Talha Uğurluel-Kurşuna Ekmek Atanlar
On sekiz Mart’ta gerçekleşen ve düşmanın ağır yenilgisiyle sonuçlanan Çanakkale Deniz Harekâtı sona ermiştir. Ama Çanakkale Savaşı daha yeni başlamaktadır. Çünkü İtilaf güçleri bir kere İstanbul’u ele geçirmeyi kafalarına koymuşlardır.
Bu Deniz Harekâtı ile olmuyorsa başka yollar denenmelidir İstanbul’a deniz yoluyla ulaşılamıyorsa karadan ulaşılmaya çalışılmalıdır. Bunun en kestirme yolu da Gelibolu’nun işgalinden geçmektedir.
Önce Çanakkale Boğazı’na paralel küçük kara sokuntusu farklı yerlerden gerçekleştirilecek çıkartmalar ile tamamen kontrol altına alınacak sonra da geriye sadece İstanbul’a doğru yürümek kalacaktır.
Bu kararla birlikte dünyanın dört bir yanındaki sömürge ülkelerine bir takım afişler astırır ve Osmanlı’ya karşı asker toplama kampanyası başlatırlar. Afişlerde gözüken pos bıyıklı adam Kiçinır’dır ve elini afişe bakan kişiye doğru uzatmış bir şekilde ülkenin sana ihtiyacı var demektedir.
Bir diğerinde ise Gelibolu’ya ayaklarıyla basmış bir İngiliz askeri Galli polis seni bekliyor diye seslenmektedir. Onlar Avustralya’lara kadar uzanan faaliyetleriyle asker toplayadursunlar Osmanlı’nın en önemli birliklerinden biri olan 5 Ordu’da her şeyiyle Gelibolu’da konuşlanmaya başlamıştır.
Geri gelir süvari yeri gelir piyade beklerler gelecekleri varsa görecekleri de vardır dercesine.
Onlar saldırı planlarını yapa dursunlar Mehmetçikler de kıyılarda hazırlıklarını tamamlamış ve kazdıkları siperlerin içerisinde beklemeye başlamışlardır.
Ilı günlerde siperlerde rahatça dolaşan Mehmetçikler 25 Nisan’dan sonra artık bu siperleri evleri gibi görmeye başlamışlardır Çünkü bazen günlerce süren bombardımanlar esnasında hemen hiç biri buraları terk edemeyecek ve vatan müdafaası bu sıkıntılara rağmen en güzel şekilde yerine getireceklerdir Seyit Onbaşı’nın deyimi ile “ben diyor bir yıllık Çanakkale savaşı esnasında dört kere yıkandığımı hatırlamıyorum”
Çamurlu siperlerin içerisinde zaman zaman düşmanla o kadar burun buruna geleceklerdir ki
Bazen atış mesafesinin kısalığından dolayı sürgüler konuşmaya başlayacaktır.
Atatürk Çanakkale izlenimlerinde bu sahneyi şu cümlelerle anlatır=
Siperlerin arası sekiz metre, ölüm muhakkak, birinci siperdekilerin hepsi şehit oluyor ikinci siperdekiler bu manzarayı gördükleri halde en küçük bir fütur yani korku göstermeden onların yerini alıyorlar. Bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor bilmeyenler kelime-i şehadet getiriyor işte kazandığımız bu ruhtur diyor.
Başımızın tacı Mehmetçiklerin hissiyatı daha iyi anlama adına gelin siperlere bir az yaklaşalım ve neler yaptıklarına hep birlikte şahit olalım.
Mehmetçikler sabahtan akşama kadar düşmanı kollayıp saldırılarını püskürtmeye çalışırken akşam havanın kararmasıyla birlikte bir nebze siperlerin içinde dinlenmeye çalışıyorlar.
Bir kısmı siperin içerisinde ayakta düşmanı kollar iken diğerleri yere bağdaş kurar ve memleket havadislerinden hasbihal ederler siperde savaşır siperde uyur ve siperde karınlarını doyurmaya çalışırlar. Günlerce doğru dürüst bir şey yemeden savaştıkları olur. Bazen arkalardan bir kuru ekmek gelir ve 5-10 Mehmetçik bir araya gelip onu aralarında bölüşürler. Bir gün yine böyle bir parça ekmeği paylaşacakları sırada düşman sperminden iki tablet çikolata atılır. Ne de olsa Çanakkale’ye centilmenler savaşı deniyordu. Bu cephenin sperm savaşları kadar siper alışverişleri de meşhurdur.
Mehmetçikler birbirlerine baktılar ellerindeki ufacık ekmeği yutuvereceklerdi. Ama onlara böyle öğretilmemişti. Hiçbir şey karşılıksız bırakılmazdı. Başlarındaki çavuşları ekmeği aralarında pay ederken ve bu fazla parçaya böldü ve bu parça da gâvura deyip karşı sipere fırlatıverdi.
Gerçekten de siperlerin birbirine olan yakınlığı düşmanla askerlerimizin sık sık farklı yakınlaşmalara itiyordu. Siperlerin arası beş metreye kadar düşmüştü. Gündüz akşama kadar süren çatışmalar gecenin karanlığında yerini kuşkulu bir bekleyişe bırakırdı. Sabahlara kadar süren bu birbirini kollamalar sırasında her iki tarafında canı sıkılır ve birtakım etkinliklere girişirlerdi.
Karşı taraftaki anzaklar bazen gitar çalar ve şarkı söylerlerdi. Şarkının bitiminde bizim taraftan Alkışlar yükselir Anzaklar şaşırır kalırlardı. Bunlar nasıl insanlar demekten kendilerini alamazlardı.
Onların ülkelerini işgale gelmişlerdi ama alkışlanabiliyorlardı. İşte bizler böyle bir millettik. Tarih boyunca taş atana hep ekmek atmaya çalışmıştık.
Anzakların seremonileri sonrası sıra bizimkilere gelirdi. Yanık sesli Mehmet bir türkü asılırdı.
Türkünün bitimi ile birlikte bu kez karşı siperden alkışlar yükselirdi.
Bizim türkülerimizi o kadar çok beğenmişlerdi ki zaman zaman istek yapar hale gelmişlerdi.
Karşı siperden taşa sarılı bir kâğıt atılır bizimkilerde kâğıdı açar ve okurlardı. Kâğıtta genelde şöyle yazardı= Dün gece söylediğiniz o güzel şeyi bu gece de söyler misiniz?
Yanık sesli Mehmet’imiz türküyü bir kez daha sonra bir daha söyler karşı taraftan yine alkışlar yükselirdi. Fakat bu savaş Çanakkale’ydi. Çanakkale’nin bir yüzü güldürürken diğer yüzü ağlatıyordu
Bu gözlerimizi tebessüm ettiren bir sahneydi şimdi gelin bir de Madalyonun öbür yüzüne bakalım=
Aradan birkaç gün daha geçti Gecenin bir vakti yine karşı siperlerden taşa sarılı kâğıtlar atılıyordu askerlerimiz açıp okudular yine geçen gün dinledikleri Anadolu kokan türkülerimizi dinlemek istiyorlardı
Fakat Bizimkiler gönderilen kâğıdın arkasına bir şeyler karalayıp gerisin geriye fırlattılar
Kâğıtta şöyle yazıyordu siz bu sabahki çarpışmalarda o güzel sesli kardeşimizi vurdunuz
İşte Çanakkale buydu gece alkışladıklarını gırtlaklıyorlardı Savaşın en dramatik sahnelerini görüp onları daha iyi anlamaya başladığımız şu demlerde gelin siperlerin içerilere biraz daha girelim ve Ecdadımızın fedakârlıklarını iliklerimize kadar hissedelim.
Bir askerimiz yanındaki silah arkadaşları ile omuz omuza vermiş siperinin kenarındaki kum torbalarına yaslanmış omuzuna dayadığı mavzeri ile düşmana ateş etmeye çalışmaktadır.
Tüfeği birden ateş etmez olmuş buna bir anlam veremez yanındaki arkadaşına döner ve sorar
Tüfeğin bozuldu galiba tetiğini çekiyorum çekiyorum ateş etmiyor
Arkadaşı önce tüfeğe arkasından da yardım isteyen arkadaşına bakar ve eliyle onun sağ elini göstererek senin İşaret parmağın nereye gitti diyecektir
Meğer az önceki atışmalar sırasında bir kurşun gelmiş delikanlımızın işaret parmağını koparmış götürmüştür ama o bunun farkına bile varmamıştır ha bire tetiği çekmek için parmağını asılmaktadır ama parmak yoktur ki.
Çevremizde uzayıp giden siperlerin zihnimize taşıdığı bu nice hatıradan sonra Alçıtepe’ye doğru ilerlemeye devam ediyoruz Biraz sonra şirin bir yerleşim merkezinde eski adı Kirte yeni adıyla Alçıtepe köyü ile karşılaşacağız. Bu köyde en çok dikkatimizi çeken şeylerden biri garip Bir bakkal dükkânı olacak. Rahmetli Salim amcanın bakkal dükkânı
Çanakkale Savaşı’ndan yıllar sonra Lozan’da kararlaştırılan nüfus mübadeleleri uyarınca Balkanlar’dan gelen kardeşlerimizden bir kısmı bu köye yerleştirilir ve bu köy ahalisi yıllarca tarlalarından topladıkları savaş artıklarını hurda niyetine satarak geçinirler.
Herkes toplayıp satar ama Salim amca bakkal dükkânında biriktirir.
Derken dükkânı Türkiye’nin en orijinal Çanakkale savaş eserleri Müzesi haline gelir 1960’larda
dükkânında biriktirdiği bu eserleri devlet Müzesi’ne devreder. Fakat Çanakkale’ye gelenler
onun bakkal dükkanını ziyarete alışmışlardır. Ziyaretçiler boş Dükkânı görünce şaşırır ve oradan her seferinde üzülerek ayrılırlar.
Salim amca dayanamaz 1960 lardan sonra tarlaları bir kez daha taratır buldukları ve topladıkları ile bu ikinci müzeyi oluşturur.
Müzenin kuruluş hikâyesini dinleyince aklımıza Çanakkale’de metrekareye 6000 Kurşun düştüğü söylemi geliyor. Bu hatıraların ışığında söylenenlerin ne kadar doğru olduğunu görüyor ve Salim amcanın Müzesi’ni gezmeye başlıyoruz.
Vitrinlerde Yığın yığın kurşunlar uçları sivri ve büyük olanlar Fransız uçları yuvarlak olanlar İngiliz
Ucu sivri ve boyları kısa olanlarsa Osmanlı kurşunları.
Burada bir şey dikkatimizi çekiyor
Çevremizdeki binlerce kurşunun hemen her birinde göze çarpan ilginç detaylar var mesela
Aradan geçen onlarca yıla rağmen İngiliz ve Fransız kurşunları neredeyse hiç bozulmadan pırıl pırıl bugünlere ulaşabildiği halde Osmanlı kurşunlarının tamamı paslanmış ve şekli şemalı kaçmış
Bu manzara bize o tarihlerde teknoloji olarak ne kadar geride olduğunu hatırlatıyor
Çanakkale’nin üzerinden geçen bir asrın yağmurunda çamurunda onların kurşunları tertemiz kalabilmiş ama bizimkiler ne yazık ki bu hale gelmiş.
Ama biz işte bu savaşı bu paslı kurşunlarla dahi kazanmıştık.
Müzenin önünde tarlalarından topladıkları kurşun çekirdeklerini satmaya çalışan köylü çocuklarını görüyoruz o sırada yanlarına gelen küçücük bir İlköğretim öğrencisi önce kurşunlara sonra bize bakıp
Abi bunlardan hangisi bizim dedelerimizin kurşunlarından diye soruyor
Paslı olanları gösteriyoruz cebindeki tüm harçlığını çıkarıp onlardan bir tanesini satın alıyor
Bunu ne yapacaksın diye soruyorum evime götürüp anneme babama göstereceğim odamın en yüksek yerini asacağım diyor ve bu sözler karşısında “Kime Emanet” şiirinin dizelerini mırıldanmak kendimi alamıyorum
Şöyle diyordu şair=
“Cephede kanlar içinde son anlarını yaşarken
Vücudundan kanlı kurşunu çıkarıp arkadaşım Mehmet
Şunu al oğluma emanet et
Ben yaşadığım müddetçe vazifemi yaptım inandığım mukaddes uğruna can veriyorum
Senden de bunun hakkını vermeni istiyorum dediğimi ilet
Mukaddes Kurşun kime emanet” diyordu
Bizler de bu gördüklerimiz ile birlikte artık mukaddes kurşunların emin ellerde olduğunu biliyor ve yarınlarımıza daha bir güvenle bakıyoruz
Talha Uğurluel
Sitemizde sanatçıya ait toplam 10 eser bulunmaktadır. Sanatçının sayfasına gitmek için tıklayın.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.