mûsa’nın ümmetinden olup onlara karşı böbürlenerek zulmetmişti. Ona hazineler dolusu öyle bir servet vermiştik ki o hazinelerin anahtarlarını bile güçlü kuvvetli bir bölük zor taşırdı. Halkı ona: “Servetine güvenip şımarma, böbürlenme! Zira Allah böbürlenenleri sevmez!” demişti.
77 – “Allah’ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî âhiret yurdunu mâmur etmeye gayret göster, ama dünyadan da nasibini unutma! (ihtiyacına yetecek kadarını sakla).Allah sana ihsan ettiği gibi sen de insanlara iyilik et, sakın ülkede nizamı bozma peşinde olma! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”
78 – Karun “Ben bu servete ilmim ve becerim sayesinde kavuştum.” dedi. Peki şunu da bilmiyor muydu ki Allah, daha önce kendisinden daha güçlü ve serveti daha fazla olan kimseleri helâk etmişti? Ama suç işlemeyi meslek edinen sicillilere artık suçları hakkında soru sorulmaz.
80 – Âhirete dair ilimden nasibi olanlar ise:“Yazıklar olsun size! Bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? Oysa iman edip güzel ve makbul işler yapanlara Allah’ın cennette hazırladığı mükâfat elbette daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler nail olur.”
81 – Derken Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçiriverdik. Ne yardımcıları Allah’a karşı kendisine yardım edip, onu kurtarabildi, ne de kendi kendisini savunabildi.
82 – Daha dün onun yerinde olmaya can atanlar bu sabah şöyle dediler:“ Vah bize! Meğer Allah dilediği kimsenin rızkını bol bol verir, dilediğinin rızkını kısarmış! Şayet Allah bize lütfedip korumasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vah vah! Demek ki gerçekten kâfirler iflah olmazmış!”
87 – Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, sakın onlardan seni hiç kimse vazgeçirmesin. Sen insanları Rabbine ibadet etmeye dâvet et ve sakın müşriklerden olma!
88 – Allah ile beraber başka hiçbir ilaha yalvarma! Ondan başka ilah yoktur. O’nun vechi (zatı) hariç, her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve hepiniz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.
Ankebut-3- Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmisizdir. Elbette Allah, dogrulari ortaya çikaracak, yalancilari da mutlaka ortaya koyacaktir.
5- Her kim Allah’a kavusmayi umuyorsa bilsin ki, Allah’in tayin ettigi o vakit elbette gelecektir. O her seyi isiten ve bilendir.
6- Cihad eden ancak kendisi için cihad etmis olur. Süphesiz Allah, âlemlerden müstagnidir.
10- Insanlardan kimi vardir ki, “Allah’a inandik” der; fakat Allah ugrunda eziyete ugratildigi zaman, insanlarin iskencesini Allah’in azabi gibi tutar. Hâlbuki Rabbinden bir yardim gelecek olsa, mutlaka, “Dogrusu biz de sizinle beraberdik” derler. Acaba Allah, herkesin kalbindekileri en iyi bilen degil midir?
11- Allah, elbette (O’na gönülden) iman edenleri de, ikiyüzlüleri de bilir.
16- Ibrahim’i de gönderdik. O kavmine söyle demisti: “Allah’a kulluk edin, O’na karsi gelmekten sakinin. Eger bilmis olsaniz bu sizin için daha hayirlidir.”
17- “Siz Allah’i birakip sadece birtakim putlara tapiyor, asilsiz sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah’i birakip da taptiklariniz, size rizik veremezler. O halde rizki Allah katinda arayin. O’na kulluk edin. Ancak O’na döndürüleceksiniz.”
19- Allah’in mahlûkunu ilk bastan nasil yarattigini, sonra bunu tekrarladigini görmediler mi? Süphesiz bu, Allah’a göre kolaydir.
20- De ki: “Yeryüzünde gezip dolasin da, Allah ilk bastan nasil yaratmis bakin. Iste Allah bundan sonra (ayni sekilde) ahiret hayatini da yaratacaktir.” Gerçekten Allah her seye kadirdir.
22- Siz ne yeryüzünde, ne de gökte (Allah’i) aciz birakamazsiniz. Allah’tan baska bir dost ve yardimci da bulamazsiniz.
23- Allah’in âyetlerini ve O’na kavusmayi inkâr edenler var ya, iste onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmislerdir ve onlar için acikli bir azab vardir.
24- Kavminin (Ibrahim’e) cevabi ise, “Onu öldürün, yahut yakin!” demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu atesten kurtardi. Dogrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardir.
25- (Ibrahim onlara) dedi ki: “Siz, sirf aranizdaki dünya hayatina has muhabbet ugruna Allah’i birakip birtakim putlar edindiniz. Sonra kiyamet günü (geldiginde) ise, kiminiz kiminizi tanimayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacaginiz yer cehennemdir. Ve hiç yardimciniz da yoktur.”
29- “(Bu ilâhî ikazdan sonra) siz, ille de erkeklere yaklasacak, yol kesecek ve toplantilarinizda edepsizlik yapacak misiniz?” Kavminin cevabi ise, söyle demelerinden ibaret oldu: “Dogru söyleyenlerden isen Allah’in azabini getir bize!”
36- Medyen’e de kardesleri Suayb’i gönderdik ve Suayb, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, ahiret gününe ümit baglayin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karisiklik çikarmayin!” dedi.
40- Nitekim onlardan herbirini günahlari sebebiyle suç üstü yakaladik: Kiminin üzerine taslar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladi, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda bogduk. Allah onlara zulmetmiyor, asil onlar kendilerine yazik ediyorlardi.
41- Allah’tan baska dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümcegin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürügü süphesiz örümcek yuvasidir. Keske bilselerdi.
42- Allah, onlarin kendisini birakipta hangi seye yalvardiklarini süphesiz ki bilir. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.
44- Allah gökleri ve yeri hak olarak yaratti. Süphesiz bunda, iman edenler için bir nisane bulunmaktadir.
45- Sana vahyedilen Kitabi oku ve namazi kil. Muhakkak ki namaz hayasizliktan ve kötülükten alikoyar. Allah’i anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptiklarinizi bilir.
50- “Ona Rabbinden (baskaca) mucize indirilmeli degil miydi?” derler. Cevaben de ki: “Mucizeler ancak Allah’in katindadir. Ben ise sadece apaçik bir uyariciyim.”
52- De ki: Benimle sizin aranizda sahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batila inanip inkâr edenler var ya, iste ziyana ugrayacaklar onlardir.
60- Nice hayvanlar var ki, rizkini (biriktirip yaninda) tasimiyor. Çünkü onlarin da, sizin de rizkinizi Allah veriyor. O, her seyi isitir ve bilir.
61- Andolsun ki onlara, “Gökleri ve yeri yaratan, günesi ve ayi buyrugu altinda tutan kimdir?” diye sorsan “Allah” derler. O halde nasil (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
62- Allah, kullarindan diledigine rizki bol bol verir, diledigine de kisar. Süphesiz Allah, her seyi hakkiyla bilendir.
63- Andolsun ki onlara, “Gökten su indirip, onunla ölümünün ardindan yeryüzünü canlandiran kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah ” derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah’a mahsustur. Fakat çoklari akillarini kullanmazlar.
65- Baksana, gemiye bindikleri zaman, dini yalniz O’na has kilarak (ihlâsla) Allah’a yalvarirlar. Fakat onlari salimen karaya çikarinca, bir bakarsin ki, (Allah’a) ortak kosmaktadirlar.
67- Çevrelerinde insanlar kapilip götürülürken (öldürülürken, ya da esir edilirken), bizim (Mekke’yi) güven içinde kudsî bir yer yaptigimizi görmediler mi? Hâlâ batila inanip Allah’in nimetine nankörlük mü ediyorlar?
68- Allah’a karsi yalan uyduran, yahut kendisine hak gelmisken onu yalan sayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?
69- Ama bizim yolumuzda cihad edenleri, elbette kendi yollarimiza eristirecegiz. Hiç süphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.
Rûm-4- (Bu da) birkaç yil içinde (olacaktir). Onlarin bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah’indir ve o gün müminler, sevineceklerdir.
5- (Bu da) Allah’in yardimiyla (olacaktir). Allah diledigine yardim eder, galip kilar. O çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
6- Allah’in vaadi budur. Allah, vaadinden caymaz. Fakat insanlarin çogu bilmezler.
8- Kendi içlerinde hiç düsünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasinda bulunan her seyi ancak hak ile ve belirlenmis bir süre için yaratmistir? Gerçekten insanlarin çogu, Rablerine kavusmayi inkâr etmektedirler.
9- Onlar, yeryüzünde gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonu nasil olmus baksinlar? Onlar, kendilerinden daha güçlüydüler. Topragi sürmüsler ve onu, bunlarin imar ettiklerinden daha çok imar etmislerdi. Onlara da peygamberleri delillerle gelmislerdi. Demek Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlardi.
10- Sonra o kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu. Çünkü onlar, Allah’in âyetlerini yalan saydilar ve onlarla alay ediyorlardi.
11- Allah yaratmayi ilkin yapar, sonra da çevirir, onu yeniden yapar. Sonra hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.
17- O halde aksama girdiginiz zaman da, sabaha girdiginiz zaman da tesbih Allah’indir. (daima O, tesbih edilir).
29- Fakat zulmedenler, bilgisizce hevalarina uydular. Artik Allah’in sasirdigini kim yola getirebilir? Onlarin yardimcilari da yoktur.
30- O halde yüzünü, Allah’i bir taniyarak dine, Allah’in insanlari üzerine yaratmis oldugu fitratina dogrult. Allah’in yaratisinda degisiklik bulunmaz. Dosdogru din budur. Fakat insanlarin çogu bilmezler.
37- Onlar görmediler mi ki, Allah diledigi kimseye rizki serer ve daraltir. Süphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için ibretler vardir.
38- O halde akrabaya da hakkini ver, yoksula da, yolcuya da… Bu, Allah’in rizasini dileyenler için daha hayirlidir. Kurtulusa erecek olanlar da iste onlardir.
39- Insanlarin mallari içinde artsin diye verdiginiz faiz, Allah yaninda artmaz. Allah’in rizasini dileyerek verdiginiz zekata gelince, iste onlar, mallari kat kat artmis olanlardir.
40- Allah, O’dur ki, sizi yaratti, sonra da size rizik verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Hiç sizin ortak kostuklarinizdan, bunlardan birini yapacak olan var mi? Allah, onlarin ortak kostuklarindan münezzeh ve yücedir.
43- Allah’tan geri çevrilmesine hiçbir çare olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdogru, sabit dine çevir. O gün (gelince) insanlar birbirlerinden ayrilirlar.
48- Allah O’dur ki, rüzgarlari gönderir de bir bulut savururlar. Derken onu gökyüzünde nasil dilerse öyle serer, parça parça da eder. Derken yagmuru görürsün, aralarindan çikar. Derken onu kullarindan kimlere diliyorsa döküverdi mi derhal yüzleri güler.
50- Simdi bak Allah’in rahmetinin eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasil diriltiyor? Süphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir. O her seye kâdirdir.
54- Allah O’dur ki, sizi güçsüz olarak yaratir, sonra güçsüzlügün arkasindan kuvvet verir. Sonra kuvvetin arkasindan yine güçsüzlüge ve ihtiyarliga getirir. O diledigini yaratir. Ve O, her seyi bilir, her seye gücü yeter.
56- Kendilerine ilim ve iman verilenler de söyle diyecekler: “Andolsun ki, Allah’in kitabinda takdir edilmis olan tekrar dirilme gününe kadar kaldiniz. Iste bu, dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz.
59- Iste bilmeyenlerin kalblerini Allah böyle mühürler.
60- Simdi sen sabret. Çünkü Allah’in vaadi mutlaka haktir. Sakin imani saglam olmayanlar seni hafiflige sevketmesinler.
Lokman-6 – Öyle insanlar vardır ki hiçbir delile dayanmaksızın, halkı Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için laf eğlencesi satın alırlar.
İşte onları zelil ve perişan eden bir azap vardır.
9 – Ebedî kalmak üzere oralara girerler;
Allah’ın vaadi haktır, gerçektir. O, azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
11 – İşte bunlar Allah’ın yarattıklarıdır. Peki, gösterin bakalım O’ndan başkası ne yaratmış! Doğrusu, o zalimler besbelli bir sapıklık içindedirler.
12 – Biz Lokmana “Allah’a şükret” diye hikmet verdik.
Kim şükrederse kendisi için şükreder.
Kim nankörlük ederse bilsin ki Allah müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.
13 – Lokman oğluna nasihat ederken: “Evladım! dedi, sakın Allah’a eş, ortak uydurma. Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür.”
16 – “Evladım, yapılan iş; bir hardal tanesi kadar küçük de olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, yahut göklerin veya yerin herhangi bir noktasında bile bulunsa, mutlaka Allah onu meydana çıkarır.
Allah öyle latîf, öyle habîrdir (ilmi gizliliklere pek kolay bir tarzda nüfuz eder).
18 – Kibirli davranarak insanlara yüzünü dönme, yerde çalımlı çalımlı yürüme!
Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez.
20 – Görmüyormusunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş.
Görünen görünmeyen bunca nimete sizi garketmiş?
Yine de, öyle insanlar var ki hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.
21 – Kendilerine: “Gelin, Allah’ın indirdiği buyruklara uyun” denilince:
“Hayır, biz babalarımızdan ne görmüşsek onu uygularız, sadece onlara uyarız” derler.
Peki şeytan atalarını o harlı ateş azabına çağırmış olsa da mı onların peşinden gidecekler?
22 – Kim etrafına hep iyi davranarak yüzünü ve özünü Allah’a teslim ederse o kimse en sağlam tutamağa sarılmıştır.
Bütün işlerin sonu Allah’a raci olur. Kararlar onun divanından çıkar.
23 – Her kim de dini inkâr ederse, onun küfrü seni üzmesin.
Sonunda Bize dönecekler ve Biz de onlara yaptıkları her şeyi bir bir bildirip karşılığını vereceğiz.
Allah kalplerden geçen düşünceleri dahi bilir.
“Bildireceğiz” demekten maksat, yaptıkları bütün kötülükleri bildirip onların ikrarlarını almaktır.
25 – Şayet onlara: “Gökleri ve yeri yaratan kimdir?” diye soracak olursan, elbette “Allah’tır” diye cevap vereceklerdir.
De ki: “el-Hamdü lillah! ki müşrikler bile O’nu inkâr edememektedirler.
Fakat onların ekserisi bunun anlamını bilmezler (yani o müşrikler bu itiraflarıyla, çelişki içine girdiklerini fark etmezler).”
26 – Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ındır. Muhakkak ki Allah müstağnîdir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü övgüye lâyıktır).
27 – Eğer Allah’ın kelimelerini yazmak üzere, dünyadaki bütün ağaçlar, kalem olsaydı ve denizlere de yedi deniz daha katılıp bütün onlar da mürekkep olsaydı, bunlar tükenir yine de Allah’ın sözleri tükenmezdi.
Allah, öyle azîz, öyle hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
28 – Ey insanlar! Sizin hepinizi yaratmak veya hepinizi öldükten sonra diriltmek bir tek kişiyi diriltmek gibidir. Allah semîdir, basîrdir (her şeyi hakkıyla işitir ve görür).
29 – Bilmiyor musun ki Allah geceyi gündüze katıyor, gündüzü geceye katıyor, böylece sürelerini uzatıp kısaltıyor.
Güneşi ve ayı, hizmete koşmuş, her biri belirlenen bir vaadeye kadar akıp gidiyor. Gerçekten Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
30 – Bu, böyledir. Çünkü Allah gerçeğin, hakkın ta kendisidir.
Müşriklerin O’ndan başka yalvardıkları tanrılar ise batıldır. Gerçekten Allah çok yücedir, çok büyüktür.
31 – Görmezmisiniz ki gemiler Allah’ın lütfu ile denizde yüzüyor. Bu, Allah’ın varlığının ve kudretinin bazı delillerini göstermek içindir. Elbette bunda pek sabırlı, çok şükürlü olanlar için ibretler vardır.
32 – Denizde iken onları dağlar gibi dalgalar kapladığında, bütün kalpleriyle yalnız Allah’a yalvarırlar.
Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca bir kısmı işi gevşetir, imanla inkâr arasında ortada kalır.
Bizim âyetlerimizi gaddar ve nankör olandan başkası inkâr etmez.
33 – Ey insanlar, Rabbinize karşı gelmekten sakının.
Öyle bir günden çekinin ki o gün hiçbir baba evladına asla fayda veremez, evlad da babasına fayda sağlayamaz.
Allah’ın vaadi elbette gerçektir. O halde sizi dünya aldatmasın ve çok hilekâr şeytan da sizi Allah ile aldatmasın, Allah’ın affına güvendirmesin.
34 – Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir. Yağmuru da O indirir, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Herşeyi mükemmel tarzda bilen ve her şeyden haberdar olan Allah’tır.
Secde-4 – Allah o hak mâbuddur ki gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları altı günde yaratmış, sonra da Arş’ına kurulmuş mutlak hükümrandır.
Ahzab-1 – Ey Peygamber, Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmeye devam et, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
2 – Rabbinden sana vahyolunan buyruklara uy, Allah ne yapıyorsanız onların hepsinden haberdardır.
3 – Yalnız Allah’a dayanıp güven. Koruyucu olarak Allah yeter.
4 – Allah, hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi anneleriniz kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz mânasız sözlerden ibarettir. Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir.
Bu âyet Cahiliye devrinin iki âdetini kaldırmaktadır. Bunlardan biri zıhar olup Mücadile sûresinde daha geniş şekilde yer alacaktır. Zıhar “sırt, arka” anlamına gelen zahr’dan gelip, kocanın eşine “Senin sırtın, annemin sırtı gibi olsun” diyerek bir nevi boşaması idi. O devirde bu durumdaki kadınla zevciyet ilişkisi kalmaz, bununla beraber kocasının evinden ayrılma hürriyeti de olmadığı için, kadın iyice zor durumda kalırdı. Kaldırılan ikinci âdet tebenni (evlat edinme) kurumu olup, müteakip âyet onu bildirmektedir.
5 – Öyleyse evlatlara babalarını esas alarak isim verin. Böyle yapmak Allah nezdinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, bu takdirde onları kardeş veya mevlâ olarak kabul edin. Yanılarak isimlerde yaptığınız hatalardan ötürü size vebal yoktur, ama kalplerinizin kasden yaptıklarında vebal vardır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Mevla kelimesi birçok anlama gelir. Burada: “köle iken hürriyetine kavuşmuş, âzatlı” mânasınadır.
6 – Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan) onun eşleri de müminlerin anneleridir. Akrabalar miras bakımından Allah’ın kitabında, birbirlerine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna, yani dostunuza vasiyetle bir mal bırakabilirsiniz. Bunlar kitapta yazılıdır.
9 – Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birleşik ordular üzerinize saldırmıştı da, Biz onlara karşı, bir rüzgar ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptığınız her şeyi görüyordu.
10 – O vakit onlar hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti.
Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız.
12 – Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık (şüphe) olanlar: “Allah ve Resulünün bize zafer vaad etmesi, meğer bizi aldatmak içinmiş!” diyorlardı.
15 – Halbuki daha önce, düşmandan kaçmayacaklarına dair Allah’a yemin ederek, söz vermişlerdi. Allah’a karşı verilen o ahitlerin hesabı elbette sorulacaktır.
17 – De ki: “Allah size bir felaket dilese, sizi Allah’a karşı korumak kimin haddine düşmüş?”
Yahut o size bir rahmet dilese, bunu kim engelleyebilir ki?
Onlar, kendileri için Allah’tan başka ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulamazlar.
18 – Allah içinizden bozgunculuğa meyledip savaştan alıkoymak isteyenleri ve kardeşlerine: “Bize gelin” diyenleri elbet biliyor. Zaten bunlardan ancak pek az bir kısmı savaşa geliyorlardı.
19 – Savaşa katıldıklarında da size karşı pek cimri ve kıskanç davranırlar. Hücum eden düşmanın ortalığa saldığı büyük korku gelince, ölüm sekeratına düşmüş kimsenin bakışı gibi, gözleri dönmüş bir tarzda sana baktıklarını görürsün.
Korku hali geçince, Allah yolunda harcamada cimrice bir tavır içinde, keskin dilleriyle sizi incitirlerdi.
İşte onlar iman etmemişler, Allah da onların yaptıkları bütün işleri boşa çıkarmıştır. Bu, Allah’a göre kolaydır.
21 – Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır.
22 – Müminler saldıran o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce: “İşte bu, derler, Allah ve Resulünün bize vaad ettiği zafer!
Allah da, Resûlü de elbette doğru söylemişlerdir.” Müminlerin, düşman birliklerini görmeleri onların sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.
23 – Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlarını ispat ettiler.
Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.
24 – Allah, böylece sadık kalanları, doğruluklarına karşılık ödüllendirecek, münafıkları da dilerse azaba uğratacak veya tövbe nasib edip tövbelerini kabul buyuracaktır. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
25 – Allah, o kâfirleri, elleri boş olarak, kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.
Müminlerin savaşmasına hacet bırakmadı. Herkes anladı ki Allah pek kuvvetlidir, mutlak galiptir.
27 – Onların arazilerine, yurtlarına, mallarına, hatta sizin ayak bile basmadığınız topraklara sizi vâris yaptı. Allah her şeye kadirdir.
29 – “Yok, eğer Allah’ı, Resulünü ve âhiret mülkünü isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.”
30 – Ey peygamber hanımları! İçinizden kim çirkinliği aşikâr bir günah işlerse, onun cezası, iki kat olur. Bu, Allah’a göre kolaydır.
31 – Ama kim Allah ve Resulüne itaat eder, güzel ve makbul işlere devam ederse ona da mükâfatını iki misli verir ve ona cennette kıymetli bir nasip hazırlarız.
33 – Hem vakarla evinizde durun da, daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin, hülasa Allah ve Resulüne itaat edin.
Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt!
Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.
Âyette geçen Ehl-i beyt, Resulullahın ev halkıdır. Yani ezvac-ı tahirat (eşleri), evlatları, damadı Hz. Ali ile torunları Hasan ile Hüseyin (r.anhüm) buna dâhildirler.
34 – Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve Resulullahın hikmetlerini anın.
Allah muhakkak ki latif ve habirdir (ilmi en gizli şeylere bile nüfuz eder).
35 – Allah’a teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar,
İslâm dinine iman eden erkekler ve iman eden kadınlar,
taate devam eden erkekler ve taate devam eden kadınlar,
dürüst erkekler ve dürüst kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar,
mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar,
hayır yolunda infak eden erkekler ve infak eden kadınlar,
oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar,
ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar,
Allah’ı çok zikreden erkekler ve çok zikreden kadınlar var ya,
İşte Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
36 – Allah ve Resûlü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra,
hiçbir erkek veya kadın müminin o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur.
Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse
besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.
37 – Hani hem Allah’ın nimet ve ihsanına, hem de senin iyiliğine nail olmuş olup da hanımını boşamaya karar vermiş olarak sana danışmaya gelmiş olan kişiye Sen:
“Eşini yanında tut Allah’tan kork” demiştin.
Allah’ın açığa çıkaracağı bir durumu içinde saklamıştın, çünkü insanlardan çekinmiştin.
Halbuki Allah’tan daha çok çekinmen gerekirdi.
Neticede, Zeyd eşini boşayıp onunla ilişkisini kestikten sonra,
Biz onu sana nikahladık ki, bundan böyle evlatlıkları, eşleriyle ilişkilerini kestikleri, onları boşadıkları zaman, o kadınlarla evlenmek hususunda müminlere bir güçlük olmasın.
Allah’ın emri her zaman gerçekleşir.
38 – Allah’ın, kendisine takdir edip helâl kıldığı bir hususu yerine getirmekte Peygambere herhangi bir güçlük yoktur.
Sizden önce gelip geçen peygamberler hakkında da Alahın kanunu böyle cari olmuştur. Allah’ın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
39 – Onlar öyle seçkin kimselerdir ki Allah’ın buyruklarını tebliğ ederler, O’nu sayıp çekinirler, Ondan başka kimseden çekinmezler. Hesaba çeken olarak Allah yeter.
40 – Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, lâkin Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
41- Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, Onu sık sık anın.
45-46 – Ey şanlı Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şahit, müjdeci, uyarıcı,
Allah’ın izniyle O’nun yoluna dâvet eden bir peygamber ve aydınlatan bir lamba olarak gönderdik.
47 – Sen, müminlere Allah’tan büyük bir lütfa nail olacaklarını müjdele!
48 – Sakın kâfirlere, münafıklara itaat etme, onların verdikleri sıkıntılara şimdilik aldırma ve yalnız Allah’a dayan. Koruyucu olarak Allah yeter.
50 – Ey Peygamber, Biz, şu gruplara dâhil kadınları sana helâl kıldık:
Mehirlerini verdiğin eşlerin,
Allah’ın sana ganimet olarak verdiği elinin altındaki cariyeler, seninle beraber hicret eden amcakızların, halakızların, dayı ve teyzekızların.
Bir de kendisini mehir istemeksizin Peygambere hibe eden ve Peygamberin de kendisini nikâhlamak istediği mümin kadını, diğer müminlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık.
Bizim, müminlerin eşleri ve ellerinin altındaki cariyeler hakkında gerekli kıldığımız mehir gibi hususlar, zaten malumumuz olup onları bildirmiştik.
Hibe yoluyla mehirsiz evlenmeyi sana mahsus kılmamız, nikâh konusunda senin için bir güçlük olmaması içindir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
51 – Ey Peygamber, eşlerinden dilediğini boşarsın, dilediğini yanında tutarsın.
(Ric’i talakla) boşayıp ayırdığını da yanında tutmak istersen, bunda sana bir vebal yoktur.
Bu hal onların sevinmeleri, mahzun olmamaları, yaptığın muameleden hepsinin hoşnud olmaları yönünden daha münasiptir.
Allah kalplerinizde olan her şeyi bilir. Allah alîmdir, halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, müsamahası boldur).
Bu âyette tam kapsamlı bir taksim yapılmıştır. Zira insan eşini ya yanında tutar yahut boşar. Nikâh altında tutarsa ya eşiyle yatar yahut terk eder, kasm (nöbet uygulaması) yapar veya kasm yapmaz. Boşaması durumunda da ya onu serbest bırakır yahut tekrar almayı arzu eder.
Rivayete göre bu âyetin indirilmesinden sonra Hz. Peygamber (a.s.m) eşlerinden Sevde, Cüveyriye, Safiyye, Meymûne ve Ümmü Habîbe’yi (r.anhünne) geri bırakmış, şu dört hanımı Hz. Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Zeynebi ise (r.anhünne) yanına almıştır. Allah hepsinden razı olsun. Demek ki azami dört hanım hükmünü böylece uygulamıştır.
52 – Bundan böyle artık başka kadınlarla nikâhlanman, bunları başka hanımlarla değiştirmen, kendilerini güzel bulup beğensen bile, sana helâl değildir.
Ancak elinin altındaki cariyeler bunun dışındadır. Allah her şeyi gözetlemektedir.
53 – Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin,
vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz.
Fakat dâvet edildiğinizde hemen girin.
Yemeği yiyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın.
Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu.
Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez.
Eğer müminlerin annelerinden bir şey soracak veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz.
Böyle yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden daha nezihtir.
Sizin Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz ve kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla helâl değildir.
Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.
54 – Herhangi bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de bilin ki Allah her şeyi pek iyi bilir.
55 – Peygamberin eşlerine ve mümin kadınlara:
Babaları, oğulları, kardeşleri, kardeşlerinin oğulları, kızkardeşlerinin oğulları, müslüman kadınları ve malik oldukları köleler hakkında bir günah yoktur.
Bunlar onların evlerine gelebilir ve onlarla karşılaşabilirler.
Bununla beraber, ey Peygamber eşleri, Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah her şeye şahittir.
56 – Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere hep salât ederler.
Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selam verin.
57 – Allah ve Resûlünü çirkin iddia ve davranışlarıyla incitenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.
59 – Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle:
Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler.
Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
62 – Allah’ın daha önce gelip geçenler hakkındaki nizamı budur. Allah’ın nizamında asla bir değişiklik bulamazsın.
63 – İnsanlar senden kıyamet saatini sorarlar.
De ki: ona dair bilgi Allah’ın nezdindedir.
Ne bilirsin belki de o saat yakındır!
64 – Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara harlı bir ateş hazırlamıştır.
66 – Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevirileceği gün:
“Ah! Derler, ah ne olurdu! Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik!”
69 – Ey iman edenler! Mûsâ’ya eziyet edenler gibi olmayın.
Eziyet ettiler de, Allah onu, onların dediklerinden akladı, beri olduğunu ortaya koydu.
O, Allah nezdinde pek itibarlı bir kişi idi.
70-71 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin ki
Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin, günahlarınızı affetsin.
Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başarıya nail olmuş olur.
73 – Bunun varacağı sonuç da, Allah’ın münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması, mümin erkek ve mümin kadınların ise tövbelerini kabul buyurması olacaktır.
Allah gerçekten gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Sebe-1 – Bütün hamdler, güzel övgüler gerçek ilah olan Allah’a mahsustur ki göklerde ve yerde olan her şey O’nundur.
Âhirette de hamdler O’na mahsustur.
O hakîmdir, habîrdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden hakkıyla haberdardır).
8 – Yalan uydurup onu Allah’a mı mal ediyor; yoksa kendisinde delilik mi var, bir türlü anlayamadık.”
Hayır, öyle değil, âhirete inanmayanlar azap içinde ve derin bir sapıklık içindedirler.
22 – De ki: “Allah’tan başka, tanrılığını iddia ettiğiniz şeylere istediğiniz kadar yalvarın durun bakalım, ele ne geçireceksiniz? Onların ne göklerde ne yerde, size verecekleri zerre kadar bir fayda yoktur.
Onların oralarda en ufak bir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.
24 – Söyle onlara: “Göklerden, yerden sizi rızıklandıran kimdir?
(Onların cevaplarını beklemeden:) “Allah’dır” de.
O halde ya biz veya siz, ikimizden biri doğru yol üzerinde veya besbelli bir sapıklıktayız.”
Bu âyet, münazarada insaf prensibine işaret etmektedir. Hakikate sahib olan kimse, başlangıçta bunu iddia etmeyecek, hakikat karşısında rakibi ile kendisini eşit mesafeye yerleştirecektir. Delilini ortaya koyan, netice alacaktır. Aksi halde tartışma gerçekleşemez.
27 – De ki: “O’na şerik saydıklarınızı bana gösterin bakayım!
Hayır, öyle şey yok!
Doğrusu şu ki Allah, azîz ve hakîmdir (mutlak galip olup tam hüküm ve hikmet sahibidir).
33 – Ezilenler de kibirlilere:
“Hayır! İşiniz gücünüz, gece gündüz dolap!
Siz daima Allah’a nankörlük etmemizi,
Ona birtakım şerikler uydurmamızı bizden isterdiniz” derler.
Ve böyle atışırlarken hepsi, azabı gördükleri o esnada, pişmanlıklarını içlerine atarlar…
O inkârcıların boyunlarına ateşten demir halkalar takarız.
Bu, yaptıklarının adil bir karşılığı değil midir?
46 – De ki: “Size bir tek nasihat edeceğim: İkişer ikişer veya teker teker Allah hakki için durup düşünmenizi,
hem sonra bu arkadaşınızda delilikten eser olmadığını iyi anlamanızı istiyorum.
O, ancak şiddetli bir azaptan önce sizi sakındırmak için gelen bir peygamberdir.”
47 – De ki: “Sizden bu hizmetim için hiçbir ücret istemiyorum, ücret sizin olsun!
Benim ücretim yalnız Allah’a aittir ve O, her şeye şahittir.”
Fâtır-1 – Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a mahsustur. O, yaratıklarından, istediğine, dilediği kadar fazla özellikler verir, Çünkü O herşeye kadirdir.
Buradaki kanat sayıları, tahsis için olmayıp, çokluğu beyan etmek için misal kabilindendir. Zaten hemen peşinden gelen “yaratmada dilediği kadar fazla özellikler verir” kısmı da bunu teyid etmektedir.
Nitekim hadis-i şerifte, Peygamber Efendimizin Cibril’i ufku kaplayan altıyüz kanadıyla gördüğü bildirilmiştir.
Âyet hilkatteki çeşitliliğe işaret buyurmaktadır: Mesela: güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalbde cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmada yeterlilik, çeşitli kabiliyetler, işte beceriklilik ve maharet… ve daha bunlar gibi nice mükemmellikler sadece insan yaratılışıyla ilgili çeşitliliğe misal kabilindedir. Bunlara kuşlar, balıklar, kelebekler, atlar, aslanlardan, dünyayı yaldızlayan envaı türlü çiçekler ve bitkiler âlemini, zerrelerden, atomlardan galaksilere kadar makrokozmozu dolduran çeşitlilikleri ilave edersek bu âyetin ne geniş bir âleme pencere açtığını anlayabiliriz.
2 – Allah’ın insanlara göndereceği herhangi bir nimeti engelleyip tutacak güç bulunmaz. Onun vermediğini ise gönderecek kuvvet yoktur. O, öyle azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)
3 – Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini hatırlayın: Düşünün: göklerden ve yerden sizi rızıklandıran Allah’tan başka bir yaratıcı mı var?
Ondan başka tanrı yoktur. Böyle iken nasıl oluyor da (imandan inkâra) çevriliyorsunuz?
4 – Eğer seni yalancı sayarlarsa buna üzülme. Senden önceki peygamberler de yalanlandı. Bütün işler nihai hüküm için Allah’a götürülür.
5 – Ey insanlar! Allah’ın vaadi elbette gerçektir, öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın; o çok hilekâr Şeytan da Allah’ın kerem ve merhametini ileri sürerek sizi aldatmasın.
Şeytan birçok kere insanı: “Allah kerîmdir, senin ibadetine ihtiyacı yoktur. O gafurdur, rahîmdir” diyerek günahlara veya “O herşeye vekildir” diyerek tembelliklere sürükleyip, imkânlarını kötüye kullanmaya sevketmek ister.
Gerçi Allah’ın bu vasıfları vardır. Fakat öyledir diye mağrur olup aldanmak, Allah’a saygı göstermemek, Onun izzet ve celalini hesaba katmamak, Allah’ın cezasını tanımamak gibi bir cinayet işlemek olmaz. Keza Allah’ın iman edip makbul işler işleyen kullarına verdiği imkân ve derecelerden de göz göre göre bir mahrumiyete kimsenin razı olmaması gerekir.
8 – Hiç kötü işleri kendisine güzel görünen kimse, iyilik edip dürüst işler işleyen kimse gibi olur mu?
Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır, dilediğini doğru yola iletir.
O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.
9 – Allah o Yüce Zattır ki rüzgârlar gönderir. Onlar bulutu kaldırır, derken onu ölü bir beldeye sevkederiz ve onunla ölümünden sonra dünya yüzüne hayat veririz.
İşte ölülerin diriltilmesi de böyledir.
10 – Kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamiyle Allah’ındır.
Güzel ve temiz sözler O’na yükselir. Amel-i salihi, güzel ve makbul işi de Allah yükseltir.
Kötü işleri gizlice tasarlayıp kuranlara şiddetli azap vardır.
Onların kurdukları bütün tuzaklar mahvolur.
Âyette muhtemel olan birkaç anlam vardır.
1-Mealde tercih ettiğimiz durum: Güzel söz doğrudan Allah’ın katına çıkar! Amel-i salih ise Allah’ın onu yükseltmesine bağlıdır. 2-Güzel sözü yükselten amel-i salihtir. Söz ancak eylemle değer kazanır. Hadiste “Allah sözü amelsiz kabul buyurmaz” buyurmuştur. 3-Amel-i Salih, amilini yükseltir. kim izzet istiyorsa, amel-i salih işlesin, zira kula şeref ve izzet veren, budur.
Kısacası, izzet elde etmek hem sözde, hem de işte ortaya çıkan itaatla olur, yoksa gurur, tembellik, şeytanlık ve kötülüklerle değil.
11 – Allah sizi (atanız Âdemi) topraktan, sonra(ki nesilleri de) nutfeden yarattı. Sonra sizi çift çift yaptı.
Onun bilgisi dışında hiçbir dişi ne hamile kalır, ne de doğurur.
Herhangi bir canlının ömrünün uzaması veya kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır.
Bütün bunlar, Allah’a göre, elbette pek kolaydır.
13 – O gâh gündüzü kısaltarak geceyi uzatır, gâh geceyi kısaltarak gündüzü uzatır.
Güneş ve ayı meri altında hizmete koşturan da o’dur.
Bunlardan her biri belirlenmiş bir vâdeye kadar akıp gider.
İşte bütün bunları yapan, Rabbiniz olan Allah’tır.
Hâkimiyet O’nundur. Ey müşrikler Sizin O’ndan başka yalvardığınız putlar ise bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
14 – Şayet siz onlara seslenirseniz çağrınızı işitemezler, eğer işitseler bile icabet edemez, size cevap veremezler.
Kıyamet günü ise sizin kendilerini, ibadette Allah’a ortak saymanızı reddedeceklerdir.
Hiç kimse sana, herşeyi bilen Allah’ın gerçekleri bildirmesi gibi haber verilemez.
15 – Ey insanlar! Siz hepiniz Allah’a muhtaçsınız.
Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her türlü övgülere ve hamdlere lâyık olan ise ancak Allah’dır.
İnsanın nazik bir yaratılışı olduğundan (4, 28) hangi mertebede olursa olsun Allah’a muhtaç olmaktan kurtulamaz. Emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaçlar o kadar çoktur ki, onun yanında diğer mahlûklara fakir bile denmez. İnsanın bu sınırsız ihtiyaçlarını tatmin edecek Allah’dan başka Mabud bulunmaz.
16-17 – O dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize başka mahlûklar yaratır. Bunu yapmak Allah’a zor değildir.
18 – Hiç kimse bir başkasının günahını yüklenmez.
Eğer çok ağır bir yük altında ezilen biri, taşıma işinde başkasını yardıma çağırırsa, yükünden az bir kısmını bile taşımayı kabul etmez.
İsterse yardıma çağırdığı onun yakın bir akrabası olsun!
Sen ancak Rablerini görmedikleri halde O’nu tazim eden ve namazlarını hakkıyla ifa edenleri uyarırsın (yani senin uyarman, peşin hükümlü inatçılara değil, ancak böyle yapmaya yatkın olanlara fayda verir).
Kim günahlarından temizlenir, arınırsa kendi lehine olarak arınır. Hepinizin dönüşü Allah’adır.
“Bi’l-gayb” hakkında başka muhtemel tefsirler de vardır: 1.İnsanlardan uzak, yalnız iken de Allah’ı tazim ederler. 2.Azabını görmedikleri halde, Rab’lerinin azabından korkarlar.
Bu âyet 29,13 âyetine aykırı değildir. Çünkü o âyet sapmadan başka, başkalarını saptırmak günahının cezasını bildirmektedir. Saptırma günahı da, sapma günahı gibi insanın kendi günahı olduğundan kendisine yüklenecektir.
22- Allah, dilediği kimseye hakkı işittirir, Sen kabirde olanlara sesini elbette işittiremezsin.
27 – Görmezmisin ki Allah gökten bir su indirir. Onunla rengârenk, çeşitli meyveler yetiştiririz.
Dağlardan da beyaz, kızıl, siyah ve türlü türlü renklerde yollar varetmişizdir.
28 – İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan yine böyle türlü renklerde olanlar vardır.
Kulları içinde ancak âlimler, Allah’ı lâzım geldiği tarzda tazim ederler. Muhakkak ki Allah, azîz ve gafurdur (mutlak galiptir, çok affedicidir).
Kur’ân, Allah’ı tanıtırken kalbe hitab ettiği gibi birçok defa da akla hitab eder. İçinde yaşadığımız âlemin fizik yapısının iyice incelenmesini ister. Böylece Allah’ın rahmet, kudret, hikmet ve san’atının oradaki görünümlerini de dikkat nazarlarına sunar.
Bu iki âyette muhataplar, bitkiler âleminde, yer küresinin kabuğunda, dağlarda ve topraklarda, insanlar ve hayvanlar âleminde tezahür eden muazzam ve muhteşem çeşitliliği incelemeye dâvet edilmektedirler. Aynı su ile sulanan, aynı toprakta yetişen, aynı güneşten yararlanan bitkiler âleminde birbirinden güzel desenler, renkler, şekiller, tatlar, kokular, özellikler ve faydalar…
Madenlerin depoları olan damar damar dağlardaki farklı toprak yapıları, renkler, çeşitler, özellikler, faydalar… Sadece bir petrolün milyonlarca yıllarla ifade edilen oluşumunu, mermer damarlarında Nakkaş-ı Ezelinin tecellilerini düşünelim: O harika renkler, şekiller, sağlam, muhkem özellikler.
İnsanların ihtiyaçları için hazırlanmış demir, bakır, altın, gümüş, krom, çinko, kurşun, fosfat, kalay, uranyum, volfram, kömür, boraks… filizleri ve yatakları… Trilyonlarca yaratıkların yüzbinlerce yıl boyunca muhtaç oldukları ne varsa hazırlanmış. Tesadüfe en ufak bir yer bulunabilir mi? Azıcık bilenin buna ihtimal vermesi mümkün değil. O sadece bu âyette bildirildiği gibi Yüce Yaradanın azametine hayranlık duymaktan başka bir şey yapamaz. Böylece Kur’ân fizik, kimya, jeoloji, botanik, zooloji gibi tabiat bilimlerini bu ve başka birçok âyetle teşvik eder, ta ki kâinat kitabının okunmasına kapılar aralasın.
29 – Allah’ın kitabını okuyup ona uyanlar, namazı hakkıyla ifa edenler ve kendilerine nasib ettiğimiz imkânlardan, gizli ve aşikâr olarak hayır yolunda harcayanlar, ziyan ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
31 – İlahi kitaplar içinde sana vahyettiğimiz bu kitap da, daha önceki kitapları tasdik eden ve gerçeğin ta kendisi olan bir kitaptır.
Allah kullarının bütün yaptıklarından haberdar olup onları görmektedir.
32 – Sonra Biz, kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik.
Onlardan kimi nefsine zulmeder. Kimi mûtedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf budur.
34 – Şöyle derler: Hamdolsun bizden her türlü endişeyi gideren Allah’a. Gerçekten Rabbimiz gafurdur, şekûrdur (çok affedicidir, kullarının mükâfatlarını fazlasıyla verir).
38 – Allah göklerin ve yerin gayblarını bilir. O insanların kalplerinde olanları da tamamen bilir.
40 – De ki: Baksanıza, Allah’tan başka yalvardığınız şu şeriklerinize!
Gösterin bakalım bana: Dünyanın nerelerini yaratmışlar?
Yoksa göklerin yaratılmasında mı Allah’a ortaklıkları var?
Yoksa Biz onlara bir kitap verdik de onlar onun aydınlığında mı bulunuyorlar?
Sözün doğrusu şu ki: Zalimler birbirlerine sadece yalan, dolan ve aldanma vaad ederler.
41 – Gerçek şu ki: Gökleri ve yeri yok olmaktan koruyan, Yüce Allah’tır.
Şayet onlar yıkılacak olursa onları Allah’tan başka kimse tutamaz.
Doğrusu O halîmdir, gafûrdur (müsamahalıdır, cezalandırmada aceleci değildir, çok affedicidir).
42 – Kendilerini uyaracak bir peygamber geldiği takdirde,
ümmetler içinde, hidâyette en ileri derecede yer alacaklarına dair var güçleri ile yemin ettiler.
Ama kendilerine bir peygamber gelip uyarınca bu onların sadece nefretlerini artırdı.
43 – Sebebi ise: dünyada sırf böbürlenip büyüklük taslamak
ve bir de kötü bir tuzak kurmak istekleriydi.
Halbuki kötü tuzak, sadece hazırlayanın ayağına dolanır, sadece onu perişan eder.
Onlar daha öncekilerin uğradıkları fecî âkıbetten başka bir şey mi bekliyorlar?
Sen Allah’ın nizamında hiçbir tebdil, hiçbir değişiklik bulamazsın!
44 – Dünyada hiç dolaşıp da, kendilerinden önce yaşamış ümmetlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı?
Onlar, bunlardan daha güçlü idiler.
Ne göklerde ve ne de yerde Allah’ı engelleyecek bir şey yoktur.
Çünkü O alîmdir, kadirdir (her şeyi hakkıyla bilir ve her şeye gücü yeter).
45 – Eğer Allah insanları işledikleri günahlar yüzünden cezalandıracak olsaydı, dünyada tek bir insan bile bırakmazdı; ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vaadeye kadar erteler.
O vaadeleri geldiği vakit hükmünü yerine getirip onları cezalandırır. Çünkü Allah kullarını tamamen görmektedir.
Bazı tefsirler, “İnsanın günahlarının uğursuzluğu yüzünden bir tek hayvan bile kalmazdı” demişlerse de, “Deprenir bir insan bırakmazdı” mânasına olması daha mâkuldür. Çünkü âyetteki “onlar” zamirinin akıllı varlıklar hakkında kullanılması, akla daha yatkındır.
85-87 – Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah’tan başka mâbud arıyorsunuz!
Siz Rabbülâlemini ne zannediyorsunuz?
Onun sıfatlarını iyice biliyormusunuz?
Yâsin-47 – Onlara ne zaman: “Allah’ın size lütfettiğinden, siz de muhtaçlar için harcayın” denilse, kâfirler müminlere şöyle derler: “Size kalsa Allah’ın dilediği takdirde bol bol rızıklandıracağı kimseyi doyurmak bizim mi işimiz?
Siz, böyle ne sapık düşünürsünüz!”
74 – Tuttular, Allah’tan başka tanrılar peşine düştüler, güyâ ki yardıma nâil olacaklar!
Sâffât-22-24 – Yüce Allah meleklere şöyle emreder: “O zalim müşrikleri, yoldaşlarını ve Allah’tan başka putlaştırdıkları nesneleri toplayın ve hepsini doğru cehennem yoluna dizin. Hem tutuklayın onları, çünkü sorguya çekilecekler!”
35-36 – Çünkü onlara “Allah’tan başka ilah yok!” denildiğinde, kibirlenip kafa tutarlar ve: “Deli bir şairin sözüne bakarak hiç biz ilahlarımızı bırakır mıyız, olacak iş mi bu?” derlerdi.
40 – (Lâkin Allah’ın) ihlasa erdirdiği kulları, yaptıklarının mükâfatını, kat kat fazlasıyla alacaklar.
56- Rabbimin hidâyet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!”
74 – Ancak, içlerinden Allah’ın imana ve ihlasa muvaffak kıldığı kullar, elçileri dinleyip o kötü âkıbetten kurtuldular.
85-87 – Babasına ve halkına şöyle dedi: “Nedir bu tapındığınız nesneler? İlle de bir iftira, bir yalan olsun diye mi Allah’tan başka mâbud arıyorsunuz! Siz Rabbülâlemini ne zannediyorsunuz?
Onun sıfatlarını iyice biliyormusunuz?
95-96 – O da: “Â! Siz ellerinizle yonttuğunuz bu heykellere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah’tır.” dedi.
102 – Çocuk büyüyüp yanında koşacak çağa erişince bir gün ona: “Evladım, dedi, ben rüyamda seni boğazlamaya giriştiğimi görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!”
Oğlu: “Babacığım! dedi, hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”.
126- Sizin de, gelip geçmiş atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı, o en güzel Yaradanı bırakıp hâla Ba’l’e tapmaya mı devam edeceksiniz?
Dinler Tarihi araştırmalarının bulgularına göre, Babil’den Mısır’a kadar geniş bölgede Ba’l adı ile Allah’a ibadet edilmiştir. Bu kelime: Efendi, Sahip, lider bazan da koca anlamına gelir. Onlar başlangıçta hak Tanrıya bu isim ile ibadet ederken, sonraları şirke bulaştıkları anlaşılıyor.
128 – Ancak Allah’ın ihlâsa erdirdiği kulları böyle olmaz.
151-152 – Haberiniz olsun ki onlar sırf iftira ederek “Allah doğurdu” derler. Onlar yalancıların ta kendileridirler.
159 – Ve şöyle derler: “Allah onların iddia ettikleri şeylerden münezzehtir, çok yücedir.”
160 – Ancak Allah’ın ihlasa erdirdiği kulları böyle olmaz, cehenneme götürülmezler.
167–169 – Müşrikler önceleri: “Eğer, derlerdi, daha önceki ümmetlere verilen kitap gibi bir kitap bizde de olsaydı, Biz de Allah’ın halis, muvahhid kulları olurduk.”
182- Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah’adır.
Sa’d-26 – “Davud! Biz seni ülkede hükümdar yaptık, sen de insanlar arasında adaletle hükmet, keyfine uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için, kendilerine şiddetli bir azap vardır.
65 – De ki: “Ben sadece uyaran bir peygamberim.
Şu kesin bir gerçektir ki tek hâkim olan Allah’dan başka ilah yoktur.
Zümer-1 – Bu kitabın vahyolunup parça parça indirilmesi, azîz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah tarafındandır.
2 – Biz sana kitabı gerçeğin ta kendisi olarak indirdik. O halde sen de yalnız Allah’a ibadet et!
3 – İyi bilin ki halis din, yani bütün gönlüyle candan itaat, yalnız Allah’a yapılır. Allah’tan başka birtakım hâmiler edinerek: “Biz onlara sırf bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyenlere gelince, elbette Allah, onların hakkında ihtilaf ettikleri hususlarda aralarında hükmünü verecektir. Allah yalancılığı, nankörlük ve kâfirliği huy edinenleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.
Buradaki son cümle ile Allah Teâla, ezelî ilminde kâfirliği tercih edeceklerini bildiği kimseleri kasdetmektedir.
4 – Eğer Allah evlat edinmek isteseydi yarattıklarından dilediğini seçerdi. Ama o bunu dilememiş, evlat edinmemiştir. O bundan münezzehtir, yücedir. Tek hâkimdir.
Evladı olmak, eşi olmayı da gerektirir. O, eşten münezzehtir. Evlat ihtiyacı noksanlığın, âcizliğin de alâmetidir. Fani varlıklar, öldükten sonra isimlerini ve nesillerini devam ettirmek ihtiyacı ile evlat isterler. Allah bütün bunlardan münezzehtir. Faraza evlat edinmek isteseydi bile, yeryüzündeki insanlar ve diğer mahlûklara gelinceye kadar, semadakilerden, melaikelerden edinirdi. Ama böyle bir şey varit değildir.
6 – O, sizi bir tek candan yarattı. Ayrıca ondan da eşini meydana getirdi.
Size etlerini yemeniz için deve, sığır, koyun ve keçiden erkekli ve dişili olmak üzere sekiz çift hayvanın helâl olduğunu vahiyle bildirdi.
O sizi analarınızın karnında üç karanlık içinde, peş peşe yaratır. İşte gerçek İlah olan Allah, bunları yapan Rabbinizdir. Bütün mülk ve hakimiyet O’nundur. O’ndan başka tanrı yoktur. Hâla nasıl oluyor da hak yoldan vazgeçiriliyorsunuz?
Bu âyette sümme (sonra) edatı zamanda olmayıp, beyanda, bir sıralama ifade eder. Dolayısıyla Hz. Havvanın diğer insanlardan sonra yaratıldığı gibi bir düşünceye yer yoktur.
“Üç karanlık perde” ana karnı, ana rahmi ve cenini saran zar (plâsentâ) olabilir. Maksat şudur: Bütün bu işleri çekip çevirenin Allah olduğunu bilince, nasıl olur da başkalarını tanrılaştırabilirsiniz?”
Âyetin sonunda batıla çağıranlara değil, onların çağrısına uyanlara hitap edilerek onlar uyarılıyor. Onlar kesin tercihlerini yapmış, sapıklıkları ile çıkarları artık birleşmiştir. Gerçeği görseler bile, sırf çıkarları yüzünden dalâleti bırakmazlar. Ancak öbür insanların, bu menfaat şebekesinin etkilerinden kurtulmaları mümkündür. Çünkü onlar kandırılmışlardır. Zaten şirkten elde edecekleri menfaat da yoktur.
7 – Eğer inkâr edecek olursanız bilin ki Allah sizden müstağnidir, hiç kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ama kullarının inkâra sapmalarına razı olmaz. Eğer şükrederseniz, bundan hoşnut olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Sonunda hepinizin dönüşü Rabbinize olacak ve O da yaptıklarınızı size tek tek bildirecek ve dilerse bunların karşılığını verecektir. Gerçekten O, kalplerin en derin yerinde olan şeyleri dahi bilir.
Allah Teâla’nın rızası ile iradesi ayrı ayrı şeylerdir. Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey vuku bulamaz. Fakat O’nun razı olmadığı bazı şeyler cereyan edebilir. Allah böylelerine mühlet verir. Mesela haram yoldan rızkını arayana Allah fırsat verir. Fakat Allah, buna razı olmadığını açıkça bildirmiştir.
8 – İnsanın başı derde girince, gönülden O’na yönelerek Rabbine yalvarır. Ama sonra Allah kendi tarafından ona nimet ve imkan verince, daha önce bütün acziyle gönülden O’na yalvardığını unutur ve Allah yolundan kendisini saptırması için O’na birtakım şerikler uydurur. De ki: “İnkârınla biraz oyalan, biraz zevk al bakalım! Nasılsa sen kesin olarak cehennemliklerdensin!”
10 – Benden naklen onlara de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyi işler yapanlar, mutlaka iyilik bulurlar. Allah’ın dünyası geniştir. Sadece Hak yolunda sabredenleredir ki ücretleri hesapsız bir tarzda ödenir.”
11 – “Bana, din ve ibadetimi yalnız Allah’a has kılarak gönülden O’na kulluk etmem emredildi.
14 – De ki: “Ben ibadetimi yalnız O’na has kılarak yalnız Allah’a kulluk ederim.”
16 – Onların hem üstlerinde, hem altlarında ateşten kat kat örtüler vardır. İşte Allah böyle bir azabın varlığını bildirerek, kullarını korkutur.
Ey kullarım! Bana karşı çıkmanızdan ötürü azabıma uğramaktan sakının.
17-18 – Tağuta ibadet etmekten kaçınıp gönülden Allah’a yönelenlere müjdeler var!
O halde sözü dinleyip sonra da en güzelini tatbik eden kullarımı müjdele! İşte onlardır Allah’ın hidâyetine mazhar olanlar ve işte onlardır akl-ı selim sahibi olanlar.
Tağut: Azgınlık mânasına gelen bir masdardır. Belagatta sıfat yerine masdar kullanmak, o sıfatla nitelendirmenin pek ileri bir derecede olduğuna delalet eder. Biri hakkında “güzel” demekle, bir başkası hakkında “güzelliğin ta kendisi” demek arasındaki fark pek bârizdir. Allah’tan başkasına ibadet eden tağî (âsi, azgın) ise, kendisini tanrılaştırıp başkalarını kendisine kul edinen tağut olur.
“En güzeli tatbik” ten maksat şudur: Dini meselelerden: vacib ile mendub arasında kaldıklarında vacibi, mübah ile mendub arasında kaldıklarında mendubu seçerler. Hasılı, Allah nezdinde ağırlığı en fazla olanı tercih ederler.
Yahut çeşitli sözleri dinleyip en güzel olan Kur’ân’a uyarlar.
Yahut kavl’den maksat Allah’ın emri olup “Allah’ın emrine kulak verip, en güzeline uyarlar” yani mesela, kısas ile af karşısında, af tarafını tercih ederler.
Yahut hem iyi hem kötü taraf olan sözün, iyi tarafını söyleyip, kötü tarafını terkederler, şeklinde yorumlanmıştır.
20 – Lâkin Rab’lerini sayıp kötülüklerden sakınanlar için, içinden ırmaklar akan, üstüste odalar ihtiva eden yüksek köşkler vardır. Bu Allah’ın bir vaadidir. Allah ise vaadinden asla caymaz.
21 – Görmüyor musun ki Allah gökten bir su indirir de onu yerdeki birtakım kaynaklara sevkedip depolar.
Sonra da onunla rengârenk çeşit çeşit ekinler çıkarır. Daha sonra onlar kurur, sen onu sararmış vaziyette görürsün. Sonra da onu kuru bir kırıntı yapar. Elbette bunda akl-ı selim sahibi olanların alacağı ibretler vardır.
Bu âyet yer altında kaynakların oluşumuna, yağmur sularının depolanışına, oradan çeşmelerden çıkışına işaret etmektedir.
22 – Hiç Allah’ın, göğsünü İslâm’a açması sebebiyle, Rabbi tarafından nûra kavuşan kimse, kötü tercihinden ötürü fıtratını değiştiren, kalbi katılaşan, göğsü daralan kimse gibi olur mu? Yazıklar olsun, kalpleri Allah’ı anmak hususunda katılaşmış olanlara! İşte onlar besbelli bir sapıklık içindedirler.
Bu nûr ilahî bir lütuftur ki tekvinî (kâinat kitabındaki) ve tenzilî (Kur’ân kitabındaki) âyetlerin müşahede edilmesi ile insana feyizler verir; onu Hakk’a sevkeder, Cenab-ı Hak da kendisine tevfik ihsan eder.
23 – Allah sözlerin en güzelini indirmiştir. Allah’ın vahiy yolu ile gönderdiği bu söz, her tarafı birbirini tutan, gerçekleri, farklı üsluplarla tekrar tekrar beyan eden bir kitaptır. Rab’lerini tazim edenlerin derileri onu okuyup dinlerken ürperti duyar. Sonra derileri ve kalpleri Allah’ı anmakla ısınıp yumuşar, sükûnet bulur. İşte bu, Allah’ın hidâyetidir ki onunla dilediğine yol gösterir. Ama Allah’ın şaşırttığı kimseyi ise hiç kimse doğru yola koyamaz.
Âyette geçen “kitaben müteşabihen” şunu ifade eder: Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri gerçeklikte, muhkemlikte, hakka ve sıdka istinad etmede, insanlara gerek dünya gerek âhiret mutluluğunu temin etmede, fesahat bakımından lafızlarının birbirine uyum sağlamasında, mûciz üslubunda birbirine benzer. Yani bu hususlarda âyetler müşterektir. Kur’ân 23 senelik risalet boyunca çok farklı zamanlarda, farklı mekânlarda, farklışartlarda nâzil olduğundan âyetleri arasında irtibatsızlık, uyumsuzluk olması için her türlü sebep mevcut sayılırdı. Beşer eseri olsaydı bunlar kaçınılmaz olurdu. Fakat âyetler hep birbirini tasdik ve te’yid eder. Nüzul sebepleri, vakitleri, sorular çok fazla olduğu halde Kur’ân adeta tek soruya verilen ve bir defada indirilen tutarlı bir cevap durumundadır. Ayrıca mesanî özelliği vardır: Yani Kur’ân, önemli konuları farklı üsluplarla tekrar tekrar anlatır.
26 – Allah onlara dünya zilletini tattırdı. âhiret azabı elbette daha müthiştir. Bunu bir bilselerdi!
29 – İşte şimdi Allah bir temsil daha getiriyor: İki adam var, bunlardan birincisi, birbirine rakip, birbiriyle hep çekişen ortakların emrinde, diğeri ise sadece bir kişinin emrinde çalışıyor. Bu ikisinin durumu hiç bir olur mu? Olmaz elhamdülillah! Fakat çokları bu gerçeği bilmezler.
Bu âyette tevhidin gerekliliği şirkin ise imkânsızlığı pek sade bir şekilde tasvir ediliyor. Fakat burada putları sadece cansız varlıklar, birtakım timsaller olarak düşünmemelidir. Allah’ın razı olmadığı zıt yönlere çekilen, şahsiyetlerini parçalamaları istenen insanların şirk ortamında çektikleri zorluklar ve şirk düzenindeki mantıksızlıklar belirtilmektedir. Âyetin son kısmında “el-hamdu lillah!” şu anlamı ifade eder: “red ve inkâr üslubu ile soruya muhatap olan müşrik o kadar zor durumdadır ki ağzını açma cesareti bile gösterememiştir. Bu durum karşısında mümin; “Hamd-u senalar olsun Allah’a ki bütün gerçek O’nundur!” bu gerçek karşısında şirk kaçacak delik aramaktadır” deyip coşku ve sevincini haykırmaktadır.
32 – Uydurduğu yalanı Allah’a mâl eden yahut yanına kadar gelen gerçeği yalan sayan kimseden daha zalim biri olabilir mi?
Kâfirler için cehennemde yer mi yok?
35 – Böylece Allah onların yaptıkları en kötü işi bile affeder
ve yaptıkları makbul işlerin karşılığını en güzel şekilde verir.
36 – Allah kuluna kafi değil midir?
Kalkmışlar da seni O’nun altında birtakım başka şeylerle korkutmaya çalışıyorlar.
Allah kimi şaşırtırsa artık onu yola getiren olamaz.
Müşrikler müminleri “Tanrılarımıza ilişmeyin, yoksa onlar sizi çarpar” diye korkutmaya çalışıyorlardı. Hz. Peygamber Halid b. Velid’i, Uzza putunu kırmak için gönderdiğinde putun bekçileri: “O öfkeli biridir, sakın başına bir iş gelmesin” demişlerdi. Halid hiç tereddüt etmeden onun burnunu kırmış, hiç bir şey yapamayacaklarını ona tapanlara da göstermişti.
37 – Ama kime de Allah yol göstermişse onu saptıran olamaz.
Allah, (mutlak galip ve istediği anda hakkını alan, dilediğinin hakkından gelen) “Azizün Zü’ntikam” değil midir?
38 – Eğer onlara: “gökleri ve yeri yaratan kimdir?” diye sorarsan “Allah yarattı” derler.
De ki: “Peki öyleyse, şimdi baksanıza Allahtan başka ibadet ettiğiniz şu nesnelere:
Şayet Allah bana bir musîbet verirse bunlar o musîbeti giderebilirler mi?
Yahut bana rahmet ve nimet vermek isterse o rahmeti engelleyebilirler mi?
Şu halde sen şöyle de: “Allah bana kâfidir.
Güvenecek yer arayanlar da, yalnız O’na dayanıp güvensinler.
42 – Ama gerçek koruyucu Allah, insanların ruhlarını ölümleri sırasında,
ölmeyenlerin ruhlarını ise uykuları sırasında alır.
Hakkında ölüm hükmü verdiği rûhu tutar, vermediği rûhu ise belirli bir süreye kadar salıverir.
Muhakkak ki bunda, düşünen kimseler için alacak ibretler vardır.
43 – Bilakis onlar kalkmış, Allah’tan başka birtakım sözümona şefaatçiler bulmuşlar!
De ki: “Onların hiçbir yetkileri olmasa, akıl ve şuurdan mahrum olsalar da mı onlara ibadet edeceksiniz?”
44 – De ki: “Şefaatin tamamı Allah’a aittir. Çünkü göklerin ve yerin mülk ve hâkimiyeti de O’nundur.
Sonunda da O’nun huzuruna götürülecek, O’na hesap vereceksiniz.”
45 – Böyle iken Allah bir olarak anılınca âhirete iman etmeyenlerin yürekleri burkulur da,
O’nun altında başka birtakım ortaklar da anıldığında, derhal yüzleri güler.
47 – O zalim kâfirler, dünyanın bütün malları ve imkânları kendilerinin olsa, hatta onların bir misli daha bulunsaydı, kıyamet gününde azabın kötülüğünden kurtulmak için, derhal fidye olarak verirlerdi.
O gün onların hiç hesaba katmadıkları öyle şeyler Allah tarafından ortaya dökülür ki tariflere sığmaz!
Hiç hesaba katmadıkları şeyler, Cenab-ı Hakkın gazap ve azabıdır ki insanlar bunu hatırlarına bile getirmiyorlardı. Baz âlimler de iyi ve sevaplı zannıyla yapıldığı halde, gerçekte günah olduğu anlaşılan şeyler olduğunu söylerler.
52 – Hâla şunu anlamadılar mı ki Allah dilediği kulunun nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini ise daraltır.
Elbette bunda inanacak kimseler için alacak ibretler vardır.
53 – De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım!
Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.
Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır).”
Bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm’deki en ümit verici âyet sayılabilir. Bununla beraber, yine de tövbeyi kabul etme, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Bu âyeti günah işlemeye teşvik sebebi saymak, Kur’ânı maksadı dışına çekmektir. Maksat tövbeye teşviktir. Müteakip âyet, günahların affını tövbenin yanında, Allah’ın gönderdiği hidâyeti kabul etmenin de lüzumu ile birlikte düşünmemizi telkin etmektedir.
Hz. Peygamber (a.s.)’dan şöyle dediği nakledilir: “Bu âyeti, dünyaya ve dünyada bulunan bütün şeylere değişmem”
56 – Ta ki kişi şöyle demeye mecbur kalmasın:
“Rabbime karşı yaptığım bunca kusurdan dolayı yazıklar olsun bana!
Yazıklar olsun bana ki ben O’nun diniyle, kitabıyla alay edenler arasında yer aldım!”
57 – Yahut: “Allah bana hidâyet verseydi, ben de Allah’a karşı gelmekten sakınanlardan olurdum.”
60 – Uydurduğu şeyleri Allah’a mal edip
O’nun adına yalan söyleyen kimselerin kıyamet günü yüzlerinin kapkara kesildiğini görürsün.
Allah’a karşı böyle kibirli davrananlar, büyüklük taslayanlar için cehennemde yer mi yok?
61 – Allah, Kendisine karşı gelmekten sakınan takvâ ehlini ise, iman ve takvâları sayesinde, o cehennemden kurtarıp muratlarına kavuşturur.
Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar asla üzülmezler de.
62 – Her şeyi yaratan Allah’tır.
Her şey O’nun tasarruf ve yönetimindedir.
63 – Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları O’nun nezdindedir.
Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte asıl hüsrana, en büyük kayba uğrayanlar onlardır.
64 – Sen de ki: “Ey cahil topluluk! Böyle iken, siz ne cesaretle benden Allah’tan başkasına ibadet etmemi istiyorsunuz?
66 – “Bilakis, sen yalnız Allah’a kulluk et ve O’na şükredenlerden ol!”
67 – Ama onlar, Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler,
O’na lâyık tazimi göstermediler.
Halbuki bütün bir dünya kıyamet günü O’nun avucunda, gökler âlemi de bükülmüş olarak elinin içindedir.
Böyle bir azamet ve hâkimiyet sahibi olan Allah, onların uydurdukları şeriklerden yücedir, münezzehtir.
Hz. Peygamber (a.s.) bir gün hutbe verirken bu âyeti okuyup şöyle buyurdu: “Allah, o gün gökleri ve yıldızları, bir çocuğun elinde topu çevirdiği gibi, çevirir ve şöyle buyurur:” İlah Ben’im! Hükümdar Ben’im! Cebbar Ben’im! Büyüklük Ben’imdir! Nerede dünya hükümdarları? Nerede dünyadaki zorbalar, mütekebbirler!”
68 – Sûra üflenir; Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer.
Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar,
kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar.
Bu âyette sûra iki kere üfleneceği bildirilmiştir. Neml, 87. âyetinde bu ikisinden önce bir kere daha üfleneceğinden söz edilmiştir. Onun için Hz. Peygamber (a.s.) sûra üç üfleme bildirmiştir. 1.Nefhatü’l feza’ (dehşetli bir ses) 2.Nefhatu’s-sa’k (öldüren ses) 3.Nefhatu’l kıyame (diriliş üflemesi)
İstisna edilenler: En büyük dört melektir. Bazı müfessirler ayrıca, Hamele-i Arş, yahut rıdvan melekleri, huriler, Malik (cehennem sorumlusu) ve Zebanileri de sayarlar.
74 – Onlar şöyle karşılık verirler: “Hamd-ü senalar olsun o Allah’a ki
sözünde durdu ve dilediğimiz yerinde oturacağımız şekilde bizi cennete yerleştirdi.
Çalışanların mükâfatları ne güzelmiş
75 – Sen o gün melekleri de Arş’ın etrafını çevrelemiş
Rablerine zikir, tenzih ve hamd eden vaziyette görürsün.
Derken, aralarında adaletle hükmolunur ve “Hamd-ü senalar Rabbülâlemin olan Allah’a mahsustur.” diye bitirilir.
Mü’min-2- Bu kitabın vahyolunup bölüm bölüm indirilmesi, azîz ve alîm (üstün kudret sahibi, her şeyi en mükemmel tarzda bilen) Allah tarafındandır.
4 – Allah’ın âyetleri konusunda kâfirlerden başkası tartışma çıkarmaz.
Fakat onların kazanç sağlayarak şehir şehir dolaşmaları seni aldatmasın!
10 – Kâfirlere şöyle nida edilir: “Allah’ın size gazabı, sizin kendinize olan buğzunuzdan daha şiddetlidir.
Zira siz imana dâvet edildiğinizde red ve inkâr ederdiniz.”
12 – Onlara şöyle cevap verilir:
“Bu hale düşmenizin sebebi şudur ki: Allah’ın birliğine inanmaya çağırıldığınızda reddederdiniz, ama O’nun eşinden, ortağından bahsedildiğinde inanırdınız.
Artık şimdi hakkınızdaki karar o çok Ulu ve Yüce Allah’a aittir.”
14 – O halde kâfirler hoşlanmasalar da siz, ibadeti gönülden ve yalnız Allah’a yaparak O’na dua edin.
16 – O büyük buluşma günü, bütün insanların mezarlarından kalkıp meydana çıkarıldıkları bir gündür. Öyle ki onların işlerinden ve hallerinden bir tek şey bile Allah’a saklı kalamaz.
Allah onlara şöyle hitab eder: “Bugün mülk ve hâkimiyet kimin?
Mutlak galip, tek hâkim olan Allah’ın!”
17 – Bugün her kişi, ne işlemişse onun karşılığını alır, bugün kimseye haksızlık edilmez.
Muhakkak ki Allah hesapları pek çabuk görür.
20 – Allah hakkı ve adaleti gerçekleştirir.
Müşriklerin yalvardıkları putlar ise hiçbir şeyi yerine getiremezler.
Çünkü Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.
21 – Hiç dünyada dolaşıp da kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğunu görmüyorlar mı?
Onlar gerek kuvvet, gerekse dünyada bıraktıkları eserler yönünden kendilerinden daha güçlü idiler.
Öyle iken Allah onları günahları sebebiyle yakalayıp cezalandırdı
ve Allah’a karşı kendilerini koruyan da çıkmadı.
22 – Böyle oldu… Zira peygamberleri kendilerine açık açık delillerle geldikleri halde bunlar onları red ve inkâr ettiler.
Allah da onları yakalayıp cezalandırdı. Çünkü O pek kuvvetlidir, cezası da çetindir.
28-29 – Firavun hanedanından olup o zamâna kadar iman ettiğini saklayan biri çıkıp şöyle hitap etti: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz? Halbuki o Rabbiniz tarafından açık belgeler ve mûcizeler de getirdi.
Eğer yalan söylüyorsa, yalanı zaten kendisinin aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir.
Şu bir gerçektir ki Allah haddi aşan, yalancı kimseleri iflah etmez.
Ey benim sevgili halkım! Bugün hakimiyet sizindir, ülkede üstünlük sizdedir. Ama yarın Allah’ın azabı başımıza gelir çatarsa, söyler misiniz hangi kuvvet bizi kurtarabilir?”
Buna karşılık Firavun: “Ben size sadece kendimce uygun bulduğum görüşü bildiriyor ve size tutulması gereken doğru yolu gösteriyorum” dedi.
31- Yoksa suçsuzlara azab etmek sûretiyle Allah kullarına zulmetmek istemez.
33 – O gün arkanızı dönüp kaçmak istersiniz ama ne çare! Sizi Allah’ın azabından koruyacak hiç kimse bulunmaz. Evet, Allah kimi şaşırtırsa, artık ona yol gösteren olmaz.
34 – Daha önce Yusuf da size açık açık delillerle gelmiş, siz onun getirdiği gerçek hakkında da şüphe edip durmuştunuz.
Nihayet vefat edince: “Ondan sonra Allah artık hiçbir peygamber göndermez” demiştiniz.
İşte Allah haddi aşan, şüpheci kimseleri böyle şaşırtır.
35 – Kendilerine ulaşmış hiçbir delile dayanmaksızın
Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların bu hareketleri, hem Allah indinde, hem de iman edenler yanında pek büyük bir gazaba yol açar.
İşte Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini böylece mühürler.
42 – “Çünkü benim, Allah’ı inkâr etmemi ve O’nun ortağı olduğuna dair hiçbir bilgim olmayan şeyleri,
Kendisine şerik yapmamı teklif ediyorsunuz.
Bense sizi (üstün kudret sahibi ve mağfireti pek bol olan) o azîz ve gaffâr’ın yoluna dâvet ediyorum.”
43 – “Hiç şüphe yok ki sizin beni tapmaya dâvet ettiğiniz putların, ne dünyada, ne de âhirette, asla kendilerine ibadete dâvet yetkileri yoktur.”
“Şu kesin ki: hepimizin dönüp varacağı yer Allah’ın huzurudur ve haddi aşanlar cehennemi boylayacaklardır.”
44 – “Size söylediğim şu sözleri yakında hatırlayacaksınız.
Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum.
Çünkü Allah kullarını pekiyi görmektedir.”
45 – Allah onu, o kâfirlerin tuzaklarının şerrinden korudu.
Firavun hanedanını da kötü azap kuşatıverdi.
48 – Büyüklük taslayanlar da: “Bizim hepimiz ateşin içindeyiz.
Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, iş bitti!”
55 – O halde, sen sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.
Hem günahından istiğfar et, sabah akşam Rabbine hamd ederek zikir ve ibadete devam et.
56 – Kendilerine ulaşan hiçbir delil olmaksızın
Allah’ın âyetleri hakkında ileri geri tartışanların içlerinde olan duygu, sırf bir büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir, ama onlar o özendikleri dereceye asla ulaşamazlar.
Sen onların şerrinden Allah’a sığın.
Çünkü O, her şeyi tam mânasıyla işitir ve bilir.
61 – Allah, sükûnet bulup dinlenmeniz için geceyi yarattı.
Etrafınızı görüp çalışabilmeniz için de aydınlık olan gündüzü var etti.
Doğrusu Allah, insanlara büyük lütuf sahibidir, fakat insanların ekserisi şükretmezler.
62 – İşte Rabbiniz, bütün bunları yapan, her şeyi yaratan Allah’tır. O’ndan başka ilah yoktur.
Böyle iken nasıl oluyor da bu gerçeği kabul etmekten vazgeçiyorsunuz?
63 – Gerçek durumu bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr edenler, aynı şekilde, haktan yüz çevirmişlerdi.
64 – Allah o yüce Zattır ki sizin için yeryüzünü yerleşme yeri, göğü de kubbeli bir çatı yapmış, size sûret verip sûretlerinizi de güzel kılmış ve sizi helâl hoş nimetlerle rızıklandırmıştır.
İşte sizin Rabbiniz olan Allah bu Zattır.
Demek âlemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir!
65 – Tam mânasıyla Diri olan yalnız O’dur.
Ondan başka tanrı yoktur.
Öyleyse ibadeti gönülden olarak ve yalnız O’na yapın, yalnız O’na yalvarın.
Bütün hamd ve övgüler âlemlerin Rabbi Allah’adır.
66 – De ki: Rabbimden bana açık deliller gelince sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize tapmam yasaklandı ve bana âlemlerin Rabbine teslim olmam emredildi.
69 – Baksanıza Allah’ın âyetleri hakkında tartışanlara, ileri geri konuşanlara!
Nasıl oluyor da haktan vazgeçiyorlar?
73-74 – Sonra da kendilerine şöyle denilecektir:
“Allah’tan başka O’na şerik saydığınız putlar nerede?”
Onlar: “Bizden uzaklaşıp ortadan kayboldular.
Daha doğrusu, biz, taptıklarımızın bir hiç olduğunu, şimdi anladık.
Meğerse bizim taptıklarımız, bir hiçten ibaretmiş.”
İşte Allah, kâfirleri böyle şaşırtır.
77 – Sabret! Çünkü Allah’ın vaadi gerçektir.
Biz onlara vaad ettiğimizin bir kısmını sana göstersek de,
yahut senin ruhunu yanımıza alsak da, onlar mutlaka sonunda dönüp huzurumuza geleceklerdir.
78 – Biz senden önce de birçok resul gönderdik.
Onlardan bazısını sana anlattık, bazısını ise anlatmadık.
Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmaksızın bir mûcize getiremez.
Allah’ın emri gelince de hak ve adaletle hükmolunur ve batıl yolda olanlar, (özellikle ısrarla, resulün azap getirmesini isteyenler) hüsrana uğrarlar.
79 – Allah O Yüce Zattır ki, sizin binmeniz için hayvanlar yaratmıştır, hem onların bazılarının etlerini de yersiniz.
81 – Allah böylece size kudretinin alâmetlerini gösterir.
Artık Allah’ın hangi delillerini inkâr edebilirsiniz?
84 – Onlar Bizim azabımızın şiddetini görür görmez
“Allah’ın birliğine iman ettik, ona şerik saydığımız putları da red ve inkâr ettik” dediler.
85 – Fakat şiddetimizi gördüklerinde iman etmeleri kendilerine fayda sağlamadı.
Allah’ın kulları hakkında carî âdet ve tutumu hep böyle olmuştur.
İşte kâfirler burada hüsrana uğramışlardır.
Fussilet-52 – Artık söyleyin bakalım: Eğer bu Kur’ân Allah tarafından gönderilmiş de, siz bunu red ve inkâr etmişseniz,
o takdirde haktan iyice uzaklaşmış olan sizlerden daha sapık kim olabilir?
Şûrâ-3 – (O üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) azîz ve hakîm olan Allah, böylece sana da, senden önceki resullere de buyruklarını vahyeder.
5 – Öyle ki neredeyse gökler üstlerinden yarılacaklar.
Melekler Rab’lerini överek tenzih ve takdis eder ve yerde bulunanlar için mağfiret dilerler.
İyi bilin ki, gafur ve rahîm O’dur (affı, merhamet ve ihsanı pek boldur). [40,7]
6 – Allah’tan başka bir takım hâmiler (veliler) edinenlere gelince, Allah onları daima gözetleyip kontrol etmektedir, sen onlar üzerinde yönetici değilsin.
8 – Eğer Allah dileseydi bütün insanları, aynı dine bağlı, tek ümmet yapardı.
Ama O, insanların hak etmelerine göre dilediği kimseyi rahmetine dahil eder, Zalimlerin ise ne hâmileri, ne de yardımcıları vardır.
9 – Gerçek bu iken, bilakis onlar Allah’tan başka birtakım hâmiler edindiler. Olacak iş midir bu! Hâmi ancak Allah’tır, ölüleri diriltecek de O’dur ve O her şeye kadirdir.
10 – Hangi hususta ihtilaf ederseniz bilin ki O’nun hükmü, Allah’a aittir. İşte Rabbim olan Allah budur.
Ben de yalnız O’na dayanır ve güvenir, O’na yönelip gönül veririm.
13 – O, “Dini doğru anlayıp hükümlerini uygulayın ve o hususta tefrikaya düşmeyin” diye, din esasları olarak Nuh’a emrettiğini, hem sana vahyettiğimizi, keza İbrâhim’e, Mûsâ’ya, Îsâ’ya emrettiğimizi sizin için de din kıldı.
Senin insanları dâvet ettiğin esaslar, müşriklere çok ağır gelmektedir.
Halbuki Allah dilediği kullarını bu din için seçer ve gönülden Kendine yöneleni ona hidâyet eder.
15 – Onun için sen durma, hakka dâvet et ve sana emredildiği tarzda dosdoğru ol, sakın onların keyiflerine uyma ve şöyle de:
“Allah hangi kitabı indirmişse ben ona inandım.
Hem bana, aranızda adaletle hükmetmem emri verildi.
Allah bizim de sizin de Rabbinizdir.
Bizim işlerimizin sorumluluğu bize, sizinkilerinki ise size aittir.
Bizimle sizin aranızda bir tartışma sebebi yoktur.
Allah hepimizi bir arada toplayacaktır.
Hepimiz de O’nun huzuruna götürüleceğiz.”
16 – İnsanların çoğu dine dâveti kabul edip girdikten sonra,
Allah’ın dini hakkında hâlâ, ileri geri tartışanların itirazları, Rab’leri yanında boştur.
Onlara büyük bir gazap ve şiddetli bir azap vardır.
17 – Allah hakkı bildirip ikame etmek için kitabı ve adalet ölçüsünü indirmiştir.
Hep gerçeği bildiren o kitabın bildirdiği kıyamet, ne bilirsin, belki de yakın olabilir?
19 – Allah kullarına büyük lütuf sahibidir.
Dilediği her kulunu, bir türlü rızıklandırır. O, pek kuvvetlidir, üstün kudret sahibidir.
21 – Yoksa Yüce Allah’ın izin vermediği birtakım şeyleri
kendilerine din diye kabul ettirmek isteyen putları mı var?
Şayet Allah’ın cezayı ertelemeye dair hükmü olmasaydı işleri çoktan bitirilmişti.
Zalimlere elbette gayet acı bir azap vardır.
23 – İşte bu, Allah’ın iman edip makbul ve güzel işler yapan kullarına verdiği mutluluk müjdesidir. De ki: Ben bu risalet ve irşad hizmetinden ötürü, sizden akrabalık sevgisinden başka beklediğim hiçbir karşılık yoktur.
İşte kim böyle bir sevgi olsun, başka iyi işler olsun gerçekleştirirse, Biz de onun o iyiliğinin sevap ve mükâfatını kat kat artırırız. Çünkü Allah gafurdur, şekûrdur (çok affedicidir, kullarının az işlerini fazlasıyla ödüllendirir).
24 – Yoksa senin hakkında: “Allah adına yalan uydurdu”mu diyorlar? (Bunun gerçekle hiçbir ilgisi olamaz. Zira buna ancak kalbi mühürlü bazı beyinsizler cür’et edebilir).
Halbuki Allah dilerse senin kalbini mühürler. Allah batılı imha eder, hakkı ise indirdiği kitapla kuvvetlendirir. Gerçekten O, kalblerin içinde ne varsa bilir.
27 – Eğer Allah kullarına rızık ve imkânları bol bol yaysaydı, onlar dünyada azarlardı.
Lâkin O, bu imkânları dilediği bir ölçüye göre indirir. Çünkü O kullarından haberdar olup onların bütün yaptıklarını ve yapacaklarını görmektedir.
31 – Siz, kaçmakla Allah’ın cezasından kendinizi kurtaramazsınız. Sizin Allah’tan başka ne haminiz, ne de yardımcınız yoktur.
36 – Size verilen ne varsa hep dünya hayatının geçici metâıdır. Allah’ın yanında, âhirette olan nimetler ise iman edenler ve Rab’lerine güvenenler için hem daha değerli, hem de devamlıdır.
40 – Ama unutmayın ki haksızlığın karşılığı, yapılan haksızlık kadar olabilir, fazlası helâl olmaz.
Bununla beraber kim affeder, haksızlık edenle arasını düzeltirse onun da mükâfatı artık Allah’a yaraşan tarzda olur.
Şu kesindir ki Allah zalimleri sevmez.
44 – Allah kimi şaşırtırsa, artık ondan sonra kendisini koruyacak hiçbir hâmi bulunamaz.
O zalimlerin azabı görünce, imanlı itaatli kul olmak için “Acaba geri dönme imkânı var mıdır?” dediklerini görürsün.
46 – Kendilerine, Allah’tan başka yardım edecek dostları da yoktur artık.
Allah kimi şaşırtırsa artık onun için hiçbir kurtuluş yolu yoktur.
47 – Allah tarafından gelecek ve geri çevrilmesi mümkün olmayacak olan gün gelmeden önce
Rabbinizin çağrısını kabul edip O’na dönün.
Yoksa o gün ne sığınacak bir delik bulabilirsiniz, ne de yaptıklarınızı inkâra bir çare!
49– Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır. O dilediğini yaratır.
51 – Allah bir insana ancak vahiy yoluyla veya bir perde arkasından hitab eder, yahut ona Kendi izniyle dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir.
Çünkü O yüceler yücesidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
53 – Yani göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibi olan Allah’ın yolunu gösterirsin.
İyi bilin ki bütün işler eninde sonunda Allah’a döner, kararlar O’ndan çıkar.
Zuhruf-63-64 – Îsâ, açık açık delillerle onlara gelince:
“Ben, size hikmet getirdim,
bir de hakkında ayrılığa düştüğünüz bazı şeyleri size açıklamak için geldim.
O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir, yalnız O’na ibadet edin. Doğru yol budur.” dedi.
87 – Eğer kendilerine: “Sizi kim yarattı?” diye sorarsan “Allah yarattı” derler.
O halde, nasıl oluyor da O’nu tek İlah kabul etmekten vazgeçiyorlar?
Duhan-18 –“Ey Allah’ın kulları, benim hakkımı verin, yani tebliğimi dinleyin; çünkü ben size gönderilen güvenilir bir elçiyim.
19– Sakın Allah’a baş kaldırmayın, zira ben size apaçık bir delil getiriyorum.
42 –Allah’ın merhametine mazhar olanlar dışında, kimseye yardım da edilmez. O, gerçekten azîzdir, rahîmdir (üstün kudret sahibidir, merhamet ve ihsanı boldur).
Câsiye-2 – Bu kitabın indirilmesi o (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) azîz ve hakîm Allah tarafındandır.
5 – Gece ve gündüzün peş peşe gelip müddetlerinin uzayıp kısalmasında,
Allah’ın gökten bir rızık, yani yağmur indirip onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde,
rüzgârları evirip çevirmesinde,
akıllarını kullanıp düşünecek kimseler için Allah’ın kudretine ve hikmetine dair birçok deliller vardır.
6 – (O tekvînî âyetlerin yanında) işte bunlar da Allah’ın tenzîlî âyetleridir ki, gerçeğin ta kendisi olarak (Cebrail vasıtasıyla) okuyup beyan ediyoruz.
Allah’a ve Onun âyetlerine inanmadıktan sonra, onlar acaba daha hangi söze inanacaklar?
8 –Böylesi, Allah’ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra kibrine yediremeyip büyüklük taslayarak, sanki onları hiç işitmemiş gibi inkârında direnir. Ona gayet acı bir azabı müjdele!
10 – Peşlerinde de cehennem onları beklemektedir. Ne kazandıkları servetler, ne de Allah’tan başka edindikleri dostlar ve hâmiler, kendilerine fayda vermez. Onlara müthiş bir azap vardır.
12 – Allah o yüce Zattır ki, içinde emri ve izni ile gemiler akıp gitsin diye, lütfundan nasiplerinizi arayasınız ve şükredesiniz diye denizleri sizin hizmetinize vermiştir.
14 – İman edenlere söyle ki: Allah’ın ceza günlerinin gelip çatacağını beklemeyenlerin ezalarına aldırış etmesinler, kusurlarını bağışlasınlar.
Çünkü nasılsa Allah, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir (iman edenlere de sabır ve aflarının ödülünü verecektir.)
19 – Çünkü Allah’tan gelecek herhangi bir cezayı önleme hususunda, onlar sana hiçbir fayda veremezler. Zalimler birbirinin dostudur. Allah ise muttakilerin dostudur.
22 – Halbuki Allah gökleri ve yeri hak ve hikmetle, gerçek bir maksatla
ve bir de herkesin ne kazanmışsa, kendilerine asla haksızlık edilmeksizin, ona göre karşılık görmesi için yaratmıştır.
23 – Baksana kendi heva ve hevesini ilah edinen,
ilmi olduğu halde Allah’ın kendisini şaşırtıp,
kulağını ve kalbini mühürlediği, gözlerine de perde çektiği kimsenin haline!
Hakkı görmemekte ve azgınlıkta ısrar etmesi sebebiyle
Allah’ın şaşırttığı bu kimseyi kim yola getirebilir? Düşünmüyor musunuz?
26 – De ki: “Size hayatı veren Allah’tır. Sonra sizi yine O öldürür, sonra da hepinizi, hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet günü bir araya toplar; ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.
27 – Göklerin ve yerin hakimiyeti Allah’ındır. Kıyamet saati gelip çattığı gün, işte o gün batıl dâva peşinde olanlar, en büyük kayba uğrayacaklardır.
32 – Size: “Allah’ın vaadi gerçektir, kıyamet saati mutlaka gelecektir” denildiğinde siz:
“Kıyamet neymiş bilmeyiz, biz olsa olsa bir zan ve tahminde bulunabiliriz, ama biz kesin bir tarzda ona inanmayız.” demiştiniz.
35 –Bu böyle olacak, çünkü siz Allah’ın âyetlerini alay konusu yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı.”
Bugün artık ne oradan çıkarılırlar, ne de özürleri kabul edilip dünyaya gönderilirler.
36 – Demek ki bütün hamdler, övgüler göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
Ahkaf-2 – Bu kitabın indirilmesi, (o üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm Allah tarafındandır.
4 – Müşriklere de ki: “Şimdi baksanıza şu sizin Allah’tan başka ilahlaştırıp yalvardığınız putlarınıza!
Söyler misiniz, onlar yerde hangi şeyi yaratmışlar, yoksa göklerde mi bir ortaklıkları var?
(Akıl yönünden bu mümkün olmayınca, nakil yönünden putlara ibadetin gerçek olduğunu gösterin) Eğer bu iddianızda tutarlı iseniz, daha önce gelmiş bir kitap yahut hiç değilse bir bilgi kalıntısı varsa getirin görelim.”
5 – Kendisinin duasına, ta kıyamete kadar cevap veremeyecek olan ve esasen kendilerine yapılan dualardan habersiz o Allah’tan başka uydurulan nesnelere yalvaran kimseden daha şaşkın biri hiç olablir mi?
8 – Yoksa, “Kur’ân’ı kendisi uydurdu!” mu diyorlar? De ki: “Eğer ben uydurduysam zaten Allah, çok geçmeden cezamı verir. Siz bana yardım etmek isteseniz bile Allah’ın azabından beni kurtaramazsınız. Ben cezamı çekmeye hazırım. Siz rahat olun. Demek ki sizin bu kabil laflarınız boş sözlerden, içine daldığınız yaygaradan ibarettir
Allah da sizin bu atıp tutmalarınızı ve kopardığınız yaygarayı pek iyi bilmektedir. Benimle sizin aranızda şahit olarak O, kâfidir. O gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı pek boldur).
10 – De ki: Söyleyin bakalım: Eğer bu Kur’ân Allah tarafından geldiği halde siz reddetmişseniz, İsrailoğullarından da bir şahit, (tevhid, âhiret vb. İman esasları gibi Kur’ân’da bildirilen hakikatlerin) benzerine şahitlik edip iman ettiği halde, siz büyüklük taslayarak iman etmezseniz sizden daha şaşkın, daha zalim kimse olabilir mi? Allah elbette böyle zalimleri hidâyet edip emellerine ulaştırmaz.
13 – Onlar ki “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dürüst hareket ederler, işte onlara korku ve endişe yoktur, onlar kendilerini üzecek hiçbir durumla da karşılaşmazlar.
17 – Fakat bir de öyleleri var ki, kendisini imana dâvet eden anne ve babasına:
“Öf be! Yetti artık! Benden önce nice nesiller ölüp de geri dönmediği halde, siz beni mezarımdan dirilip çıkarılmakla mı korkutuyorsunuz!” derken,
onlar: Allah’a sığınıp yalvararak oğullarına:
“Yazık ediyorsun kendine! derler, imana gel, Allah’ın vaadi elbette gerçektir.”
O ise yine de: “Bu âhiret inancı eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diye diretir.
21 – Bir de Âd halkının kardeşleri Hûd’u hatırla.
O Ahkaf’da kavmini uyarmıştı.
Gerçekte ondan önce de, sonra da birçok uyaran peygamberler gelip geçmişti.
O: “Yalnız Allah’a ibadet edin.
Doğrusu ben, sizin başınıza gelecek müthiş bir günün azabından endişe ediyorum.” demişti.
23 – O şöyle cevap verdi:
“Azabın vakti hakkında kesin bilgi Rabbimin nezdindedir.
Ben sadece benimle gönderilen mesajı size duyuruyorum.
Ne var ki sizi cahilce davranan bir toplum buluyorum.”
26 – Gerçekten, Biz onlara, size vermediğimiz imkânlar vermiştik.
Kulaklar, gözler ve gönüller lütfetmiştik kendilerine.
Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne de gönülleri kendilerine hiçbir fayda vermedi.
Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini bile bile, inatla inkâr ediyorlardı.
Neticede alaya aldıkları o azap kendilerini her taraftan sarıverdi.
28 – Kendilerine Allah’ın nezdinde yakınlık sağlasınlar diye Allah’tan başka edindikleri tanrılar, o müşrikleri kurtarsalardı ya!
Bilakis onlar ortalıktan kaybolup kendilerini terk ettiler.
İşte onların sapıtmalarının ve uydurup durdukları iftiralarının neticesi bundan ibarettir.
31 – “Ey kavmimiz! Allah yoluna dâvet eden bu elçinin çağrısını kabul ve ona iman edin ki
Allah da sizin günahlarınızı affetsin ve gayet acı bir azaptan sizi kurtarsın.
32 – Allah’ın elçisine icabet etmeyen kimse bilsin ki,
Allah’ın cezasından asla kaçıp kurtulamaz ve Allah’tan başka hiçbir hâmi ve dost bulamaz.
Onlar besbelli bir sapıklık içindedirler.
33 – O kâfirler şu gerçeği hâla anlamadılar mı ki; gökleri ve yeri yaratan ve yarattıktan sonra hiçbir yorgunluk çekmeyen Allah, ölüleri diriltmeye de, haydi haydi kadirdir!
Evet, O her şeye kadirdir.
Muhammed-1 – İnkâr edip insanları Allah’ın yolundan engelleyenlerin bütün yaptıklarını Allah boşa çıkaracaktır.
3 – Bu böyledir. Çünkü kâfirler batıla uydular. İman edenler ise Rab’leri tarafından gönderilen hakka uydular. İşte Allah insanlara kendi durumlarını böylece beyan eder.
7 – Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine destek olursanız,
O da size yardım eder ve savaşta ayaklarınızı kaydırmaz.
9 – Bu böyledir, zira onlar Allah’ın indirdiği buyruklarını beğenmediler.
Allah da onların bütün iyi ve güzel işlerini boşa çıkardı.
10 – Peki onlar dünyada hiç dolaşmadılar mı ki, daha önce yaşamış nesillerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna baksınlar: Allah onları yerle bir etti.
Benzeri iş yapan kâfirleri de, benzeri âkıbetler beklemektedir.
11 – Bu böyledir, çünkü iman edenlerin yardımcısı Allah’tır, kâfirlerin ise mevlâları, dostları yoktur.
12 – Muhakkak ki Allah iman edip, makbul ve güzel işler yapanları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirecektir.
Kâfirler ise dünyada zevklerini yaşamak ister, davarlar gibi yerler. İşte onların barınağı ateştir.
16 – Onlardan seni dinlemeye gelen de vardır.
Ama ne zaman ki senin yanından çıkarlar, o vakit sana kulak verip meseleleri öğrenenlere:
“Sahi, az önce o, neler söylüyordu?” diye sorarlar.
İşte Allah onların kalplerini mühürlemiş ve onlar da hevalarına uymuşlardır.
19 – O halde şu gerçeği hiç unutma ki:
Allah’tan başka ilah yoktur.
Sen hem kendi günahından, hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarından ötürü Allah’tan af dile.
Allah, (dünyada) dönüp dolaştığınız yeri de, (âhirette) varıp duracağınız yeri de pek iyi bilir.
21 – Onlara düşen: İtaat etmek ve tatlı söz söylemektir. İş ciddiye bindiğinde,
Allah’a verdikleri sözde dursalardı, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu.
23 – İşte bunlar, Allah’ın lânet edip kulaklarını sağırlaştırdığı, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
26 – Bu böyledir; Çünkü onlar Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara:
“Biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demişlerdi.
Halbuki Allah onların gizledikleri şeyleri hep bilmektedir.
28 – Bu böyledir: Çünkü onlar Allah’ın gazabına sebeb olan şeylerin peşine düştüler, O’nu razı edecek şeyleri ise beğenmediler.
Bu yüzden Allah da onların bütün işlerini boşa çıkardı.
29 – Yoksa kalplerinde hastalık (nifak) bulunan münâfıklar Allah’ın, kalplerinde müminlere karşı duydukları kinleri açığa çıkarmayacağını mı zannediyorlar?
30 – Eğer dileseydik onları sana tek tek gösterirdik, sen de onları simalarından tanırdın.
Hatta sen onları ifadelerinden, ses tonlarından kesinlikle tanırsın.
Allah bütün işlerinizi bilir.
32 – Kendileri inkâr edip insanları Allah yolundan çevirenler ve doğru yol kendilerine iyice belli olduktan sonra bile,
Peygamberin karşısına çıkanlar, Allah’a yani Allah’ın Peygamberine, dinine asla zarar veremezler.
Allah onların işlerini heder edecektir.
33 – Ey iman edenler! Allah’a ve Resulüne itaat edin de emeklerinizi boşa çıkarmayın.
34 – Kendileri inkâr edip insanları da Allah yolundan çeviren, sonunda da kâfir olarak ölenler var ya,
Allah onları asla affetmeyecektir.
35 – O halde gevşemeyin de, sizler daha üstün durumda iken, zillet gösterip sulha yalvarmayın.
Allah sizinle beraberdir. O, asla sizin gayretinizi kuvvetten düşürmez, emeklerinizi zayi etmez.
38 – İşte sizler Allah yolunda harcamaya dâvet ediliyorsunuz.
İçinizden bazıları cimrilik ediyor. Her kim cimri davranırsa, ancak kendine cimrilik eder.
Müstağnî, (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) Allah’tır; muhtaç olan ise sizlersiniz.
Şayet imandan ve takvâdan yüz çevirirseniz, O yerinize başka bir millet getirir de, onlar sizin gibi hayırsız, itaatsiz olmazlar.
Fetih-2 – Bu da Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidâyet etmesi.
4 – İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
5 – Bu da, Allah’ın mümin erkekleri ve mümin kadınları içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi, onların günahlarını bağışlaması içindir. Bu, Allah katında büyük bir nailiyettir, büyük bir başarıdır.
6 – Öte yandan, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması içindir. Kötülük, onların başlarına dönsün! Allah, onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Ne kötü yerdir orası!
7 – Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah hep azîz ve hakîmdir (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
9 – Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, ona destek olup saygı gösteresiniz ve Allah’ı da sabah akşam tesbih ve tenzih edesiniz.
10 – Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler.
Allah’ın eli, hepsinin ellerinin üstündedir.
Kim sözünden dönerse, kendi aleyhine olarak döneklik eder.
Ama kim Allah’a verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir. [4,80; 9,111]
11 – Hudeybiye seferine katılmayıp kaçak durumda geri kalan bedevîler sana gelip: “Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da ondan katılamadık.
Ne olur bizim için Allah’tan af dile” derler.
Onlar aslında, dilleriyle kalplerinde olmayan şeyler söylerler.
De ki: Şimdi hakkınızda Allah bir zarar veya fayda vermek isterse, kim O’na karşı koyup engelleyebilir?
Hayır! İş sizin iddia ettiğiniz gibi değil.
Allah her şeyden haberdar olduğu gibi sizin gazaya katılamayışınızın gerçek sebebinden de haberdardır.
13 – Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa bilsin ki Biz kâfirlere alevli ateşler hazırladık.
14 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Dilediğini mağfiret eder, dilediğini cezalandırır.
Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur).
15 – Gazaya katılmayanlar, siz ganimetleri almak için gittiğinizde: “İzin verin, biz de size tâbi olalım” derler.
Böylece Allah’ın hükmünü değiştirmek isterler.
De ki: “Siz bizimle gelemezsiniz, zira Allah Teâla daha önce böyle buyurmuştur”
Bu defa da: “Hayır, diyecekler, siz bizi çekemiyorsunuz”
Bilakis kendileri anlayışları kıt olan, çok az anlayan kimselerdir.
16 – O gazaya katılmayıp geri kalan bedevilere de ki:
“Siz yakında çok kuvvetli ve savaşçı bir milletle savaşmaya dâvet edileceksiniz.
Onlar teslim olup boyun eğinceye kadar onlarla savaşacaksınız.
Eğer bu sefer itaat ederseniz Allah sizi pek güzel bir şekilde ödüllendirir.
Ama daha önce yaptığınız gibi arkanızı döner, cihaddan kaçarsanız, O, size gayet acı bir azap verir.”
17 – Gazaya katılmama konusunda âmaya sorumluluk yok, topala sorumluluk yok, hastaya sorumluluk yoktur.
Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir.
Kim de itaatten yüz çevirirse onu gayet acı şekilde cezalandırır.
18-19 – Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu.
Onların kalplerindeki ihlası bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırdı.
Allah azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
20-21 – Allah size daha başka birçok ganimet vaad etti. Onları ileride alacaksınız. Şimdilik size bunu verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki müminler için Allah’ın teyidine bir delil ve ibret olsun ve sizi dosdoğru yola eriştirsin. Allah size henüz güç yetiremediğiniz ama Kendisinin ilim ve kudretiyle ihata ettiği başka ganimetler de vaad etti. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
23 – Allah’ın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.
24 – Mekke vâdisinde size kâfirlere karşı zafer nasib ettikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
25 – İnkârda ısrar edip sizi Mescid-i Haramı ziyaret etmekten ve bekletilmekte olan hediye kurbanlıkları yerine ulaştırmaktan geri çevirenler onlardır.
Eğer orada kendilerini tanımadığınız için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü zor durumda kalacağınız mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, Allah ellerinizi birbirinizden çekmez, savaşmanıza engel olmazdı.
Dilediği kimseleri rahmetine nail etmek için Allah böyle takdir buyurdu. Şayet onlar birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri gayet acı bir cezaya çarptırırdık.
26 – Kâfirlerin kalplerine taassubu, Cahiliye taassup ve tarafgirliğini yerleştirdikleri o sırada, Allah da Resulünün ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi.
Takvâ kelimesini onlara yoldaş etti. Zaten onlar bu söze pek lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
27 – Allah, Resulünün rüyasını elbette doğru çıkaracaktır. İnşaallah siz kiminiz başını tıraş ettirmiş, kiminiz saçlarını kısaltmış olarak, Mescid-i Harama korkmaksızın tam bir güvenlik içinde gireceksiniz. Ama Allah sizin bilemediğiniz şeyleri bildiğinden ondan önce, yakın bir zafer nasib etti.
28 – Bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidâyet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.
29 – Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alameti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, Tevrattaki sıfatları olup İncîldeki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.
Hucurat-1 – Ey iman edenler: Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allaha karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
3 – Peygamberin huzurunda seslerini ayarlayanlar var ya, işte Allah, içindeki takvâyı ortaya çıkarmak için onların kalplerini sınamış ve onlar bu imtihanı başarmışlardır. Onlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
5 – Eğer onlar sen kendilerinin yanına çıkıncaya kadar bekleselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Bununla beraber Allah Gafurdur, Rahimdir.
7-8 – İyi düşünün ki Allah’ın Resulü sizin aranızda bulunmaktadır. Şayet o birçok işte size uysaydı, haliniz yaman olurdu.
Ama Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi; inkârdan, fâsıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi. İşte Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak doğru yolda yürüyenler onlardır. Allah her şeyî hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
9 – Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle vuruşursa, onların aralarını bulun.
Buna rağmen biri öbürüne saldırırsa, bu saldıran tarafla, Allah’ın emrine dönünceye kadar siz de vuruşun. Döndüğü takdirde aralarını hakkaniyetle düzeltin ve hep âdil olun, çünkü Allah âdil davrananları sever.
10 – Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.
12 – Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır.
Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin.
Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı?
İşte bundan hemen tiksindiniz!
Öyleyse Allah’ın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).
13 – Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.
Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.
Şunu unutmayın ki Allah’ın nazarında en değerli, en üstün olanınız, takvâda (Allah’ı sayıp haramlardan sakınmada) en ileri olandır.
Muhakkak ki Allah herşeyi mükemmelen bilir, her şeyden hakkıyla haberdardır.
14 – Bedeviler “iman ettik” dediler. De ki: “Siz iman etmediniz, lâkin “İslâm olduk, size inkıyad ettik” deyiniz.
Zira iman henüz kalblerinize girmiş değildir.
Eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah gafûr ve rahîmdir (mağfireti, merhameti ve ihsanı boldur).
15 – Müminler ancak o kimselerdir ki Allah’ı ve resulünü tasdik eder ve sonra da hiçbir şüpheye düşmezler,
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücahede ederler. İşte imanına bağlı, gerçek müminler bunlardır.
16 – De ki: “Dindarlık derecenizi siz mi Allah’a bildireceksiniz? Allah sanki bunu bilmiyor da sizin iddianıza mı bakacak?
Halbuki Allah bunu bildiği gibi, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Evet, Allah herşeyi hakkıyla bilir.”
17 – İslâm’a girmelerini sana minnet ediyorlar. Onlara de ki: “Müslümanlığınızı bana minnet etmeyin. Asıl size iman yolunu gösteren Allah size minnet eder, eğer iman iddianızda samimi iseniz!”
18 – Muhakkak ki Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Bütün bunları bilen Allah, sizin yaptığınız her şeyi de elbette görür.
Kaf-26 –Allah’ın yanı sıra başka bir tanrı benimseyeni! Atın onu o çetin azaba!”
Zâriyat-50 – “O halde, Allah’a kaçın, çabuk Allah’ın himayesine koşun. Zira ben Onun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen âşikâr bir elçiyim.”
51 – Sakın Allah’ın yanısıra başka mabud icad etmeyin. İşte ben O’nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen aydınlatıcı bir elçiyim.
Tûr-27 –Ama şükürler olsun ki Allah bize lütfetti ve bizi, o kavuran ateşten korudu.
43 – Yoksa onların Allah’tan başka bir tanrıları mı var?
Allah onların iddia ettikleri ortaklardan münezzeh ve yücedir.
Necm-23 – Aslında bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu, kuru isimlerden, boş lafızlardan başka bir şey değildir. Allah onların tanrılıklarına delil olabilecek hiçbir şey indirmemiştir. Onlar sadece zanlarına ve nefislerinin heva ve heveslerine uyarlar. Halbuki onlara Rab’leri tarafından uyacakları mükemmel Rehber çoktan gelmiş bulunuyor!
25 – Hayır, öyle değil! Âhiret hayatı da, dünya hayatı da Allah’ın elindedir. Kime ve neyi vereceğini, Kendisi takdir eder.
26 – Nitekim göklerde nice melaike var ki, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında geçerli olması için izin çıkmadıkça, onların şefaatleri asla fayda vermez.
31 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hep Allah’ındır.
Böyle olduğu için, sapanı ve doğru yolda olanı pek iyi bildiği, yaptıklarını kaydettiği içindir ki, kötülük işleyenleri, yaptıklarının karşılığı ile cezalandırarak, iyi hareket edenlere de en güzel mükâfatı verecektir.
58 –O gelmeden, ne zaman olacağını bildirecek, geldiğinde de onu kaldıracak Allah’tan başka kimse yoktur.
62 –Haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz!
Hadid-1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ı tenzih ve tesbih eder. O azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
4 – O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yaratıp sonra Arşına kuruldu.
Yere gireni, yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe yükseleni bilir.
Hâsılı siz nerede olursanız olun O, ilmi ve kudreti ile sizinle beraberdir. Allah bütün yaptıklarınızı görür.
5 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.
Bütün işler O’na götürülür, bütün kararlar O’nun kapısından çıkar.
7 – Allah’a ve Resulüne iman edin ve O’nun (sizi emanetçi yaptığı) yönetimini size bıraktığı mallardan harcayın.
İçinizden iman edip harcayanlara büyük ecir vardır.
8 – Size ne oluyor ki, Resulullah da sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde, Allah’a inanmıyorsunuz.
Oysa Allah sizden bu hususta kesin söz almıştı, eğer imana gelecekseniz bu yeter.
9 – Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, o has kuluna açık açık âyetler indiren O’dur. Muhakkak ki Allah size karşı raûfdur, rahîmdir (son derece şefkatlidir, merhamet ve ihsanı boldur).
10 – Göklerin ve yerin yegâne vârisi Allah olup, bütün mallarınız zaten O’na ait olduğu halde niçin Allah yolunda harcamıyorsunuz?
Sizden, fetihden önce infak eden ve savaşan kimse ile bunları yapmayan elbette bir olmaz.
İşte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler.
Bununla beraber Allah, her birine de cennet vaad eder. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
11 – Kim Allah’a güzel bir ödünç verirse malını Allah yolunda harcarsa Allah bunu kat kat artırır. Ona değerli bir mükâfat da vardır.
14 – Münafıklar şöyle seslenirler: “Biz de sizinle beraber değil miydik?” Müminler cevap verirler: “Evet, beraberdiniz, fakat siz kendi canınızı yaktınız, müminlere hep felaket gelmesini gözleyip durdunuz, şüphelere düştünüz, sizi birtakım kuruntular oyaladı.
Bir de baktınız ki emr-i Hak gelmiş. Böylece o dessas, çok aldatıcı şeytan sizi Allah’ın affı ve keremi ile aldattı.”
16 – İman edenlerin kalplerinin Allah’ı anma ve Cenab-ı Hak tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet ve kanıksama meydana gelmiş, neticede kalpleri katılaşmıştı. Hatta onların çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.
17 – İyi düşünün ki Allah, bütün yeryüzünü bile ölümünden sonra diriltiyor; (gevşeyen ve uyuklayan gönülleri de böylece diriltebilir). Zaten aklını çalıştıran, zihnini işleten kimseler için bu canlanmayı gerçekleştirecek âyetlerimizi iyice açıklamış bulunuyoruz.
18 – Dini tasdiklerinin ifadesi olarak, hayır işlerinde mal harcayan erkekler, mal harcayan hanımlar ve Allah’a güzel bir ödünç verenlerin ödülleri kat kat artırılacak, ayrıca onlara değerli bir mükâfat da verilecektir.
19 – Allah’a ve resullerine iman edenler, evet işte onlardır Rabbinin nezdinde sıddikler ve Hakka şahitlik edenler!
Kendilerine mükemmel ecirler ve nurlar vardır.
Ama kâfir olup âyetlerimizi yalan sayanlar.
İşte onlar da cehennemliktirler.
20 – İyi bilin ki (âhirete yer vermeyen) dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür.
Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır.
Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider.
Ama sonra kurur, sen onu sapsarı kurumuş görürsün. Sonra da çerçöp haline gelir. İşte dünya hayatı da böyledir. Âhirette ise kâfirler için şiddetli bir ceza,
Müminler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza!
Evet, dünya hayatı bir aldanma metâından başka bir şey değildir.
21 – Rabbiniz tarafından verilecek bir mağfirete ve cennete girmek için yarışın.
Öyle bir cennet ki eni göklerle yerin eni gibi olup Allah’a ve resullerine iman edenler için hazırlanmıştır.
İşte bu, Allah’ın dilediği kimselere olan bir ihsanıdır. Allah büyük lütuf sahibidir.
22 – Gerek (kıtlık, kuraklık, zelzele gibi) yerde, gerek (hastalık, mala gelen musîbet gibi) kendinizde vuku bulan hiçbir musîbet yoktur ki Bizim onu yaratmamızdan önce bir kitapta yazılı olmasın. Bu, Allah’a göre elbette pek kolaydır.
23 – Bu da, elinizden çıkan şeylerden dolayı gam yememeniz,
Allah’ın size nasib ettiği nimetlerle de şımarmamanız içindir.
Allah övünüp duran, kibirli, kendini beğenmiş kimseleri sevmez.
24 – Böyleleri hayır işlerinde hem kendileri cimri davranır, hem de başkalarına cimriliği öğütlerler.
Ama bunlar bilsinler ki kim malını Allah yolunda harcamaktan yüz çevirirse Allah ganîdir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan müstağnîdir, her türlü hamd ve övgüye lâyıktır).
25 – Şu kesindir ki Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resullerle beraber kitap ve adalet terazisi indirdik.
Mahiyetinde büyük bir kuvvet ve insanlara bir çok fayda bulunan demiri de, kullanmaları ve Allah’ı görmedikleri halde O’nun dinini ve peygamberlerini, kimlerin bu kuvvet ile destekleyeceğini bilip ortaya çıkarmak için, büyük bir nimet olarak indirdik.
Unutmayın ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir (kimsenin desteğine ihtiyacı yoktur).
26 – Biz Nuh’u, İbrâhim’i peygamber olarak gönderdiğimiz gibi, zürriyetlerine de kitap ve nübüvvet verdik. Onlardan kimisi doğru yolu bulsa da, çoğu büsbütün yoldan çıkmışlardır.
27 – Sonra bunların ardından peş peşe peygamberlerimizi gönderdik. Özellikle Meryem’in oğlu Îsâ’yı arkalarından gönderdik, kendisine İncîl’i verdik ve ona uyanların kalplerine bir şefkat, bir merhamet yerleştirdik.
Uydurdukları ruhbanlığı ise Biz kendilerine farz kılmadık, lâkin Allah’ın rızasına nail olmak için kendileri icad ettiler. Kaldı ki ona gereği gibi de riâyet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik, onların çoğu ise büsbütün yoldan çıkmışlardır.
28 – Ey önceki resullere iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın bu Resulüne de iman edin ki rahmet hazinesinden size iki hisse versin ve size, sayesinde karanlığı dağıtıp yürümenizi sağlayan bir nûr versin ve sizi affetsin. Çünkü Allah gafûr ve rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).
29 – Ehl-i kitap şunu bilsinler ki: Allah’ın lütfundan mâlik oldukları hiçbir şey, hiçbir kısım mevcut değildir. Bütün lütuf ve inayet Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
Mücadele-1 – Kocası hakkında sana başvurup tartışan ve halini Allah’a arzeden o kadının sözlerini elbette Allah işitti.
Allah sizin konuşmalarınızı dinliyordu. Şüphesiz Allah semî’dir, basîrdir (her şeyi işitir ve görür).
2 – İçinizden kadınlar hakkında zıhar yapanlar bilsinler ki onlar kendilerinin anneleri değildir, onların anneleri sadece kendilerini doğurmuş olanlardır. Onlar gerçekten çirkin ve yalan bir söz söylüyorlar. Bununla beraber, Allah’ın affı ve merhameti çoktur (geçmiş durumlar hakkında tövbe edenleri affeder)
3 – Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir.
İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
4 – Buna imkân bulamayan kimse, temaslarından önce,
iki ay ara vermeksizin oruç tutmalıdır.
Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurmalıdır.
Bu hükümler Allah’ı ve Resulünü tasdik ve onlarla amel edip Cahiliye uygulamalarını redd etmeniz için konulmuştur.
İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır.
Kâfirler için gayet acı bir azap vardır.
5 – Allah’a ve Resulüne karşı çıkanlar, kendilerinden önce böyle yapanlar, nasıl helâk edilmişlerse öylece helâk edilirler. Halbuki Biz onlara apaçık âyetler de indirmiştik. Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap vardır.
6 – Gün gelecek, Allah onların hepsini diriltecek ve kendilerine, dünyada her ne işlemişlerse tek tek bildirecektir. Kendileri onları unuttukları halde Allah onları tesbit ettirmiştir. Çünkü Allah her şeye şahittir.
7 – Görmez misin ki Allah göklerde ne var, yerde ne varsa bilir?
Bir araya gelip gizlice fısıldaşan üç kişinin dördüncüleri mutlaka Allah’tır.
Beş kişi gizli konuşsa altıncıları mutlaka Allah’tır.
Bundan ister daha az, ister daha çok olsunlar,
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka O, kendileriyle beraberdir.
İleride kıyamet gününde yapmış oldukları işleri onlara tek tek bildirecek,
dilerse karşılığını da verecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir.
8 – Böyle kulis yapmaları men edilmişken, kendilerine yasaklanan bir işi tekrar yapıp günah, zulüm, Peygambere isyan hususunda kulis yapan, fısıldaşan kimseleri görmüyor musun?
Senin yanına vardıklarında, sana Allah’ın öğrettiği selamdan başka bir şekilde selam verirler.
Kendi içlerinden de: “Allah bizi bu söylediklerimizden dolayı cezalandırsa ya!” diye alay ederler.
Onların hakkından ancak cehennem gelir! Muhakkak onlar oraya girecekler. Gidilecek ne fena yerdir orası!
9 – Ey iman edenler! Şayet siz gizlice konuşacak olursanız sakın günah, zulüm ve Peygambere isyan hususlarında kulis yapmayın.
Bunu hayır ve takvâ hususunda yapın.
Dirilip huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
10 – Böyle meşrû olmayan kulisler, müminleri üzüntüye boğmak için şeytan tarafından telkin edilir.
Ama Allah dilemedikçe bu onlara asla zarar veremez.
Onun için müminler de yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.
11 – Ey iman edenler! Siz toplantı halinde iken “Biraz yer açıverin!” denildiği zaman yer açın ki Allah da size genişlik versin.
“Kalkın!” denilince de kalkıverin ki Allah sizin gibi iman, hele hele bir de ilim nasib edilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
12 – Ey iman edenler! Şayet Resulullah ile başbaşa görüşmek isterseniz, bu özel görüşmeden önce bir sadaka verin.
Böyle yapmak sizin için daha hayırlı, şaibeden daha uzak, günahlarınızı temizleme yönünden daha uygun bir davranış olur. Eğer buna imkân bulamazsanız Allah sizi muaf tutar, çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).
13 – Özel görüşmeden önce sadaka vermeniz halinde fakir düşeceğinizden mi korktunuz?
Size emredilen bir tasadduku yapmadığınıza göre, Allah da sizi bundan muaf tuttu.
Artık namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
14 – Allah’ın gazab ettiği bir topluluğu dost edinenlere baksana! Bunlar ne sizden, ne de onlardandır. Bunlar bile bile yalan yere yemin ederler.
15 – Allah onlara şiddetli bir ceza hazırladı. Çünkü bunlar çok fena işler yapıyorlar!
16 – Onlar yeminlerini siper edinip Allah’ın yolundan insanları uzaklaştırdılar. Onlara zelil ve perişan eden bir azap vardır.
17 – Allah’ın cezalandırma iradesine karşı onların ne malları, ne de evlatları asla fayda veremez. Onlar cehennemliktirler, hem de orada devamlı kalacaklardır.
18 – Allah’ın hepsini dirilteceği gün, onlar dünyada müslüman olduklarına dair size yemin ettikleri gibi, Allah’a da yemin edecek ve bununla birşey elde edeceklerini sanacaklar. İyi bilin ki onların işi gücü yalan söylemektir.
19 – Şeytan onların akıllarını çelmiş de onlar, Allah’ı hatırlamayı unutturmuştur. İşte onlar şeytanın takımıdır ve şunu unutmayın ki şeytanın takımı ziyan ve hüsrana mahkûmdur.
20 – Allah’ı ve Resulünü karşısına alanlar, onlara düşmanlık edenler en alçak olanların derekesindedirler.
21 – Çünkü Allah: “Ben ve Resullerim elbette galip geliriz.” diye hükmetmiştir. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak galiptir.
22 – Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir milletin, Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkan kimseleri, isterse o kimseler babaları, evlatları, kardeşleri ve sülaleleri olsun, sevip dost edindiklerini göremezsin.
İşte Allah onların kalplerine imanı nakşetmiş ve Kendi tarafından bir ruhla onları desteklemiştir.
Onları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere, hem de ebedî kalmak üzere yerleştirecektir.
Allah onlardan, onlar da O’ndan razıdırlar. İşte onlar Allahın tarafında olanlardır. Ve iyi bilin ki, felaha erenler, Allah’ın taraftarları olacaktır.
Haşr-1 – Göklerde ne var yerde ne varsa Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O, azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
2 – Nitekim Ehl-i kitaptan olan kâfirleri ilk defa O, yurtlarından bir çırpıda çıkardı. Halbuki siz onların çıkacaklarını asla düşünemezdiniz. Onlar da kalelerinin, kendilerine Allah tarafından takdir edilen azabı önleyeceğini sanırlardı.
Ama Allah hiç ummadıkları yerden onları bastırdı ve kalplerine korku saldı. Öyle ki evlerini bizzat kendi elleriyle yıkıyorlardı. Bir taraftan da müminlerin elleriyle yıktırıyorlardı. Düşünün de ibret alın ey akıl sahipleri!
3 – Eğer Allah onlar hakkında toplu sürgün cezası takdir etmeseydi, mutlaka onları dünyada cezalandırırdı. Âhirette de onlara ateş azabı vardır.
4 – Bunun sebebi onların, Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkmaları oldu.
Kim Allah’ı ve Resulünü karşısına alırsa bilmelidir ki Allah’ın cezası pek çetindir.
5 – O kâfirleri kızdırmak için her hangi bir hurma ağacı kesmiş iseniz veya kökleri üzerinde bırakmışsanız bu, hep Allah’ın izniyle
ve o yoldan çıkmışları cezalandırmak için olmuştur.
6 – Allah’ın, daha önce onlara ait olup Peygamberine ganimet olarak nasib ettiği mallara gelince, siz onun için ne at, ne de deve koşturmadınız.
Fakat Allah, resullerini dilediği kimselere, savaş külfeti ve zahmeti olmaksızın gâlip getirir. Allah her şeye kadirdir.
7 – Savaş olmaksızın fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan Allah’ın, Peygamberine nasib ettiği ganimetler;
Allaha, Resulüne, akrabalara (Peygamber’in yakın akrabalarına), yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış gariplere aittir.
Ta ki o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.
Peygamber size ne verirse onu alınız, o sizi neden men ederse onu terk ediniz.
Allah’a karşı gelmekten sakınınız.
Muhakkak ki Allah’ın cezası pek çetindir.
8 – Allah’ın nasib ettiği bu ganimet malları
o hicret eden fakirlere aittir ki,
onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını taleb etmek, Allah’ın dinine ve Resulüne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edildiler.
İşte imanlarında sadık ve samimi olanlar ancak onlardır.
11 – Bakmaz mısın şu münafıklık yapanlara?
Onlar Ehl-i kitaptan kâfir kardeşlerine:
“Vallahi, diyorlar, eğer siz buradan çıkarılacak olursanız,
mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız.
Sizin olduğunuz yerde asla kimseye itaat etmeyiz,
eğer size savaş açan çıkarsa mutlaka size yardım ederiz.”
Ama Allah şahittir ki onlar yalan söylemektedirler.
13 – Onların kalplerinde sizden duydukları korku,
Allah’tan korkmalarından daha ileridir.
Bu böyledir, çünkü onlar, gerçeği bilip anlamayan kimselerdir.
16 – Yahudileri savaşa teşvik eden münafıkların durumu ise tıpkı şeytan’ın durumuna benzer ki o, insana: “Dine inanma, reddet!” diye telkin eder.
O kendisine kulak verip kâfir olunca da şöyle der:
“Ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım!”
18 – Ey iman edenler! Allah’ın azabına mâruz kalmaktan korunun.
Herkes yarın âhireti için ne gönderdiğine dikkat etsin.
Allah’ın azabına dûçar olmaktan korunun.
Çünkü Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
19 – Sakın şunlar gibi olmayın ki onlar Allah’ı unuttukları için,
Allah da kendi öz canlarını kendilerine unutturdu. Fayda ve zararlarını dahi bilemiyorlar.
İşte yoldan çıkanlar bunlardır.
21 – Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik onun,
Allah’a tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün.
İşte bunlar birtakım misallerdir ki düşünüp istifade etmeleri için, Biz onları insanlara anlatıyoruz.
22 – Allah’tır gerçek İlah! O’ndan başka yoktur ilah. Görünmeyen ve görünen her şeyi bilir.
O rahmandır, rahîmdir.
23 – Allah’tır gerçek İlah, O’ndan başka yoktur ilah.
O melik’tir, kuddûs’tür, selam’dır, Mü’min’dir, müheymin’dir, aziz’dir, cebbar’dır, mütekebbir’dir.
Allah, müşriklerin iddialarından münezzeh ve yücedir.
24 – Allah o gerçek İlahtır ki halık’tır, bârî’dir, musavvir’dir. Hasılı, en güzel isimler ve vasıflar O’nundur. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih ve tenzih eder. O, azizdir, hakimdir.
Mümtehine-1 – Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin.
Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz.
Resûlullahı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah’a inandığınız için, vatanınızdan kovuyorlar.
Siz Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için yurdunuzdan çıkarılmayı göze aldıysanız, nasıl olur da onlara sevgi gösterip sır verirsiniz?
Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilmekteyim.
Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık doğru yoldan sapmış olur.
3 – Ne hısımlarınızın, ne de evlatlarınızın kıyamet günü size faydası olmaz. Allah kıyamet günü aranızda hükmeder, itaat edenleri cennete, kâfir ve âsileri cehenneme gönderir. Allah yaptığınız her şeyi görür.
4 – İbrâhim’de ve onunla beraber olanlarda size güzel bir örnek vardır: Hani onlar hemşehrilerine şöyle demişlerdi: Bizim, ne sizinle, ne de Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeriklerinizle hiç bir ilişiğimiz kalmamıştır. Siz Allah’ın tek İlah olduğuna inanmadıkça, biz sizi reddediyor, bizimle sizin aranızda ebedi olarak düşmanlık ve nefret meydana geldiğini ilan ediyoruz.
Ne var ki İbrâhim’in babasına: “Senin için Rabbimden af dileyeceğim. Bununla beraber, Allah’ın senin hakkında dilediği hiç bir şeyi önlemem mümkün değildir.” demesi başka. Onun ve beraberinde olanların duası şudur: “Ey Yüce Rabbimiz! Yalnız sana güvenip dayandık, Sana yöneldik ve sonunda da Senin huzuruna varacağız.
6 – Onlarda sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı arzu edenler için güzel bir örnek vardır. Ama kim de aksine giderse bilsin ki Allah ganî ve hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her türlü hamd ve övgü O’na mahsustur).
7 – Umulur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında bir sevgi ve yakınlık kurar. Çünkü Allah herşeye kadirdir. Allah gafurdur, rahîmdir.
8 – Dininizden ötürü sizinle savaşmayan, sizi yerinizden, yurdunuzdan etmeyen kâfirlere gelince, Allah sizi, onlara iyilik etmeden, adalet ve insaf gözetmeden menetmez. Çünkü Allah âdil olanları sever.
9 – Allah sadece, dininizden ötürü sizinle savaşan, sizi yerinizden yurdunuzdan kovan ve kovulmanıza destek veren kâfirleri dost edinmenizi meneder. Her kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
10 – Ey iman edenler! Mümin hanımlar size katılmak üzere hicret etmiş olarak geldiklerinde onları imtihan edin. Gerçi Allah onların imanlarını pek iyi bilir. Ama siz de onların mümin olduklarını anlarsanız, artık onları kâfirlere geri göndermeyin. Bundan böyle bu hanımlar kâfir kocalarına, kâfir kocaları da bu hanımlara helal olmazlar.
Bununla beraber kocalarına da vermiş oldukları mehirleri, siz iade ediniz. Kendilerine mehirlerini vererek bu kadınlarla evlenmenizde bir sakınca yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın. Onlara harcadığınız mehri, varacakları kâfir kocalarından isteyin. Kâfirler de İslama girip sizinle evlenen eşlerine sarfetmiş oldukları mehri sizden geri istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Zira Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
11 – Eğer eşlerinizden biri dinden dönüp kâfirlere kaçar da, sonra yaptığınız savaşta siz galip gelirseniz, eşleri gitmiş olan kocalara ganimet malından, harcadıkları mehir kadar verin. İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.
12 – Ey Peygamber! Mümin hanımlar:
Allah’a hiç bir sûrette ortak tanımamak hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, hiç yoktan yalan uydurup iftira atmamak,
bulduğu bir çocuğu, kocasına isnat etmemek veya gayr-ı meşrû bir çocuk dünyaya getirip onu kocasına mal etmemek,
senin kendilerine emredeceğin meşrû olan herhangi bir konuda sana karşı gelmemek
hususlarında sana biat etmeye geldiklerinde, sen de onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan af dile. Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur).
13 – Ey iman edenler! Allah’ın kendilerine gazab ettiği bir güruhu dost edinmeyin.
Onlar ki ölüp kabre giren bir kâfir nasıl âhiret mutluluğundan ümidini kesmişse, kendileri de âhiretten öyle ümitlerini kesmişlerdir.
Saff-1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah’ı tesbih ve tenzih eder. O azîzdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).
4 – Allah, taşları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saflar halinde, kendi yolunda savaşanları sever.
5 – Hani bir vakit Mûsa kendi milletine “Ey benim milletim! demişti, benim Allah’ın Resulü olduğumu bildiğiniz halde niçin bana böyle eziyet ediyorsunuz?”
Onlar batıla meyledince, Allah da onların kalplerini hakkı kabul etmekten, hakka meyletmekten uzaklaştırdı. Öyle ya, Allah yoldan çıkmakta direten bir güruha hidâyet etmez, onları, emellerine ulaştırmaz.
6 – Vakti geldi, Meryem’in oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! dedi, “Ben size Allah’ın Resûlüyüm. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü müjdelemek üzere gönderildim.
Ne zaman ki o peygamber, açık açık delillerle kendilerine geldi:”Bu, kesin bir büyüden ibarettir” dediler.
7 – Allah’a itaate dâvet edildiğinde, bunu kabul etmediği gibi, üstelik uydurduğu yalanı Allah’a mal eden, Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim olabilir? Allah böyle zalimleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.
8 – Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla üfleyerek söndürmek isterler. Fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de, Allah nûrunu tamamlayacak (dünyanın her tarafına ulaştıracaktır).
11 –Allah’a ve Resulüne inanır, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla mücahede edersiniz. Eğer bilirseniz bunu yapmak sizin için çok hayırlıdır.
13 – Memnun olacağınız bir şey daha var: Allah’tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir zafer! Müminlere bunları müjdele!
14 – Ey iman edenler! Siz Allah’ın tarafında olunuz. O’nun dinine yardım ediniz. Nasıl ki Meryem’in oğlu Îsâ vaktiyle, havarilere: “Allah’ın yolunda giderken kim bana yardımcı olmak ister?” diye sorunca, havariler: “Allah’ın dinine biz yardımcı oluruz” diye cevap vermişlerdi.
Neticede İsrailoğullarından bir kısmı Îsâ’nın Peygamberliğine iman etti, bir kısmı da inkâr etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik de onlar ötekilere üstün geldiler.
Cuma-1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi melik (kâinatın gerçek hükümdarı), kuddus (çok yüce, her noksandan münezzeh) azîz ve hakîm olan Allah’ı tesbih ve tenzih eder.
4 – Bu, Allah’ın lütfu olup onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf ve ihsan sahibidir.
5 – Tevratın mesajını ulaştırma ve onu uygulama yükümlülüğünü kabul ettikleri halde, sonra bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler,
tıpkı ciltlerle kitap taşıyan merkebe benzer.
Allah’ın âyetlerini yalan sayan kimselerin düştükleri durum ne fecî!
Allah böylesi zalim gürûhu hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.
6 – De ki: “Ey kendilerine Yahudi diyenler! İnsanlar arasında yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ettiğinize göre,
bu iddianızda tutarlı iseniz, haydi hemen ölmeyi temenni edin de bir an önce O’na kavuşun.
7 – Ama onlar bizzat yaptıkları zulümler sebebiyle asla ölümü temenni etmezler. Allah o zalimleri pek iyi bilir.
9 – Ey iman edenler! Cuma namazına ezan ile çağırıldığınız zaman derhal Allah’ı zikretmeye (hutbe ve namaza) gidin, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.
10 – Namaz tamamlanınca yeryüzüne yayılın, işinize gücünüze gidin, Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Felaha ermenizi ümid ederek Allah’ı çok zikrediniz.
11 – Onlar bir ticaret veya bir eğlence görünce oraya doğru sökün edip, seni hutbe verirken ayakta bırakıverdiler.
De ki: Allah’ın nezdinde âhirette olan nasip, buradaki eğlenceden ve ticaretten elbette daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Münâfikûn-1 – Münafıklar sana geldiklerinde: “Biz, senin Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz.” derler.
Allah da senin Kendisinin elçisi olduğunu elbet bilir.
Bununla beraber, Allah, onların bunu söylerken yalan söylediklerine, samimi olmadıklarına şahitlik eder.
2 – Onlar yeminlerini kalkan olarak kullanıp insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırırlar.
Yaptıkları bu iş ne kötü bir iştir!
4 – Onları gördüğünde kalıpları kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin.
Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin.
Gerçekte ise onlar, âdeta koltuklarına dayanan, içi boş, ruhsuz kütüklere benzerler.
İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar.
Onlar düşmandır, onlardan sakının. Allah belalarını versin onların! Nasıl da hakikatten vazgeçiyorlar.
5 – Onlara: “Gelin, Resulullahın huzuruna varın, sizin için dua etsin, Allah’tan size af dilesin.” denildiğinde, açıktan bir şey söyleyemediklerinden, kibirlerinden ötürü başlarını sağa sola büker, içten içe homurdanırlar ve onların kibirli bir şekilde tövbeye yanaşmayıp yan çizdiklerini görürsün.
6 – Ha mağfiret diledin, ha dilemedin, onlara göre birdir.
Elbette Allah, fâsıklığı tabiat haline getirenleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.
7 – Onlar: “Resulullahın etrafındaki fakirlere infak etmeyin, destek olmayın ki dağılsınlar” diyen bedbahtlardır. Hâlbuki göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah’ındır, lâkin münafıklar bunu bilmezler, anlamazlar.
8 – Hem derler ki: “Medineye bir dönelim; göreceksiniz aziz olan, zelil olanı oradan dışarı atacaktır.” Heyhat! İzzet, Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir. Ne var ki münafıklar bunu bilmezler.
9 – Ey iman edenler! Ne mallarınız, ne evlatlarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın! Bilin ki böyle yapanlar, en büyük kayba uğrarlar.
11 –Ölüm gelip çatınca: “Ya Rabbî, az mühlet ver bana, bak nasıl hayırlar yapacağım, tam takvâ ehlinden olacağım!” diyecek olsa da, Allah vâdesi gelen hiçbir kimsenin ecelini ertelemez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
Teğabün-1 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ve tenzih eder. Hâkimiyet O’nundur.
Bütün hamdler ve övgüler O’na mahsustur. O her şeye kadirdir.
2 – Sizin hepinizi yaratan O’dur. Öyle iken artık kiminiz kâfirdir, kiminiz mü’min.
Allah yaptığınız her şeyi görür.
4 – Göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.
Gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi de bilir.
O sinelerin özünü, gönüllerin ta künhünü de bilir.
6 – Böyle oldu… Çünkü peygamberleri onlara açık açık delillerle geldiler.
Fakat bunlar: “Bizim gibi bir beşer mi bize yol gösterecekmiş!” dediler.
Onların nübüvvetlerini inkâr edip, sırt çevirdiler,
Allah da müstağnî olduğunu açıkladı. Gerçekten Allah ganîdir, hamîddir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bütün övgüler O’na aittir).
7 – Kâfirler öldükten sonra diriltilmeyeceklerini iddia ettiler.
De ki: “Hayır! Rabbim hakkı için, elbette diriltileceksiniz, yaptıklarınız size tek tek bildirilecek ve karşılığı verilecektir.
Bu, Allah’a göre pek kolaydır.”
8 – O halde Allah’a, Resulüne ve ona indirdiğimiz nûra, Kur’ân’a iman edin.
Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.
9 – Gün gelir, Allah hepinizi en büyük toplantı günü olan mahşerde bir araya getirir.
İşte o gün aldanma günüdür.
Kim Allah’a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa,
Allah onun fenalıklarını, günahlarını siler ve içinden ırmaklar akan cennetlere, hem de devamlı kalmak üzere yerleştirir.
İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur.
11 – Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musîbet başa gelmez.
Kim Allah’ı tasdik ederse, Allah onun kalbini hakka ve doğruya açar. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
12 – Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki Elçimizin görevi sadece açık bir tebliğden ibarettir.
13 – Allah’tır gerçek ilah. O’ndan başka yoktur ilah.
Müminler yalnız Allah’a dayanıp güvenmelidirler.
14 – Ey iman edenler! Eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşman olanlar da çıkabilir.
Böyle olanlara karşı dikkatli olun.
Bununla beraber müsamaha eder, kusurlarına bakmaz, onları affederseniz bu da sizin için bir fazilettir. Çünkü Allah da gafûrdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur. Siz kusurları bağışlarsanız O da size öyle muamele eder).
15 – Mallarınız, evlatlarınız, sizin için sadece bir imtihandır. Asıl büyük mükâfat ve mutluluk ise Allah nezdindedir.
16 – Onun için gücünüz yettiğince Allah’a karşı gelmekten, haramlara girmekten sakının, hakkı dinleyip, itaat edin ve kendi iyiliğinize olarak hayır yolunda mal harcayın.
Kim nefsinin hırsından ve cimriliğinden kendini kurtarabilirse asıl felaha erenler işte onlardır.
17 – Eğer Allah’a ödünç verirseniz O sizin için, onun kârını kat kat artırarak verir, hem de sizin günahlarınızı bağışlar. Çünkü Allah şekûr’dur, halîmdir (küçük iyiliklerden ötürü bile büyük mükâfat verir, müsamahakârdır, cezalandırmada acele etmez).
Talak-1 – Ey Peygamber! Eşlerinizi boşayacağınız vakit onların iddetlerini dikkate alarak boşayın ve iddeti dikkatle sayın. Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten, özellikle eşlerinizin hukukuna zarar vermekten sakının. Onlar zina gibi açık bir hayasızlık irtikâb etmedikçe siz onları evlerinizden çıkarmayın. Kendileri de çıkıp gitmesinler. İşte Allah’ın hudutları! Kim Allah’ın hudutlarını çiğnerse hakikaten kendine zulmetmiş olur. Nerden bileceksin, bakarsın Allah bundan sonra yeni bir durum meydana getirir.
2-3 – Bekleme sürelerinin (üç âdet süresinin) sonuna yaklaştıkları zaman, onları ya güzelce evinizde alıkoyun, evliliği devam ettirin, yahut güzellikle ayrılın ve bu boşanmaya sizden iki âdil kimseyi şahit tutun ve şahitliği de Allah için dürüst yapın. İşte sizden Allah’a ve âhirete iman edenlere verilen talimat, yapılan tavsiye budur. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden rızıklandırır. Allah’a dayanıp güvenene Allah kâfidir. Allah buyruğunu elbette yerine getirir. Gerçekten Allah herşey için bir ölçü, her iş için bir vâde belirlemiştir.
4 – Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır.
Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’a karşı gelmekten korunursa, Allah onun işinde bir kolaylık verir.
5 – İşte bu, Allah’ın size indirdiği bir emirdir. Kim Allah’a karşı gelmekten korunursa Allah onun günahlarını örter, onun mükâfatını artırır, ecrini bol bol verir.
7 – İmkânı geniş olan, imkânına göre nafakayı bol versin. Nasibi sınırlı olan ise Allah’ın kendisine verdiği imkân ölçüsünde nafaka versin.
Allah, herkesi sadece ona verdiği imkân nisbetinde yükümlü tutar. Allah, sıkıntının ardından kolaylık ihsan eder.
10-11 – Allah onlar için âhirette de pek çetin bir azap hazırladı. Artık siz ey akıl sahipleri, ey iman etmiş kullarım! Allah’a karşı gelmekten, ileride de hep sakının ki böyle bir azaptan korunasınız.
İşte Allah size gerçekleri hatırlatan bir kitap indirdi, bir Resul gönderdi. Allahın nurlar saçan, yollar açan âyetlerini sizlere okuyor ki iman edip makbul ve güzel işler yapanları karanlıklardan aydınlığa çıkarsın.
Kim Allaha iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onları, hem de devamlı kalmak üzere, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. Allah böyle kuluna gerçekten pek güzel nasip ihsan eder.
12 – Allah O yüce Yaratıcıdır ki yedi kat göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır. Allah’ın emri ve hükmü bunlar arasında inip durur ki, Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın her şeyi ilmiyle ihata ettiğini, O’nun ilmi dışında hiçbir şey olmayacağını siz de bilesiniz.
Tahrim-1 – Ey Peygamber! Niçin eşlerini memnun etmek için sen kendini sıkıntıya sokup Allah’ın sana helâl kıldığı şeyleri nefsine âdeta haram kılıyor, kendini onlardan mahrum bırakıyorsun? Bilirsin ki Allah gafûrdur, rahîmdir (senin bu zelleni de bağışlar. Sana olan bu târizi, senin yüce makamını titizlikle korumasındandır).
2 – Allah gerektiğinde yeminlerinizi çözmek için keffaret yolunu göstermiştir. Allah sizin yardımcınızdır, sahibinizdir. O her şeyi mükemmelen bilen, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
3 – Hani bir ara Peygamber, eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemişti. Fakat o bunu kumalarından birine haber verince, Allah da bu durumu Peygamberine bildirdi. Peygamber de eşine o söylediğinin bir kısmını söyleyip, bir kısmından ise vazgeçmişti. Peygamber, o eşine bu sûretle anlatınca o hayret ederek: “Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber de: “Her şeyi bilen, herşeyden haberdar olan Allah, bana haber verdi.” diye cevap verdi.
4 – Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer kalplerinizin matlup olan durumdan kayması sebebiyle Allah’a tövbe ederseniz ne âla!
Yok eğer hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah da onun yardımcısıdır. Cebrail de, salih müminler ve melâikeler de ayrıca onun yardımcılarıdır.
6 – Ey iman edenler! Kendilerinizi ve ailenizi yakıtı insanlarla taşlar olan o müthiş ateşten koruyun.
Onun başında kaba yapılı, sert ve şiddetli melekler olup onlar asla Allah’a isyan etmez ve kendilerine verilen bütün emirleri tam yerine getirirler.
8 – Ey iman edenler! Samimi ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz. Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nûru, önlerinden ve sağ taraflarından sür’atle ilerler.
Şöyle derler onlar: “Ey Kerim Rabbimiz! Nûrumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin.”
10 – Allah, kâfirlere Nûh’un eşi ile Lût’un eşini misal getirir. Her ikisi de iki iyi kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere hıyanet ettiler, kocaları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla kurtaramadılar. Onlara (ölürken veya kıyamet günü): “Haydi, cehenneme girenlerle beraber siz de girin!” denilir.
11 – İman edenlere ise Allah, Firavun’un eşini misal getirir. O vakit o hatun şöyle niyaz etmişti: “Ya Rabbî! Sen kendi nezdinde, cennette benim için bir konak yaptır, beni Firavun’dan ve onun kötü işinden kurtar, beni bu zalimler gürûhundan halas eyle!”
Mülk-9 – Onlar şöyle cevap verirler: “Evet, bizi uyaran oldu, ama biz onu yalancı saydık ve “Allah hiçbir vahy indirmedi, siz besbelli bir sapıklık içindesiniz” dedik.
26 – De ki: “Bunu yalnız Allah bilir. Ben ise sadece açık ve kesin bir tarzda uyarırım.”
28 – De ki: “Söyler misiniz bana: Allah eğer beni ve beraberimdeki müminleri, ister helâk eder, ister merhamet eder, ne ederse eder, peki kâfirleri o acı azaptan kim kurtarır?”
Hâkka-33 – Çünkü o, büyükler büyüğü Allah’a inanmazdı.
Mearic-3 – Çünkü bu azap yüceler yücesi Allah’tan gelecektir.
Nuh-3-4 – Şöyle ki: Yalnız Allah’a ibadet edin, O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki:
Sizin günahlarınızı affetsin ve sizi belirli bir vakte, yani ölüm anına kadar azap çektirmeksizin hayatta bıraksın.
Çünkü Allah’ın takdir ettiği vaade gelince, aslâ ertelenmez. Keşke bunu bir bilseniz!
13-14 – “Neden acaba siz, sizi tavırdan tavıra yaratan Allah’ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz?”
15 – Görmez misiniz ki Allah yedi kat göğü tam birbiri ile uyum içinde yarattı?
17 – Allah sizi yerden nebat bitirircesine bitirip yetiştirdi.
19-Allah yeri size bir yaygı yaptı
25 – Hâsılı, birçok suçları sebebiyle suda boğuldular ve cehenneme tıkıldılar!
Allah’a karşı, kendilerine yardım edecek bir tek yardımcı bile bulamadılar.
Cinn-4-Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş!
5-Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!
7-Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah’ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler.
12 – Şunu da anladık ki, biz yerde Allah’ın iradesine karşı koyamayacağımız gibi, kaçmaya teşebbüs etmekle de O’nun elinden yakamızı da kurtaramayız.
18 – Şüphesiz ki mescidler Allah’ındır (secdeler O’na mahsustur).
Öyleyse sakın Allah’tan başka hiçbir tanrıya dua ve ibadet etmeyin!”
19 – Ne tuhaftır ki, işi tam tersine çevirip, Allah’ın has kulu, bir olan Allah’a ibadete kalkınca, başına öyle bir üşüştüler ki nerdeyse birbirlerini çiğneyeceklerdi.
22 – De ki: “Allah’ın cezasından beni hiçbir kimse kurtaramaz. Benim Onun dışında sığınacak yerim de yoktur.
23 – Benim vazifem sadece Allah’ın mesajlarını tebliğ etmektir. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, ona cehennem ateşi vardır, hem de ebedî kalmak üzere oraya girecektir.
Müzzemmil-20 – Senin Rabbin, gecenin bazan üçte ikisine yakın bir kısmını, bazan yarısını, bazan üçte birini ib20 – Senin Rabbin, gecenin bazan üçte ikisine yakın bir kısmını, bazan yarısını, bazan üçte birini ibadetle geçirdiğini, senin yanında yer alan müminlerden bir cemaatın da böyle yaptığını elbette biliyor. Gece ve gündüzü yaratıp sürelerini ölçen Allah’tır. O sizin bu gece ibadetini gözetemeyeceğinizi bildiği için, lütuf ve merhametiyle size yeniden bakıp muaf tuttu.
Artık Kur’ân’dan kolayınıza gelen miktarı okuyun. Allah bilmektedir ki aranızda hastalananlar olacaktır. Kimileri Allah’ın lütfundan nasiplerini aramak için yol tepecek, dünyanın çeşitli yerlerinde dolaşacaklardır. Bazıları Allah yolunda muharebe için sefere çıkacaklardır. Haydi artık Kur’ân’dan, kolayınıza gelen miktarı okuyun.
Namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin ve bir de Allah’a güzel ödünç takdim edin. Unutmayın ki kendi iyiliğiniz için âhirete hazırlık olarak her ne gönderirseniz mutlaka onu Allah’ın nezdinde bulursunuz. Hem daha üstün ve daha hayırlı, mükâfatı kat kat artmış olarak! Allah’tan mağfiret dileyin. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur)
Müddessir-31 – Biz cehennem görevlilerini sadece melaikelerden kıldık. Onların sayısını da kâfirler için imtihan ve sıkıntı sebebi yaptık ki Ehl-i kitaptan olanlar Peygambere imanda yakîn sahibi olsun, daha kesin inansın. Mü’minlerin imanlarındaki yakinleri artsın. Ehl-i kitap ve müminler tereddüde düşmesinler.
Kalplerinde hastalık olan münafıklar ile kâfirler de neticede: “Allah, bu misal ile ne anlatmak istemiş olabilir?” desinler. Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını Kendinden başka kimse bilemez. Bu, yani cehennem veya ondan bahseden âyetler beşere bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir.
56 – Ama Allah dilemedikçe onlar ders alamazlar. Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız Odur.
İnsan-6 – Bu, Allah’ın has kullarının içip, istedikleri yere akıttıkları bir kaynaktır.
9 – Ve derler ki: “Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz.”
11 – Allah da onları o günün felaketinden korur, onların yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr verir.
30 – Ama Allah dilemedikçe, siz dileyemezsiniz. Çünkü her şeyi bilen, tam hüküm ve hikmet sahibi olan, Allah’tır. Her şeyi bildiği gibi, rahmet ve hidâyete lâyık olanları da pek iyi bilir.
Nâziat-25 – Allah da onu dünyada da, âhirette de azaba çarptırdı.
Tekvir-29 – Ama bu iş sizin istemenizle değil, ancak Rabbülâlemin olan Allah’ın dilemesiyle tamam olur.
İnfitar-19 – O, kimsenin kimseye hiç fayda veremeyeceği bir gün!
O gün, bütün hüküm ve yetki yalnız Allah’ın!
İnşikak-23 – Allah, onların kalplerinde ne sakladıklarını pek iyi bilir!
Buruc-8-9 – Onların müminlere bu işkenceyi yapmalarının tek sebebi, müminlerin göklerin ve yerin tek hâkimi, azîz ve hamîd (mutlak galip ve bütün övgülere lâyık) olan Allah’a iman etmeleri idi. Allah her şeye şahiddir.
20 – Ama ne yaparlarsa yapsınlar,
Allah’ın hükmünden kaçamazlar.
Zira Alllah, ilmi ve kudretiyle onları, arkalarından kuşatır.
A’lâ-7 -Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O, size göre açık ve net olanı da, gizli olanı da pek iyi bilir.
Ğaşiye-24 – Allah da onu en büyük çezaya çarptırır.
Şems-13 – Peygamberleri ise kendilerine: “Mûcizevî olarak verilen Allah’ın devesini ve onun su içme sırasını gözetin, ona dokunmayın” dedi.
Tîn-8 – Allah hâkimlerin hâkimi değil midir?
Alak-14 – O bilmiyor mu ki Allah, olan biten her şeyi görür?
Beyyine-2-3 – O kesin delil de: İçinde hak, hikmet ve adaletin ifadesi olan yazılar ihtiva eden tertemiz sayfaları okuyan ve Allah tarafından gönderilen bir Resûldür.
5 – Hâlbuki onlara, şirkten uzak olarak yalnız Allah’a ibadet etmeleri, namazı hakkıyla ifâ etmeleri, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte sağlam, dosdoğru din budur.
8 – Bunların Rab’leri nezdindeki ödülleri, içinden ırmaklar akan, hem de devamlı kalmak üzere girecekleri, Adn cennetleridir.
Allah onlardan, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır.
İşte bu rıza makamı da Rabbine saygı duyanlarındır.
Hümeze-6- Allah’ın tutuşturulmuş bir ateşidir.
Nasr-1 – Allah’ın yardım ve zaferi geldiği zaman,
2 – Ve insanların kafile kafile Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman,
İhlâs-1 – De ki: O, Allah’tır, gerçek İlahtır ve Birdir.
2 – Allah Samed’dir.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.