Web sitemize hoşgeldiniz, 27 Nisan 2024
Beğen 1

Sedat Özdemir-Tebrizli Şemseddin

Konya…
Güneş ikindi vakti,
Guruba hazırlanmakta.
Altun-Aba medresesinde ders veren Hz. Mevlâna,
Evine maiyetiyle revan olmakta.

Hiçlik duygusuyla bükülmüş boynu,
Ağır aheste giderken yoluna,
Birden geldiğinde yolun ortasına,
İki çıplak kol uzanır, atının dizginlerine.

Aniden irkilen hayvanı durunca,
Kendine geldi Hz. Mevlâna.
Başını kaldırdı baktı,
Tanımadığı bir insanı gördü.

Esmer, yanık benizli, bir adam,
Yolunu kesmişti, onu tanımıyordu,
Ateşli, manalı, keskin bakışıyla,
Mevlâna’yı süzüyordu.

Kimdi bu adam, birden önüne çıkan,
Saçı sakalı, karma karışık olan,
İhtiyarca, bakışları kıvılcım saçan,
Öyle büyüleyici, öyle yakıcı bakış atan?

Hem çok yabancı, hem çok yakındı.
Bir ateş yandı, sanki kalbi yerinden çıkacaktı.
Ey dost aradığım sen misin?
Gündüzüm de, gecem de hak yolunda olan,
Yakan ve yandıran, kimsin sen,
Bana yabancı olmayan?

Bir bakışınla aldın benden beni,
Sonsuz ummanlara saldın beni,
Kendine gelen Hz. Mevlâna,
Maruz kaldı yabancının sorusuna.

Diyor du ki yabancı; “Sen,
Sultan’ül-ûlema oğlu,
Mevlâna Muhammed Celâleddin’sin değil mi?”
-Evet!…

Soruyor bir taraftan,
Atının dizginleri de elinde bir yandan,
Gözleri kıvılcım saçıyor,
Ve Hz. Mevlâna’ya diyor;

-“Bir müşkilim var, söyle bana,
Hz. Muhammed mi büyüktür?
Beyazıd-ı Bestami mi?
Ne dersin?…

Bu soruyla irkildi Hz. Mevlâna,
Toplaşan halkın, şaşkın bakışları arasında,
Sorunun manasını anlamıştı Mevlâna,
Ve dahi soranın, hiç de yabana atılır bir kimse olmadığını da!

-Bu nasıl bir soru?
Hz. Muhammed büyük elbet!

Yüzüne yumuşama halesi,
Dudaklarına tebessüm geldi.
Soran kişi memnun oldu,
Tekrar soruyu şöyle sordu;

-Hz. Muhammed (sav)der ki;
“Yâ Rabbi seni methederim,
Seni layık olduğun şekilde bilemedik.”
Diye buyurur.

-Beyazıd-ı Bestâmî ise;
“Ben kendimi methederim, ulularım.
Benim şu anım çok yücedir.
Zira cesedimin her zerresinde Allah var,
Allah’tan başka varlık yok demekte.”
Buna ne buyurursunuz?…

Sorunun derinliğini biliyor Hz. Mevlâna,
Hemen cevap veriyor ona;
“Hz. Muhammed(sav), günde sayısız makamlar çıkıyor,
Her makam ve mertebeye varışında,
Evvelki bilgi ve hayalinden istiğfar ediyor.

Peygamber hiçbir makam ve hüküm de,
Kalmayan Rab’bini, ebediyen tenzih ediyor.
Bütün tecelliyatı tecrit ve tenzih edebilme,
Mukavemetine malik bulunuyor.

Beyazıd-ı Bestami ise;
Mutasavvıf, ulaştığı ilk makamın,
Kapıldı sarhoşluğuna ve geçti kendinden,
Kaldı o makamda ve söyledi hemen bu sözü.”

Bu cevabı alan Şems,
Sendeleyerek yere düştü, bayıldı.
Hz. Mevlâna atından indi,
Şemsi kucakladı, yerden kaldırdı.

Sanki iki deniz, iki umman birbirine kavuştu.
Merac’el Bahreyn yeri oldu,
Ezelden tanıyan iki dost gibi,
Kucaklaştılar, kol kola girdiler.

Aralarında konuşma olmadan,
Mevlâna’nın medresesine yürüdüler.
Talebeler ve halk şaşırıp kaldılar,
Olan bitene mana veremediler.

Aşık, maşukuna kavuştu,
Halbuki derviş attığı okla, kendisi vuruldu.
Melikdad oğlu Ali, Tebrizli,
Azeri türklerinden soyu.

Hz. Mevlâna’yı uçsuz bucaksız,
Aşk denizine salıveren,
Onu pişiren, potasında yakan, kavuran,
Tebrizli Şems,
Biraz da Mevlâna’yı, Mevlâna yapan!.

Hz.Mevlâna ve Tebrizli Hz.Şems,
Umman deryalara daldılar,
Nur denizinde yüzdüler,
Ahu dududan içtiler,
İçip, içip kendilerinden geçtiler.

Mânâ aleminin sırlanmış hücresinde,
Aylarca sürecek sohbetlere başladılar,
Artık Tebrizli Şems’in sohbetlerini,
Kana kana içen Hz. Mevlâna,
Asıl o vakitten sonra, cân gözüyle,
Tüm alemi görmeye başlamıştı.


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Yorum Yaz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.