Abdullah Al Matrood-Sebe Suresi
34-SEBE SURESİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Elhamdü lillahillezı lehu ma fis semavati ve ma fil erdı ve lehül hamdü fil ahırah ve hüvel hakımül habır
2. Ya’lemü ma yelicü fil erdı ve ma yahrucü minha ve ma yenzilü mines semai ve ma ya’rucü fıha ve hüver rahıymül ğafur
3. Ve kalellesıne keferu la te’tınes saah kul bela ve rabbı le te’tiyenneküm alimil ğayb la ya’zübü anhü miskalü zerratin fis semavati ve la fil erdı ve la asğaru min zalike ve la ekberu illa fı kitabim mübın
4. Li yecziyellezıne amenu ve amilus salihüt ülaike lehüm mağfiratüv ve rizkun kerım
5. Vellezıne seav fı ayatina müacizıne ülaike lehüm azabüm mir riczin elım
6. Ve yerallezıne ütül ılmellezı ünzile ileyke mir rabbike hüvel hakka ve yehdı ila sıratıl azızil hamıd
7. Ve kalellezıne keferu hel nedüllüküm ala racüliy yünebbiüküm iza müzzıktüm külle mümezzekın inneküm lefı halkın cedıd
8. Eftera alellahi keziben em bihı cinneh belillezıne la yü’minune bil ahırati fil azabi ved dalalil beıyd
9. E fe lem yerav ila ma beyne eydıhim ve ma halfehüm mines semai vel ard in neşe’ nahsif bihimül erda ev nüskıt aleyhim kisefem mines sema’ inne fı zalike le ayetel li külli abdim münıb
10. Ve le kad ateyna davude minna fadla ya cibalü evvibı meahu vet tayr ve elenna lehül hadıd
11. Enı’mel sabiğativ ve kaddir fis serdi va’melu saliha innı bima ta’melune besıyr
12. Ve li süleymaner rıha ğudüvvüha şehruv ve ravahuha şehr ve erselna lehu aynel kıtr ve minel cinni mey ya’melü beyne yedeyhi bi izni rabbih ve mey yeziğ minhüm an emrina nüzıkhü min azabis seıyr
13. Ya’melune lehu ma yeşaü mim meharıbe ve temasıle ve cifanin kel cevabi ve kudurir rasiyat ı’melu ale davude şükra ve kalılüm min ıbadiyeş şekur
14. Felemma kadayna aleyhil mevte ma dellehüm ala mevtihı illa dabbetül erdı te’külü minseeteh Fe lemma harra tebeyyenetil cinnü el lev kanu ya’lemunel ğaybe ma lebisu fil azabil mühın
15. Le kad kane li sebein fı meskenihim ayeh cennetani ay yemıniv ve şimal külu mir rizkı rabbiküm vşeküru leh beldetün tayyibetüv ve rabbün ğafur
16. Fe a’radu fe erselna aleyhim seylel arimi ve beddelnahüm bi cenneteyhim cenneteyni zevatey ükülin hamtıv ve esliv ve şey’im min sidrin kalıl
17. Zalike cezeynahüm bima keferu ve hel nücazı illel kefur
18. Ve cealna beynehüm ve beynel kuralletı barakna fıha kuran zahiratev ve kadderna fıhes seyr sıru fıha leyaliye ve eyyamen aminın
19. Fe kalu rabbena baıd beyne esfarina ve zalemu enfüsehüm fe cealnahüm ehadıse ve mezzaknahüm külle mümezzak inne fı zalike le ayatil li külli sabbarin şekur
20. Ve le kad saddeka aleyhim iblısü zannehu fettebeuhü illa ferıkam minel mü’minın
21. Ve ma kane lehu aleyhim min sültanin illa li na’leme mey yü’minü bil ahırati mimmen hüve minha fı şekk ve rabbüke ala külli şey’in hafıyz
22. Kulid’ullezıne zeamtüm min dunillah la yemlikune miskale zerratin fis semavati ve la fil erdı ve ma lehüm fıhima min şirkiv ve ma lehu minhüm min zahır
23. Ve la tenfeuş şefaatü ındehu illa li men ezine leh hatta iza füzzia an kulubihim kalu ma za kale rabbüküm kalül hakk ve hüvel aliyyül kebır
24. Kul mey yerzükuküm mines semavati vel ard kulillahü ve inna ev iyyaküm leala hüden ev fı dalalim mübın
25. Kul la tüs’elune amma ecramna ve la nüs’elü amma ta’melun
26. Kul yecmeu beynena rabbüna sümme yeftehu beynena bil hakk ve hüvel fettahul alım
27. Kul eruniyellezıne elhaktüm bihı şürakae kella bel hüvellahül azızül hakım
28. Ve ma erselnake illa kaffetel lin nasi beşırav ve nezırav ve lakınne ekseran nasi la ya’lemun
29. Ve yekulune meta hazel va’dü in küntüm sadikıyn
30. Kul leküm mıadü yevmel la teste’hırune anhü saatev ve la testakdimun
31. Ve kalellezıne keferu len nü’mine bi hazel kur’ani ve la billezı beyne yedeyh ve lev tera iziz zalimune mevkufune ınde rabbihim yarciu ba’duhüm ila ba’dınil kavl yekulüllezınestud’ıfu lillezı nestekberu lev la entüm lekünna mü’minın
32. Kalellezınestekberu lillezınestud’ıfu e nahnü sadednaküm anil hüda ba’de iz caeküm bel küntüm mücrimın
33. Ve kalellesınestud’ıfu lillesınestekberu bel mekrul leyli ven nehari iz te’mürunena en nekfüra billahi ve nec’ale lehu endada ve eserrun nedamete lemma raevül azab ve cealnel ağlale fı a’nakıllezıne keferu hel yüczevne illa ma kanu ya’melun
34. Ve ma erselna fı karyetim min nezırin illa kale mütrafuha inna bima ürsiltüm bihı kafirun
35. Ve kalu nahnü ekseru emvalev ve evladev ve ma nahnü bi müazzebın
36. Kul inne rabbı yebsütur rizka li mey yeşaü ve yakdiru ve lakinne ekseran nasi la ya7lemun
37. Ve ma emvalüküm ve la evladüküm billetı tükarribüküm ındena zülfa illa men amene ve amile salihan fe ülaike lehüm cezaüd dı’fi bima amilu ve hüm fil ğurufati aminun
38. Vellezıne yes’avne fı ayatina müacizıne ülaike fil azabi muhdarun
39. Kul innne rabbı yebtütür rizka li mey yeşaü min ıbadihı ve yakdiru leh ve ma enfaktüm min şey’in fe hüve yuhlifüh ve huve hayrur razikıyn
40. Ve yevme yahşüruhüm cemıan sümme yekulü lil melaiketi e haülai iyyaküm kanu ya’büdun
41. Kalu sübhhaneke ente veliyyüna min dunihim bel kanu ya’büdunel cinn ekseruhüm bihim mü’minun
42. Fel yevme la yemlikü ba’duküm li ba’dın nefav ve la darra ve nekulü lillezıne zalemu zuku azaben narilletı küntüm biha tükezzibun
43. Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalu ma haza illa racülüy yürıdü ey yesuddeküm amma kane ya’büdü abaüküm ve kalu ma haza illa ifküm müftera ve kalellezıne keferu lil hakkı lemma caehüm in haza illa sıhrum mübın
44. Ve ma ateynahüm min kütübiy yedrusuneha ve ma erselna ileyhim kableke min nezır
45. Ve kezzebellezıne min kablihim ve ma beleğu mı’şara ma ateynahüm fe kezzebu rusüli fe keyfe kane nekır
46. Kul innema eızuküm bi vahıdeh en tekumu lillahi mesna ve füraa sümme tetefekkeru ma bi sahıbiküm min cinneh in hüve illa nezırul leküm beyne yedey azabin şedıd
47. Kul ma seeltüküm min ecrin fe hüve leküm in ecriye illa alellah ve hüve ala külli şey’in şehıd
48. Kul inne rabbı yakzifü bil hakk allamül ğuyub
49. Kul cael hakku ve ma yübdiül batılü ve ma yüıyd
50. Kul in daleltü fe innema edıllü ala nefsı ve inihtedeytü fe bima yuhıy ileyye rabbı innehu semıun karıb
51. Ve lev tera iz feziu fe la fevte ve ühızu mim mekanin karıb
52. Ve kalu amenna bih ve enna lehümüt tenavüşü mim mekanim beıyd
53. Ve kad keferu bihı min kabl ve yakzifune bil ğaybi mim mekanim beıyd
54. Ve hıyle beynehüm ve beyne ma yeştehune kema füıle bi eşyaıhim min kabl innehüm kanu fı şekkim mürıb
MEALİ
34 – SEBE’ SÛRESİ
Mekkî olup 54 âyettir. Bu sûre-i şerife, ihtiva ettiği konulardan biri olan ve 15. âyette geçen Sebe’ halkı sebebiyle bu ismi almıştır. Diğer birçok Mekkî sûre gibi tevhid, nübüvvet ve âhiret esaslarını hatırlatmayı gaye edinir. Bu hakikatler bazı peygamber kıssaları ile de desteklenir. Ezcümle: Hz. Davud (a.s.) ile Hz. Süleyman (a.s.)a Allah Teâlanın verdiği iktidar, onların çağdaşı olan Sebe’ medeniyeti anlatılırken, nimetin ancak şükürle devam ettiği dersi verilir. Müşriklerin şüpheleri izale edilir. Sûre kâfirleri tevhide dâvet ederek sona erer.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1 – Bütün hamdler, güzel övgüler gerçek ilah olan Allah’a mahsustur ki göklerde ve yerde olan her şey O’nundur.
Âhirette de hamdler O’na mahsustur.
O hakîmdir, habîrdir (tam hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden hakkıyla haberdardır). [92,13]
2 – Yere giren ve oradan çıkan, gökten inen ve oraya yükselen ne varsa O, hepsini bilir. O rahîmdir, gafurdur (merhamet ve ihsanı boldur, çok affedicidir).
3 – Kâfirler: “Kıyamet saati bize gelmez, böyle bir şey yok!” diye iddia ettiler.
De ki: “Hayır! Rabbim hakkı için o gelecektir!
O gaybları bilen öyle bir Zattır ki O’nun ilminden göklerde ve yerde zerre miktarı birşey bile kaçamaz.”
Zerreden daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki herşeyi açıklayan kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın. [7,187; 20,15; 10,53; 64,7]
4 – Böylece Allah, iman edip güzel ve makbul işler yapanları ödüllendirir.
İşte onlara bir mağfiret ve çok değerli bir nasib vardır. [59,20; 38,28]
5 – Âyetlerimize karşı koymak için çalışanlara, hükmümüzden kurtulacaklarını sananlara, iğrenç ve gayet acı bir azap vardır.
6 – Kendilerine ilim nasib edilenler,
sana indirilen kitabın, Rabbin tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğunu
ve o mutlak kudret sahibi, bütün güzel övgülere lâyık olan Allah’ın yolunu gösterdiğini bilirler. [7,43; 36,52; 30,56]
7 – Böyle iken kâfirler kendi aralarında şöyle dediler:
“Siz ölüp de tamamen parçalandıktan ve çürüdükten sonra size yeniden yaratılacağınızı söyleyerek peygamberlik iddia eden bir adam gösterelim mi?
8 – Yalan uydurup onu Allah’a mı mal ediyor; yoksa kendisinde delilik mi var, bir türlü anlayamadık.”
Hayır, öyle değil, âhirete inanmayanlar azap içinde ve derin bir sapıklık içindedirler.
9 – Onlar gökte ve yerde önlerinde ne var, arkalarında ne var bakmadılar mı? Eğer dilersek onları yerin dibine geçiririz, yahut üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Elbette bunda Rabbine yönelen her kul için ibret vardır. [51,47-48; 36,81; 40,57]
10-11 – Biz Davud’a tarafımızdan bir imtiyaz verdik: “Ey dağlar! Ey kuşlar! Onunla beraber tesbih edin, şevke gelip Allah’ın yüceliğini terennüm edin.” dedik.
Ayrıca demiri ona yumuşattık (demiri şekillendirme kudreti verdik) “Bütün bedeni örtecek uzun zırhlar yap, onları dokumada intizama dikkat et ve siz de ey Davud ailesi! Hepiniz faydalı ve makbul işler yapınız, çünkü Ben burdan yaptıklarınızı görüyorum.” buyurduk. [21,80] {KM, Mezmurlar 96,11-12; 97,5; 114,4}
Demir madenini işletmeyi eskiden yalnız Hititliler ve Filistinliler biliyor ve bunun sırrını saklıyorlardı. Davud (a.s.) zamanında İsrailoğulları da işletmeye başlayıp, büyük bir kuvvet elde ettiler.
Bu âyetten itibaren, Cenab-ı Allah, bazı peygamberlere lütfettiği birtakım mûcizelerden bahsetmektedir. Kur’ân’ı Kerim’in âyetlerinin, birden fazla irşad vecihleri ihtiva ettiği, müfessirlerin ittifakiyle sabittir. Dolayısıyla bu âyetlerin bildirdikleri çeşitli mânalar arasında bir de, bilimsel ve teknolojik gelişmelere teşvik işareti sezilmektedir.
Peygamberler hidâyet rehberi olarak gönderildikleri gibi, onları yaptıkları her işte örnek almaya çalışıp, rehberliklerinden yararlanmak da müminlere düşen bir görevdir. Allah Teâla Peygamberlere mûcize olarak verdiği nimetlerle onların nübüvvetlerini ispat etmenin yanısıra, kâinata koyduğu bilimsel kanunlardan istifade işinde de onların örnek alınmalarını, işaret yoluyla teşvik etmektedir. Hatta denebilir ki manevî kemalat gibi maddî kemalatı da, beşeriyete ilkin mûcize eli hediye etmiştir. Bu gerçeğe bir işaret olarak geleneksel san’atlar, peygamberlerden birini san’atlarının piri ve önderi saymışlardır: (gemiciler Hz. Nuh’u, saatçılar Hz. Yusuf’u, terziler Hz. İdris’i gibi (aleyhimüs selam)
Davud (a.s.)’ın dağları konuşturmasında gramafon, plak, teyp tekniğine; demirin yumuşatılması ve erimiş bakırın sel gibi akıtılmasında, madenlerin işletilip sanayii geliştirmeye; Süleyman (a.s.)’ın bir günde iki aylık mesafeyi havaya binerek kat etmesinde uçak teknolojisine, Mûsa (a.s.)’ın değneği ile taştan, topraktan su çıkarmasında artezyene, İbrâhim (a.s.)’i, ateşin yakmamasında ateşe dayanıklı maddelerden elbise yapmaya, Îsâ (a.s.)’ın felçlileri hatta ölmüşleri tedavi edip diriltmesinde tıbbi tedavinin en ileri noktalarına; Süleyman (a.s.)’ın ilimde ileri gitmiş vezirinin, iki bin km. lik uzaklıktan Belkıs’ın tahtını getirmesinde televizyona hatta daha ileri seviyelere teşvik sezilmektedir.
12 – Süleyman’ın emrine de rüzgârı verdik. Onun sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü de bir aylık mesafe idi.
Onun istifadesi için, erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırlardı. Onlardan kim emrimizden sapsa, onu zelil ve perişan eden bir azap tattırırdık. [21,81] {KM, I Krallar 7. bölüm; II Tarihler 4,6}
13 – O cinler ona kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanak ve leğenler, sabit kazanlar gibi istediği şeyleri yaparlardı.
Ey Davud hanedanı, şükür gayreti içinde olun. Kullarımdan gereği gibi şükredenler çok azdır.
Timsal: Canlı veya cansız bir şeyin biçimine benzer yapılan herhangi bir şekile denir. Onun için Razî bunun izahında “nakışlar” demekle yetinmiştir. Canlıların tasvirleri hadislerle yasaklanmış ise de, bir şeriatte mahzurlu olan şeyin bir başkasında mübah bırakılması mümkündür. Fakat Hz. Süleyman (a.s.) Tevrat ahkâmına bağlı idi. Tevratta ise sûret yapmak yasaklandığından (Çıkış 20,4) Hz. Süleyman (a.s.)’ın yaptırdığı resimlerin cansızlara aid manzaralar ve nakışlar olduğu ihtimali ağır basmaktadır.
14 – Süleymanın ölüm fermanını çıkarmamızdan sonra, cinler ve çevresindekiler onun öldüğünü, ancak dayandığı asasını bir ağaç kurdunun yemesi sonucunda, kendisinin yere yıkılmasından sonra anlayabildiler.
O, yere düşünce cinler kesin olarak anladılar ki şayet gaybı bilmiş olsalardı kendilerini zelil ve perişan eden angarya işlerde devam edip gitmezlerdi.
15 – Gerçekten Sebe’ halkına oturdukları diyarda bir ibret dersi vardı. Onların meskenleri sağdan soldan iki bahçe ile çevrili idi. Peygamberleri kendilerine dedi ki: “Allah’ın nimetlerinden yiyiniz, içiniz, O’na şükrediniz. Ne hoş bir diyar! Ne iyi, ne müsamahalı ve bağışlayıcı bir Rab!”
Sebe’: Yemende yerleşmiş bir kabile adı olup başkentleri Ma’rib, bu günkü San’a civarında yer alıyordu. Kurdukları üstün medeniyet dillere destan idi. Hz. Süleyman (a.s.) vesilesiyle mânen de yükselen bu millet, daha sonra şirke ve tefrikaya mâruz kaldı. M.Ö. 5. asırda ünlü Ma’rib barajının çöküşü ile bu ülkenin yıldızı da söndü.
16 – Fakat onlar bu dâvete sırtlarını döndüler, Biz de onların üzerlerine kükremiş, hırçın mı hırçın, bendleri yıkan bir sel gönderdik.
O güzelim bahçelerini, içinde sadece buruk yemişli, ılgınlık, biraz da dikeni çok, meyvesi az ağaçlardan ibaret bozulmuş bahçelere çevirdik. [27,22;24]
17 – Biz inkâr ve nankörlükleri sebebiyle onları böylece cezalandırdık. Zaten nankörlükte çok ileri gidenden başkasını cezalandırır mıyız?
18 – Onların diyarlarıyla, feyz ve bereket verdiğimiz kutlu beldeler arasında sırt sırta vermiş, biri birinden görülebilen nice kasabalar var ettik ve bunlar arasında düzenli ulaşım imkânları sağladık.
“Oralarda geceler ve gündüzler boyunca, güven içinde gezin dolaşın!” dedik.
Meskûn yerlerin birbirine yakınlığı, ülkenin refah ve bereketini gösteriyordu. Feyz ve bereket verilen şehirler ise Şam şehirleridir.
19 – Fakat onlar: “Ya Rabbena, seferlerimizin arasını uzaklaştır (şehirlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat, daha uzun mesafelere gidelim, ülkemizi genişlet) diye dua ettiler ve böylece kendilerine yazık ettiler.
Biz de onları dillere destan olan, hayret ve ibretle bahsedilen masal haline getirdik, başka yerlere göç etmeleri suretiyle darmadağın ettik. Bunda elbette çok sabırlı, çok şükürlü olan kimselerin alacakları hayli ibretler vardır. [28,58; 16,112]
Onlar kazanç hırsıyla, fakirleri daha çok soymak için yol konaklarının aralarının uzaklaştırılmasını bilfiil temenni ettiler.
Muir, o zaman Yemen ile Şam arasında ticaretin çok mühim olup iki tarafı da zenginleştirdiğini anlattıktan sonra Hadramut ile Eyle arasında yetmiş konak bulunduğunu, bu konakların bugünkü konaklara uyduğunu belirtir.
Sebe’lilerin darmadağın olmaları darbımesel haline geldi. Öyle ki bugün bile Araplar, bir topluluğun darmadağın olmasından bahsederken: “Sebeliler gibi darmadağın oldu” derler.
20 – Hakikaten İblis onlar hakkındaki zan ve temennisini gerçekleştirdi, muradına erdi. Müminlerden bir kısmı hariç, onun peşine düştüler. [7,17; 17,62]
Yemende tevhide inanan bir cemaatin devam ettiği, bu âyetten anlaşılmakta olup, tarihi ve arkeolojik bulgular da bunu desteklemektedir.
21 – Aslında Şeytanın onlar üzerinde bir sultası, zorlayıcı gücü yoktu. Ancak âhirete iman edeni, o konuda şüphe eden kimselerden ayırt edip ortaya çıkaralım diye ona bu fırsatı verdik. Rabbin her şeyi hakkıyla gözetlemektedir.
22 – De ki: “Allah’tan başka, tanrılığını iddia ettiğiniz şeylere istediğiniz kadar yalvarın durun bakalım, ele ne geçireceksiniz? Onların ne göklerde ne yerde, size verecekleri zerre kadar bir fayda yoktur.
Onların oralarda en ufak bir ortaklıkları yoktur. Allah’ın onlardan bir yardımcısı da yoktur. [35,13]
23 – Allah’ın huzurunda, O’nun izin verdiğinden başkasının şefaatleri fayda vermez.
Nihayet o kıyamet saati dehşetinden duydukları korku gelince:
O dirilenler birbirlerine “Rabbimiz neye hükmetti?” diye sorarlar.
Ötekiler: “Hak ve adalet neyi gerektiriyorsa o hükmü verdi” derler. “O, yüceler Yücesi, büyükler Büyüğüdür.” [2,255; 53,26; 21,28]
24 – Söyle onlara: “Göklerden, yerden sizi rızıklandıran kimdir?
(Onların cevaplarını beklemeden:) “Allah’dır” de.
O halde ya biz veya siz, ikimizden biri doğru yol üzerinde veya besbelli bir sapıklıktayız.”
Bu âyet, münazarada insaf prensibine işaret etmektedir. Hakikate sahib olan kimse, başlangıçta bunu iddia etmeyecek, hakikat karşısında rakibi ile kendisini eşit mesafeye yerleştirecektir. Delilini ortaya koyan, netice alacaktır. Aksi halde tartışma gerçekleşemez.
25 – De ki: “Siz bizim suçlarımızdan sorguya çekilecek değilsiniz,
biz de sizin yaptıklarınızdan sorgulanacak değiliz.” [10,41; 109,1-5]
26 – De ki: “Rabbimiz kıyamet günü hepimizi bir araya toplayacak
sonra da aramızdaki hükmü verecektir.
O, tam adaletle hükmeden ve her şeyi bilen bir Hâkimdir.” [30,14-16]
27 – De ki: “O’na şerik saydıklarınızı bana gösterin bakayım!
Hayır, öyle şey yok!
Doğrusu şu ki Allah, azîz ve hakîmdir (mutlak galip olup tam hüküm ve hikmet sahibidir).
28 – Ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı olarak gönderdik,
lâkin insanların ekserisi bunu bilmezler. [7,158; 25,1; 6,116; 12,103]
Bu âyet Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletinin belirli bir millet, dil ve coğrafya ile sınırlı olmayıp evrensel, yani bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli olduğunu açıkça gösterir.
29-30 – Bir de: “Eğer doğru söylüyorsanız vaad ettiğiniz kıyamet ne zaman gerçekleşecek?” derler.
De ki: “Sizinle öyle bir buluşma günümüz var ki
ondan ne bir saat ileri geçebilirsiniz ne de bir saat geri kalabilirsiniz.!” [42,18; [71,4; 11, 104-105]
31 – Kâfirler: “Biz ne bu Kur’ân’a, ne de bundan öncekilere inanırız” derler.
O zalimleri; sen, Rablerinin huzuruna duruşma için getirildiklerinde, birbirlerine laf atarken bir görseydin!
Zebûn edilen, dünyada güçsüz bırakılanlar o kibirli olan önderlerine:
“Ah! Sizin yüzünüzden bu hallere düştük,
siz olmasaydınız biz de iman edecektik!” diyecekler.
32 – Öte yandan dünyada iken kibirlenenler o zebûn edilenlere, ezilenlere:
“Size hidâyet geldikten sonra, biz mi sizi ondan uzaklaştırdık.
Bilakis, siz zaten suçlu kimselerdiniz!” [7,38-39; 14,21; 40,47-48]
33 – Ezilenler de kibirlilere:
“Hayır! İşiniz gücünüz, gece gündüz dolap!
Siz daima Allah’a nankörlük etmemizi,
Ona birtakım şerikler uydurmamızı bizden isterdiniz” derler.
Ve böyle atışırlarken hepsi, azabı gördükleri o esnada, pişmanlıklarını içlerine atarlar…
O inkârcıların boyunlarına ateşten demir halkalar takarız.
Bu, yaptıklarının adil bir karşılığı değil midir?
34 – Uyarmak üzere Peygamber gönderdiğimiz hiçbir belde yoktur ki
onların ileri gelen, varlıklı ve şımarık olanları:
“Biz sizinle gönderilen şeyleri reddediyoruz, bunu böyle bilesiniz!” demiş olmasınlar.
35 – Ve ilave ettiler: “Bizim malımız da, evladımız da sizinkinden daha fazla, sizden daha güçlüyüz.
Biz öyle iddia ettiğiniz gibi azaba falan da uğrayacak değiliz!” [26,111; 11,27; 6,53-133; 23-55-56; 9,55; 7,4; 11-17]
36 – De ki: “Rabbim dilediği kimsenin rızkını, nasibini bollaştırır,
dilediğinin nasibini kısar.
Ama insanların ekserisi bu gerçeği bilmezler.”
37 – Bizim nezdimizde size değer kazandıran şey, ne mallarınızın, ne de evlatlarınızın çokluğu değildir.
Şu var ki, iman edip güzel ve makbul işler yapanlara
Bu gayretlerinden ötürü kat kat mükâfat verilecek ve onlar cennetin yüksek köşklerinde güven ve huzur içinde olacaklardır. [17,21]
38 – Âyetlerimize karşı koymak için Peygamberlerimizle mücadele edenler
ve elimizden kaçıp kurtulacaklarını zannedenler ise zorla getirilip azabın içine atılacaklardır.
39 – De ki: “Rabbim dilediği kimsenin rızkını, nasibini bollaştırır, dilediğinin nasibini de kısar.
Siz hayır yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerini doldurur.
O rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
40 – Gün gelecek, hepsini mahşerde toplayacak, sonra da melaikeye: “Şunlar size mi tapıyorlardı?” diye soracaktır. [5,116; 25,17]
41 – Onlar: “Müşriklerin iddialarından Seni tenzih ederiz. Bizim dostumuz, koruyucumuz onlar değil, sadece Sensin!
Hayır, onlar bize değil, cinlere tapıyor ve ekserisi onlara inanıyorlardı.” diye cevap verirler. [4,117]
42 – İşte bugün kiminiz kiminize ne fayda, ne de zarar vermeye güç yetiremezsiniz.
O kâfirlere de diyeceğiz ki: “Yalan saydığınız o ateş azabını tadın da
yalan mıymış gerçek miymiş söyleyin bakalım!”
Aslında sadece fayda söz konusu olup, zarar bahis mevzuu olmamasına rağmen böyle buyurulması şöyle açıklanabilir:
1. Aczlerinin tam olduğunu göstermek 2.Müşriklerin ibadet etmeleri halinde şeriklerin fayda, ibadeti terketmeleri halinde ise onlara zarar veremeyeceklerini bildirmek içindir. 3.Ebussuûd gibi bazı müfessirlerin izahına göre fayda celbetme veya zararı savma kasdedilmektedir. Yani zarar kelimesinin başında hazf-i muzaf vardır.
43 – Kendilerine parlak deliller halinde âyetlerimiz okunduğunda o zalimler:
“Bu, başka değil, sırf sizi atalarınızın ibadet ettiği tanrılarınızdan uzaklaştırmak isteyen bir adam!” dediler.
Ve yine dediler ki: “Bu Kur’ân başka değil, sırf bir iftira!”
Ve yine kâfirler, gerçek kendilerine geldiğinde “Bu besbelli bir büyüden başka birşey değil!” dediler.
44 – Biz onlara Kur’ân’dan önce, okuyacakları kitaplar vermedik, keza senden önce onları uyarmakla görevli bir peygamber de göndermedik.
45 – Kendilerinden, Mekke müşriklerinden öncekiler de hakkı yalan saymışlardı.
Halbuki bunların güç ve kuvveti onlarınkinin onda biri kadar bile değildir.
Buna rağmen azabı engelleyemediler.
Peygamberlerimi yalan saydılar ama, redlerine karşı Benim reddedişim nasıl olurmuş, iyice gördüler! [46,26; 40,82]
46 – De ki: “Size bir tek nasihat edeceğim: İkişer ikişer veya teker teker Allah hakki için durup düşünmenizi,
hem sonra bu arkadaşınızda delilikten eser olmadığını iyi anlamanızı istiyorum.
O, ancak şiddetli bir azaptan önce sizi sakındırmak için gelen bir peygamberdir.”
47 – De ki: “Sizden bu hizmetim için hiçbir ücret istemiyorum, ücret sizin olsun!
Benim ücretim yalnız Allah’a aittir ve O, her şeye şahittir.”
48 – De ki: “Rabbim hakkı, gerçeği, yerli yerine kor.
O bütün gaybları, bütün gizlileri bilir.”
49 – De ki: “İşte gerçek geldi, bütün açıklığıyla ortaya çıktı. Yalan ve sahte olan ise sönüp gitmeye mahkûmdur.” [17,81]
50 – De ki: “Eğer ben yoldan saparsam, kendi aleyhime olarak saparım. Şayet doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyetmesi sayesindedir. O herşeyi işitir, kullarına pek yakındır.”
51 – Kıyamet günü o kâfirler can kaygısına düştükleri zaman bir görsen! Artık kaçacak hiç bir yerleri yoktur ve cehenneme yakın bir yerde yakalanmışlardır.
52 – İş işten geçtikten sonra “Peygambere inandık” demektedirler; ama uzak yerden, ta dünyadan imanı nasıl alabilsinler? [32,12]
Maksat şudur: Dönüş ve tövbeleri dünyada kabul edilirdi. Halbuki dünya hayatı, çoktan geçmiş durumda. Dünya, şimdi âhiretten o kadar uzak ki!
Bu muhali taleb etmektir: Âhiretteki inanmalarının, dünyada iken müminlere imanlarının temin ettiği faydayı sağlamasını beklemektedirler.
53 – Halbuki daha önce onu inkâr etmişlerdi ve uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı! [18,22; 45,32]
54 – Neticede, tıpkı daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına sed çekilir.
Çünkü onlar, kıyamet hakkında gerçekten insanları kötü zanna düşüren bir şüphe içindeydiler.
Kâfirlerin arzuları, o günkü imanlarının geçerli olup, cehennemden kurtularak cennete girmeleri idi. Fakat bu temennileri gerçekleşmeyecektir.
Kur'an-ı Kerim Dosyaları
Sitemizde sanatçıya ait toplam 50 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.