Yusuf Can-Ey Selahattin
Dün seni gördüm düşümde, başını önüne eğmiş derin derin düşünüyordun, hüzünlüydün ağzını bıçak açmıyordu… Öfkeliydin, ağlıyordun… arada bir etrafına bakınıp hayıflanıyordun…
Dün seni gördüm düşümde, elinde kılıcın boynunda egalin vardı, yetim çocuklar karşılıyordu seni. Bir meşale olup yanıyordu türküler, bir umuttu görünen, buruk bir umut… oyun arkadaşlarının çoğu yoktu artık Filistinli çocuklarının. Az önce atılan bir füzenin ürkütücü sesinde öldüler, ne basit bir ifade, alışılmış bişey… Öldüler… Geride kalanlar ise birer savaşçı, her an gelecek ölümü beklemekteler. Oyuncaklar yıkıntıların altında, okullar birer harabe, kitaplarında kan desenli resimler
Marşlar söyleniyordu radyolarda, büyükler moral veren konuşmalar yapıyor, herkesi kenetlemeye çağırıyorlardı. Bölünmüştü halklar, bölünmüştü toprakları… Tanklar ilerliyordu zeytinlik bağlarında Filistin’in, yerle bir oluyordu güller, laleler… kan akıyordu çeşmeleri dumanlar yükseliyordu evlerden, geride harabe evler ve cansız bedenler, çocuklar direniş şarkıları söylüyorlardı aynı ağızdan. Bir kelebek hafifliğinde uçup gidiyorlardı, boyunlarında yalancı memelerle yalancı dünyadan göçüyorlardı… Bir çocuk seni çağırıyordu “teal ya selahaddin, teal”
Dün seni gördüm düşümde, elinde kılıcın, tehevvürden dişlerin birbirine geçirmiş, kaşlarını çatmıştın, suretin asık, öfkeliydin, ağlıyordun… çocuklar dizlerine tutunmuştu… seni karşılıyordu şehidler, en önde Ahmet yasin, şikaki, rantisi, meşal ve binlerce şehid… başları dikti, sana gülümsüyorlardı, ellerinde senin sancağın… sonra sen konuşuyordun… üzgündün, kederliydin, kırılmıştı sesin, kırılmıştı ayakta duran her şey…” biz böyle bırakmamıştık buraları, petrol kuyuları ölüm kusmuyordu” ellerini açıyordun ilahi makama “ya rabb şu sultanlıkları yerle bir et, rahatına düşkün ve zillet içinde onursuzca yaşayanları utandır rabbim”
Ey selahaddin; zalimleri böylesine cesaretlendirenler kim? evimizin içine kadar girdiler, namluların gölgesinde namusumuz ve kadınlarımızın gözü önünde kırılan onurumuz… Daha ne kadar dişlerimizi sıkacağız, sıkılacak diş kalmadı ağzımızda; Dilleri lal, kulakları sağır gözleri kör, dilsiz şeytanların bakışları arasında reva görülen katliamlar daha ne kadar seyredilecek televizyon ekranlarında? Farkında değiller mi riyakârlığın böylesine, beş vakit huzura duranların duaları nerede? Yoksa dua da mı etmiyorlar? Cenneti garantileyenler nerede, hani günahtan arındırılmış kitlelerin önderleri… ey eyyub-i yek olan ümmet’in bağrına Yahudi kurşunu değil, bizi içimizde bölenler ve sırtımızdan hançerleyenler parçalıyor.
Dün seni gördüm düşümde… sen geliyordun ve okşuyordun çocukların saçlarını. Omuz vermiştin eli sapan gençlere, yüreğini ortaya koyuyordun ama tanıdık yerlerden zehir zemberek telkinler geliyordu. seni ve sancağını taşıyanları kınıyorlardı, sizi taşlıyorlardı Beyrut’un, Filistin’in sokaklarında…
Biliyorum selahaddin; gördüğüm düş öfkelendirecek birilerini, hatta lanetleyecekler beni. Biliyorum cehennemde bana yer ayıracaklar. Söyle ey selahaddin; cehennem Filistinli annelerin yüreği kadar mı kor? Filistin kadar mı? Ahh Filistin! Sevdam, ilk kıblem, kirli ellerin işgalindeki mabedim. Yanı başında bir masa kurulmuş ve her türlü oyunlar oynanmakta. Senin üzerine zar tutuyorlar büyük kumarbazlar.
Çocukların kanı üzerine, annelerin gözyaşları üzerine, yıkılan evlerin enkazı üzerine… Topraklarımız şimdi herkesin gözü önünde gasp ediyorlar ve herkes sadece seyrediyor. Gel ey selahaddin, gel şu gözü yaşlı ümmetin hatırına, gel ki gördüğüm düş gerçeğe dönüşsün… Rabbimin yardımını getir, rabbimin yardımıyla gel…Teal ya Selahaddin, teal…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.